bizzat ben kendim. mp3'e empi-üç demek gibi değildir, daha tutarlıdır. nihayetinde -türkçede 'mesencır' diye okunan- messenger kelimesi kadar dile yerleşememiş bir kelime değildir, daha çok bir kısaltmadır. bu sebeple 'mesene' demekte bir sakınca görülmemelidir.
iki gün önce kendi kendime söylediğim cümle. sevgiliyle içilen vodka sonrası arkadaşların kalmaya gelmesi sırasında arayıp '' ne alalım , vodka içer misin'' diye sormaları üzerine yine mi vodka diye mırıldandım, ama sonrasında ''tamam ya olur, farketmez diye'' kabullenmiştim. bu durumun (bkz:#59790) nolu entry ile bir bağlantısı vardır, sevgiliyle içilen vodkayı tekrar içmek bilinçaltına hoş gelmiştir, ondan kabullenilmiştir belki de.
insanlara bakarken, işlerinizi yapmaya çalışırken yüzlere, işlere odaklanamamak şeklinde kendini gösterir. aklınızda hep o vardır, bazen onunla birlikte olduğunuz zaman giydiğiniz giysiye sinen kokusunu içinize çekmek gelir. uzun uzun çekersiniz içinize, ama bir yandan da korkarsınız, ya biterse bu koku, o zaman o olmadığında neyle teselli edeceğim kendimi diye. böyle birşeydir özlemek, en azından bende böyle yaşanıyor..
benim güzel memleketimdir. istasyon caddesi, kızlarının güzelliği , kışının kuru soğuğu ve durgun şehir hayatıyla bilinir. zaman yavaş akar bu yerde. nüfusu 55bin civarindadir. ufak yer olunca bir dedikodu kazananına doğru evrilmiştir. insanlari samimidir ama yapacak iş olmadığından birbiri hakkında cok konuşurlar. ile ismini veren merkez, ilçelerinin bazılarından az gelişmiştir.
alexandra stanin güzel şarkısı. aslında takip ettiğim bir şarkıcı değildir kendisi fakat bu şarkıya arabada radyoda filan rastladım da araştırıp buldum. tam bir yaz şarkısı
bu şarkının en sevdiğim kısımı aslında tarkana ait kısım lakin bülent ersoyun da hakkı yenmemelidir. kendisinin sesinin ne kadar güçlü olduğunu bu şarkıda da görmek mümkün.
benim de yattığım uyku. sonbaharla birlikte gelen cansıkıntısı bahara kadar sürüyor. baharla birlikte çiçek gibi açıyorum. sırf bu özelliğimden dolayı ekvatora filan yerleşebilirim ileride. çünkü yılın büyük bir kısmını verimsiz geçiriyorum. (bkz: mevsimsel depresyon)
çoluk çocuk,torun tombalak biryerlerden düşer veya elini, poposunu biryerlere sıkıştırırsa aileden gelen teselli öbeği.
hazır aklıma gelmişken bir küçüklük anımı da anlatayım. ufakken yazlıkta bisikletle dolaşmak en büyük fiyakamızdı. yazlık sitenin içindeki yollar da dar olunca hemen hemen hergün bir kaç evlat düşerdi. hatta bir keresinde bir arkadaşımın kafasına (nasıl düştüyse keriz) çakıl taşları girdiydi. komşulardan birinin doktor olması talihiyle ufak bir ameliyat geçirmişti. ben de bir keresinde baya sert bir şekilde düşmüştüm bisikletle. nasıl olduysa sağ dizim yere sürtünmüş ve büyük bir parça deri soyulmuştu. neyse müdahaleler edildi, ''uf oldu''lar havalarda uçuşuyor. gel zaman git zaman yaram kabuk tuttu, sonra kabuğu attı ve orada koyu bir leke kaldı. birşeylere benziyordu, herkes mantar filan diyordu da ben mantar olmadığını biliyordum. zamanla onun bir yarrak olduğunu idrak ettim. sonradan herkesin neden gülüp te mantara benzettiğini anladım. çünkü herkes bardağa dolu tarafından bakıyordu. (bkz: kızım sana söylüyorum gelinim sen anla)
işte böyledi başladı yarrakla ilk tanışmam. (bkz: trajik son)
tatil, tatilden döndükten sonra başladı. halamın yazlığında 3 gündür acı çekiyordum. aile sadeti had safhadaydı. yazlığın bulunduğu mevki de emeklilerin akın yeri olunca, kötü olan psikolojim iyice gitti, tutamadım. tek yaptığım eylem denize girmekti. neyse bu sabah döndüm de biraz olsun kendime gelmeye başladım. yazlık işi bana göre değil abicim bunu anladım. oldukça sıkıcıydı. neyse kurtuldum. geçti bitti. (bkz: uf oldu)
eşcinsel kimlikle barışamamış olunması. inanç ve eşcinsellik çelişkisinin insanın amına koyması. gençliğini yaşayamayan insan olmak. hatta gençliğin yüzkarası olmak. (bkz: bizzat ben)
elif şafağın henüz bu kadar piyasaya düşmediği ve bir ''isim'' olmadığı zamanlarda yazdığı ve o dönemlerde diğer yazdıkları gibi oldukça etkileyici bir romanı.
rasmus ve apocalypticanın birlikte ürettikleri life burns adlı şarkıda ''one love is a crooked lie'' diye haykırdığı durum. katılıyor muyum? evet. şarkı için
insanlarin uzerimde gerceklestirdiginde cok iyi sonuc aldiklaridir. bir keresinde bir arkadasim bazi zamanlarda tek basinayken kendisiyle ayni olan insani fiziksel olarak gordugunu, oturup konustugunu filan soylemisti. aynada kendiyle konusmak gibi birsey degildi tabi anlattigi.
dozu abartılmadığı sürece eğlenceli olan sevişme türlerine örnektir. ama biz ayılar olarak eminim ki ayı gibi ısırırız. bunun için hiç kalkışmayın bu işe. *
bana bu günlerde çok koyan bir şarkı oldu kendisi.
bu ayrılık şarkısını canımdan çok sevdiğim dark bear'a gönderiyorum. onu herzaman seveceğime, ayrılsak bile ona her zaman aşık olacağıma, belki de ona olan aşkımdan dolayı birdaha kimseyle duygusal ilişki yaşayamayacağıma eminim. birtanemsin benim sonsuza kadar..
....ve nokta konmuş, bitmiş en güzel hikayem.*....
çoluk çocuk,torun tombalak biryerlerden düşer veya elini, poposunu biryerlere sıkıştırırsa aileden gelen teselli öbeği.
hazır aklıma gelmişken bir küçüklük anımı da anlatayım. ufakken yazlıkta bisikletle dolaşmak en büyük fiyakamızdı. yazlık sitenin içindeki yollar da dar olunca hemen hemen hergün bir kaç evlat düşerdi. hatta bir keresinde bir arkadaşımın kafasına (nasıl düştüyse keriz) çakıl taşları girdiydi. komşulardan birinin doktor olması talihiyle ufak bir ameliyat geçirmişti. ben de bir keresinde baya sert bir şekilde düşmüştüm bisikletle. nasıl olduysa sağ dizim yere sürtünmüş ve büyük bir parça deri soyulmuştu. neyse müdahaleler edildi, ''uf oldu''lar havalarda uçuşuyor. gel zaman git zaman yaram kabuk tuttu, sonra kabuğu attı ve orada koyu bir leke kaldı. birşeylere benziyordu, herkes mantar filan diyordu da ben mantar olmadığını biliyordum. zamanla onun bir yarrak olduğunu idrak ettim. sonradan herkesin neden gülüp te mantara benzettiğini anladım. çünkü herkes bardağa dolu tarafından bakıyordu. (bkz: kızım sana söylüyorum gelinim sen anla)
işte böyledi başladı yarrakla ilk tanışmam. (bkz: trajik son)
insan müsvetteleridir. korkaklardır, kendilerine acı çektirmeyi göze alamayacak kadar zavallılardır.
üstelik bir laf vardır, bizim okulun terasındaki duvara bir arkadaşım sprey boya ile yazmış. iyi de yapmış.. eskiden sevmezdim o yazıyı artık seviyorum, hatta önünde bir fotoğrafım bile var artık. şöyle yazıyor işte o duvarda; acı ruhun fiyakasıdır . . .
bana bu günlerde çok koyan bir şarkı oldu kendisi.
bu ayrılık şarkısını canımdan çok sevdiğim dark bear'a gönderiyorum. onu herzaman seveceğime, ayrılsak bile ona her zaman aşık olacağıma, belki de ona olan aşkımdan dolayı birdaha kimseyle duygusal ilişki yaşayamayacağıma eminim. birtanemsin benim sonsuza kadar..
....ve nokta konmuş, bitmiş en güzel hikayem.*....
bizzat ben kendim. mp3'e empi-üç demek gibi değildir, daha tutarlıdır. nihayetinde -türkçede 'mesencır' diye okunan- messenger kelimesi kadar dile yerleşememiş bir kelime değildir, daha çok bir kısaltmadır. bu sebeple 'mesene' demekte bir sakınca görülmemelidir.
psikiyatristler, psikologlar, hayat koçları filan tabi ki. olabilir mi böyle birşey, bir insan bir diğer insanın psikolojisini o istemeden düzeltebilir mi? onlar sadece ilaç yazarlar.. bazı kendini depresyonda zanneden mallar da o ilacı alınca iyileşir. çok komik gerçekten. insanın kendi kendini kandırmasının ve kendini tanımamasının harika bir göstergesidir. cehalet mutluluktur derler, doğru..
bir entryde yaklaşık olarak 5ten fazla (bkz:) veren yazarcanların başına gelmiş olan, tedavisi mümkün olmayan bela, örnek olarak kendimin şu entrysini göstereceğim; (bkz:#61724) ayrıca (bkz: bkz)