ilk üç bölümünü izlemiş birisi olarak şimdilik klişelerle bezenmiş (yine kasabadan bir çocuk gizemli büyük bir binanın civarında kaybolur, 80'ler kullanılır, koşarken takılınıp düşülür, bir şeyler bilen fakat anlamsız konuşan bilge amca vs.) düşük temposuyla olduğundan biraz daha uzunmuş gibi hissettiren netflix dizisi. ilerleyen bölümlerde toparlıyordur umarım.
arkadaşımın gazıyla aldığım, beraber biraz oynadıktan sonra dönüp bakmadığım oyun. arkadaşlarla oynayınca, hele ki geyik bir takımınız varsa acayip eğlenceli oluyor. lakin takımım dağıldı, multiplayer oyunlarda tek başıma oynarken de sıkılıyorum, o yüzden bi daha da oynamadım.
hayattaki en büyük zevkim olan müzik konulu başlıklara entryler yazdıktan sonra bir başka başlıkta "sırf yok bilmemne albümü, bilmemne sanatçısı, ne bu ya" diye bir sitem entry'si görmem ve yazma isteğimin törpülenmesi.
durgun mu sözlük, evet. kendi çapımda biraz aktiflik katmaya çalışıyorum, devam da edeceğim. (bkz:çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz)
bir oturuşta bitirmeye kıyamadığım müthiş netflix dizisi. her bölüm konu olarak birbirinden bağımsız olduğu gibi, dizinin tarzı da her bölümde değişiyor. bir bölümde pixar tatlılığında bir animasyon izlerken bir başka bölüm anime gibi olabiliyor. gerçekten çok yaratıcı bir dizi. özellikle "the witness" bölümü atmosferiyle, kurgusuyla, efektleriyle, kısaca her şeyiyle aklımı aldı.
bojack horseman, stranger things gibi takip ettiğim exclusive içerikleri barındıran, exclusive'leri dışında da eh işte denebilecek derecede zengin bir film-dizi kütüphanesi olan stream servisi.
1984 yılında daha çocuk yaşlarda iken radyoda (trt3- stüdyo fm) bunların grace under pressure albümünü dinlemem ile bu grubu tanımıştım. rush'ın en sevilen albümlerinden biri olmuştu zamanla.
o programda afterimage'i çalmışlardı. bu şarkı yaşanan kayıp ve ardından sadece kimi zaman bir fotoğraf veya kimi zaman başka bir görselin gözlerimizin önüne gelmesi ile hatırlanabilen doldurulması imkansız bir boşluk hissini anlatır.
bu şarkı burdaki herkesin yaşadığı kaderi haykırıyor aslında. her dinlediğimde dumur oluyorum,gerçeğimi kabullenemiyorum.
gayleri ayrıştırıp onlara vebalı gibi bakanların ve hor görenlerin suratını parçalayana kadar yumruklamak istiyorum.
imkansızların yer almadığı bir dünya deneyimi yaşabilmemiz içindir. gerçek dünyada ne kadar yetersiz ve aciz hissediyorsak rüyalar aleminde bir o kadar sınırsız güce ve imkana sahibiz.
şahsım adına rüyalarımdan kazandığım huzur, özgüven ve mutluluk ile elde ettiğim gücün gerçek hayatta ayakta kalmama yardımcı olduğunu söyleyebilirim.
güzelliği ve fiziğiyle kazandığı paraların rahatlığıyla yaşarken,kadının zaten değer görmediğ türkiye gibi bir ülkede, hangi şartlarda yaşadığını dahi bilmediği kadınların yeri hakkında çöp değerinde yorumlarını bir çok kez dile getirmiştir. ayrıca erkeklerin eşlerini aldatmasına müsade edilmesi gerektiği gibi saçma sapan bir konuşmasını hatırlıyorum.
bunları söyleyebilecek kişinin kendisine saygısı ne kadar vardır bilmiyorum açıkçası ama benim görüşümde yok denecek kadar azdır.
senin kendine saygın kalmamışken kim sana niye saygı göstersin?
senin kendine saygın kalmamışken bütün kadınlar hakkında olması gerekiyor dediğin düşüncelerini kim ne yapsın?
kilo alımıyla beraber sıkmaya başlayan pantolonların tombik bedenlere karşı grevidir ki bu sayede kendi kendine olmaya başlar. beni artık giyme de git götüne göre pantul al deme biçimidir.
her kuşu s*ktiniz de, kalan leyleğe sırayı getirdiniz dedirten karardır.
uluslararası işleyişi geliştirilmiş ve oturmuş her uygulama ve sistem bizde hep yasaklanıyor, kısıtlanıyor. vikipedi, uber, booking.com vs. netflix türevi internet kanallarına da sansür getirdiler en nihayetinde.
sizin geri kalmış beyinlerinizde oluşmuş ahlak kalıplarınıza ve uygun gördüğünüz şeylere indirgenmiş içeriklere kanaat etmek zorunda mıyız?!
dengini veya daha iyisini üretemediğiniz gibi dünya geneli kabul gören ve çalışan sistemleri engelleyecek kadar da despot bir yapıya sahipsiniz.
neyin gerekli neyin gereksiz olduğuna herkes adına karar verme haddini kendinde gören baskıcı bir hükümet anlayışınızdan da gına geldi. insanlar sizin yüzünden ülkesine soğumuş halde kurtulma hayalleriyle yaşıyor. sizin de halk tarafından sansürlendiğiniz günleri bekliyoruz.
bir tane itin kuyruğuna basiyorsunuz ve o it oğlu it kuyruk acısıyla yapacak bir şeyi olmadığı için saldırıyor , bu zavallı yolla sizi ısırmaya çalışıyor. yazık ona. cici bir it olsa daha farklı muamele görebilirdi ama kuduz olmuş zavallicik duramıyor yerinde. nasil kaşiniyor. o yüzden ayak altında dolanıp duruyor ve kuyruğuna basılıp duruyor. zaten bu itlikle ancak ayak seviyesinde kalacak olmanın verdiği bir acı da var muhtemelen. hoşt deseniz de gitmiyor. kendi haline bırakmak lazım. başıboş ( başı hakkaten de her anlamda boş) itler o zaman sizi rahat bırakabilir.
eurovision'da en cüretkar sahne şovunu sergilemiş, electro punk kavramını lügatıma kazandırmış, üstüne üstlük bdsm temasıyla da bir yıl daha eurovision'a katıl(a)mayacağımızın sebebi(bkz:rtük) olmuş grup.
nevşehir'de doğup büyümüş, ardından kaçarcasına terk etmiş biri olarak online'ım. selam.
kasetlerle oynamakla geçmiş bir okul öncesi hayatım var. gerek dinlemek, gerek kalemle çevirip -kafamda- çalan şarkılara eşlik etmek olarak çok eğlenirdim. sokakla pek aram olmadı. ne futbol, ne bilyeler, ne tasolar... hiçbiri ilgimi çekmedi. annemin dediğine göre "küfürlü konuşuyorlar" diye çıkmak istememişim evden (ne kadar da safmışım, şimdilerde küfrün içinden geçiyorum yeri geldiğinde).
ilkokulda ise bir arkadaş çevrem vardı. biraz gariptim, millet standart oyunlar oynarken, ben oynadığım oyunlardaki konseptlerden oyun kurup herkesi içine çekerdim. korsan gemisi kaptanlığı yapmışlığım vardır mesela. 10 kişilik bir mürettebatım dahi vardı, hepsi sınıf arkadaşlarım. sosyal bir sümüktüm yani. okul dışında ise zamanımı bilgisayar başında geçirirdim. tomb raider en sevdiğim oyundu. çocuk aklımla o zorlu bulmaca bölümlerini geçemesem de, bir şekilde baştan ala ala oynamaya devam ettim. doom ıı vardı bi de. onu da az sömürmedim (hala ara sıra oynarım hatta). eşcinsellik mevzusu ise bu zamanlarda kendini göstermeye başlayacak, fakat tarafımca 22 yaşıma kadar görmezden gelinecekti.
aşırı kıskandığım insan modeli. ben burada beyin hücrelerimin "okayi yamaşito kombamba"larını susturmaya çalışırken siz orada horlayamazsınız. adil değil bu.
kızılay kan ve ilik bağışı tırında ilk kez karşı karşıya kalıp dumur olduğum durum. gerizekalı kadın, ilik bağışı formundaki "hemcinsinizle birlikte oldunuz mu" sorusuna verdiğim "evet" cevabını ilk önce "neden bunu böyle işaretlediniz" sorusuyla idrak etmeye çalıştı. "çünkü oldum" cevabından sonra "bunu düzeltin, tekrar gelin" cümlesini uygun gördü. sağlık raporum var, pırıl pırılım dememe rağmen yüzüme bakmaya tenezzül etmeyen aztek totemi suratlı ablaya hala çok kılım bu yüzden.
aşırı kıskandığım insan modeli. ben burada beyin hücrelerimin "okayi yamaşito kombamba"larını susturmaya çalışırken siz orada horlayamazsınız. adil değil bu.
türkiye'de hala çok satabilir tek albüm çeşidi olduğu için yapımcılar yeni şarkılar yazdırmak yerine elinin altındaki ünlülere eski şarkılar yorumlatmaktadır. millet de yeni bir şarkı öğrenmeye kafa yormak yerine halihazırda ezberinde olan bir şarkının yorumlanmış haline ilgi göstermektedir. bu yüzden ortalık "saygı" albümlerinden geçilmemektedir. kısır bir döngüye girme ihtimali yakındır diye korkuyorum.
nevşehir'de doğup büyümüş, ardından kaçarcasına terk etmiş biri olarak online'ım. selam.
kasetlerle oynamakla geçmiş bir okul öncesi hayatım var. gerek dinlemek, gerek kalemle çevirip -kafamda- çalan şarkılara eşlik etmek olarak çok eğlenirdim. sokakla pek aram olmadı. ne futbol, ne bilyeler, ne tasolar... hiçbiri ilgimi çekmedi. annemin dediğine göre "küfürlü konuşuyorlar" diye çıkmak istememişim evden (ne kadar da safmışım, şimdilerde küfrün içinden geçiyorum yeri geldiğinde).
ilkokulda ise bir arkadaş çevrem vardı. biraz gariptim, millet standart oyunlar oynarken, ben oynadığım oyunlardaki konseptlerden oyun kurup herkesi içine çekerdim. korsan gemisi kaptanlığı yapmışlığım vardır mesela. 10 kişilik bir mürettebatım dahi vardı, hepsi sınıf arkadaşlarım. sosyal bir sümüktüm yani. okul dışında ise zamanımı bilgisayar başında geçirirdim. tomb raider en sevdiğim oyundu. çocuk aklımla o zorlu bulmaca bölümlerini geçemesem de, bir şekilde baştan ala ala oynamaya devam ettim. doom ıı vardı bi de. onu da az sömürmedim (hala ara sıra oynarım hatta). eşcinsellik mevzusu ise bu zamanlarda kendini göstermeye başlayacak, fakat tarafımca 22 yaşıma kadar görmezden gelinecekti.
özellikle rock ve metal camiamız tarafından "e biz bunları yıllardır söylüyorduk, bizi niye duymadınız" minvalinde tepkilerle karşılanmış şarkı. bir bakıma haklılar, mor ve ötesi, kurban, murder king, ogün sanlısoy gibi sanatçılarımız albümlerinde bu tarz eleştirel şarkılara yer verdiler. sanatçılar tarafından "susamam" kadrosuna karşı bir tepki olmamasına, hatta destek gelmesine rağmen hayranlar yine aşırı ve gereksiz bir sahiplenme hissiyle taraf olmuşlardır kendi kendilerine. fakat bu güzide camianın atladığı bir şey var: halkın büyük bir kısmının distortion sevmemesi. uzun zamandır piyasaya pop, elektronik, arabesk pop ve rap-trap hükmediyor. ya da mor ve ötesi gibi, sözler imgesel bir dille anlatılıyor ve şarkının alt metni dikkatsiz dinleyiciden kaçıyor. haliyle bir rap şarkısı daha çok dikkat çekecektir.