tein

Durum: 230 - 0 - 0 - 0 - 27.01.2017 14:09

Puan: 4176 - Sözlük Kezbanı

13 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

hamdım, hamım, ham
  • /
  • 12

nurjuvazi

ön edit: başlık düzeltmesi nedeniyle anlamsız olmuş entry yoksa vallahi alıcılarımda bir sorun yok!

sanırsam nurjuvazi olarak açılması gereken başlığın yanlış yazılmış halidir ya da benim alıcılarım meme yapmış durumda.

ramazan davulcusu

bahşiş istemek için kapıya geldiğinde ne bahane üreteceğim konusunda şimdiden hazırlıklara başlamamı sağlamıştır. mimlenmemek adına oruç tutmuyorum seçeneği liste dışı elbette.

öne çıkanlar şimdilik şunlar

- ben zaten yiyip yatıyorum
- telefonu kurarım ben hep
- ramazan da bu sene tam tatile denk geldi, bu sabah indim uçaktan.
- sıcaklar hiç uyutmuyor biliyor musun
- hem sen hiç mani söylemedin ki
- abi valla biz öğrenciyiz
- okuyom ben ya

sözlükçülerin önerilerine de açığım tabii...

asa

nijerya asıllı fransız şarkıcı. soul ve beautiful imperfection adlı iki albümüyle jazz, soul ve pop üzerinde dans ediyor kendisi zira o kadar ruhu saran bir iş icra ediyor ki sadece şarkıcı demek doğru olmaz.

beautiful imperfection albümünden the way i feel tavsiye edilir.

boney james

oldukça keyifli işler ortaya koyan caz sanatçısı, saksafon virtüözüdür. rick braun ile birlikte hazırladıkları shake it up albümü şiddetle tavsiye edilmeyi hak eder. bu albümden özellikle grazin' in the grass olağanüstü keyifi bir deneyim yaşatır.

cannonball adderley

saksafonun en büyük üstadlarından biri ve hard bop akımının yaratıcılarındandır. somthin' else albümündeki autumn leaves muhtemeldir ki bir insanın duyabileceği en güzel sesleri barındırır.

http://ayisozluk.com/lnk/autumn

wireless ağına şifre koymayan yan komşu

sanırım bu komşu zaman zaman ben oluyorum.

günün belli saatlerinde, özellikle evde kimse olmayacaksa ya da evdekiler memlekete gidip ev boş kaldığında ağ adını sebil olarak değiştiriyor şifreyi de kaldırıyorum.

ayı sözlük yazarlarının kullandıkları parfümler

bana kendimi fena halde kötü hissettiren parfümlerdir.

herkes mi parfümden anlar, bir ben mi anlamıyorum nedir, çözemedim! deodorant dışında özel olarak parfüm kullandığım bir hayli nadirdir ve o kadar umursamıyor olmalıyım ki bir tane bile parfüm adı gelmiyor şimdi aklıma. parfüm deyince aklıma gelen en yakın şey traş losyonu kokusu oluyor ama bir süredir kirli sakal modunda olduğumdan onlardan da uzak kalmış durumdayım.

artı bir tv

uğur dündar, banu güven ve ece temelkuran'ın sansür ve baskı nedeniyle ayrıldığı kanal.

melih gökçek egosu

üzerine gökçek'in fotoğrafının basılı olduğu ego kartlarının ankara'da kullanımına başlanmasıyla birlikte tirajikomik bir hal almış olan egodur efendim. ondan sonra vay efendim benim egom nerede görülmüş... e işte herkesin eline verdin ya geçen gün.

işte o ego

cemil ipekçi

en önemli ayrımın sınıfsal olduğunu gösteren iyi bir örnektir kendisi.

katıldığı bir programda hindistan gezisi sırasında karşılaştığı yoksul insanlardan 'onlar hepimizden daha mutlu aslında çünkü iç huzuru sağlayan bir inançları var' minvalinde bahsetmişti. bu kadar gerçeklikten kopuk ve oryantalist bir söze dayanamayan diğer konuk yoksulluğun kendiliğinden gelişen bir durum olmadığını, politik sebepleri olduğunu söylemeye çalışınca da 'önemli olan iç güzelliktir' gibi klasik 'beyaz' ve sığ argümanlardan dem vurduğunu hatırlıyorum.

meselelerin politik ve sınıfsal boyutunu göremiyor olmak sağlıklı bir yetişkin için kabul edilemez bir durumdur. kendisinin naifliğine vermek isterim ama bana daha çok gümüş kaşıkla beslenenlerde görülen sınıfsal ve yarı bilinçli körlüğü çağrıştırmaktadır.

sümeyye'nin kıçına palayla vurmak

bu twit nedeniyle chp üyeleri başbakandan özür dilemiş.

ne zamandan beri birine yanlış bir söz söyleyince kendisinden değil de babasından özür dileniyor anlamış değilim. adama muhalefet edenler bile her şeyin sahibinin erdoğan olduğunu düşünüyorlar sanırım. ondan sonra vay efendim muhalefet neden başarılı olamıyor...

zeyid aslan

kendisini meclis bahçesinde uyurken fotoğraflayan gazetecilere kızan ve bir grup kadın gazeteciye 'ben sizin bacak aranızı yayınlasam' diyen milletvekili. kendisi daha önce de meclis genel kurulunda bir başka milletvekiline küfretmiş ve partisi tarafından disipline sevk edilmesine gerek olmadığına karar verilmişti.

yalnız benim anlayamadığım meclis bahçesinde uyurken görüntülenmesine neden bu kadar sinirlendiğidir. oturum sırasında ya da grup konuşmasında uyuklasa ve görüntülense sinirlenmesini imaj kaygısına bağlarım ama boş bir vakitte kestiryor olmasına neden sinirlenmiş çözemedim. kim bilir belki de vekil olduğundan kendisini sıradan bir insan hali içerisinde gösterilmesine sinirlenmiştir. anlaşılan beyimiz vekillik ile paşalığı karıştırmış. ondan sonra vay efendim millet iradesine saygı gösterin...

unity

ubuntu'nun bir süredir öntanımlı olarak gelen masaüstü ortamı.

gnome'un özelleştirilebilirliği karşısında bir hayli katı kalan yapısı ve her kullanıcıyı neredeyse birbirinin aynı görünen arayüze mahkum etmesi nedeniyle sıklıkla şikayet konusudur. özellikle üst panel ile soldaki barın bağımlılığı küçük ekranlarda cidddi bir sorun yaratıyor. üst panel gizlenemediği için ekranda gereksiz ölçüde yer kaplıyor ve bunun üzerine bir de açtığınız uygulamanın pencere başlığı eklenince insanı çileden çıkarıyor. örneğin tarayıcıyı açtığınızda ekranda önce üst panel, altında pencere başlığı, sekme çubuğu, adres çubuğu, yer imleri çubuğu derken ekranın önemli bir bölümü gitmiş oluyor. tarayıcıyı tam ekran yaptığınız zaman da soldaki uygulama çubuğu kullanılmaz oluyor ve her seferinde tam ekran olayını açıp kapamanız gerekiyor.

benim asıl merak ettiğim bilgisayarda bile ekran kullanımı böyle sorunluyken ubuntu'nun telefon sürümünde küçücük ekranlarla nasıl başa çıkılacağı. ondan sonra vay efendim pazar payımızı nasıl arttırabliriz...

ubuntu

connanical firmasının tablet, telefon, televizyon gibi farklı platformları kapsayacak şekilde bir büyüme politikası benimsemesi nedeniyle genel bir tekdüzeliğe kayan işletim sistemi.

son kullanıcıyı her platformda aynı arayüz ile karşılama ve kolay senkronize imkanı verme fikrini doğru bulmakla birlikte bu politikanın eski kullanıcıları masaüstünde farklı arayışlara yönelttiği de bir gerçek. unity arayüzüne ilk geçişte gösterilen sert tepkilere katılmayıp bir alışma sürecine ihtiyaç duyulduğunu savunmuştum ama tüm ısrarlı çabalarıma rağmen günün sonunda ben de alternatiflere doğru yelken açmış bulunmaktayım. ondan sonra vay efendim neden xfce kullanıyorsun...

hoşlanılan adam adı altında hep ruh hastası insanlarla sınanmak

ahmet altan'ın bir kitabında şu minvalde bir söz vardır:

hayatınıza giren hemen herkes suçlu ise belki de siz bir hapishanesinizdir.

bayılmak

merak ettiğim iki şeyden biridir. kontrollü bir ortam sağlayıp bayılmayı becermenin bir yolunu bulursam denemek isterim.

diğer merak ettiğim de baş ağrısı. insanın başı nasıl ağrıyabilir aklım almıyor. baş denen şey bir organ değil ki yahu. bence başka bir yeriniz ağrıyor da siz tarif edemiyorsunuz. ondan sonra vay efendim başım ağrıyor beni idare edin... hep yalan dolan.

argo kelimeler

küfür ile arasındaki çizgiyi bir türlü çizemediğim kelimeler. hiç küfür etmediğim için ara sıra gaza gelip argo kullanmak istiyorum ama metrobüsle beş çayı içmeye gidiyormuş gibi tuhaf hissettiğimden beceremiyorum bir türlü. yabancılaşmak kötü şey...

ondan sonra vay efendim sen neden küfür etmiyorsun. yahu argoyu beceremiyorum küfür nasıl edeyim.

her kürtaj bir uluderedir

her kürtaj benim ucuz işçi ihtiyacıma vurulmuş bir tırpandır diyecekken dili sürçen adam cümlesi.

roboski katliamı

yakınlarını kaybeden köylülerin olay yerine sevdiklerini anmak için gitmeleri sebebiyle binlerce lira para cezasına çarptırıldığını ve savcılığa çağrıldıklarını duyunca insanın dili tutuluyor. vahşet öyle aleni ve bürokratik bir araç haline gelmiş ki nasıl tepki vereceğinizi kestiremiyor öfkenizle başbaşa kalıyorsunuz. sonra neden sokağa çıktın diyorlar, o kadar çok yuttuk ki kusmasak patlayacaktık muhtemelen.

hayatında hiç gabile chat kullanmamış gay

neden 'nayır, nolamaz' demiş herkes anlamadım. ayı sözlük'ten haberdar olana kadar eşcinsel temalı hiçbir yere üye olmamıştım hatta haberim yoktu varlıklarından. gerçi ben genel olarak msn, facebook vs kullanma aşamasına bile teğet geçmiştim belki oradan kaynaklanıyor olabilir benim durumum. interneti aktif kullanmama ve bol vakit geçirmeme rağmen başka insanlarla gerçek hayata taşımak üzere iletişime geçmeyi hiç düşünmemiştim.

ben koli kelimesinin anlamını burada öğrendim yahu. hatta kelimeyi ilk gördüğümde 'kutuyla ne alakası var ki şimdi' demiştim.
ondan sonra vay efendim ben neden yalnızım... dingil.
  • /
  • 12
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 230

ayı sözlük yazarlarının ilk maaşı

liseyi bitirdiğim yaz, ailemin bölüm seçimi konusunda uyguladığı baskıya rest çekerek üniversiteye gitme fikrini tamamen reddettiğim, tercih yapmadığım yıldı. sonuçlar açıklanıp o puanla açıkta kaldığımı görünce ne yaptığımı anlayıp kıyameti koparmışlar, bana da bir iş bulup evde daha az vakit geçitmekten başka çare kalmamıştı. bulduğum ilk işe girip bedenimi yeterince yorarsam zihnim daha az çalışır diye düşünerek çelimsiz halimle ağırlıkların altına atmıştım kendimi. çalıştığım yerde benimle aynı işi yapan ellili yaşlarda bir abi de vardı. ayın sonunda bir öğle yemeği arasında ekmek arası peynir domatesini yemekte olan adamın karşısında donup kalmış, dehşete düşmüştüm. bir taraftan ekmeğini ısırırken diğer eliyle de az önce birlikte çektiğimiz üç kuruşluk maaşı evirip çeviriyor, mırıldanmalarından anladığım kadarıyla nereye ne kadar vereceğini hesaplamaya çalışıyor ama hangisini sonraki aya erteleyeceğini kestiremiyordu. dehşete düşmüştüm çünkü otuz yıl sonraki halime baktığım hissine kapılmıştım. boğazıma yumru olup oturan paranın azlığı, insan gibi yaşamaya yetmezliği değildi. kafasında ve göğsünde kim bilir neleri taşırken kendi hayatına sıkışıp kalma duygusu bir korku olmanın ötesinde cisimlenmiş olarak önümde duruyordu sanki, nefesim kesilmişti. her gün aynı güne uyanacak, her gün aynı şeyleri tekrar edecek ve zihnimin sınırsızlığı ile gerçekliğin çoraklığının yarattığı çelşikiyi bastırmak için aklımı tümden susturmaya çalışmakla geçecekti zaman; ilk maaşımla sonraki maaşlarım arasında tek değişen yaşım olacak ve yaşam ben yaşamadan tükenecekti.

üniversiteden vazgeçerek bana seçme şansı tanımayan ailemden intikam aldığımı düşünüyordum; gerçi ben küçükken de anneme kızdığımda yemek yemeyerek onu cezlandırdığımı sanırdım. kendine acı çektirerek çevrendekileri cezalandırmaya çalışmak ne kadar çocuksu ve anlamsız!

aldığım ilk maas bana hayatımın geri kalanın nasıl olacağı hakkında okkalı bir tokat attı; bir sonraki sene yine aileme rest çekerek ama bu sefer istediğim şehir ve bölümü seçerek üneversiteye gitmemi sağladı. okulu bitirdiğim bu eşikte muhtemelen beni yine üç kuruşu evirip çevireveğim bir iş bekliyor ama kendi seçimlerimle ve istediğim şehirde yaşadığım sürece mutluyum. yine de o öfkeyi, kendi hayatına sıkışıp kalmış o adamın zihnime kazınan portresini unutmadım. muhtemelen benden çok daha falzasına sahip olan ama hayata geçirmek için fırsat bulamamış, ruhu bedeninden şişman o hayat soğurucu bir avuç adamın düzeninde sıkışmış adamın öfkesi hala orada duruyor.

ilk maaşımla eve dönerken kardeşime manavdan meyve, eve ekmek ve kendime kitap almış, geri kalanını da üniversite masrafları için bir kenara atmıştım. meyveler taze, ekmek sıcak ve kitap güzeldi.

hypatia

ilk kadın filozof ve bilim insanıdır.

4. yy'da iskenderiye kütüphanesinin kurulmasında rol oynamış ve dünyanın çeşitli kültür merkezlerine mektuplar yollayarak yeryüzünün her yerinden iskenderiye'ye kitap kervanlarının akmaya başlamasını sağlamıştır. matematik konusunda döneminin en önemli isimlerin biri haline gelmiş ve dönemin hristiyan dogmalarını her fırsatta eleştirip akılcı felsefeyi savunmuştur. bu durum kısa zamanda kilisenin düşmanlığını üzerine çekmiş ve bir konuşma yapmak için kalbalığın karşısına çıktığı sırada daha ilk kelime ağzından çıkar çıkmaz bir okçu tarafından öldürülmüştür. öldürülmesini emreden iskenderiye patriği de bu başarısı nedeniyle aziz ilan edilmiştir.

denilir ki hypatia kilisenin öğretilerini eleştirdiği için değil bir kadın olarak felsefe, politika ve din üzerine konuştuğu için düşünmeyi erkeklere has bir meziyet sayan kilisenin öfkesinin hedefi olmuştur.

hikayesini merak edenler 2009 yapımı agora filmine de göz atabilirler.

ukdeyi lost soul vermiş efendim.

ayı sözlük yazarlarından iyi görünme taktikleri

- ayakkabılarınız çok da temiz olmasın; her daim göz kamaştıran parlaklıkta ayakkabı giyen adamlar ben de uğur ışıl(d)ak'ın oluşturduğu tekin olmayan pürüzsüzlük hissi uyandırıyor.

- şunu şununla kombine edeyim cümlesi aklınızdan geçtiği an kendinizi uçan adam sabri gibi yerlere atıp kombin kelimesi aklınızdan silinene kadar da kalkmayın; nerede bir kombine etme hali olsa orada genellikle bir adet 'dolabın yarısını üzerine giymiş adam' atmosferi oluştuğu gözlemlerimle sabittir.

- saçınız uzun ise iki saat ayna karşısında kafanızdaki uzantılarla cebelleşip dışarı çıkınca 'yataktan kalktığım gibi geldim' pozu kesmeyin. saçınız çok kısa ise de 'ayna karşısında yüzümdeki varoluşsal krız ifadesi eşliğinde saçımı sıfıra vurdum, hakkımda ne düşündüğünüz kaygısını çoktan aştım' pozu kesmeyin. alt tarafı saç yahu, hiç poz kesmeyin.

- boxer seçimine gelince, çok ayıp...!

islamofobi

müslümanların hatalarını islam'a mâl etmeyin diyenlerin gözden kaçırdığı basit bir nokta var. su şebekesine zehir karışmış ama özünde su temiz bir maddedir kullanmaya devam edebilirsiniz kapısına çıkıyor iş; suç islam'da değil müslümanlarda demek pratik olarak hiçbir sonuç doğumuyor ve zaten insanlar da suçun kimde olduğunu umursamıyorlar. mesele o zehir o sudan ayrıştırılabilir mi ya da kim ayrıştıracak meselesinde düğümleniyor.

bir de şu gerçek islam muhabbetinden de vazgeçilsin artık yahu! islam'a göre yaşamayanlar neyin gerçek islam olduğunu araştırıp öğrenmek zorunda değil. adamın islamla karşılaştığı nokta kendini müslüman olarak tanımlayan adamla kurduğu ilişkidir. ben müslümanım diyen neyse karşıdaki için islam da o olacaktır. ne yapsınlar karşılaştıkları her müslüman için eve koşup inanmadığı bir dinin kitabını mı karşılaştırsın?

müslümanlar islamiyet hakkındaki yargılardan rahatsızsa o tutarsız yargılara kızmak yerine kendilerini değiştirirlerse bir şeyler de değişebilir.

galapagos

darwin'in evrim teorisini temellendirmesinde önemli bir yeri bulunan ada toplululuğu.

adalar uzun süre diğer kara parçalarına uzak ve izole kaldığından ada üzerindeki yaşam dünyanın geri kalanından radikal ölçüde farklılaşmış ve endemik türlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. yaklaşık 60 irili ufaklı ada takımının ismi ise ispanyolca kaplumbağa adaları anlamına geliyormuş.

heteroseksüel ayı sözlük yazarları silinsin kampanyası

homofobik denilen durum zannedildiği gibi tekil bir nitelikten çok dereceli bir yapıya sahip ve pek çok homofobik insan belki de hayatında hiç eşcinsel biriyle ilişki kurmadığı için homofobiye sahip oluyor. tüm hayatınızı haklarında olumsuz şeyler söylenen insanlardan biriyle bile karşılaşmadan geçirdiğinizi düşünün, kaçınız kafanıza çakılan önyargıları kendiliğinizden reddedip karşı kutba geçme cesareti gösterirdi.

benim bizzat belirgin homofobiye sahip olan ve zamanla benimle kurduğu ilişki üzerinden üniversitede sınıf içi tartışmada eşcinsel haklarını destekleyen ateşli bir konuşma yapma noktasına ulaşmış arkadaşım var yahu! ben onunla homofobik olduğu için ilişkiyi kessem ve o eşcinseller hakkında sadece kendi dünyasındaki tekil sesi suymaya devam etseydi daha mı iyiydi?

devrim ancak kendi hayatlarınızı küçük devrimlere dönüştürürseniz mümkündür. homofobik deyip eşcinseller hakkında dile getirilen her olumsuz fikirde bir insanı eksiltirsek iletişim halkımızdan, günün sonunda yalnızca bir avuç insanla konuşabilir duruma düşeriz.

ayı sözlük yazarlarının ilk maaşı

liseyi bitirdiğim yaz, ailemin bölüm seçimi konusunda uyguladığı baskıya rest çekerek üniversiteye gitme fikrini tamamen reddettiğim, tercih yapmadığım yıldı. sonuçlar açıklanıp o puanla açıkta kaldığımı görünce ne yaptığımı anlayıp kıyameti koparmışlar, bana da bir iş bulup evde daha az vakit geçitmekten başka çare kalmamıştı. bulduğum ilk işe girip bedenimi yeterince yorarsam zihnim daha az çalışır diye düşünerek çelimsiz halimle ağırlıkların altına atmıştım kendimi. çalıştığım yerde benimle aynı işi yapan ellili yaşlarda bir abi de vardı. ayın sonunda bir öğle yemeği arasında ekmek arası peynir domatesini yemekte olan adamın karşısında donup kalmış, dehşete düşmüştüm. bir taraftan ekmeğini ısırırken diğer eliyle de az önce birlikte çektiğimiz üç kuruşluk maaşı evirip çeviriyor, mırıldanmalarından anladığım kadarıyla nereye ne kadar vereceğini hesaplamaya çalışıyor ama hangisini sonraki aya erteleyeceğini kestiremiyordu. dehşete düşmüştüm çünkü otuz yıl sonraki halime baktığım hissine kapılmıştım. boğazıma yumru olup oturan paranın azlığı, insan gibi yaşamaya yetmezliği değildi. kafasında ve göğsünde kim bilir neleri taşırken kendi hayatına sıkışıp kalma duygusu bir korku olmanın ötesinde cisimlenmiş olarak önümde duruyordu sanki, nefesim kesilmişti. her gün aynı güne uyanacak, her gün aynı şeyleri tekrar edecek ve zihnimin sınırsızlığı ile gerçekliğin çoraklığının yarattığı çelşikiyi bastırmak için aklımı tümden susturmaya çalışmakla geçecekti zaman; ilk maaşımla sonraki maaşlarım arasında tek değişen yaşım olacak ve yaşam ben yaşamadan tükenecekti.

üniversiteden vazgeçerek bana seçme şansı tanımayan ailemden intikam aldığımı düşünüyordum; gerçi ben küçükken de anneme kızdığımda yemek yemeyerek onu cezlandırdığımı sanırdım. kendine acı çektirerek çevrendekileri cezalandırmaya çalışmak ne kadar çocuksu ve anlamsız!

aldığım ilk maas bana hayatımın geri kalanın nasıl olacağı hakkında okkalı bir tokat attı; bir sonraki sene yine aileme rest çekerek ama bu sefer istediğim şehir ve bölümü seçerek üneversiteye gitmemi sağladı. okulu bitirdiğim bu eşikte muhtemelen beni yine üç kuruşu evirip çevireveğim bir iş bekliyor ama kendi seçimlerimle ve istediğim şehirde yaşadığım sürece mutluyum. yine de o öfkeyi, kendi hayatına sıkışıp kalmış o adamın zihnime kazınan portresini unutmadım. muhtemelen benden çok daha falzasına sahip olan ama hayata geçirmek için fırsat bulamamış, ruhu bedeninden şişman o hayat soğurucu bir avuç adamın düzeninde sıkışmış adamın öfkesi hala orada duruyor.

ilk maaşımla eve dönerken kardeşime manavdan meyve, eve ekmek ve kendime kitap almış, geri kalanını da üniversite masrafları için bir kenara atmıştım. meyveler taze, ekmek sıcak ve kitap güzeldi.

çok belli ediyor muyum

zaman zaman benim de sormak istediğim oluyor bu soruyu.

eşcinsel olmamla ilgili benim genel tavrım hep şu şekilde oldu; asla yalan söyleme ama kendini korumayı da ihmal etme.

başından beri hiç rol yapmadım, ilgilenmediğim şeylerie ilgileniyormuş havası yaratmadım veya arkadaşlar arasında kız meseleleri açılınca sahte tepkiler vermedim; genellikle iki uçlu cümleler kurarak çıktım işin içinden. diğer taraftan içinde bulunduğum toplumun gerçeklerini de göz önünde bulundurarak yakın arkadaşlarım dışındakilere doğrudan 'ben eşcinselim' ya da bu kapıya çıkacak bir şeyler de söylemedim. her ne kadar içeriden doğalmış gibi görünüyorsa da aslında kendinize yine bazı sınırlar çizmiş oluyorsunuz ve karşınızakiler de yeterince incelmişlerse fark ediyorlar sanırım bazı görünmez çizgilere dikkat ederek adım attığınızı.

o yüzden ara sıra merak ediyorum o çizgileri sezen birileri oluyor mu diye. gerçi ben soğuk nevale olduğum için doğrudan odun olarak da algılanıyor olabilirim tabii.

hoşlanılan adam adı altında hep ruh hastası insanlarla sınanmak

ahmet altan'ın bir kitabında şu minvalde bir söz vardır:

hayatınıza giren hemen herkes suçlu ise belki de siz bir hapishanesinizdir.

öğrenci evi

perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.

eşcinsel çevrem yok diyen kıdemli eşcinsel

başlık altında neredeyse kavga çıktığı için yazma ihtiyacı hissettim.

fena halde yanlış anlaşılmaya kurban giden başlık. bu başlığı açıp ilk entryi giren ve muhtemeldir ki aldığı ters tepki nedeniyle silen arkadaş, tepki gösteren yazar ve ardından gelen bazı yazarların zannettiği gibi eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinselleri kastediyor değildi. başlıktaki kıdemli kelimesinden ve silinmiş olan entry içeriğinden de anlaşılacağı üzere eşcinsel kimliğini gençliğinde yaşayan ancak yaşlandıkça topluma uyum sağlama kaygısı ağır basan, uyum sağlamak için de en kestirme yol olarak homofobik söyleme eklemlenip onu taklit ederek kabul görmeyi bekleyen bir eşcinsel tiplemesi eleştiriliyordu. kısaca, homofobik olmakla itham edilenler eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinseller değildi.

başlığı, eşcinsel çevresi, arkadaşı olmayan eşcinseller hakkındaymış gibi algılayıp 'vay efendim bana homofobik mi diyorsunuz' tavrına girmek biraz fazla aceleci olmuş. ilk entryi silen arkadaş ki nicki hatırlıyorum, yazıyı imkanı varsa ve canlandırırsa durum daha iyi anlaşılacaktır.

demem o ki, dövüşmeden oynayın.

öğrenci evi

perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.

sözlük yazarlarının alerjileri

sanırım sadece zenginlere dokunan maddeler... fındık, fıstık bir tarafta polen bir tarafta.; ben hiç polen alerjisi olan yoksul görmedim.

sizlere de ibuprofen efendim, sevgilerle.

edit: eksiyi yemem üzerine kendime 'sağlıkla şaka olmaz' diyor eksiyi verene teessüf etmekten de geri durmuyorum.


cin

belirli yaşın altındaki çocuklara bunlardan bahsedeni 'çocukların zihinsel gelişimini olumsuz etkilemekten' yargılamalı diyeceğim ama bir bizde değil hemen her kültürde benzerleri var olan, muhtemelen insan türünün karanlıktan korkmasından türetilmiş hayali varlıklar.

cin cin cin

edit: gelmedi.

hypatia

ilk kadın filozof ve bilim insanıdır.

4. yy'da iskenderiye kütüphanesinin kurulmasında rol oynamış ve dünyanın çeşitli kültür merkezlerine mektuplar yollayarak yeryüzünün her yerinden iskenderiye'ye kitap kervanlarının akmaya başlamasını sağlamıştır. matematik konusunda döneminin en önemli isimlerin biri haline gelmiş ve dönemin hristiyan dogmalarını her fırsatta eleştirip akılcı felsefeyi savunmuştur. bu durum kısa zamanda kilisenin düşmanlığını üzerine çekmiş ve bir konuşma yapmak için kalbalığın karşısına çıktığı sırada daha ilk kelime ağzından çıkar çıkmaz bir okçu tarafından öldürülmüştür. öldürülmesini emreden iskenderiye patriği de bu başarısı nedeniyle aziz ilan edilmiştir.

denilir ki hypatia kilisenin öğretilerini eleştirdiği için değil bir kadın olarak felsefe, politika ve din üzerine konuştuğu için düşünmeyi erkeklere has bir meziyet sayan kilisenin öfkesinin hedefi olmuştur.

hikayesini merak edenler 2009 yapımı agora filmine de göz atabilirler.

ukdeyi lost soul vermiş efendim.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.