oblomov

Durum: 261 - 0 - 0 - 0 - 05.03.2015 00:41

Puan: 4826 - Sözlük Kezbanı

11 yıl önce kayıt oldu. 4.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 14

aigai

o kadar renkli bir insan ki yanında sönük kaldım.nasıl becerdi bilmiyorum ama anlattıklarıyla her defasında beni şaşırtmasını,güldürmekten karnıma ağrıtmasını bildi. "oha,yok artık,neyyy!" ağzımdan çıkan sadece bunlar.

-"alkollü kahvemiz yok,burası eminönü"
-mahalle baskısı var burada aigai
-o zaman mahalle baskısı olmayan bir kahve alayım.
daha ne diyeyim.beni alıp gülhane parkına götürmesinin değeri ise paha biçilemez,unutmam mümkün değil.orası ikimiz içinde çok başka ama onun için çok daha özel. tanıdığıma çok mutlu oldum.

tahta kaşık

eski mısırlıların bu kadar basit bir günlük eşyayı bile nasıl yaptıklarını görmek,onların yaşam kalitelerinin ne kadar ileri oldukları hakkında fikir veriyor. http://www.google.com.tr/search?q=ancien...
ortalama milattan önce 1550 yıllarında yaptıkları kaşıklar tasarım harikası.insan hayret ediyor,şaşırıyor basit bir kaşık.

sananda

(bkz: seri artı oy veren melek) anlamadığım bazı konularda kendisinden yardım istediğimde,hiç geçiştirmeyen aksine tüm nezaketiyle,içtenliğiyle ve sabrıyla konuyu derinlemesine bana izah eden,bilgiyi paylaşmayı seven gerçekten eşine az rastlanır insanlardan.

isviçre

diğerleri gibi beyin göçü,neo liberal politikalarla bilim satmayan bilim üreten ülke,bilim adamlarıyla ünlü başka ülke var mı? cern diye bir gerçek var,tanrı parçacığın bulunduğu ülke, daha ne olsun?

diğer hiçbir avrupa ülkesine benzemez,istikrarlıdır.hepsini kendince bir pazarlaması var; ama ne italyanların itici yeme içme muhabbeti ne almanların soğuk burjuva disiplini ne fransızların kıçı kalkıık peyniri şarabı ne alman gölgesindeki avusturyanın sanatı. bu ülkedeki tek gerçek bilim abi,netler.dünyadaki ilaç patentinin %30'a yakını bu ülkeye ait.belki inanamayacaksınız ama isviçre enerji ülkesidir.sınırları içinde üç dil konuşulur,neredeyse çoğu bu dilleri bilir. benim gözümde bu ülke gibi dünyada başka ülke yok.
(bkz: ayı sözlük yazarlarının yaşamak istediği ülkeler)

8 eylül dünya fizyoterapistler günü

daha bu sabah cerrahpaşa fizik tedavi ve rehabilitasyon'da işim vardı,bilseydim kutlardım günlerini. buradan kutlayayım,gerçi onlarda çoktan unutmuşlardır.

sahilde ateş yakınca birden beliren gitarcı tip

belli ki pusuya yatmış ateşin yanmasını bekliyor,ateşi yakmazsanız o da gelmez.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

gece gece evin içinden gelen garip ses

nedense hep evde yalnızken gelir o ses.evde birileri varken çok nadir oluyor böyle şeyler. cidden insan yusuf yusuf ediyor ve o sese doğru gitme nedenini de anlamış değilim.bir keresinde çatıdan gelen seslere uyanıp tavan arasına çıkmıştım,nedensizce yürüyor insan sese doğru. cesaret değil bu,başka bir şey. işin kötüsü o sesin aralıklarla tekrar etmesi,bir süre ses kesilse bile beyninizde hala yankılanıyor "lan ben mi gayipten sesler duyuyorum,yoksa hala devam mı ediyor" durumu oluyor.o gece uyku yok net.

katsuşika hokusai

fuji dağına saplantılı japon ressam. 1831-1833 yılları arasında yaptığı "fuji dağının otuz altı görünümü" adlı serisi onun en popüler işidir. aslında bu seri kırk altı resimden oluşur ancak adı böyle kalmış.
bu seri arasındaki en ünlü çalışma "kanagawa açıklarındaki büyük dalga" dır.
ayrıca manga sanatının da ilham kaynağı yada atası olarak da kabul edilebilir.

türkiye'nin dünyaya kazandırdığı gerçek sanatçılar

türk resminin modern isimlerinden (bkz: adnan çoker )*

venik

huş ağacı, meşe ya da okaliptüs dallarından yapılan, banya'da * kan dolaşımının hızlanması,vücut ısısının artması ve toksinlerin atılması için masaj yapmaya yarayan süpürge.
*

gülhane parkı

çocukluğumda babamın bizlere hafta sonu hediyesiydi gülhane parkı. tabii ben doğmadan öncede babam tüm aileyi toplayıp götürüyormuş piknik yapmaya.
hatırlıyorum da seyyar satıcıların sattığı boyalı haşlanmış yumurtalar vardı,başka hiçbir yerde görmedim bunu.
parkın içinde;hayvanat bahçesi,akvaryum,lunapark birde stantlar vardı. sigara içen şempazeyi ilk burada
görmüştüm,hayvana maltepe veriyorlardı,*garibim o da yere çömelmiş dertli dertli tüttürüyordu.sonrada kafesin tepesine tırmanıp karacaların üzerine işiyordu.ya bakıcısı yada ziyaretçilerden biri alıştırmıştı hayvanı.gözüm önünde yavrulayan tavşanı hiç unutamadım mesela.bir batında beş altı tane doğurdu hayvan.canlı canlı animal planet'i yaşıyorduk.
akvaryumu da büyüktü,mağara gibi bir girişi vardı ve aşağıya doğru iki kat iniliyordu. rahmetli ilizyonist mandrake'nin stantların orada gösterisi olmuştu.adam pek tekin bir tip değildi ama bizim için o zamanlarda o
şovu izlemek büyük bir olaydı.bir de bu parkta ilk defa zencileri görmüştüm ve ağlayarak babamın arkasına
saklanmıştım,çocukken çok korkuyordum.şimdi düşünce böyle yaptığım için biraz utanıyorum,benim bilmeyerek de olsa öcü muamelesi yapmam kim bilir onlar için nasıl aşağılayıcıdır.
günün sonuna doğru da sarayburnuna inerdik.tabii 2000 öncesi haliyle şimdiki halinin alakası yok.gerçi en son dört yıl önce gittim bende,hala çiftlerin yiyişme mekanı mıdır bilmiyorum.yinede hala güzel,istanbul'da nefes alınabilecek bir yer.

oturan boğanın izinde

utopian (bkz:#198972) girdisini okuyunca aklıma gelen trt belgeseli. abd'nin kızılderililere yaptıkları katliamları,halen devam eden ırkçılığı,kızılderililerin yoksulluğunu, kendi içlerinde yaşadıkları sorunları ve daha bir çok konuyu;genellikle kızılderili toplumundaki önemli isimlerle yapılan röportajlarla işleyen çok iyi bir belgesel. adamlar bizzat gidip yerinde konuyu ele almışlar ve röportajlarda anlatılanlar insanın gözlerini yaşartıyor.
http://www.dailymotion.com/video/x11jtjr...

katyuşa

yekaterina-katya-oradan da katyuşa'ya(katyacık) dönüşmüş isim,daha bir samimi.

ikinci dünya savaşında sovyetler birliğinin kullandığı,maliyeti ucuz,üretimi kolay genellikle kamyon arkasına monte edilen(bu hareketliliği büyük avantajıdır) çoknamlulu roket atar.ayrıca dinleyen herkesi gaza getiren, mikhail isakovsky'nin popüler savaş şarkısıdır.onlarca farklı yorumu vardır bu şarkının,tabii içlerinde en meşhuru rus kızıl ordu korosunun kidir. benim için iki favori var;birincisi klasik müzik versiyonu,ikincisi ise rusya'nın tam kalbinden,geleneksel halidir.

(ilk önce moskova akşamlarını söyleyip sonra katyuşa'ya geçiyorlar)

tiramisu

orijinal tarifinde;espresso,mascarpone ve rom yada konyak ile yapılan tatlı. kedi dili de ince olursa daha iyi olur.en son baktım romun şişesi olmuş 60 küsur lira,iki kaşık rom için o kadar para veremem tabi.

at gibi çalışırım beygir gibi yerim

açlıktan yemeye saldırdığımda,babamın bana söylediği:
-değirmenden mi çıktın eşek!az yavaş ye.
-açım aç baba,o kadar çalıştım.boyacıdan çok ben eşek gibi boyadım evi.

sevildiğini sanmak

kanımca günümüz insanın önemli bir problemi. aslında hiç kimse kör değil,karşısındaki de oscarlık bir oyuncu değilse haliyle insanlar bu durumun farkındalar ancak kimse bu rüyadan uyanmak istemiyor gibi. bunlarda üç gruba ayrılıyor; bazıları çok güçsüzler ve bu yalanı kaldıramayacaklarını düşünerek bile bile devam ediyorlar,kimisi işine geldiği için yada o anki koşullar yüzünden üç maymunu oynuyor/görmezden geliyor, bazıları da içinde hiçbir şüphe ve kötü niyet taşımayacak kadar saf olduklarından başından beri verilen sinyalleri anlayamıyorlar.bu üçüncü grup insan candır,öpün başınızın üstüne koyun.

birde herkes tarafından sevildiğini,herkesin ona aşık olduğunu düşünen erotomanlar vardır ki o ayrı bir konu.

gıda zehirlenmesi

evet,kilo verirsiniz doğrudur ancak en az üç gün;titreme,kusma,bulantı,baş dönmesi ve daha beteri ishal şikayetleriyle yaşamaya çalışırsınız. yaşamak dediysem ölüme yarım adımınız kalmış gibi olursunuz,buna yaşamak denirse tabii.

o kasılmalar,üşüme ve sürekli titremeniz. tek başınıza tuvalete bile yürüyemezsiniz ki ishal olunduğu düşünülürse boku yemişsinizdir. yığılıp kalırsınız bir yerde,kusmak isterken öyle bir başınız döner ki banyoda sere serpe uzanırsınız,birisi sizi kaldırmazsa öyle kalırsınız taki toparlayana kadar.su bile sizi kusturmaya yeterde artar,sürekli sıvı kaybettiğinizi düşünürseniz dehidrasyondan gebermeniz an meselesidir.peki ne yapacaksınız bu durumda hoooop yine yeniden acile,serum yemeye. ağız yolundan hiçbir şeyi mide kabul etmez, sürekli bir kusma refleksi,ayaklarda durdurulamayan bir titreme,halsizlik,ağrılar ve yüksek ateş.sağa sola kıvranırsınız,kalkmaya çalışırsınız çünkü ölüm elinizi uzatsanız orada duruyor gibidir.üç gün istisnasız bunu yaşarsınız,tuvaletle yatak arasında mekik dokursunuz.

peki ben bunları niye yazıyorum derseniz,olur da bir manyak burayı okur ve kilo vermek için kendini zehirlemeye kalkarsa(olmaz demeyin,bim poşeti yanmıyor diye yüzünü yakan vardı) yaşayacaklarını şimdiden bir tezahür etsin.ölümün provası gibi inanın,yaşayan bilir.

şeker ahmet paşa

türk manzara resminin önemli bir ismidir. osman hamdi ile aynı dönemde paris'te akademi eğitimi almıştır ancak kendisi akademiyi yarıda bırakmış ve barbizon okulu sanatçılarına katılarak ilhamı doğada aramıştır. onu dünya çapında üne kavuşturan ise,derinliği ve perspektifiyle "ormanda oduncu" resmidir. natürmort çalışmaları da güzeldir.

dimetiltriptamin

diğer adıyla ruh molekülü ve bilinen en güçlü psikedelik. memelilerde ve bitkilerde (bkz: ayahuska) bulunan basit kimyasal bileşiktir ancak lsd’den, mantarlardan, peyote ve benzerlerinden çok daha kuvvetlidir. yaşanılan deneyim çok derindir, kişi maddi dünyayla fizik ötesi alem arasındaki perdeyi aralar,zaman, mekan ve benlik algısını yitirir.ama bir daha dmt kullanmasa bile hayatına eskisi gibi devam edemez. yasak olması gayet doğaldır,kesinlikle bir eğlence,parti ortamında kullanılabilecek bir madde değildir.

işin ilginç yanlarına gelirsek,insan beyninde; pineal gland'in aşırı stres altında çok fazla dmt hormonu salgılaması.peki böylesi güçlü halüsinojenik bir bileşiğin insan beynindeki rolü ne? her ne kadar illegal de olsa doğada bulunan,şamanların onlarca yıldır kullandığı dmt'nin boşuna olduğunu düşünmüyorum. boş yere hiçbir şey yaratılmadığına göre?şizofreni ve anksiyete ile ilgi bağlantısını bir yerde okumuştum ancak şimdi net hatırlayamadım. elbette laboratuvar ortamında kontrollü yapılan çalışmalar vardır,kim bilir belkide ileride insan bilincini anlamada, psikolojik rahatsızlıkların çözümünde kullanılabilir.
  • /
  • 14
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 261

nikolay aleksandroviç romanov

2.nikolay. 300 yıllık romanovlar hanedanlığının son imparatoru. kimilerine göre bir despot kimilerine göre bir aziz.

benim için hayatındaki en ilginç ayrıntı.grigoriy rasputin 2.nikolay'ın uzak akrabası prens yusupov'un sarayında öldürülmeden önce: "eğer öldürülürsem ve buna imparatorun akrabaları karışırsa,sarayda büyük karışıklıklar olacak.imparator ve ailesi hayatını kaybedecek" kehanetinde bulunur ve bir yıl sonra,imparator ve ailesi bolşevikler tarafından kurşuna dizilir.

trans sibirya demiryolu

rusya imparatoru 3. aleksandr döneminde(l3 haziran 1891) planları yapılmaya başlanan ve yapımı on yıldan fazla süren dünyanın en uzun demir yolu.

yapımı planlanırken imparator şöyle demiştir:"tüm sibirya’dan geçecek demir yolu yapımına başlamayı emrediyorum. bu demir yolu büyük doğa zenginliklerine sahip olan sibirya’nın bölgelerini iç demir yolu hatlarına bağlamalı."

ayrıcana eğer bu tembellikten kurtulabilirsem bir gün muhakkak tek başıma gerçekleştireceğim hayalimdir. son durak olan vladivostok'u(özel bir nedeni var) ve baykal gölünü acayip merak etmekteyim.

the l word

1. sezonu al bir kenara koy.sakla onu çünkü özel o,naif ve bir daha hiçbir zaman o tadı yakalayamayacaksın. nasıl oldu bende anlamadım ama diğer 5 sezon asla o ilk sezondaki tadı yakalayamadım. ilene chaiken nasıl becerdiyse,daha doğrusu beceriksizliğiyle diziyi harcadı.

--- spoiler ---

jenny'i kimse pek sevmemiş ama asıl tapılası karakter oydu. kötülüğü bile çocuksuydu. daha shane'le ev arkadaşı olmaya karar verdiklerinde ikisini birbirlerine yakıştırmıştım. buradan alır götürü bunlar dedik ama ilene,ah kahrolası ilene jenny'ciğimi öyle bir harcadı ki,yetmedi kızı maymuna çevirdi. sebebi neydi,neden 5 sezon bekledik birlikte olmalarını. muhtemelen bu çift,eğer ilene senaryonun altından kalkabilseydi, bette ve tina'yı bile geçerdi. jenyy aklımdan hiç çıkmıyorsun,öldün ama kalbimdesin kızım. dizinin bir sahnesinde; alice, helena ve shane ellerinde bir ışın tabancası gelen geçeni nişan alırlar. tabancanın ekranında,nişan alınan kişinin cinsel yönelimi görünmektedir;hetero,bi,gay diye. alice nişanı jenny'e alır ve ekranda aynen bu yazar "karmakarışık".*l ah jenny.

dizi nasıl başladı nasıl bitti,hala aklım almıyor. dizi jenny'le başladı ve jenny'le bitti.
hele o son sahne yok mu? en azından net bir lgbtt temalı mesaj bekliyor insan ama nirede. hepsinde bir şuh tavırlar,sanki "haydii kızlar,ip atlamaya gidiyoruz". 6. sezonun kendisi şaka gibiydi,neyse ki fazla uzamadı. dizideki her karakteri sevdim ama sadece şu max'e hiç ısınamadım.

--- spoiler ---

koli

eşcinsel jargonundaki anlamını daha yeni öğrendikten bir kaç gün sonra,evdeki tadilatlardan dolayı boş koli lazım olmuştu.
neyse,hemen yanı başımdaki bakkala gidip "koli" isteyecektim ki,adama bir türlü söyleyemiyorum.tam adama "abi boş koli var mı?"diyecem ama olmuyor,gülesim geliyor.başka şeyler düşünüyorum,sakızlara göz gezdiriyorum kafam dağılsın diye.en son adam dayanamayıp "genç,ne lazımdı" diye sorunca,pat diye çıktı ağzımdan:"abi koli lazım"dedim ya.ama hala sırıtıyorum.aldığım gibi koliyi kaçarak uzaklaştım.

carl gustav jung

psikiyatride önceleri "kompleks psikolojisi" olarak adlandırılan daha sonra "analitik psikoloji" olan ekolün kurucusudur. 26 temmuz 1875'de isviçre'nin konstanz gölü kıyısındaki kesswil köyünde doğan jung,içe dönük bir çocukluk geçirir.dokuz yaşında kız kardeşi doğana kadar tek çocuktur ancak kardeşi doğduktan sonrada onunla pek ilgilenmez.sekiz amcası gibi babası da papaz olun jung için ölüm ve cenazeler hayatının doğal bir parçasıdır.annesi sık sık depresyona giren bunalımlı bir kadın babası ise sert,hırçın ve geçinilmez bir adamdır ve bu mutsuz evlilikten dolayı üzülen jung sıkıntılarını tavan arasındaki kendi oyduğu oyuncağa anlatır.bir ara lise döneminde daha dışa dönük,atılgan olsa da fikirleri çevresi tarafından alaya alınca yine içine kapanmıştır.
hayatı boyuncada aslında kaderi ve kişiliği hep böyledir;metafiziğe,parapsikolojiye ağırlık vermesi akademide de
ciddiye alınmamasına neden olmuştur.

tıp öğreninimine başladıktan sonra psikiyatriye yönelmesi ise ilginçtir.evde onu çok etkileyen "paranormal activity" tadında iki olay gerçekleşir .bundan etkilen jung ruh çağırma seanslarına katılmaya başlar.krafft-ebing'in psikiyatri kitabını okuyunca da geleceğinin bu yönde olduğuna karar verir.

freud ileride onu en çok etkileyecek kişidir hatta aralarında baba-oğul ilişkisi başlar.ancak jung başına buyruk bir kişilik olduğundan ve freud gibi "işte bunlar hep seks" demeyince ters düşerler ve yolları ayrılır.bu olaylardan sonra ise hayatında başka bir dönem başlar.işin içinden çıkamayan jung yollara revan olur ve ilkel insanı araştırmak için tunus ve sahra çölüne gider.afrika'yada seyahatler yapar hatta yerel bir kaç dili de öğrenir ve ırksal bilinçdışı kavramını geliştirir.falcılık,yoga,telepati,ruh çağırma,uçan daireler,dinsel simgeler ve daha bir çok konuya dalan jung "psikoloji ve simya"kitabını yayımlar.bilimin hep şüpheyle baktığı bu konulara,dine ve mistisizme yönelmiş olması eleştiriye uğramasına neden olmuştur.kendisi dört arketip kitabında kuran'da ki 18.surenin de bir analizini de yapmıştır.

fairuz

françois hardy ile birlikte;zarafetine,duruşuna,naifliğine hasta olduğum kadın,dert ortağım,tanrıçam.bu özelliklerin hepsi sesine de yansımıştır,o sesindeki kırılganlık,incelik bir kadını bu kadar mı çekici yapar.


cinsel tercihini git evinde yaşa

aplanın menopoz beynine vurmuş anlaşılan.her kadın bir yaştan sonra bu dönemi yaşıyor,bir sinir bir buhran çatıcak yer arıyor,aynısı kaynıma da ahh!yok yalan yok anneme de olmuştu. o zamanlar salonda tırnaklarımı keseyim dedim o da ne! başladı kızmaya:
-seni allah kahretmesin oblomov, kalk git banyoda yap şunu demişti.bir keresinde de tv karşısında yemek
yiyeyim dedim ama yook yine olmadı:
-allah senin tependen baksın emi oblomov,çarpılacaz,çarpılacaz!kültürümüzde yok böyle bir şey git mutfakta ye yemeğini demişti.
seninki de o hesap be apla ama aplanın gözden kaçırdığı bir nokta var.siz hiç akşama sevişeceğini davulla zurnayla,konvoylarla cümle aleme ilan eden eşcinsel bir çift gördünüz mü?24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,ben daha görmedim. kliplerde,reklamlarda,dizilerde;klişede olsa aşk acısı çeken,sevdiğine kavuşamayan,ikili ilişkilerde bocalayan yada evlenip çoluk çoçuğa karışan eşcinseller gördünüz mü?24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,ben daha görmedim.
kafamı nereyi çevirsem her taraf hetero yada hetero ilişkiler.peki bu insanlar değil mi ailesine bile açılamayan,belki sadece bir kaç kişiye açık olabilen,kendini ifade edemeyen, değil sadece evde yaşamak nefes almasına bile tahammül edilmeyen insanlar.bu insanlar değil mi dört duvar arasında,gizli saklı yaşamaya mahkum olanlar.
merak işte,nerede gördü de bu kadar gözüne battı?belkide 40 yılda bir kendini ifade etme şansı yakalamış bu insanlar mı bu kadının gözünü korkuttu?merak işte.
o değilde 24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,çoluk çocuğunu gençlerini bu kadar düşünen başka ülke görmedim.

nobel barış ödülü

bu yıl iki kişiye verilen ödül;malala yusufzay ve kailash satyarthi. malala kızımız yıllardır akademi ödülü bekleyen dicaprio gibi,o da bu ödülü bekliyordu ve nihayetinde aldı da. kailash satyarthi'nin törendeki konuşmasını canlı izleme fırsatım oldu. şık giyimli beyler,hanımefendiler intizamlı bir şekilde salonu doldurmuş araya da çeşit olsun diye bir kaç tane etnik kıyafetler içinde hintli ve pakistanlı koymuşlar.
satyarthi beyimiz anlatıyor:
zayıf,üstü başı perişan bir çocuk(uzak doğuda bir yerde hatırlayamadım) bana sordu; "abi,bu dünya neden bana bakamıyor,bu dünya beni beslemekten aciz mi?", sonra bir gün kolombiya'da bir çocuk anne bana şunu sordu: "benim için artık çok geç ama ya çocuklarım? onlar hayal kurabilecek mi?"(bu sıralarda salonda alkışlar kopuyor, bir kaç tane beyaz kadın göz yaşlarına engel olamıyor)devamında "neden neden" diye başlayan cümleler kurdu abimiz. peki ben de soruyorum,neden bu ödüle ihtiyaç var?

sonrasında bir şeyler daha geveledi ama ben o sırada çoktan kopmuştum.bu anlara tanık olmak bende komediyle karışık bir tiksinti yarattı. silah ticaretinde ilk 10'a giren bir ülkede, amerikan başkanına bile verilmiş, vicdan mastürbasyonu için dağıtılan bu ödülü almak trajikomik değil de nedir?
aklıma, adorno'nun kültür endüstrisi hakkında söyledikleri geliyor. evet dostum evet, bu bildiğin sirk.şık giyimli maymunlar dolduruyor ışıl ışıl salonu, sonra bir dini ritüel havasında üstlerinde o dine uygun kıyafetlerle sahneye çıkıyor avrupalı beyaz adam. doğulu, kirli ve kara insanı ödüllendiriyor; suratlarında vakur, kibirli ve sahte gülüşlerle...
ya ben bu dünyayı anlayamıyorum ya da herkesin gördüğü, bildiği şeyi ben göremiyorum.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.