nietzche, breuer, freud üçlüsünün müthiş diyaloglarının kısmen gerçek kısmen kurgusal bir biçimde verildiği irvin yalom romanı. kabullenişi öğreniyorsunuz bu kitapla, yalnız bu kabulleniş, ümitsiz bir kabulleniş olmuyor. felsefenin, edebiyatla da yapılabileceğini gösteren, psikolojiye biraz olsun meraklı olan insanların sıkılmadan okuyacağı, herkesin kütüphanesinde bulunması gereken bir başyapıt.
beni altı numara astigmata gark eden arap harfleriyle yazılan türkçe, osmanlıca türkçesi. ayrı bir dil değil, türkçenin arap alfabesi ile yazılmış halidir. farsça ve arapça'dan etkilenmiş olmasıyla birlikte istanbul türkçesine oranla daha ağırdır.
akademik bir dille ifadesi muharrem ergin hoca'ya göre şöyledir:
klasik devirde "osmanlı türkçesi" ayrı bir dil olarak algılanmamış, üç dilden (elsine-i selase) oluşan bir karışım olarak görülmüştü. "türkçe" ise, evde, sokakta ve köyde konuşulan basit dile verilen addı.[2] ancak 19. yüzyılda standart bir yazı dili ihtiyacının belirmesiyle birlikte osmanlı dili tartışmaları yoğunlaştı. bu dilin belkemiğini oluşturan türkçenin güçlendirilmesi ve yazı dilinin türkçe konuşma diline yaklaştırılmasına ilişkin talepler şinasi, ali suavi, ahmet vefik paşa gibi yazarlarca dile getirildi. 19. yüzyıl sonlarında doğan türkçülük akımı, osmanlı yazı dilinin esasen türkçe olduğu ve "türkçe" diye adlandırılması gerektiğini vurguladı.
cumhuriyet döneminde ise "osmanlı türkçesi" deyimi genellikle olumsuz bir anlam kazandı. dil devrimi'ni izleyen kültürel ortamda, "osmanlı türkçesi", türkçeden ayrı ve yoz bir dil olarak görüldü. türk dil kurumu'nda 1983'e dek bu görüş egemendi. buna karşılık osmanlı kültürüne yakınlık duyan muhafazakâr kesim, osmanlı yazı dilinin de türkçenin bir lehçesi olduğunu vurgulamak amacıyla "osmanlı türkçesi" deyimini tercih etti (örneğin faruk kadri timurtaş, mustafa özkan vb.)
öte yandan, osmanlı yazı diline "osmanlı türkçesi" adı verildiği zaman, bundan çok farklı bir dil olan osmanlı dönemi konuşma türkçesine ne ad verileceği konusu, çözülmemiş bir problem olarak kalmaktadır.
john robert cocker ingiliz blues şarkıcısıdır. tatlı bir abimizidir, 60'lı yıllarda şöhret kazandı. beatles'ın şarkılarını coverladı. onu sevmeye başmak için şu şarkılar sırasıyla dinlenmelidir.
tam adı colin andrew firth olan aktör 1960 ingiltere doğumludur. jane austen uyarlaması olan 1995 yapımı pride and prejudice dizisindeki mr. darcy rolüyle tanındı. 2010 yılında a single man filmindeki george rolü ile akademi ödülüne lâyık görüldü. 83. oscar ödülleri'nde zoraki kral (the king's speech) filmindeki vi. george rolü ile de en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görüldü. oyuncu, aynı rolüyle en iyi erkek oyuncu altın küre ödülü ve bafta en iyi erkek oyuncu ödülü'nü de kazandı.
firth'ün oynadığı diğer önemli filmler arasında ingiliz hasta, aşık shakespeare, bridget jones'un günlüğü, bridget jones: mantığın sırrı, mamma mia! ve aşk her yerde gelir. 2011 yılında hollywood bulvarı'nda bir yıldız sahibi olmuştur. aktör roma'da oturmaktadır.
the king's speech filmini izlediğimde tanıdım colin firth'ü. o an hem oyunculuğuna hem de sanki üstünden yüzyıllar geçmiş bir yaşanmışlık barındıran güzel yüzüne aşık olmuştum. bugün gay temalı bir filmde oynadığını görünce hemen izleyeyim dedim. afedersiniz ama ağzıma sıçtı film.
western ön yargılarınız varsa bile izleyin, eminim hoşunuza gidecek. waltz psikopatının yine mükemmel oyunculuğunu göreceksiniz, muhteşem soundtrackler dinleyeceksiniz. öyle bir manyak düşünün ki, western filmde rap müzik çalsın. işte, o manyak tarantino'dur. yalnız filmin afişi olağanüstü bir şekilde 3.10 to yuma filminden araktır kanaatimce, ya da afiş tasarımcısı aynı bu iki filmin.
geçenlerde ferdi özbeğen'i kaybettiğimizde, tv izlerken cenazesini sadece yeğenlerinin kaldırdığını işitti annem ''ayy yazıık hiç çoluğu çocuğu yok muydu bu adamın'' dedi. ben de boş bulunup, anne o da zeki müren gibiydi dedim. babam da ''iyi ki ölmüş o zaman'' dedi. işte sözlük tam o an açıklayıp, babamın yüzündeki o salak çaresizliği görmek istedim ama götüm yemedi tabii. sonra tartıştık babamla, annem benim tarafımdaydı. bugün açıklasam babam evden kovar, annem de çok üzülür bu duruma, o yüzden asla açıklamayacağım. *
hümanizm dendiğinde insan sevgisi akla gelen ilk şeydir ama hümanizm mefkuresinde aslolan insanın her şeyden üstün oluşudur, hatta tanrıdan bile. bu sebeple, mevlana, yunus emre hümanistlerdi diyemeyiz, dememeliyiz.
ne irade meselesidir ne başka bir şey; bağlanmakla, sevgiyle, saygıyla ilgilidir. ve kesinlikle imkansız değildir. iyi ki gayim bile dedirtir insana. çünkü artık eşini bulmuşsundur. ciğeri beş para etmez, dünya görüşü olmayan, saygısız, midesiz insanlarla bir daha görüşmeyeceksindir. özgüvenin artar, kendine saygı bile duyar insan. dediklerim yanlış anlaşılmasın. sex, drugs and rock n roll kafasında olan insanlardan olmadığım için bana tek düze, sakin ve huzurlu sevdiğinle paylaşabildiğin bir hayat dünyanın en seksi şeyi gibi geliyor.
evde tek başıma kalmaktan korkmazdım, annem de bunu komşularına falan öve öve bitiremez, benle gurur duyardı. bir gün yine babam işte annem de üst kat komşumuz olan hülya teyzemlerde idi. muhtemelen yine, evde tek başıma kalmamla övünüyordu. ben de hummalı bir çalışma başlatıp yatak odasındaki şifonyerin çekmecelerini alt üst ediyordum. üstünde sağlık bakanlığı yazılı kare kare küçük poşetler buldum. içinde ne var acaba diye merak ediyor, bastırdıkça bi o yana bi bu yana kaçan bir cisim hissediyordum. dayanamadım açtım. içinden çıkanı da **** tamamen açtım. balon lan bu dedim kendi kendime. şişirdim oynadım. akabinde annemin salonda birkaç tane balon yapılmış prezoları görmesi, benim evde tek başıma kalmamın bana hissettirilmeden yasaklanışı, sonrasında alınan gerçek balonların çabuk patlamasından mütevellit anneme her defasında ''bunlar kalitesiz balon, bunların uçlularından alalım bidahaya'' dedikçe annemin çıldırması ''yok balon malon sana sıçarım balonuna'' demesine mukabil gözümden dökülen yaşlar... *
ah zebercet'im, gizli eşcinselim, nekrofilim, oedipus'um...
asmasaydın kendini bu kadar güzel bitmezdi bu...
c de mi assaydı yoksa kendini, nasıl da melodramik olurdu.
zebercet'im değerli taşım, kesmeseydin bıyığı daha kötü olurdu.
c korkardı bıyıklardan, kaşırdı kulağını bakardı duvardaki çıplak'a
sen de susma derdin duvarındaki zenciye...
astın kendini 10 kasım'da...
siren sesleri, kornalar kaldı arkanda.
geçenlerde ferdi özbeğen'i kaybettiğimizde, tv izlerken cenazesini sadece yeğenlerinin kaldırdığını işitti annem ''ayy yazıık hiç çoluğu çocuğu yok muydu bu adamın'' dedi. ben de boş bulunup, anne o da zeki müren gibiydi dedim. babam da ''iyi ki ölmüş o zaman'' dedi. işte sözlük tam o an açıklayıp, babamın yüzündeki o salak çaresizliği görmek istedim ama götüm yemedi tabii. sonra tartıştık babamla, annem benim tarafımdaydı. bugün açıklasam babam evden kovar, annem de çok üzülür bu duruma, o yüzden asla açıklamayacağım. *
sonuna kadar dayandım, aklımda hiçbir şey kalmadı 12. dakikada kendi kendime söylerken ''barbar ağa herhalde. barbar ağa, hakim olan''a dönüştü cümle nasıl yaptım bilmiyorum, kızın kafa hareketini yapmaya çalışmak da kramp giren boynuma iyi geldi.
faydalı bir video bence.
kendisi hakkında ''teröristtir'' diyerek entry girmenin sözlük kurallarına aykırı olduğunu bugün itibariyle öğrenmiş bulunmaktayım.
kendisi barış güvercinidir, saz çalar türkü söyler. ülkesinin refaha ermesi, bölünmemesi için çaba harcayan bir milletvekilidir diye entry girmeniz gerekir. herkese sayıp sövebiliriz ama demirtaş'a apo'ya falan terörist dersek bu düşünce özgürlüğüne aykırıdır. o yüzden başlığına gelip terörist falan yazmayın. ha şöyle de bir twiti var: https://twitter.com/hdpdemirtas/status/4...
kadın cinsel organı adlandırması. çok çeşitli versiyonları var; bal kutusu, şeftali, pıtık. artık bu kelime kirliliğine son verelim bence. benim önerim pıtık.