franz kafka
gregor samsa'nın bir sabah aniden bir böcek olarak uyanmasıyla başlayan 'dönüşüm' adlı romanın kapağında kesinlikle böcek figürünün kullanılmamasını vasiyet eden yazar.
muhtemeldir ki eserinin temel derdi olan yabancılaşma sürecinin böcek imgesinin görselliği altında fantastik bir öykü olarak pazarlanmasına fırsat vermek istemediğinden bu yolu seçmiştir.
fanzin
her ne kadar daha çok öğrenci gruplarının ya da amatörlerin rağbet ettiği bir tür gibi görünse de kritik zamanlarda gerekli iletişimi sağlayan önemli bir alt iletişim dalgasıdır fanzinler.
siyasal ortamın gerildiği, gençlik hareketlerinin ya da sınıfsal çatışmaların hız kazandığı dönemlerde, iktidar ile medya arasındaki çıkar ilişkisi nedeniyle kendi medyasına sahip olmayan tarafın görünmez iletişim ağı olur fanzin sayfaları. bir künyesi, adresi ve sahibi olmak zorunda olmadığından yasal süreçlerin kolaylıkla dışında kalabilir; mahkeme celbi, yayınevi baskını riskini minimuma indirirler.
1917 ekim devrimi başta olmak üzere pek çok kritik eşiğin moral gücünü taşıyan ve taze tutan siyah beyaz ve sahipsiz bir sestir fanzin; künyesi de adresi de tutulduğu eldir.
burun
gogol'un en güzel öyküsüdür.
sahibinden bir sabah apansızca ayrılıp giden burun tüm şehri dolaşır ve sahibini de sokaklarda peşinden sürükler. bu yönüyle bakıldığında mizahi yönü oldukça kuvvetlidir zira burun pelerin takar, atlı arabalarda gezer hatta insanlarla konuşur. ancak biraz gogol'un külliyatına hakim olduğunuzda burun'un aslında savrulmakta olan rusların kaybettiği aidiyet duygusu olduğu anlar, kendi aidiyet kaygılarınızın eşiğinde kalakalırsınız.
tevafuk
tesadüften farklı olarak tevafuk da beklenmedik bir anda yaşanan karşılaşma durumu anlamsız değil, var olduğu iddia edilen yaratıcının bizim bilmediğimiz planını gerçekleştirmek üzere ayarladığı bir denk düşürülme durumudur.
buna göre tesadüf tümüyle anlamdan yoksunken tevafuk ise ancak gelecek zamanda etkilerini gözlemlediğinizde hikmetini çözebileceğiniz bir duruma işaret eder. islam inancında kaderden ziyade kaza kavramı kapsamına girer ve kaçmanın mümkün olmadığına inanılır. kader ise yine inanca göre bu karşılaşmalara vereceğiniz tepkiler ile çizilir. böylece hem tanrı tevafuk ile hayatınıza yön verir hem de cehennemin kapısında 'ama sen yaptırdın' diye şikayet etmeye kalktığınızda 'o kaza kısmıydı ama kaderini sen çizdin' diyerek aradan sıyrılmanın yolunu bulur.
çok ayıp.
en az üç çocuk yapın
nüfusun azalmasını engellemekten çok iç politikada kendini sağlama almaya çalışan iktidarın temel nüfus politikası.
yoksul bırakılan toplumların vatandaşı oldukları devletler sanayileşme ve kapitalizm trenine ne ölçüde erken binebildiklerine bağlı olarak bir nüfus politikası geliştirirler. eğer ilgili toplum tarım toplumuysa zaten uzun süredir kültür yapısını çok çocuk yapma üzerine kurmuştur; temel sebep daha fazla tarım işçisine sahip olmak, diğer yerel unsurlara askeri üstünlük sağlamak vb olsa da bunları açıklıkla dile getirmek işlevsiz olacağından, hakim kültür yapısı daha örtük araçlarla bu amaca hizmet edecek şekilde dizayn edilir. bireylerin kültürel unsur olarak algıladığı çok çocuk yapma eğilimi böylece dayatılan değil rıza ile gerçekleştirilen doğal bir akış haline gelir; toplum, kendi sömürü zeminini besleyen bir döngü yaratır. sanayi sonrası dönemine bu tarım toplumu yapısıyla geçen devletlerin tek satılabilir kaynağı yine tarımsal ürünler olduğundan, paraya çevirilebildiği sürece nüfus artışı da desteklenmeye devam eder. bu durumdaki bir devletin askeri donanımı da insandan ibaret olacağı için sayısal artış daha fazla anlam kazanır.
trene geç binmiş ve sanayisini geliştirme aşamasına gelmiş devletlerde ise en önemli ihtiyaç dış yatırım olarak kendini gösterir; kendi sanayi hamlesini gerçekleştirecek kaynağı tarım ürünü satarak sağlaması mümkün olmayan devletler bu kanala yönelir. dış yatırım oyuncuları doğal olarak kâr odaklı hareket ettiğinden maliyetin düşük olduğu ortamları tercih ederler. bu noktada yatırım çekmek isteyen bir devlet için nüfus fazlalığı ucuz işgücü fırsatı anlamına gelir; çalışanlar olanakların sınırlılığı ile rakip sayısı arasındaki uçurumun yarattığı işsizlik korkusu nedeniyle sömürüye rıza gösterir. yatırımın istikrarı sömürüye gösterilen rıza ile paralel olarak artacağından nüfus artışını teşvik temel politika halini alır. bu süreçte ilgili politik odak, bir zamanların iktidarı toğrağa ve asker sayısına bağlı yöneticileri tarafından geliştirilen kalıp ve kültür öğelerini yeniden gündeme taşır ve aynı amaçla, nüfus artışını kontrolsüz sayılabilecek ölçüde teşvik etmeyi meşrulaştırmak için tedavüle sokar.
eğer ilgili devlet kendi iç dengesini sağlayamamış ve farklı politik iklimlerin hakimiyet savaşı verdiği bir sosyal/politik yelpazeye de sahipse, tarım toplumunu kafasından atamadan sanayiye dalıp toprak kölelerini fabrika kölesi haline getirmesinin bir benzeri olarak, fabrika kölesini de 4-5 yıl aralıklarla kutlanan bir 23 nisan edasıyla sandık önüne dizip temsili olarak yönetici koltuğuna oturtur. işçi ve asker olmanın ötesinde bir de oy sahibi olarak yine sayısal varlığı ölçüsünde önem kazanır bireyler, pardon yığınlar.
ne var ki hiçbir devlet gerekli sanayi atılımını başkalarını sömürmeden gerçekeleştiremeyeceğinden ve başka ülkeler sanayinin babaları tarafından parsellendiğinden elindeki tek kaynağı, kendi toplumunu sömürmeyi seçmiş bir devlet kaçınılmaz olarak trenin eski yolcularının sanayiden bilgi toplumuna geçtiği gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalacaktır. daha fazla ucuz işçi ve politik destek için rızayı kendiliğinden üreten kültür öğelerine ağırlık veren bir politika aynı zamanda bilgiye ve araçlarına erişimin kontrol altında tutulmasına bağlı olduğundan, iktidar bir seçim yapmak zorunda kalır; kendi politik varlığının altını oyma potansiyeli olan bilginin serbest dolaşımına dayanan bir toplum düzeni mi, politik desteğini korumayı kolaylaştıracak ama bilgi üretimini ve aktarımını sömürüye dayanan kültürün sınırlarıyla zaptedecek bir toplum düzeni mi?
yoksulluk sınırıyla açlık sınırını ayrı ayrı hesaplayacak kadar 'haline şükret' düsturu üzerine krulmuş bir devlet çatısı altında, sömürüye kendinden rıza üreten bir işgücü varken kim, neden daha fazlasını versin?
yoksulların çok çocuk yapma sorunsalı ile açlık sınırındakilerin çok çocuk yapma sorunsalını karıştırmamak gerekir. açlık sınırı altındakiler politik bile olamayacak ölçüde hesap dışı bırakılanlardır; herkes bir oy ettiğine göre sayıları azaltılmalı ve yapılamıyorsa gözden uzak tutulmalı hatta gözden düşürülmelidirler. yoksul olan ise politik denklemin önemli bir unsurudur; her iktidarın potansiyel kaidesidir; rızaya eğilimli ama aç olmaması, daha iyisini umut edecek kadar diri tutulması gerekir.
çok çocuk, rıza, rızk, allah rızası, rızkını allah verir, bir allah kuruşu...
türkiye, sen misin?
bordo siyah
kitaplarının uzun ve ince tasarımının tercih sebebini anlayamadığım yayınevi.
bu tasarım sanki daha çok klasikleri basan diğer yayınlardan ayrılmak, bir tür imaj çalışması olarak tasarlanmış gibi görünüyor ama fena halde okuma sürecinin keyfini kaçırıyor. üstelik kitaplığa yerleştirme konusunda da diğer kaitaplardan farklı ebatları nedeniyle sorun çıkarıyor ve görüntü kirliliği oluşturuyor.
aklıma gelen uzak bir ihtimal de uzun ve ince tasarımın satır genişiliğini kısaltıp okuma hızını arttırdığı hususu nedeniyle bu tercihte bulunmuş olmaları. ancak hem dostoyevski ve tolstoy gibi isimleri hızlı okumak değil sindirmek önemli olduğundan hem de paragaf sorusu değil edebiyat eseri okuduğunuz için bu da geçerli bir sebep sayılamaz.
kız çocuğu
'çocuk' kelimesinin önüne getirilen 'kız' sıfatı, erkek çocuğu ifadesinin yaygın olmayan kullanımıya birlikte düşünüldüğünde, çocuk kelimesinin tıpkı insan kelimesi gibi default/öntanımlı halinin de erkek olduğunu düşündürüyor.
çocuk kız olduğunda mutlaka cinsiyeti belirtilme ihtiyacı duyuluyor ki aslında geleceğin kadını olarak şekillendirilecek bir proje olan çocuğa ona göre muamele edilsin. işin en sakıncalı tarafı da bizzat medya içeriklerinin bu ifadeye sıkı sıkı sarılmasıdır. haber içeriklerinde erkek çocukları sadece çocuk olarak geçerken geleceğin muhtemel haberlerinde 1'i kadın ifadesine malzeme olacak çocuklar da kız çocuğu olarak tanımlanıyor.
the kite runner
fena halde kibirli bir eski asilzadenin insanı çileden çıkaracak ölçüde vicdan pazarladığı roman.
ana karakter mensup olduğu sosyal sınıfı öyle içselleştirmiş durumda ki hayatını alt üst ettiği insanların acılarına bile ancak 'sırrı çözülemeyen mistik bir topluluğun acılara göğüs geren ilkel ama gurulu yaşam tarzı' çerçevesinden bakmaktan bir an bile vazgeçemiyor. hem bireysel hem de sınıfsal olarak yarattığı tahribatı değil de sadece hayatın gerçeklerini algılamayacak kadar ilkel ama terk de edilmemesi gereken bir güruh olarak algıladığı insanlara güya yardım eli uzatıyor.
aslında temelde yazarımız geçmişte kötü şeylere sebep olan ama vicdan ve insani ilkeler nedeniyle yardım için geri dönen kurtarıcı adı altında, önce afgan mücahitleri sovyetlere karşı silahlandırıp destekleyen sonra da afganistan'ı ayni mücahitlerden kurtarmak için geri dönen abd güzellemesi olarak okunsa daha iyi anlaşılır.
8 mart dünya emekçi kadınlar günü
tıpkı 1 mayıs'ta olduğu gibi ana akım medya, politik arena ve bazı stk'lar tarafından eylem günü olmaktan çıkarılıp sanki bir tür anma ya da şenlik günüymüş gibi şekillendirilmeye çalışılan tarihtir.
bu tür tarihsel noktalar yıl içine yayılması gereken eylem ve aktivitelerin sıradanlaşmaması için bir tür eylemsel pike noktası olduğu ve hareketi sarsıp tazeledikleri sürece işlevseldir. aksi takdirde daha şimdiden emekçi kelimesini atıp kadınlar gününe çevrilmiş olan bu tarih yakın zamanda 'acaba ne hadiye alsak' saçmalığından öteye geçmeyen sahte duyarlılıkların ve serbest pazarın oyuncağı olacaktır.
elif şafak
tasavvuf düşüncesini bir dönem batılıların uzak doğu inançlarına yaptığına benzer bir konsept dahilinde flulaştıran yazar.
elif şafak ısrarlı bir biçimde tasavvuf geleneğini günümüzün kişisel gelişim söylemine yakınlaştırıyor ve geleneğin şablon unsurlarını popüler külürün tüketim havzasına pervasızca serpiştiriyor. tasavvuf'un dikine uzanan seyrini temiz kalpliliğe indirgeyip yatay düzlemde sınırları belirli olmayan bir iyilik haresine dönüştürüyor; herkesin kendini kolaca dahil edebileceği bir evrenle uyum içinde olma klişesine kapı aralıyor. bir kitap tanıtım toplantısında arkasındaki reklam panosuna yerleştirilmiş kantlı sufi imajının da işaret ettiği üzere, şafak'ın tasavvufu geleneğin seyri süluk anlayışından çok dilek perilerini ve iyi niyet bezirganlarını kapsıyor.