oblomov

Durum: 261 - 0 - 0 - 0 - 05.03.2015 00:41

Puan: 4826 - Sözlük Kezbanı

11 yıl önce kayıt oldu. 4.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 14

ayı oynatmak

şükür ki bitmiştir ama nasıl bir şey olduğunu da hep merak etmişimdir.

yetişemedim tabii o zamanlara,abim ablamdan duydum hep,fatih'te çok varmış bu ayı oynatıcısından. geldiklerinde bütün mahalle başına toplanıp izliyorlarmış.çocuk aklı diyorlar biz anlamıyorduk hayvanın acı çektiğini işin eğlencesindeydik.tabii oynamak derken;adam hayvanı sopayla dürtünce bir adım ileri bir adım geri gidiyormuş o kadar.benimki de laf işte sanki hayvan kalkıp oryantel oynayacak,ama ayı oynatmak deyince insanın aklına şöyle bir şey geliyor.
daha sonrada def çalan çingenelerin peşine takılıp gidiyormuş bütün çocuklar,peşlerini bırakmıyorlarmış bir türlü.

andrea bocelli

pek sevdiğim bir şarkısı."sessizliğin sesi" iyi gidiyor şu günlerde.

öğrenildiğinde çok şaşırtan bilgiler

fillerin dünyadaki en keskin burna sahip hayvan olması.bende köpek diye bilirdim ama değilmiş.o değilde narkotik şubede,terörle mücadelede yada sınır kapılarında filleri düşünemiyorum. bomba uzmanı fil "meks".

eşcinsel baba ve oğul ilişkisi

ben burada sözü çocuğa bırakıyorum, benim belkide onlarca kelimede anlatamayacağımı bir şarkıda anlatmış çocuk.
özünde "baba" olabildikten sonra eşcinsel yada hetero olması onu ve bu gerçeği değiştirmiyor.

icq

geri dönmüştür efenim.nostalji yaşamak isteyenler,hoş hatıralardan dolayı gönül bağı olanlar kullanırlar artık. eğer fil hafızanız varsa eski hesap numaranızla bile kullanabilirsiniz.
http://turkish.ruvr.ru/news/2014_08_29/I...

soğuk algınlığı

eylül'ü beklemeden sabah itibariyle bünyeme giriş yaptı.*boğazım gayya kuyusu gibi,vücudumu taşıyamıyorum ayağa kalkınca başım dönüyor.zar zor kalktım,buzlukta zula yaptığım yarım parça köy tavuğunu haşlayıp suyunu içtim.terledim biraz kendime geldim,bu sıcakta üşüyorum yok böyle bir şey.

muzo

ortaokul yıllarımda yatakta uzanmış radyoyu kurcalarken tesadüfen denk gelip bağımlısı olduğum radyocu.programın adıda muzo'yla yastık sohbetleri.o zamanlar radyo d'deydi,telefonla bağlananları haşlaması,çıkışları,laf sokmaları,şarkıları deşmesi daha bir iyiydi.hele bir kuş muhabbeti vardı ki rtük'le başı belaya girmişti adamın.
şimdi radyo viva da devam ediyor.o değilde onca yıl dinledim ama bir kere olsun canlı yayına bağlanmaya cesaret edemedim.

yapılmış en aptalca dalgınlıklar

su içmek için masadaki sürahiyi alıp bardağa suyu doldurmam ama saliseler içinde elimdeki su dolu bardağı unutup sürahiyi kafaya dikmem.*balık bile üç saniye aklında tutabiliyor.
(bkz: balık hafızalı insanlar)

ayı sözlük caps

ivan aivazovski

kırım doğumlu haliyle de denizin ressamıdır. benim için denizi böylesi güzel resmeden başka ressam yoktur. daha çocukken yeteneği keşfedilmiş,devlet bursuyla imparatorluk güzel sanatlar akademisinde eğitim almıştır. o zamana kadar peyzaj sadece resmin arka fonu olarak görülürken o peyzajı ve deniz manzarasını ayrı bir yere taşımıştır.
ressamlığının yanında ayrıca kendisi hayırsever bir kişidir,yaşadığı feodosiya kentine önemli yatırımlar yapmıştır.açtığı sergi salonu bu gün kırım'da ayvazovski evi olarak resim galerisine dönüştürülmüştür.

büyük hayranı olduğum iki ressamdan biridir,diğeri ise caravaggio.

altzine

aylık internet edebiyat dergisi. 2004 gibi yenilendi,hoş da oldu ancak eskisi gibi iyi öyküler,denemeler yok artık.amatör yazarların kendilerini tanıtma,öykülerini,denemelerini,edebi yazılarını yayınlama fırsatı bulduğu yerdir.aralarında tek tükte olsa kendini okutan başarılı çalışmalar var.
http://altzine.net/

oryantalizm

diğer adıyla şarkiyatçılık. batının görmek istediği doğudur;kirlidir,ilkeldir,batılı için egzotiktir,keşfedilmeye ve fethedilmeye açıktır bu yüzden kontrol altında tutulmalıdır. kısaca ideolojik ön yargılar barındıran bir araştırma tarzıdır.gizli oryantalizm ve açık oryantalizm olarak edward said tarafından iki sınıflandırması yapılmıştır.edward said'e göre oryantalizmin dogmaları da vardır:
a. her sektörü akla dayalı, gelişim ve ilerleyişi insancıl, üstün batı ile ilkesiz ve
kuralsız geri kalmış, zelil doğu arasındaki sistematik ve mutlak fark meselesi.
b. doğu ile ilgili soyutlamalar, özellikle kaynak 'klasik’ doğu medeniyetini anlatan
metinler ve külliyât olursa her zaman çağdaş doğu realitelerinden çıkarılan delillere şâyân-ı
tercihtir.
c. doğu ezelidir, tek biçimlidir ve kendini tariften aciz bir coğrafyadır. bundan dolayı
doğu’yu batı bakımından anlatacak ve aktaracak son derece genelliğe haiz ve sistematik bir
dil kullanmak kaçınılmazdır; aynı zamanda ilim açısından 'objektiftir.’
d. temelde, doğu ya korku duyulacak (sarı tehlike, moğol sürüleri esmer
müstemlekeler) ya da (susturma yolu ile, araştırma geliştirmeyle, mümkün ise doğrudan işgal
suretiyle) kontrol altında tutulacak geniş bir bölgedir.

özellikle 19. yy. oryantalizmi sanatta bir fiyaskodur. osmanlı'da haremi gören tek bir ressam olmamasına karşın fantezileriyle aşmış ressamlar vardır.yine doğulu bir oryantalist olan osman hamdi sayesinde oryantalizm bu fantezi ve hayal aleminden sıyrılarak daha gerçekçi biçimde tuvale yansımıştır.kısaca görüş;"doğu oryantalizmin malıdır,oryantalizmin getirdiği bilgiler doğu’dur"olmuştur.

büyüdükçe büyüyen şeyler

(bkz: dünya)
küçükken dünya sadece yaşadığım yada gördüğüm yerlerden ibaretmiş gibi geliyordu.sonra anladık tabi dünyanın kaç bucak olduğunu.

siyah

renk midir değil midir hala tartışılır,bir çok sanatçı renk olarak bile görmez.maviyle uyumu mükemmeldir ama hakkını yemeyelim.

meybuz

o naylon ambalajı yırtıp dişin buza ilk temas ettiği andaki tadı hala damağımdadır. o kopardığım naylon parça hep dişimin arasına kaçardı. evde oraletten kendimde yapardım bunu ayrıca annelerin ve öğretmenlerin korkulu rüyasıdır.
çok yönlüydü bu meybuz,oyun oynarken biri kafasını kolunu bir yere vursa yada top kafasına çarpsa hemen yarısı yenmiş o meybuz ilk yardım niyetine kullanılırdı yoksada kırtasiyeden/bakkaldan hemen alınırdı.

ibrani takvimi

dünyanın yaradılışını milat kabul eden(5774 yılındayız),önceleri 12 ay olan bu takvim daha sonraları bir çok nedenden dolayı gregoryen takvime uyarlanarak 19’ar yıllık ibrani takvim dönemleri oluşturulmuştur.2-3 yılda bir artık yıl verir ve 13 ay olur.
tişri ayının ilk günü yılbaşı yani roş aşana'dır,yahudiler için önemli bir bayramdır.

aylar;1- nisan / nissan,2-iyyar / iyar,3-siwan / sivan,4-tammuz,5-abh / av,6-elûl,7-tishri,8-marheshwan / cheshvan,9-kislew / kislev ,10-tebeth / tevet,11-shebhat / shevat,12-adar,13-adar ii

hicri takvim

hz.muhammedin medine'ye hicretini tarihin başlangıcı olarak kabul eden ay'ın hareketlerini esas alan takvim.muharrem ayının birinci gecesi hicri yılbaşıdır ve 12 aydan oluşur.bu takvimde de artık yıl vardır,30 yılda 11 günlük bir gerileme yapar.

aylar;muharrem, safer, rebiülevvel, rebiülahir, cemaziyelevvel, cemaziyelahir, recep, şaban, ramazan, şevval, zilkade ve zilhicce.

ay takvimi

ilk kez sümerler tarafından oluşturulan,ay'ın dünya etrafında 12 kez dönmesini esas alan 354 günlük takvim.

ay'ın hareketlerini esas alan günümüzde de halen kullanılan iki dini takvim vardır.

(bkz: hicri takvim)
(bkz: ibrani takvimi)

deprem olasılığı

ağzınızı hayırlı açın yazarcanlar,gece gece insanı korkutmayın. bak şimdi bende bi şüpheye düştüm.

cupcake

cupcake'de aşmış bir ablanın sitesi,yeni tarifler denemek isteyenlere şiddetle tavsiye edilir. http://cupcakeblog.com/
  • /
  • 14
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 261

nikolay aleksandroviç romanov

2.nikolay. 300 yıllık romanovlar hanedanlığının son imparatoru. kimilerine göre bir despot kimilerine göre bir aziz.

benim için hayatındaki en ilginç ayrıntı.grigoriy rasputin 2.nikolay'ın uzak akrabası prens yusupov'un sarayında öldürülmeden önce: "eğer öldürülürsem ve buna imparatorun akrabaları karışırsa,sarayda büyük karışıklıklar olacak.imparator ve ailesi hayatını kaybedecek" kehanetinde bulunur ve bir yıl sonra,imparator ve ailesi bolşevikler tarafından kurşuna dizilir.

trans sibirya demiryolu

rusya imparatoru 3. aleksandr döneminde(l3 haziran 1891) planları yapılmaya başlanan ve yapımı on yıldan fazla süren dünyanın en uzun demir yolu.

yapımı planlanırken imparator şöyle demiştir:"tüm sibirya’dan geçecek demir yolu yapımına başlamayı emrediyorum. bu demir yolu büyük doğa zenginliklerine sahip olan sibirya’nın bölgelerini iç demir yolu hatlarına bağlamalı."

ayrıcana eğer bu tembellikten kurtulabilirsem bir gün muhakkak tek başıma gerçekleştireceğim hayalimdir. son durak olan vladivostok'u(özel bir nedeni var) ve baykal gölünü acayip merak etmekteyim.

the l word

1. sezonu al bir kenara koy.sakla onu çünkü özel o,naif ve bir daha hiçbir zaman o tadı yakalayamayacaksın. nasıl oldu bende anlamadım ama diğer 5 sezon asla o ilk sezondaki tadı yakalayamadım. ilene chaiken nasıl becerdiyse,daha doğrusu beceriksizliğiyle diziyi harcadı.

--- spoiler ---

jenny'i kimse pek sevmemiş ama asıl tapılası karakter oydu. kötülüğü bile çocuksuydu. daha shane'le ev arkadaşı olmaya karar verdiklerinde ikisini birbirlerine yakıştırmıştım. buradan alır götürü bunlar dedik ama ilene,ah kahrolası ilene jenny'ciğimi öyle bir harcadı ki,yetmedi kızı maymuna çevirdi. sebebi neydi,neden 5 sezon bekledik birlikte olmalarını. muhtemelen bu çift,eğer ilene senaryonun altından kalkabilseydi, bette ve tina'yı bile geçerdi. jenyy aklımdan hiç çıkmıyorsun,öldün ama kalbimdesin kızım. dizinin bir sahnesinde; alice, helena ve shane ellerinde bir ışın tabancası gelen geçeni nişan alırlar. tabancanın ekranında,nişan alınan kişinin cinsel yönelimi görünmektedir;hetero,bi,gay diye. alice nişanı jenny'e alır ve ekranda aynen bu yazar "karmakarışık".*l ah jenny.

dizi nasıl başladı nasıl bitti,hala aklım almıyor. dizi jenny'le başladı ve jenny'le bitti.
hele o son sahne yok mu? en azından net bir lgbtt temalı mesaj bekliyor insan ama nirede. hepsinde bir şuh tavırlar,sanki "haydii kızlar,ip atlamaya gidiyoruz". 6. sezonun kendisi şaka gibiydi,neyse ki fazla uzamadı. dizideki her karakteri sevdim ama sadece şu max'e hiç ısınamadım.

--- spoiler ---

koli

eşcinsel jargonundaki anlamını daha yeni öğrendikten bir kaç gün sonra,evdeki tadilatlardan dolayı boş koli lazım olmuştu.
neyse,hemen yanı başımdaki bakkala gidip "koli" isteyecektim ki,adama bir türlü söyleyemiyorum.tam adama "abi boş koli var mı?"diyecem ama olmuyor,gülesim geliyor.başka şeyler düşünüyorum,sakızlara göz gezdiriyorum kafam dağılsın diye.en son adam dayanamayıp "genç,ne lazımdı" diye sorunca,pat diye çıktı ağzımdan:"abi koli lazım"dedim ya.ama hala sırıtıyorum.aldığım gibi koliyi kaçarak uzaklaştım.

carl gustav jung

psikiyatride önceleri "kompleks psikolojisi" olarak adlandırılan daha sonra "analitik psikoloji" olan ekolün kurucusudur. 26 temmuz 1875'de isviçre'nin konstanz gölü kıyısındaki kesswil köyünde doğan jung,içe dönük bir çocukluk geçirir.dokuz yaşında kız kardeşi doğana kadar tek çocuktur ancak kardeşi doğduktan sonrada onunla pek ilgilenmez.sekiz amcası gibi babası da papaz olun jung için ölüm ve cenazeler hayatının doğal bir parçasıdır.annesi sık sık depresyona giren bunalımlı bir kadın babası ise sert,hırçın ve geçinilmez bir adamdır ve bu mutsuz evlilikten dolayı üzülen jung sıkıntılarını tavan arasındaki kendi oyduğu oyuncağa anlatır.bir ara lise döneminde daha dışa dönük,atılgan olsa da fikirleri çevresi tarafından alaya alınca yine içine kapanmıştır.
hayatı boyuncada aslında kaderi ve kişiliği hep böyledir;metafiziğe,parapsikolojiye ağırlık vermesi akademide de
ciddiye alınmamasına neden olmuştur.

tıp öğreninimine başladıktan sonra psikiyatriye yönelmesi ise ilginçtir.evde onu çok etkileyen "paranormal activity" tadında iki olay gerçekleşir .bundan etkilen jung ruh çağırma seanslarına katılmaya başlar.krafft-ebing'in psikiyatri kitabını okuyunca da geleceğinin bu yönde olduğuna karar verir.

freud ileride onu en çok etkileyecek kişidir hatta aralarında baba-oğul ilişkisi başlar.ancak jung başına buyruk bir kişilik olduğundan ve freud gibi "işte bunlar hep seks" demeyince ters düşerler ve yolları ayrılır.bu olaylardan sonra ise hayatında başka bir dönem başlar.işin içinden çıkamayan jung yollara revan olur ve ilkel insanı araştırmak için tunus ve sahra çölüne gider.afrika'yada seyahatler yapar hatta yerel bir kaç dili de öğrenir ve ırksal bilinçdışı kavramını geliştirir.falcılık,yoga,telepati,ruh çağırma,uçan daireler,dinsel simgeler ve daha bir çok konuya dalan jung "psikoloji ve simya"kitabını yayımlar.bilimin hep şüpheyle baktığı bu konulara,dine ve mistisizme yönelmiş olması eleştiriye uğramasına neden olmuştur.kendisi dört arketip kitabında kuran'da ki 18.surenin de bir analizini de yapmıştır.

cinsel tercihini git evinde yaşa

aplanın menopoz beynine vurmuş anlaşılan.her kadın bir yaştan sonra bu dönemi yaşıyor,bir sinir bir buhran çatıcak yer arıyor,aynısı kaynıma da ahh!yok yalan yok anneme de olmuştu. o zamanlar salonda tırnaklarımı keseyim dedim o da ne! başladı kızmaya:
-seni allah kahretmesin oblomov, kalk git banyoda yap şunu demişti.bir keresinde de tv karşısında yemek
yiyeyim dedim ama yook yine olmadı:
-allah senin tependen baksın emi oblomov,çarpılacaz,çarpılacaz!kültürümüzde yok böyle bir şey git mutfakta ye yemeğini demişti.
seninki de o hesap be apla ama aplanın gözden kaçırdığı bir nokta var.siz hiç akşama sevişeceğini davulla zurnayla,konvoylarla cümle aleme ilan eden eşcinsel bir çift gördünüz mü?24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,ben daha görmedim. kliplerde,reklamlarda,dizilerde;klişede olsa aşk acısı çeken,sevdiğine kavuşamayan,ikili ilişkilerde bocalayan yada evlenip çoluk çoçuğa karışan eşcinseller gördünüz mü?24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,ben daha görmedim.
kafamı nereyi çevirsem her taraf hetero yada hetero ilişkiler.peki bu insanlar değil mi ailesine bile açılamayan,belki sadece bir kaç kişiye açık olabilen,kendini ifade edemeyen, değil sadece evde yaşamak nefes almasına bile tahammül edilmeyen insanlar.bu insanlar değil mi dört duvar arasında,gizli saklı yaşamaya mahkum olanlar.
merak işte,nerede gördü de bu kadar gözüne battı?belkide 40 yılda bir kendini ifade etme şansı yakalamış bu insanlar mı bu kadının gözünü korkuttu?merak işte.
o değilde 24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,çoluk çocuğunu gençlerini bu kadar düşünen başka ülke görmedim.

fairuz

françois hardy ile birlikte;zarafetine,duruşuna,naifliğine hasta olduğum kadın,dert ortağım,tanrıçam.bu özelliklerin hepsi sesine de yansımıştır,o sesindeki kırılganlık,incelik bir kadını bu kadar mı çekici yapar.


saplantı

çok ama çok karmaşık bir olgu.
hakkında yapılacak her tanım, bir odanın içine anahtar deliğinden bakmak gibi olur. hiçbiri bu durumu tam olarak açıklayamaz; sadece hepsi farklı bir bakış açısı olabilir. çünkü saplantı duyulan şeyler değişken, ona karşı hissedilen duygunun yoğunluğu da değişken. bazıların zamanla insan kurtulabiliyor, bazılarından hiçbir zaman kurtulamıyor.
kimileri saplantılarıyla yaşayıp,ondan besleniyor.
misal monet... adam ömrünün son otuz yılını sadece japon köprüsü ve nilüfer çiçeği tablosu yaparak geçirmiş keza paul cazanne;adam saint victoire dağına resmen aşık olmuş,her açıdan onlarca tablosunu yapmış.

tabi saplantı her zaman bu kadar masum değil; özellikle cinsel saplantılar.* cinsel obsesyon hastalarının durumu içlerinde en kritik olanı. duydukları saplantılar onları kendilerine karşı mahcup ediyor. e bu da devamında bir değersizlik hissi getiriyor. yetmiyor, üzerine birde vicdan azabı çekiyorlar.
saplantı öylesine kuvvetli ki, kendi ailesinden olan kişilerin bile cinsel organlarına bakmaktan, birkaç saniye bile olsa seks düşünmekten kendilerini alıkoyamıyorlar. ardından gelen sorular; “ben parafili miyim,sapık mıyım,niye en sevdiğim insanların bile orasına burasını bakıp cinsellik düşünüyorum?” gibi sorularla kendilerini yiyip bitiriyorlar.

gelelim kendi saplantıma. aslında bundan huzursuz değilim, çünkü, biliyorum ki, her insanda az yada çok ölüm saplantısı var. buna tam olarak ölüm korkusu denebilir mi emin değilim. bazılarımızda bu saplantı haline geliyor, yaptığımız her hareketin,davranışın ve tepkinin gerisinde bu saplantı var. çoğu zaman farkında bile değiliz ama amigdala denen o tedirgin edici şeytan, verdiğimiz en mantıklı kararın veya tepkinin bile arkasında.
aklıma gelen iki örnek, bu iki örneğin ilk bakışta ölüm saplantısıyla bir ilgisi yok gibi gelebilir ama kendimce nedenlerini açıklayacağım...

1-) tarih 6 şubat 1887 ve ilk materyalistlerimizden beşir fuat, bilinçli bir tercihle intihar eder. yalnız bu sıradan bir intihar değildir, çünkü, o ölümünü iki yıl önceden planlamış ve intiharını an be an defterine kaydetmiştir. bilimsel bir çalışma gibidir onun intiharı.
2-) charlotte corday, fransız devriminde jakobenlerin lideri marat’ın katilidir kendisi.
giyotinle idama mahkum edilir. tam idama doğru götürülürken kalabalığın arasından biri bu kadına aşık olur. adamın adı adam lux, ilk ve son görüşte aşktır bu. hem romantik hem trajik. lux, aşkının kellesinin gittiğini görür ve sonradan kendisi de idama mahkum olmak için kasten jakobenler aleyhine ve marat’ın katili carday’i öven yazılar yazar. eh, nihayetinde onun da kellesi gider.
evet, ilk bakışta yaptığı çok soylu bir davranış gibi gözükse de, bana kalırsa işin aslı öyle değildir. çünkü o da, corday’i görüp aşık olmadan önce intiharı düşünmektedir. arkadaşına gönderdiği mektupta; jirodenler’in düşmesini kabullenemediğinden ve intihar planlarından bahseder. corday’i gördükten sonrada onun gibi ölmek ister.

iki örnekte de ölümü somutlaştırma var. muhtemel bir korku da olabilir. her ikisi de ölüme bir anlam yükler, bir amaçları vardır. biri bilimsel bir çalışma olarak görürken, diğeri ulvi bir amaç. ama planlıdır ölüm ve bana göre, saplantının üzerine giydirilmiş bir kamuflaj vardır. ve yine bana göre ortak nokta bu; burada bir saplantı var. başta da dediğim gibi, ölüm saplantısı, ölüm korkusuyla yan yana.

dipçik not: hiçbir eğitimim olmadığı için,üsteki tespitte sıçmış olmam çok doğaldır.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.