my dear melancholy albümüne kadar harika gidiyordu oysa.
hele ki ilk albümü trilogy ve kissland albümü bağımlılık yaptı bende. yıllardır bıkmadan usanmadan dinlerim.
son işlerini hiç sevemedim.
nedir bu tarz değiştirme çabası yakışıklım?
günaydın günlük.
uzun bir süredir rüyasız, huzurlu, rahat bir şekilde uyuyordum ve bu her şeyin daha iyi olacağını düşünmeme sebep oluyordu. ne bileyim işte insanın bilinci yerindeyken kendini bir şekilde kandırabiliyor, oyalayabiliyor.
onu görmeme, ondan uzak durma gücünü kendimde bularak alışıyorum belki bu duruma. alışmak olmasa yaşayamazdık zaten. alışmak yetisi büyük bir hediye bence.
iki gündür rüyalar, uyku bölünmeleri, özlem, acı ve adını yine koyamadığım garip bir his. hissizlik gibi ama hislerim yoğun.
yığılma isteği ama rüyanın etkisini, onu, anıları düşünmekten kaçabilmek için maksimum enerji harcamak gibi tezat bir durum.
yine berbat bir güne uyandım anlayacağın günlük.
ona şiirler yazma isteğimin, vücudumun her noktasından taştığı bir gün olacak.
nefretimle sevgimin birbirlerini yiyip bitirdiği, didiştiği, zihnimde kocaman yaralar açtığı bir gün olacak.
ben yine de ona şiirler yazacağım.
1907 doğumlu fransız şair.
ilk eserlerinde gerçek üstücülüğü benimsemiş olsa da zaman içerisinde tarzını daha çok hermetizm’e yöneltip, harmanlayarak kendine has bir tarz oluşturmuştur.
2. dünya savaşı'nda nazi işgaline karşı direniş hareketi'nde görev alarak "yüzbaşı alexander" takma adıyla bir birliğin komutanlığını yaptı. savaştan sonra doğduğu yer olan l'île-en-sorgue'a yerleşti.
1988 yılında paris’te öldü.
arkadaş zekâi özger’in hayatını anlatan bir belgesel hazırlığı da vardır.
sanırım yeterli bütçe sağlanamadığı için bir fon oluşturulup, bağış yapılıyordu.
belgesel ismini arkadaş z. özger’in yazıldığı dönemde tartışma yaratan, merhaba canım (dost dergisi-1970) adlı şiirinden alır. heteronormatizm’e karşı bir başkaldırı olan şiirde epizotlar halinde; şairin karakteri, ailesi, içinde yaşadığı toplumla ilişkisi ve 3 yıl sonra gerçekleşecek “beklenmedik” ölümü ile ilgili göndermeler bulunmaktadır. belgesel aynı epizotları bugün -şiirin yazımından 50 yıl sonra- belgesel sinema olanaklarından yararlanarak takip eder.
1986 yılında hayatını kaybeden frank herbert’in, hugo ve nebula ödüllerini almasını sağlayan 6 kitaplık bilimkurgu roman serisi.
bilimkurgunun “üç büyük yazar”ından biri olarak kabul edilen sör arthur charles clarke, dune serisi için “yüzüklerin efendisi ile kıyaslanabilecek tek şaheser kurgu romandır” yorumunu yaparak, serinin değerini gözler önüne sermiştir.
1984 yılında david lynch tarafından sinemaya uyarlanmıştır.
kurguyu 18 aralık 2020 tarihinde vizyona girmesi planlanan, denis villeneuve’ın yönettiği yeni filmi ile de izleme fırsatı bulacağız.
sevgili terörüne maruz kalarak güç bela sevmiştim bu adamı.
“aslında hiç fena değil ya” diye dinlemeye başlayıp, parodisini falan yapıyordum.
hatta uzun zamandır ortalarda görünmemesinin sebebini bile düşündüm yakın zamanda.
meğerse kendini rezil rüsva etmek için hazırlanmakla uğraşıyormuş.
hayır yani ayda yılda bir popçu sevip, dinliyorduk onu da aldın elimizden.
yazık etmişsin be çocuğum kendine. resetliyorum hafızamı ve seni hiç dinlemediğim, sevmediğim günlere geri dönüyorum.
kimyasal adı kısaca mdma
(3,4 metilendioksimetamfetamin), halk dilinde ecstasy olarak geçen bu ilaç uyarıcı metamfetamin ve halüsinojen meskaline kimyasal olarak benzer sentetik, psikoaktif bir ilaç. hem uyarıcı hem de psychedelic gibi davranan, enerji verici bir etki yaratan, zaman ve algıdaki bozulmalar, dokunsal deneyimlerden daha fazla zevk almamızı sağlayan yasadışı bir ilaçtır.
etkisi; beyindeki kimyasal serotoninin bulunduğu nöronları diğer nöronlarla iletişime geçirmek.
bu insanlar zaten yeterince stok yapmamışlar mıydı?
hani şu çölyak hastalarının ekmeklerine sırf bağışıklığa iyi geliyor diye göz diken açgözlü bir takım insanlar.
kanser hastalarını madur eden insanlar.
yetecek kadar alışveriş yapmayıp başkalarının hakkını gasp eden?
2 güncük yasak için birbirini ezmenin manası nedir tam olarak?
yeterli erzağı olmayan çıksın alsın olan da otursun götünün üstünde.
hem bu kuru kuruya sokağa çıkma yasağı da neyin nesi?
iki gün çalışmasa açlıktan ölecek insanlar var.
ne bir destek ne bir yardım paketi.
insanlar bir yerlerini yırttı yasak gelsin diye. neden hep bir şeylere geç kalınıyor ve yarım yamalak yapılıyor ayrıca?
millet harbe gitmiş gibi birbiri ile savaşıyor.
gülelim mi ağlayalım mı? kararsızız sayın cumhurbaşkanım.
birçok şeye dair umudumuzu yitirdik.
açlıktan intihar eden insanları gördükçe ülkenin ekonomik boyutunu da değerlendirmemek mümkün değil.
fakir daha da fakir zengin daha da zengin ilerleyişi.
insanların yaşamaya ihtiyacı var. sadece manevi değil maddi olarak da yaşamaya ihtiyacı var.
ne yazık ki her açıdan karanlık bir döneme girdik ve çıkamıyoruz.
mesele tabii ki tek başına ekonomik boyutu değil.
madem öyle bir kısıtlama yok, neyi eleştirdiğime tepki göstermen anlamsız.
bırak bizim canımız da neye değinmek istiyorsa ona değinsin.
sanki eskiden de, örnek gösterdiğin ortadoğu ülkesinden farklı bir zihniyete sahiptik.
söylediğim gibi geçmişin daha umut vaadediyor olduğunu savunman ekonomik boyut olarak algılanıyor.
çünkü değerlendirdiğin şeyler ülkenin varolan kanayan yaralarıydı hep.
mesela 12 eylül darbesinde kürt halkının uğradığı zulüm, ayrımcılık asla unutulmaz.
keza eşcinsellerin de öyle.
söylediğin şeylere harfiyen katılarak yine altını çiziyorum. söylediklerin toplumun ahlaki, vicdani yapısı olarak değerlendirilecek şeyler.
bunun akp, şu parti bu parti ile alakası yok.
söylediğin şeylere dair hiçbir zaman umut vadetmedi bu topraklar.
chp’li belediye başkanlarının yönettiği bazı belediyeler, yıllardır aşevleri için bağış topladıkları hesapların içişleri bakanlığı tarafından bloke edildiğini açıkladı.
konuyla ilgili bir tweet paylaşan eskişehir odunpazarı belediyesi, “günde 15 bin kişinin faydalanabileceği kapasiteye sahip aşevimizin banka hesapları bloke edilmiştir” dedi ve hesaba para gönderilmemesi çağrısında bulundu.
antalya muratpaşa belediyesi de “uzun yıllardır bağış yoluyla gerçek ihtiyaç sahiplerine hizmet veren aşevimizin bağış hesapları, içişleri bakanlığı genelgesiyle kapanmıştır. üzgünüz” paylaşımında bulundu.
ülke’nin insani, vicdani değerlendirmesini mümkünse başka bir başlık altında tartışalım.
benim canım ekonomik boyutuna değinmek istedi.
kimse kimseye ülke kültürel anlamda çok iyiydi iddiasında bulunmuyor zaten.
süregelen faşizanlık akp döneminde de değişmedi.
toplumun kafa yapısı hep aynıydı, aynı olacak. atılan kazık seküler kesime değil, tüm kesime atıldı.
geçmişte bir umut vardı deyip, geçmişteki faşizanlığı değerlendirmek garip bir çelişki.
zira sağ-sol ayrımı yapmadan bunu salt olarak değerlendirmek lazım.
başlığın altına ekonomik boyutunu yazmak istedim.
“bu ülke çok daha karanlık dönemlerden geçti” diyerek akp’nin daha az faşizan olduğuna inanıyorsan eğer. o da senin vicdani değerlendirmen diyelim.
1-cari açık 2002 sonunda cari açık, 0.6 milyar dolardı. şu an 1 milyar 804 milyon dolar.
2- dolar 18 kasım 2002 tarihinde bir dolar, 1.58 tl idi. şu an 6,68.
3-dış ticaret açığı cumhuriyet tarihinin en fazla dış ticaret açığı akp döneminde verildi . 2020 yılı ocak ayında, ihracat bir önceki yılın aynı ayına göre %5,5 artarak 13 milyar 903 milyon dolar, ithalat ise %18,1 artarak 18 milyar 507 milyon dolar olarak gerçekleşti. ocak ayında dış ticaret açığı %84,8 artarak 2 milyar 491 milyon dolardan, 4 milyar 603 milyon dolara yükseldi.
4-özelleştirme akp, özelleştirme adı altında ülkenin gözbebeği kârlı işletmelerini yok pahasına sattı.
5-bütçe açığı 2006 yılında %2,7, 2019 sonlarında bütçe açığı %14,1
6-işsizlik oranı 1988-2002 döneminde işsizlik yıllık ortalama “yüzde 8” olarak gerçekleşti.
2020 yılının ocak ayında işsizlik oranı 0.9 puanlık azalış ile % 13.8 seviyesinde gerçekleşti.
10 yıldan fazla bir süredir yüzde 10’un üzerinde seyreden işsizlik oranı.
liste uzar gider vatandaşın borcu, borsada yabancı payı vs.
ama daha da uzatmanın bir anlamı yok.
kısacası zannedilen değil gerçek olandır.
akp’nin 18 yılda attığı kazığı 96 yıllık cumhuriyet döneminde kimse atmamıştır.
ingiliz şarkıcı dua lipa’nın 27 mart 2020 tarihinde yayınlanmış albümü.
dua lipa’nın don’t start now, future nostalgia, physical ve break my heart gibi teklilerle tanıtımını yaptığı albümün asıl çıkış tarihinin 3 nisan olması planlanıyordu. future nostalgia illegal ortamlara sızınca, albümün yayınlanma tarihi de değişti.
disco ve dance pop ögelerini de kullandığı yeni albümü future nostalgia’da 80’ler müziğinden hayli etkilenmiş.
benim en çok beğendiğim şarkılar cool, physical ve don’t start now.
bu şikayetimi artık içimde tutmayacağıma karar vererek bir başlık fırlatayım dedim.
gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum. çoğu insan sevdiği, beğendiği bir tipe yönelirken neden bu dayılarımız her alanda her yerde, gerek net bir şekilde gerekse espri adı altında bu baskıyı uyguluyor analiz edemiyorum hiç.
elimden geldiği kadar etmeye çalışacağım.
çıkarımlarım şu yönde;
-bu dayılarımız kendinilerini beğenen bir twink bulamadıkları için yokluktan sınırları zorluyorlar.
-twinkleştirme tarikatına üyeler ve twinkleştirme misyonerliği yapıyorlar.
-dünya’da sadece twinklerin olması gerektiğini düşünerek, dünyanın daha iyi bir yer olacağına kanaat getiriyorlar. (tek tip insan modeli oluşturmak)
-yokluktan sınırları zorluyorlar.
-yokluktan sınırları zorluyorlar.
genel özellikleri;
-sakalın kimseye yakışmadığı düşüncesine sahip olmaları.
-avına sessizce yaklaşıp, sakal kestirme
politikası uygulamaları.(espriler, çıkarımlar, ikna çabaları)
-başka insanların sakal sevdiği fikrini reddetmeleri.
-razı olma evresine kolay geçiş.
-olası bir ilişkide öpüşmeme içgüdüsü.
birçok insanın hala net bir şekilde kavrayamadığı durumlardan bir tanesi.
insanlar, feminen veya maskülen birini gördüğü zaman etiketleme yoluna gidiyor.
bireyleri kafalarındaki kalıba uymadıkları için ayrıştırıyor, yok sayıyor.
cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve bireyin tercih ettiği rol üç farklı çizgi üzerinde ilerleyen şeylerdir.
insanların kalıplarına sıkça rastlıyor olmamız, onların doğru olduğunu göstermez.
birinin maskülen olması, onun erkek veya aktif olduğu anlamına gelmez. beyanı ne ise odur.
maskülen pasif, biseksüel pasif, heteroseksüel pasif, cis erkek pasif diye liste uzar gider.
bojack horseman, raphael bob-waksberg tarafından oluşturulan bir amerikan yetişkin animasyonu, web televizyon dizisidir.
will arnett, amy sedaris, alison brie, paul f. tompkins ve aaron paul gibi isimler ana karakterleri seslendiriyor.
çoğunluğu hayvanlarla ilgili kelime oyunlarından tutun, varoluşsal krizlerin trajikomik diyaloglar vasıtasıyla verilmesine kadar her bölüm ağzına kadar dolu. çeşitli popüler kültür ikonlarına, kitaplara ve insanlara yapılan referansların ardı arkası kesilmiyor.
bazı eleştirmenlerin “dramedy” olarak kategorilendirdiği bojack, hem zeki esprileriyle güldürüyor hem de hassas konuları işlerken gerekli samimiyeti gösterebiliyor. dizi; depresyon, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, kadın hakları, silah kontrolü ve ölümcül hastalıklar gibi oldukça ciddi konuları bile ajitasyona bağlamadan hem drama hem de komedi unsurlarını oldukça profesyonel bir şekilde birbirleriyle harmanlayarak seyirciye aktarıyor.
dizi için tek kelimelik bir tabir gerekseydi kesinlikle “yıkık” olurdu.
"dünyaya: çok acımasızdın ama affediyorum" diye not bıraktıktan sonra sığındığı ülkede hayatına son vermiş bir aktivist. suçu mısır’da 2017 yılında bir konserde gökkuşağı bayrağı açmasıdır. bu yaptığının karşılığında tutuklanarak, işkence görmüştür.
başlıktan da anlaşılacağı üzere bu denli şekilci, sığ düşünenlere itibar etmemeyi öğrenmeli ve her durumda kendisiyle barışık olmalı insan. insan kendini sevmez, saygı duymaz ve olduğu gibi kabul etmezse diğer insanlardan bunu beklemesi absürt olur biraz. önce sen kendi değerinin farkında olacaksın. elbette fiziksel veya davranışların açısından törpülemen gereken şeyler olacaktır. kendine zaman ver, kendini dinle, kendini sev. insanlar yeterince acımasız, bari sen kendine karşı şefkatli ol..
kendisiyle konuşmaktan, dertleşmekten, goy goy yapmaktan çok keyif aldığım, sözlüğün bana kazandırdığı büyük insanlardan. tanıdığım ve belkide tanıyacağım en iyi insanlardan olabilir kendileri.
bir kere tanıştık artık yakasınıda bırakmam, benden kurtulamazsın efenim. iyi ki varsın xalocum
kendisi tıpkı sözlükte "benim de eşcinsel arkadaşlarım var" dedikten sonra işine gelmeyenlere "homo" diyenler gibi, "benim de ermeni arkadaşlarım var" dedikten sonra ırkçılığını kusmuştur.
malum hayat kurtarıcısı şovunu yapanların ermenilere hakaretlerine ses çıkartmayan nasıl olduysa kendi çapında para kazanan bir eşcinseli hedef göstermektedir. neden, çünkü murat övüç bir "homo"dur.
gülmeye ihtiyacım olduğu için açmıştım bir baktım ağlıyorum. kendimi dolandırılmış hissettim. sonra ağlamaya ihtiyacım olduğunda açınca bu sefer çok güldüm. değişik bişe.
kendisini şahsen tanımıyorum. hakkında olumsuz düşünenler de mevcut görünüyor. ancak geçen gün "çocuk bayramı" üzerine yazdığı yazıyı buraya tekrardan ekliyorum. çoğu zaman sözlükte de karşımıza çıkan eşcinselleri aşağılayan seviyesiz başlıklar açan veya yorumlar yapan, çoğunlukla kendilerini bile kabul edemedikleri için faşistleşimiş, kokuşmuş leş zihniyetlerini tatmin için buraya gelmiş kimi troll, kimi kişilksiz tipleri de kapsayan enfes bir yazısı var.
al sana düşman: işte benim çocukluğum!
..."ve dün onlarca insan çocukluk fotoğraflarını paylaştılar. o fotoğrafların hepsinin arkasında binlerce hikâye var, engellenmişlikler, üzüntüler, kıskançlıklar var. ve insanlar bugünün ibnelerinin küçükken dalga geçtikleri, top tekerlek diye aşağıladıkları çocuklar olduğu gerçeği ile yüzleşmek istemiyorlar. ve hem bugünümüze hem geçmişimize dil çıkartıyorlar!...
hiv ile corona virüsü arasındaki büyük farkları kabaca değil de daha net ayırt edebilecek birisi olduğu için umursamıyor olabilir.
32 milyondan fazla insan hangi zaman zarfında ölmüş mesela?
tedavisi olan, öldürmeyen bir virüs ile ne olduğunu bilmediğimiz ve bu kadar kısa süre içinde çok fazla can alan bir virüsü aynı korku seviyesine çekmek biraz hiv+ bireyleri özellikle yeni tanı almış olanları korkutmaya çalışmaktan başka bir şey değil.
içi tamamen boş anlamsız bir karşılaştırma.
belki arkadaşın hiv pozitif olmayı sorun etmeyip, covid-19 olmayı sorun ediyordur.
neticede kimse kimsenin enfekte olmasına garışamaz.
korkulması gereken hiv değil böyle cahil cühela yazılara denk gelmek.
insan kurduğu ilişkilerde zaman geçtikçe “keşke daha önce tanısaydım” cümlesini çok nadir kurmaya başlıyor. belki de değerli hissettiği çok az insan için.
uzun zamandır bu cümleyi kurmamıştım birisini tanıdıktan sonra.
xalo bana bu cümleyi kurduran değerli bir insan oldu benim hayatımda.
fikirlerine, amacına, hayattaki duruşuna saygı duyduğum ve önemsediğim bir insan.
gitmesine çok çok üzüldüm.
neyse ki sözlük dışında da birbirimizin hayatında olacağımız gerçeği var.
yine de yazılarını çokça özleyeceğiz xalocuk.
seni iyi ki tanıdım*
bu insanlar zaten yeterince stok yapmamışlar mıydı?
hani şu çölyak hastalarının ekmeklerine sırf bağışıklığa iyi geliyor diye göz diken açgözlü bir takım insanlar.
kanser hastalarını madur eden insanlar.
yetecek kadar alışveriş yapmayıp başkalarının hakkını gasp eden?
2 güncük yasak için birbirini ezmenin manası nedir tam olarak?
yeterli erzağı olmayan çıksın alsın olan da otursun götünün üstünde.
hem bu kuru kuruya sokağa çıkma yasağı da neyin nesi?
iki gün çalışmasa açlıktan ölecek insanlar var.
ne bir destek ne bir yardım paketi.
insanlar bir yerlerini yırttı yasak gelsin diye. neden hep bir şeylere geç kalınıyor ve yarım yamalak yapılıyor ayrıca?
millet harbe gitmiş gibi birbiri ile savaşıyor.
gülelim mi ağlayalım mı? kararsızız sayın cumhurbaşkanım.
hiv ile corona virüsü arasındaki büyük farkları kabaca değil de daha net ayırt edebilecek birisi olduğu için umursamıyor olabilir.
32 milyondan fazla insan hangi zaman zarfında ölmüş mesela?
tedavisi olan, öldürmeyen bir virüs ile ne olduğunu bilmediğimiz ve bu kadar kısa süre içinde çok fazla can alan bir virüsü aynı korku seviyesine çekmek biraz hiv+ bireyleri özellikle yeni tanı almış olanları korkutmaya çalışmaktan başka bir şey değil.
içi tamamen boş anlamsız bir karşılaştırma.
belki arkadaşın hiv pozitif olmayı sorun etmeyip, covid-19 olmayı sorun ediyordur.
neticede kimse kimsenin enfekte olmasına garışamaz.
korkulması gereken hiv değil böyle cahil cühela yazılara denk gelmek.
insan kurduğu ilişkilerde zaman geçtikçe “keşke daha önce tanısaydım” cümlesini çok nadir kurmaya başlıyor. belki de değerli hissettiği çok az insan için.
uzun zamandır bu cümleyi kurmamıştım birisini tanıdıktan sonra.
xalo bana bu cümleyi kurduran değerli bir insan oldu benim hayatımda.
fikirlerine, amacına, hayattaki duruşuna saygı duyduğum ve önemsediğim bir insan.
gitmesine çok çok üzüldüm.
neyse ki sözlük dışında da birbirimizin hayatında olacağımız gerçeği var.
yine de yazılarını çokça özleyeceğiz xalocuk.
seni iyi ki tanıdım*
2012 yılının ocak sonu veya şubat başı gibiydi. facebookta siyasi bir sayfada tanışıp uzunca bir süre konuştuktan sonra açıldık birbirimize. ben liseli bir ergen o da üniversiteye yeni başlamış, kendini ankara’ya atar atmaz zor da olsa birilerine açılma kararı almış hevesli bir çocuktu. hiçbir zaman hissedemeyeceğimi düşündüğüm büyük hisler beslemeye başladım zaman geçtikçe. birgün atladım gittim birkaç günlüğüne. hızlı tren yeni yapılmıştı ve bu kadar yakınken neden gitmeyim diye düşündüm. heyecandan 2 saate yakın olan yol günler sürmüş gibi güç bela indim ankara’ya.
bindim taksiye kızılay’a doğru gidiyorum. yol hala bitmiyor. izmir caddesinin girişinde attım kendimi dışarı. ankara’ya ilk defa bu kadar anlam yükleyerek gelmiştim.
kızılay avm’ye doğru yürüdüm. ziya gökalp tarafına geçeceğim. o kocaman yaya yolu da bitmedi yürürken. tam trafik lambasının altında bekliyordu. kolları birkaç santim uzun, yeşil parkası ile ankara’nın nüfusunu 1’e düşürdü oracıkta. sanki senelerdir tanışıyormuşuz gibi içten kucakladık birbirimizi.
sonra 3 sene boyunca hep sarıldık ankara’nın birçok yerinde, birçok trafik lambasının altında.
5 senemi harcadığım ilçe.
bakın burası dışarıdan sizin zannettiğiniz gibi gülmelik eğlenmelik bir yer değil.
genelde yaz ayının canlılığına aldanıp kışın da öyle olacağını düşünmek büyük yanılgı.
şahsen ben bu yanılgıya düşerek yıllarımı yalnızlık içinde geçirdim.
mesela kışları burada yaşamak ıssız bir ormanda yaşamak gibi.
yobaz yerlilerin terörüne bol bol maruz kaldığınız bir yer.
3 mevsim şiddetli sağanak yağışı yağmur aşıklarını bile yıldırabilir.
yağmurdan çamurdan doğanın güzelliğini yaşamak gibi bir fırsatınız yok.
altyapı çok kötü. mesela jeneratörünüz yoksa kışları bol bol karanlık çağa gidebiliyorsunuz.
insan ilişkileri sıfır çünkü kışın insan yaşamıyor.
olabildiğince pahalı.
yaz aylarında turistleri kazıklamaya çalışan esnaf, kışın da öğrenciyi veya yerli olmayanı kazıklamaya çalışarak ahlaksız davranışından hiçbir şey kaybetmiyor.
kısacası yazın gidin eğlenin ama kışın yaşayarak kendinizi harcamayın.
ot gibi yaşamaktan başka hiçbir seçeneğiniz yok.
hiç anlam veremediğim olay. sikişmeyi istemek ile hoşlanmak arasında bariz bir ayrım olduğu içindir belki bilemiyorum.
yahu nasıl yani hiç dokunamayacağın,öpemeyeceğin,güzel sözler söyleyemeyeceğin birisinden hoşlanırsın ki?
belki de birini tanıyarak ve emin olarak hoşlanmak yaşanmışlık veya yaşlanmışlık ile alakalıdır?
hiv ile corona virüsü arasındaki büyük farkları kabaca değil de daha net ayırt edebilecek birisi olduğu için umursamıyor olabilir.
32 milyondan fazla insan hangi zaman zarfında ölmüş mesela?
tedavisi olan, öldürmeyen bir virüs ile ne olduğunu bilmediğimiz ve bu kadar kısa süre içinde çok fazla can alan bir virüsü aynı korku seviyesine çekmek biraz hiv+ bireyleri özellikle yeni tanı almış olanları korkutmaya çalışmaktan başka bir şey değil.
içi tamamen boş anlamsız bir karşılaştırma.
belki arkadaşın hiv pozitif olmayı sorun etmeyip, covid-19 olmayı sorun ediyordur.
neticede kimse kimsenin enfekte olmasına garışamaz.
korkulması gereken hiv değil böyle cahil cühela yazılara denk gelmek.
beni sadist mi buluyorsun?
şu anda kafanın üstünde yumurta pişirebilirdim eminim.
eğer isteseydim.
biliyor musun, ufaklık?
şu anda bile yaptıklarımın sadistçe olmadığını anlayacak kadar kendinde olduğuna inanmak isterim.
şu diğerlerine karşı belki öyleyiz.
ama sana karşı, hayır.
hayır, ufaklık.
şu anda bu benim en mazoşist halim.
(bkz:kill bill)
philipp kassbohrer ve matthias murmann tarafından yaratılan ve 6 bölümden oluşan komedi-drama türündeki netflix dizisi.
dizinin konusu;
moritz isimli nerd liseli bir karakterin, yurt dışında geçirdiği süre zarfında ekstazilere ilgi duymaya başlayan eski kız arkadaşını geri kazanmak umuduyla internet üzerinden uyuşturucu satmaya başlaması ile olaylar gelişir.
dizi gerçek bir olaydan esinlenilmiş.
şahsi fikrim netflixin teenage dizileri arasında en iyisi.
konusu uyuşturucu olduğu için ara ara görsel olarak zevkler yaşayabiliyorsunuz.
ikinci sezon onayı almış olması da mutlu etti beni.