tein

Durum: 230 - 0 - 0 - 0 - 27.01.2017 14:09

Puan: 4164 - Sözlük Kezbanı

12 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

hamdım, hamım, ham
  • /
  • 12

franz kafka

gregor samsa'nın bir sabah aniden bir böcek olarak uyanmasıyla başlayan 'dönüşüm' adlı romanın kapağında kesinlikle böcek figürünün kullanılmamasını vasiyet eden yazar.

muhtemeldir ki eserinin temel derdi olan yabancılaşma sürecinin böcek imgesinin görselliği altında fantastik bir öykü olarak pazarlanmasına fırsat vermek istemediğinden bu yolu seçmiştir.

fanzin

her ne kadar daha çok öğrenci gruplarının ya da amatörlerin rağbet ettiği bir tür gibi görünse de kritik zamanlarda gerekli iletişimi sağlayan önemli bir alt iletişim dalgasıdır fanzinler.

siyasal ortamın gerildiği, gençlik hareketlerinin ya da sınıfsal çatışmaların hız kazandığı dönemlerde, iktidar ile medya arasındaki çıkar ilişkisi nedeniyle kendi medyasına sahip olmayan tarafın görünmez iletişim ağı olur fanzin sayfaları. bir künyesi, adresi ve sahibi olmak zorunda olmadığından yasal süreçlerin kolaylıkla dışında kalabilir; mahkeme celbi, yayınevi baskını riskini minimuma indirirler.

1917 ekim devrimi başta olmak üzere pek çok kritik eşiğin moral gücünü taşıyan ve taze tutan siyah beyaz ve sahipsiz bir sestir fanzin; künyesi de adresi de tutulduğu eldir.

burun

gogol'un en güzel öyküsüdür.

sahibinden bir sabah apansızca ayrılıp giden burun tüm şehri dolaşır ve sahibini de sokaklarda peşinden sürükler. bu yönüyle bakıldığında mizahi yönü oldukça kuvvetlidir zira burun pelerin takar, atlı arabalarda gezer hatta insanlarla konuşur. ancak biraz gogol'un külliyatına hakim olduğunuzda burun'un aslında savrulmakta olan rusların kaybettiği aidiyet duygusu olduğu anlar, kendi aidiyet kaygılarınızın eşiğinde kalakalırsınız.

tevafuk

tesadüften farklı olarak tevafuk da beklenmedik bir anda yaşanan karşılaşma durumu anlamsız değil, var olduğu iddia edilen yaratıcının bizim bilmediğimiz planını gerçekleştirmek üzere ayarladığı bir denk düşürülme durumudur.

buna göre tesadüf tümüyle anlamdan yoksunken tevafuk ise ancak gelecek zamanda etkilerini gözlemlediğinizde hikmetini çözebileceğiniz bir duruma işaret eder. islam inancında kaderden ziyade kaza kavramı kapsamına girer ve kaçmanın mümkün olmadığına inanılır. kader ise yine inanca göre bu karşılaşmalara vereceğiniz tepkiler ile çizilir. böylece hem tanrı tevafuk ile hayatınıza yön verir hem de cehennemin kapısında 'ama sen yaptırdın' diye şikayet etmeye kalktığınızda 'o kaza kısmıydı ama kaderini sen çizdin' diyerek aradan sıyrılmanın yolunu bulur.

çok ayıp.

en az üç çocuk yapın

nüfusun azalmasını engellemekten çok iç politikada kendini sağlama almaya çalışan iktidarın temel nüfus politikası.

yoksul bırakılan toplumların vatandaşı oldukları devletler sanayileşme ve kapitalizm trenine ne ölçüde erken binebildiklerine bağlı olarak bir nüfus politikası geliştirirler. eğer ilgili toplum tarım toplumuysa zaten uzun süredir kültür yapısını çok çocuk yapma üzerine kurmuştur; temel sebep daha fazla tarım işçisine sahip olmak, diğer yerel unsurlara askeri üstünlük sağlamak vb olsa da bunları açıklıkla dile getirmek işlevsiz olacağından, hakim kültür yapısı daha örtük araçlarla bu amaca hizmet edecek şekilde dizayn edilir. bireylerin kültürel unsur olarak algıladığı çok çocuk yapma eğilimi böylece dayatılan değil rıza ile gerçekleştirilen doğal bir akış haline gelir; toplum, kendi sömürü zeminini besleyen bir döngü yaratır. sanayi sonrası dönemine bu tarım toplumu yapısıyla geçen devletlerin tek satılabilir kaynağı yine tarımsal ürünler olduğundan, paraya çevirilebildiği sürece nüfus artışı da desteklenmeye devam eder. bu durumdaki bir devletin askeri donanımı da insandan ibaret olacağı için sayısal artış daha fazla anlam kazanır.

trene geç binmiş ve sanayisini geliştirme aşamasına gelmiş devletlerde ise en önemli ihtiyaç dış yatırım olarak kendini gösterir; kendi sanayi hamlesini gerçekleştirecek kaynağı tarım ürünü satarak sağlaması mümkün olmayan devletler bu kanala yönelir. dış yatırım oyuncuları doğal olarak kâr odaklı hareket ettiğinden maliyetin düşük olduğu ortamları tercih ederler. bu noktada yatırım çekmek isteyen bir devlet için nüfus fazlalığı ucuz işgücü fırsatı anlamına gelir; çalışanlar olanakların sınırlılığı ile rakip sayısı arasındaki uçurumun yarattığı işsizlik korkusu nedeniyle sömürüye rıza gösterir. yatırımın istikrarı sömürüye gösterilen rıza ile paralel olarak artacağından nüfus artışını teşvik temel politika halini alır. bu süreçte ilgili politik odak, bir zamanların iktidarı toğrağa ve asker sayısına bağlı yöneticileri tarafından geliştirilen kalıp ve kültür öğelerini yeniden gündeme taşır ve aynı amaçla, nüfus artışını kontrolsüz sayılabilecek ölçüde teşvik etmeyi meşrulaştırmak için tedavüle sokar.

eğer ilgili devlet kendi iç dengesini sağlayamamış ve farklı politik iklimlerin hakimiyet savaşı verdiği bir sosyal/politik yelpazeye de sahipse, tarım toplumunu kafasından atamadan sanayiye dalıp toprak kölelerini fabrika kölesi haline getirmesinin bir benzeri olarak, fabrika kölesini de 4-5 yıl aralıklarla kutlanan bir 23 nisan edasıyla sandık önüne dizip temsili olarak yönetici koltuğuna oturtur. işçi ve asker olmanın ötesinde bir de oy sahibi olarak yine sayısal varlığı ölçüsünde önem kazanır bireyler, pardon yığınlar.

ne var ki hiçbir devlet gerekli sanayi atılımını başkalarını sömürmeden gerçekeleştiremeyeceğinden ve başka ülkeler sanayinin babaları tarafından parsellendiğinden elindeki tek kaynağı, kendi toplumunu sömürmeyi seçmiş bir devlet kaçınılmaz olarak trenin eski yolcularının sanayiden bilgi toplumuna geçtiği gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalacaktır. daha fazla ucuz işçi ve politik destek için rızayı kendiliğinden üreten kültür öğelerine ağırlık veren bir politika aynı zamanda bilgiye ve araçlarına erişimin kontrol altında tutulmasına bağlı olduğundan, iktidar bir seçim yapmak zorunda kalır; kendi politik varlığının altını oyma potansiyeli olan bilginin serbest dolaşımına dayanan bir toplum düzeni mi, politik desteğini korumayı kolaylaştıracak ama bilgi üretimini ve aktarımını sömürüye dayanan kültürün sınırlarıyla zaptedecek bir toplum düzeni mi?

yoksulluk sınırıyla açlık sınırını ayrı ayrı hesaplayacak kadar 'haline şükret' düsturu üzerine krulmuş bir devlet çatısı altında, sömürüye kendinden rıza üreten bir işgücü varken kim, neden daha fazlasını versin?

yoksulların çok çocuk yapma sorunsalı ile açlık sınırındakilerin çok çocuk yapma sorunsalını karıştırmamak gerekir. açlık sınırı altındakiler politik bile olamayacak ölçüde hesap dışı bırakılanlardır; herkes bir oy ettiğine göre sayıları azaltılmalı ve yapılamıyorsa gözden uzak tutulmalı hatta gözden düşürülmelidirler. yoksul olan ise politik denklemin önemli bir unsurudur; her iktidarın potansiyel kaidesidir; rızaya eğilimli ama aç olmaması, daha iyisini umut edecek kadar diri tutulması gerekir.

çok çocuk, rıza, rızk, allah rızası, rızkını allah verir, bir allah kuruşu...

türkiye, sen misin?

bordo siyah

kitaplarının uzun ve ince tasarımının tercih sebebini anlayamadığım yayınevi.

bu tasarım sanki daha çok klasikleri basan diğer yayınlardan ayrılmak, bir tür imaj çalışması olarak tasarlanmış gibi görünüyor ama fena halde okuma sürecinin keyfini kaçırıyor. üstelik kitaplığa yerleştirme konusunda da diğer kaitaplardan farklı ebatları nedeniyle sorun çıkarıyor ve görüntü kirliliği oluşturuyor.

aklıma gelen uzak bir ihtimal de uzun ve ince tasarımın satır genişiliğini kısaltıp okuma hızını arttırdığı hususu nedeniyle bu tercihte bulunmuş olmaları. ancak hem dostoyevski ve tolstoy gibi isimleri hızlı okumak değil sindirmek önemli olduğundan hem de paragaf sorusu değil edebiyat eseri okuduğunuz için bu da geçerli bir sebep sayılamaz.

kız çocuğu

'çocuk' kelimesinin önüne getirilen 'kız' sıfatı, erkek çocuğu ifadesinin yaygın olmayan kullanımıya birlikte düşünüldüğünde, çocuk kelimesinin tıpkı insan kelimesi gibi default/öntanımlı halinin de erkek olduğunu düşündürüyor.

çocuk kız olduğunda mutlaka cinsiyeti belirtilme ihtiyacı duyuluyor ki aslında geleceğin kadını olarak şekillendirilecek bir proje olan çocuğa ona göre muamele edilsin. işin en sakıncalı tarafı da bizzat medya içeriklerinin bu ifadeye sıkı sıkı sarılmasıdır. haber içeriklerinde erkek çocukları sadece çocuk olarak geçerken geleceğin muhtemel haberlerinde 1'i kadın ifadesine malzeme olacak çocuklar da kız çocuğu olarak tanımlanıyor.

the kite runner

fena halde kibirli bir eski asilzadenin insanı çileden çıkaracak ölçüde vicdan pazarladığı roman.

ana karakter mensup olduğu sosyal sınıfı öyle içselleştirmiş durumda ki hayatını alt üst ettiği insanların acılarına bile ancak 'sırrı çözülemeyen mistik bir topluluğun acılara göğüs geren ilkel ama gurulu yaşam tarzı' çerçevesinden bakmaktan bir an bile vazgeçemiyor. hem bireysel hem de sınıfsal olarak yarattığı tahribatı değil de sadece hayatın gerçeklerini algılamayacak kadar ilkel ama terk de edilmemesi gereken bir güruh olarak algıladığı insanlara güya yardım eli uzatıyor.

aslında temelde yazarımız geçmişte kötü şeylere sebep olan ama vicdan ve insani ilkeler nedeniyle yardım için geri dönen kurtarıcı adı altında, önce afgan mücahitleri sovyetlere karşı silahlandırıp destekleyen sonra da afganistan'ı ayni mücahitlerden kurtarmak için geri dönen abd güzellemesi olarak okunsa daha iyi anlaşılır.

8 mart dünya emekçi kadınlar günü

tıpkı 1 mayıs'ta olduğu gibi ana akım medya, politik arena ve bazı stk'lar tarafından eylem günü olmaktan çıkarılıp sanki bir tür anma ya da şenlik günüymüş gibi şekillendirilmeye çalışılan tarihtir.

bu tür tarihsel noktalar yıl içine yayılması gereken eylem ve aktivitelerin sıradanlaşmaması için bir tür eylemsel pike noktası olduğu ve hareketi sarsıp tazeledikleri sürece işlevseldir. aksi takdirde daha şimdiden emekçi kelimesini atıp kadınlar gününe çevrilmiş olan bu tarih yakın zamanda 'acaba ne hadiye alsak' saçmalığından öteye geçmeyen sahte duyarlılıkların ve serbest pazarın oyuncağı olacaktır.

elif şafak

tasavvuf düşüncesini bir dönem batılıların uzak doğu inançlarına yaptığına benzer bir konsept dahilinde flulaştıran yazar.

elif şafak ısrarlı bir biçimde tasavvuf geleneğini günümüzün kişisel gelişim söylemine yakınlaştırıyor ve geleneğin şablon unsurlarını popüler külürün tüketim havzasına pervasızca serpiştiriyor. tasavvuf'un dikine uzanan seyrini temiz kalpliliğe indirgeyip yatay düzlemde sınırları belirli olmayan bir iyilik haresine dönüştürüyor; herkesin kendini kolaca dahil edebileceği bir evrenle uyum içinde olma klişesine kapı aralıyor. bir kitap tanıtım toplantısında arkasındaki reklam panosuna yerleştirilmiş kantlı sufi imajının da işaret ettiği üzere, şafak'ın tasavvufu geleneğin seyri süluk anlayışından çok dilek perilerini ve iyi niyet bezirganlarını kapsıyor.
  • /
  • 12
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 230

ayı sözlük yazarlarının ilk maaşı

liseyi bitirdiğim yaz, ailemin bölüm seçimi konusunda uyguladığı baskıya rest çekerek üniversiteye gitme fikrini tamamen reddettiğim, tercih yapmadığım yıldı. sonuçlar açıklanıp o puanla açıkta kaldığımı görünce ne yaptığımı anlayıp kıyameti koparmışlar, bana da bir iş bulup evde daha az vakit geçitmekten başka çare kalmamıştı. bulduğum ilk işe girip bedenimi yeterince yorarsam zihnim daha az çalışır diye düşünerek çelimsiz halimle ağırlıkların altına atmıştım kendimi. çalıştığım yerde benimle aynı işi yapan ellili yaşlarda bir abi de vardı. ayın sonunda bir öğle yemeği arasında ekmek arası peynir domatesini yemekte olan adamın karşısında donup kalmış, dehşete düşmüştüm. bir taraftan ekmeğini ısırırken diğer eliyle de az önce birlikte çektiğimiz üç kuruşluk maaşı evirip çeviriyor, mırıldanmalarından anladığım kadarıyla nereye ne kadar vereceğini hesaplamaya çalışıyor ama hangisini sonraki aya erteleyeceğini kestiremiyordu. dehşete düşmüştüm çünkü otuz yıl sonraki halime baktığım hissine kapılmıştım. boğazıma yumru olup oturan paranın azlığı, insan gibi yaşamaya yetmezliği değildi. kafasında ve göğsünde kim bilir neleri taşırken kendi hayatına sıkışıp kalma duygusu bir korku olmanın ötesinde cisimlenmiş olarak önümde duruyordu sanki, nefesim kesilmişti. her gün aynı güne uyanacak, her gün aynı şeyleri tekrar edecek ve zihnimin sınırsızlığı ile gerçekliğin çoraklığının yarattığı çelşikiyi bastırmak için aklımı tümden susturmaya çalışmakla geçecekti zaman; ilk maaşımla sonraki maaşlarım arasında tek değişen yaşım olacak ve yaşam ben yaşamadan tükenecekti.

üniversiteden vazgeçerek bana seçme şansı tanımayan ailemden intikam aldığımı düşünüyordum; gerçi ben küçükken de anneme kızdığımda yemek yemeyerek onu cezlandırdığımı sanırdım. kendine acı çektirerek çevrendekileri cezalandırmaya çalışmak ne kadar çocuksu ve anlamsız!

aldığım ilk maas bana hayatımın geri kalanın nasıl olacağı hakkında okkalı bir tokat attı; bir sonraki sene yine aileme rest çekerek ama bu sefer istediğim şehir ve bölümü seçerek üneversiteye gitmemi sağladı. okulu bitirdiğim bu eşikte muhtemelen beni yine üç kuruşu evirip çevireveğim bir iş bekliyor ama kendi seçimlerimle ve istediğim şehirde yaşadığım sürece mutluyum. yine de o öfkeyi, kendi hayatına sıkışıp kalmış o adamın zihnime kazınan portresini unutmadım. muhtemelen benden çok daha falzasına sahip olan ama hayata geçirmek için fırsat bulamamış, ruhu bedeninden şişman o hayat soğurucu bir avuç adamın düzeninde sıkışmış adamın öfkesi hala orada duruyor.

ilk maaşımla eve dönerken kardeşime manavdan meyve, eve ekmek ve kendime kitap almış, geri kalanını da üniversite masrafları için bir kenara atmıştım. meyveler taze, ekmek sıcak ve kitap güzeldi.

ayı sözlük yazarlarından iyi görünme taktikleri

- ayakkabılarınız çok da temiz olmasın; her daim göz kamaştıran parlaklıkta ayakkabı giyen adamlar ben de uğur ışıl(d)ak'ın oluşturduğu tekin olmayan pürüzsüzlük hissi uyandırıyor.

- şunu şununla kombine edeyim cümlesi aklınızdan geçtiği an kendinizi uçan adam sabri gibi yerlere atıp kombin kelimesi aklınızdan silinene kadar da kalkmayın; nerede bir kombine etme hali olsa orada genellikle bir adet 'dolabın yarısını üzerine giymiş adam' atmosferi oluştuğu gözlemlerimle sabittir.

- saçınız uzun ise iki saat ayna karşısında kafanızdaki uzantılarla cebelleşip dışarı çıkınca 'yataktan kalktığım gibi geldim' pozu kesmeyin. saçınız çok kısa ise de 'ayna karşısında yüzümdeki varoluşsal krız ifadesi eşliğinde saçımı sıfıra vurdum, hakkımda ne düşündüğünüz kaygısını çoktan aştım' pozu kesmeyin. alt tarafı saç yahu, hiç poz kesmeyin.

- boxer seçimine gelince, çok ayıp...!

islamofobi

müslümanların hatalarını islam'a mâl etmeyin diyenlerin gözden kaçırdığı basit bir nokta var. su şebekesine zehir karışmış ama özünde su temiz bir maddedir kullanmaya devam edebilirsiniz kapısına çıkıyor iş; suç islam'da değil müslümanlarda demek pratik olarak hiçbir sonuç doğumuyor ve zaten insanlar da suçun kimde olduğunu umursamıyorlar. mesele o zehir o sudan ayrıştırılabilir mi ya da kim ayrıştıracak meselesinde düğümleniyor.

bir de şu gerçek islam muhabbetinden de vazgeçilsin artık yahu! islam'a göre yaşamayanlar neyin gerçek islam olduğunu araştırıp öğrenmek zorunda değil. adamın islamla karşılaştığı nokta kendini müslüman olarak tanımlayan adamla kurduğu ilişkidir. ben müslümanım diyen neyse karşıdaki için islam da o olacaktır. ne yapsınlar karşılaştıkları her müslüman için eve koşup inanmadığı bir dinin kitabını mı karşılaştırsın?

müslümanlar islamiyet hakkındaki yargılardan rahatsızsa o tutarsız yargılara kızmak yerine kendilerini değiştirirlerse bir şeyler de değişebilir.

galapagos

darwin'in evrim teorisini temellendirmesinde önemli bir yeri bulunan ada toplululuğu.

adalar uzun süre diğer kara parçalarına uzak ve izole kaldığından ada üzerindeki yaşam dünyanın geri kalanından radikal ölçüde farklılaşmış ve endemik türlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. yaklaşık 60 irili ufaklı ada takımının ismi ise ispanyolca kaplumbağa adaları anlamına geliyormuş.

türk olmaktan gurur duymak

sanırım buradaki fikir ayrılığı gurur ve onur kavramlarının birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor. gurur başkaları tarafından görülebilen hatta zaten başkaları görsün diye bürünülen bir tavırdır. dilimizde 'gururlanma senden büyük allah var' şeklinde bir deyiş olması da gururun kişinin kendi iç dünyasıyla ilgili olmaktan çok diğerleriyle kurduğu ilişkiye dair bir kavram olduğunu ifade ediyor. diğer taraftan onur ise daha içsel bir süreci ifade etmektedir. parçası olmaktan onur duyduğunuz şeyle iligili yoğun bir memnuniyet ve onun unsurlarına karşı samimi bir ilgiyi ifade ediyor ama başkalarına bu memnuniyeti sergileme durumunu barındırmıyor. aradaki ayrım büyük ölçüde sergileme kavramıyla çiziliyormuş gibi görünüyor.

kısaca eğer türk olmaktan onur duyuyorsanız bunun muhtemel yansımaları türkçe'yi iyi kullanmak, edebiyatına ve diğer kültürel değerlerine karşı kendilğinden gelişen bir ilgi ve hakimiyet olarak kendini gösterirken, türk olmakla gurur duymak ise hayatınızda iki kitap okumadan türk'ün gücü falan diye gezinip türk olmayanlar hakkında atıp tutmak şeklinde tezahür ediyor. en azından benim gözlemlerim bunlar.

heteroseksüel ayı sözlük yazarları silinsin kampanyası

homofobik denilen durum zannedildiği gibi tekil bir nitelikten çok dereceli bir yapıya sahip ve pek çok homofobik insan belki de hayatında hiç eşcinsel biriyle ilişki kurmadığı için homofobiye sahip oluyor. tüm hayatınızı haklarında olumsuz şeyler söylenen insanlardan biriyle bile karşılaşmadan geçirdiğinizi düşünün, kaçınız kafanıza çakılan önyargıları kendiliğinizden reddedip karşı kutba geçme cesareti gösterirdi.

benim bizzat belirgin homofobiye sahip olan ve zamanla benimle kurduğu ilişki üzerinden üniversitede sınıf içi tartışmada eşcinsel haklarını destekleyen ateşli bir konuşma yapma noktasına ulaşmış arkadaşım var yahu! ben onunla homofobik olduğu için ilişkiyi kessem ve o eşcinseller hakkında sadece kendi dünyasındaki tekil sesi suymaya devam etseydi daha mı iyiydi?

devrim ancak kendi hayatlarınızı küçük devrimlere dönüştürürseniz mümkündür. homofobik deyip eşcinseller hakkında dile getirilen her olumsuz fikirde bir insanı eksiltirsek iletişim halkımızdan, günün sonunda yalnızca bir avuç insanla konuşabilir duruma düşeriz.

cemil ipekçi

en önemli ayrımın sınıfsal olduğunu gösteren iyi bir örnektir kendisi.

katıldığı bir programda hindistan gezisi sırasında karşılaştığı yoksul insanlardan 'onlar hepimizden daha mutlu aslında çünkü iç huzuru sağlayan bir inançları var' minvalinde bahsetmişti. bu kadar gerçeklikten kopuk ve oryantalist bir söze dayanamayan diğer konuk yoksulluğun kendiliğinden gelişen bir durum olmadığını, politik sebepleri olduğunu söylemeye çalışınca da 'önemli olan iç güzelliktir' gibi klasik 'beyaz' ve sığ argümanlardan dem vurduğunu hatırlıyorum.

meselelerin politik ve sınıfsal boyutunu göremiyor olmak sağlıklı bir yetişkin için kabul edilemez bir durumdur. kendisinin naifliğine vermek isterim ama bana daha çok gümüş kaşıkla beslenenlerde görülen sınıfsal ve yarı bilinçli körlüğü çağrıştırmaktadır.

hoşlanılan adam adı altında hep ruh hastası insanlarla sınanmak

ahmet altan'ın bir kitabında şu minvalde bir söz vardır:

hayatınıza giren hemen herkes suçlu ise belki de siz bir hapishanesinizdir.

öğrenci evi

perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.

çok belli ediyor muyum

zaman zaman benim de sormak istediğim oluyor bu soruyu.

eşcinsel olmamla ilgili benim genel tavrım hep şu şekilde oldu; asla yalan söyleme ama kendini korumayı da ihmal etme.

başından beri hiç rol yapmadım, ilgilenmediğim şeylerie ilgileniyormuş havası yaratmadım veya arkadaşlar arasında kız meseleleri açılınca sahte tepkiler vermedim; genellikle iki uçlu cümleler kurarak çıktım işin içinden. diğer taraftan içinde bulunduğum toplumun gerçeklerini de göz önünde bulundurarak yakın arkadaşlarım dışındakilere doğrudan 'ben eşcinselim' ya da bu kapıya çıkacak bir şeyler de söylemedim. her ne kadar içeriden doğalmış gibi görünüyorsa da aslında kendinize yine bazı sınırlar çizmiş oluyorsunuz ve karşınızakiler de yeterince incelmişlerse fark ediyorlar sanırım bazı görünmez çizgilere dikkat ederek adım attığınızı.

o yüzden ara sıra merak ediyorum o çizgileri sezen birileri oluyor mu diye. gerçi ben soğuk nevale olduğum için doğrudan odun olarak da algılanıyor olabilirim tabii.

eşcinsel çevrem yok diyen kıdemli eşcinsel

başlık altında neredeyse kavga çıktığı için yazma ihtiyacı hissettim.

fena halde yanlış anlaşılmaya kurban giden başlık. bu başlığı açıp ilk entryi giren ve muhtemeldir ki aldığı ters tepki nedeniyle silen arkadaş, tepki gösteren yazar ve ardından gelen bazı yazarların zannettiği gibi eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinselleri kastediyor değildi. başlıktaki kıdemli kelimesinden ve silinmiş olan entry içeriğinden de anlaşılacağı üzere eşcinsel kimliğini gençliğinde yaşayan ancak yaşlandıkça topluma uyum sağlama kaygısı ağır basan, uyum sağlamak için de en kestirme yol olarak homofobik söyleme eklemlenip onu taklit ederek kabul görmeyi bekleyen bir eşcinsel tiplemesi eleştiriliyordu. kısaca, homofobik olmakla itham edilenler eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinseller değildi.

başlığı, eşcinsel çevresi, arkadaşı olmayan eşcinseller hakkındaymış gibi algılayıp 'vay efendim bana homofobik mi diyorsunuz' tavrına girmek biraz fazla aceleci olmuş. ilk entryi silen arkadaş ki nicki hatırlıyorum, yazıyı imkanı varsa ve canlandırırsa durum daha iyi anlaşılacaktır.

demem o ki, dövüşmeden oynayın.

halklailiskilerci

eyalet sistemi konusunda kendisiyle aynı fikirde olmadığım için birkaç karşılıklı fikir teatisi içeren mesajlaşmayı tekrar etmek istemediğim bir kelime ile zekamı sorgulayarak bitiren yazar.

ilginçmiş.

sözlük yazarlarının alerjileri

sanırım sadece zenginlere dokunan maddeler... fındık, fıstık bir tarafta polen bir tarafta.; ben hiç polen alerjisi olan yoksul görmedim.

sizlere de ibuprofen efendim, sevgilerle.

edit: eksiyi yemem üzerine kendime 'sağlıkla şaka olmaz' diyor eksiyi verene teessüf etmekten de geri durmuyorum.


cin

belirli yaşın altındaki çocuklara bunlardan bahsedeni 'çocukların zihinsel gelişimini olumsuz etkilemekten' yargılamalı diyeceğim ama bir bizde değil hemen her kültürde benzerleri var olan, muhtemelen insan türünün karanlıktan korkmasından türetilmiş hayali varlıklar.

cin cin cin

edit: gelmedi.

olgun erkeklerden hoşlanan genç erkek

freud'a bağlamazsa ölecek hastalığına yakalanmış yazarların aksine 'aha kır saçlıya baktı, kesin bir baba problemi var' durumu istisnadır efendim. hemen bir psikanaliz yapmalar, çocukluğuna inmeler.... her şeyi de bu kadar bilmeyiverin!
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.