tein

Durum: 230 - 0 - 0 - 0 - 27.01.2017 14:09

Puan: 4164 - Sözlük Kezbanı

12 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

hamdım, hamım, ham
  • /
  • 12

hakan akkaya

kendisi ve benzerlerinin tavrına çok da şaşırmamak, kendisiyle ters düşüyor falan diye düşünmemek gerekiyor. benzer durumlarda hep bu adamların kimlik özellikleri ile iktidar partisinin dayatmaya çalıştığı kimlik arasındaki çelişkilerden dem vuruluyor ama 'sınıfsallık' kavramı sıklıkla es geçiliyor. bu adamlar zaten ekonomik olarak geçirgen olmayan görece kapalı bir çevrede kapalı devre bir sosyolojinin parçası olarak yaşıyorlar. ülkenin yapısındaki bizi endişelendiren değişim ekonomik sebeplerle kuvvetle muhtemel bu adamların yaşantılarına hiç etki etmeyecek, semtlerine bile uğramayacaktır. bu durum medya ve iş dünyasından para kazanmanın diyetini ödeme gerekliliğiyle de birleştiğinde bu adamların geldikleri nokta sınıfsal olarak hiç şaşırtıcı görünmüyor.

kendisine söylenebilecek tek şey şu olabilir; hayırlı işler!

hakan akkaya

referandumda evet diyen ünlüler kervanına katılan bir diğer isim olmuştur.

mustafa ceceli'nin son albüm ismi için rte'den görüş alması

amorphis

finlandiyalı metal grubu. tales from the thousand lakes albümü tavsiye edilir.

metal müzikle hiç alakası olmayan bana bir saat aralıksız kendisini dinletmeyi başardığı düşünülürse müziklerinde metal türünü aşan birşeyler olduğu rahatlıkla söylenebilir.

streamsquid

kaynak olarak youtube'u kullanan alternatif bir müzik dinleme zamazingosu. youtube varken bunu ne yapayım derseniz, efendim bu zamazingo tıpkı spotify vs gibi bir arayüze sahip. 60'lardan jazz klasiklerine bir dünya liste arasında dolaşıp sevdiğiniz türde müzikleri topluca dinleyebilir ya da spotify top 100, itunes top 100 gibi listelerle güncel parçaları dinleyip yeni isimler keşfedebilirsiniz.

http://streamsquid.com/

bookzz

bir dünya akademik kitabın pdf dosyasına ev sahipliği yapan bir arşiv, bir memba.

http://bookzz.org/

korsana hayır!


tastekid

sevdiğiniz tarzda filmlerin benzerlerini bulmanızı sağlayan bir tavsiye sitesi. müzik, kitap vs için de kulanılabilir ama en verimli tarafı film köşesidir.

https://www.tastekid.com/movies

sabah alarmı

erteleneni makbul olmakla birlikte doğru bir müzik seçimiyle güne zinde başlamanızı sağlayan zamazingo.

örnek müzik için

eleğimsağma

gökkuşağı anlamına gelmekle birlikte aynı zamanda bir ömer seyfettin hikayesidir.

işin ilginç tarafı bu hikayede köylü kızı emine'nin gökkuşağının altından geçince cinsiyet değiştirip erkeğe dönüşmesi ve kız kaçırmaya girişmesidir. ömer seyfettin'in bir asır önceden gökkuşağıyla cinsiyet mefhumu arasında ilişki kurmuş olması büyüleyicidir.

scribd

scribd.com adresinde ikamet eden ve bol miktarda akademik metnin pdf formatında bulunabileceği döküman merkezi.

indirme işlemi için üyelik istemesi pek hoş olmadığından https://scribdownload.com adresindeki kutucuğa istediğiniz pdf linkini yapıştırıp üyelik açmadan belgeleri indirebilirsiniz.

elçiye zeval olmaz

23 temmuz 2015 tsk ve ışid çatışması

aynı gün incirlik askeri üssünün abd'nin suriye üzerindeki faaliyetlerinde kullanılabilmesi için bakanlar kurulunda imzaya açılan belge de bir hayli ilginç görünüyor. nasıl olmuşsa ışid kurşunu sıkar sıkmaz iki devlet normalde günler haftalar alan pazarlık ve prosedürleri dakikasında bağlayıp anlaşmışlar.

ışid'in istanbul'da toplu bayram namazı kıldırması

bana öyle geliyor ki 'bunlara neden izin veriliyor' sorusun cevabı hükmetin bu grupları desteklemesinden ziyade, yanlış dış politikanın bir yan etkisi olarak kontrolsüzce büyüyen ve müdahale edildiğinde öyle bizim yaptığımız gibi yürüyüş yapıp slogan atmaktan çok rastgele bombalama eylemlerine dönüşebilecek bir çılgınlıktan korkulmasına işaret etmek daha akılcı görünüyor.

birkaç ayda biter denilen suriye meselesi zamana yayılıp herkesin etksine açık ama kimse tarafından kontrol edilemeyecek kadar karmaşık bir sürece evrilince doğal olarak 'kullanıp atarız' denilen gruplar hem kalıcı olmaya hem de tabanlarını genişletmeye başladılar. gözü dönmüşlükleri üç ayda halledilecek suriye hesabı için faydalı addedilen gruplar da uzun vadede kulakları çekildiğinde nasıl tepki vereceği tahmin edilemeyen ve patlamaya hazır enerji havzalarına dönüştüler. mevcut durumda ülkenin dört bir yanında en az beş yildır cihat psikolojisiyle dengesizleşimiş onbinlerce insan ve hükümetin yalnızca bir araç olarak kullandığı söyleme gerçekten inanmış görünen milyonlarca sempatizan var. muhtemelen büyük başlar da kendi yarattıkları canavarın farkında ama ona müdahale etmenin olası sonuçlarını da göze alamayacak kadar köşeye sıkışmış durumdalar.

kız arkadaşı terk edince her şeyini ikiye bölen adam

ben peyniri parçalamadan ikiye bölemezken adam televizyonu öyle muntazam ikiye bölmüş ki resmen imrendim. demek ki keramet bölende değil terkedip de böldürendeymiş diye meseleyi bağlayarak beceriksizliğimin faturasını da bu vesileyle kişisel tarihimdeki üçüncü taraflara çıkarabilirim.

bugün de egomuzu tatmin ettik inşallah.

kadının kadına uyguladığı şiddet

ne yazık ki bu mesele özellikle de heteroseksüel erkekler tarafından sıklıkla bir tuzak haline getirilmektedir. kadına yönelik şiddet tartışmalarında ne kendi sorumluluğunu kabul etme ne de mevcut problemi çözme yeterliliği gösteremeyen taraf bir anda şiddet meselesinin kapsama alanını genişletip kadının kadına yönelik şiddeti gibi meseleleri de tartışmanın alanına dahil ederek kendi varlığını pek çok failden biri durumuna indirgemektedir. aslında bu yöntem pek çok alanda sıklıkla uygulanan ve 'baksana ne kadar çok mesele var, neden hep bana yükleniyorsun' anlamına gelen; karşısındakini kasıtlı düşmanlıkla itham edip üste çıkmaya çalışan bir tutumun habercisidir. örneğin benzer bir tutum kürtlerin anadilde eğitim talebi karşısında o ana kadar bahsetmek kimsenin aklına gelmemiş olan çerkesler'in anadilde eğitim talebi işaret edilip 'size verirsek onlara da mı vereceğiz', 'tamam sorun var ama işte tek mağdur siz değilsiniz, çok da şey yapmayın yani' demeye getirilir.

kadına yönelik şiddet meselesinde özellikle heteroseksüel erkekler tartışma bir eşikten geçtikten sonra fail olma durumunu paylaştırıp sorumluluk halkasını herkese ve hatta meselenin mağdurlarına da yaymak için bir anda kadının kadına yönelik şiddetini o ana kadar hiç dert etmedikleri halde yeni keşfetmiş gibi ortaya sürme eğilimde olabiliyorlar. kısaca bu mesele daha acil bir mesele olan erkeğin kadına yönelik şiddetini sıradanlaştırma malzemesi olarak kullanılmamalı, böyle girişimlere karşı da uyanık olunmalı.

tatlı krizi

çoğu zaman gerçek bir kriz olmaktan ziyade alışkanlık ya da boşluk duygusundan kaynaklanmaktadır.

birkaç hafta bilinçli olarak şeker ve türevlerinden uzak durulduğunda tatlı krizleri önce hafifleyip zamanla da tamamen kaybolabiliyor. tabii boşluk hissi ve depresyondan da uzak durmak gerekiyor zira bu ikisinin çaldıklarını insan illa ki birşeylerle doldurmak istiyor.

şeffaf

bazen çok ağır olabilen bir insanlık hali.
en güzel şekilde anlatıldığı bir şarkı için chicago müzikalinden gelsin

tuğçe kazaz

beni çelişkili düşüncelere sevk eden kadın.

hiçbirimiz içinde yaşadığımız toplumun çarpık kolektif zihninden azade değiliz; tüm şikayet, karşıt tutum ve muhalif konumlarımıza rağmen zaman zaman kendimizi şikayet ettiğimiz dinamiklerin içinde süzülürken bulabiliyor, daha kötüsü bu çelişkinin içine düşüp onu hiç fark etmeyebiliyoruz. tuğçe kazaz'ın pek de zekice olmayan malum girişimleriyle iktidar halkasına eklemlenmeye çalıştığı süreç boyunca hakkında yazılan çizilenler de bana bahsettiğim çelişkiyi farkında olmadan taşıyıp taşımadığımı sordurtuyor. söz konusu olan kişi eski bir manken, hadi kelimelerden korkmayalım, vücudu ile iş yapıp ardından din tandanslı bir oluşuma yamanmaya çalışan bir kadın olmasa, mizah malzemesi yapma noktasında bu ölçüde istekli olur muyduk acaba? kendisiyle dalga geçmek için zihnimizi kamaştıran şey ne ölçüde pek parlak görünmeyen zekasıyla densizliğinden ve ne ölçüde 'sarışın aptal' klişesinden besleniyor merak ediyorum.

kısaca bir kadın ve eski manken olmasa yine de bu kadar iştahlı olur muyduk hakında geyik çevirmek için diye düşünüyor ama net bir sonuca ulaşamıyorum.

genç islami müdafaa grubunun lgbti bireyleri öldürün afişleri

şu olay herhangi bir partinin, örgütün vs hukuki girişimi ile sonuçlanmayacaksa yazıklar olsun.

işin toplumsal boyutlarından ziyade hukuksal mahiyeti daha öncelikli görünüyor. herhangi bir sivil toplum örgütünün bu meseleyi acilen davalık hale getirmesi gerekir. olumlu ya da olumsuz alınacak her sonuç yol haritasının şekillendirilmesine de katkı sağlayacaktır. doğal olarak ilk akla gelen chp, hdp ya da kaosgl gibi oluşumlar oluyor. bunlardan herhangi biri bu meseleyi hukuk zeminine çekme noktasında bu tür olayları aslında birer fırsat olarak görüp harekete geçmeliler.

eskişehirde üniversite okumak

üniversite ve bölümlerdeki eğitim kalitesinden bağımsız olarak, salt şehir bazında düşünüldüğünde eskişehir'de üniversite okumanın kötü bir ihtimal olduğu tek durum zaten eskişehir'de yaşıyor olmaktır.

istanbul, izmir gibi istisna alanlarda yaşıyorsanız üniversite dönemini ailenizden uzak, bağımsızlaşabileceğiniz bir dönem olarak yaşayabileceğiniz en iyi alternatif eskişehir'dir. okul bittiğinde yine daha büyük şehrinize döner kaldığınız yerden devam edersiniz. eğer herhangi bir anadolu şehrinde yaşıyorsanız ise istanbul, izmir gibi şehirlere gidemediğinizde en iyi alternatif yine eskişehir'dir zira başka herhangi bir şehirden daha iyi bir ortam sağlayacaktır. kısaca eskişehir'de yaşamıyorsanız eskişehir'de üniversite okumak her durumda kârlı görünüyor.
  • /
  • 12
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 230

ayı sözlük yazarlarının ilk maaşı

liseyi bitirdiğim yaz, ailemin bölüm seçimi konusunda uyguladığı baskıya rest çekerek üniversiteye gitme fikrini tamamen reddettiğim, tercih yapmadığım yıldı. sonuçlar açıklanıp o puanla açıkta kaldığımı görünce ne yaptığımı anlayıp kıyameti koparmışlar, bana da bir iş bulup evde daha az vakit geçitmekten başka çare kalmamıştı. bulduğum ilk işe girip bedenimi yeterince yorarsam zihnim daha az çalışır diye düşünerek çelimsiz halimle ağırlıkların altına atmıştım kendimi. çalıştığım yerde benimle aynı işi yapan ellili yaşlarda bir abi de vardı. ayın sonunda bir öğle yemeği arasında ekmek arası peynir domatesini yemekte olan adamın karşısında donup kalmış, dehşete düşmüştüm. bir taraftan ekmeğini ısırırken diğer eliyle de az önce birlikte çektiğimiz üç kuruşluk maaşı evirip çeviriyor, mırıldanmalarından anladığım kadarıyla nereye ne kadar vereceğini hesaplamaya çalışıyor ama hangisini sonraki aya erteleyeceğini kestiremiyordu. dehşete düşmüştüm çünkü otuz yıl sonraki halime baktığım hissine kapılmıştım. boğazıma yumru olup oturan paranın azlığı, insan gibi yaşamaya yetmezliği değildi. kafasında ve göğsünde kim bilir neleri taşırken kendi hayatına sıkışıp kalma duygusu bir korku olmanın ötesinde cisimlenmiş olarak önümde duruyordu sanki, nefesim kesilmişti. her gün aynı güne uyanacak, her gün aynı şeyleri tekrar edecek ve zihnimin sınırsızlığı ile gerçekliğin çoraklığının yarattığı çelşikiyi bastırmak için aklımı tümden susturmaya çalışmakla geçecekti zaman; ilk maaşımla sonraki maaşlarım arasında tek değişen yaşım olacak ve yaşam ben yaşamadan tükenecekti.

üniversiteden vazgeçerek bana seçme şansı tanımayan ailemden intikam aldığımı düşünüyordum; gerçi ben küçükken de anneme kızdığımda yemek yemeyerek onu cezlandırdığımı sanırdım. kendine acı çektirerek çevrendekileri cezalandırmaya çalışmak ne kadar çocuksu ve anlamsız!

aldığım ilk maas bana hayatımın geri kalanın nasıl olacağı hakkında okkalı bir tokat attı; bir sonraki sene yine aileme rest çekerek ama bu sefer istediğim şehir ve bölümü seçerek üneversiteye gitmemi sağladı. okulu bitirdiğim bu eşikte muhtemelen beni yine üç kuruşu evirip çevireveğim bir iş bekliyor ama kendi seçimlerimle ve istediğim şehirde yaşadığım sürece mutluyum. yine de o öfkeyi, kendi hayatına sıkışıp kalmış o adamın zihnime kazınan portresini unutmadım. muhtemelen benden çok daha falzasına sahip olan ama hayata geçirmek için fırsat bulamamış, ruhu bedeninden şişman o hayat soğurucu bir avuç adamın düzeninde sıkışmış adamın öfkesi hala orada duruyor.

ilk maaşımla eve dönerken kardeşime manavdan meyve, eve ekmek ve kendime kitap almış, geri kalanını da üniversite masrafları için bir kenara atmıştım. meyveler taze, ekmek sıcak ve kitap güzeldi.

ayı sözlük yazarlarından iyi görünme taktikleri

- ayakkabılarınız çok da temiz olmasın; her daim göz kamaştıran parlaklıkta ayakkabı giyen adamlar ben de uğur ışıl(d)ak'ın oluşturduğu tekin olmayan pürüzsüzlük hissi uyandırıyor.

- şunu şununla kombine edeyim cümlesi aklınızdan geçtiği an kendinizi uçan adam sabri gibi yerlere atıp kombin kelimesi aklınızdan silinene kadar da kalkmayın; nerede bir kombine etme hali olsa orada genellikle bir adet 'dolabın yarısını üzerine giymiş adam' atmosferi oluştuğu gözlemlerimle sabittir.

- saçınız uzun ise iki saat ayna karşısında kafanızdaki uzantılarla cebelleşip dışarı çıkınca 'yataktan kalktığım gibi geldim' pozu kesmeyin. saçınız çok kısa ise de 'ayna karşısında yüzümdeki varoluşsal krız ifadesi eşliğinde saçımı sıfıra vurdum, hakkımda ne düşündüğünüz kaygısını çoktan aştım' pozu kesmeyin. alt tarafı saç yahu, hiç poz kesmeyin.

- boxer seçimine gelince, çok ayıp...!

islamofobi

müslümanların hatalarını islam'a mâl etmeyin diyenlerin gözden kaçırdığı basit bir nokta var. su şebekesine zehir karışmış ama özünde su temiz bir maddedir kullanmaya devam edebilirsiniz kapısına çıkıyor iş; suç islam'da değil müslümanlarda demek pratik olarak hiçbir sonuç doğumuyor ve zaten insanlar da suçun kimde olduğunu umursamıyorlar. mesele o zehir o sudan ayrıştırılabilir mi ya da kim ayrıştıracak meselesinde düğümleniyor.

bir de şu gerçek islam muhabbetinden de vazgeçilsin artık yahu! islam'a göre yaşamayanlar neyin gerçek islam olduğunu araştırıp öğrenmek zorunda değil. adamın islamla karşılaştığı nokta kendini müslüman olarak tanımlayan adamla kurduğu ilişkidir. ben müslümanım diyen neyse karşıdaki için islam da o olacaktır. ne yapsınlar karşılaştıkları her müslüman için eve koşup inanmadığı bir dinin kitabını mı karşılaştırsın?

müslümanlar islamiyet hakkındaki yargılardan rahatsızsa o tutarsız yargılara kızmak yerine kendilerini değiştirirlerse bir şeyler de değişebilir.

galapagos

darwin'in evrim teorisini temellendirmesinde önemli bir yeri bulunan ada toplululuğu.

adalar uzun süre diğer kara parçalarına uzak ve izole kaldığından ada üzerindeki yaşam dünyanın geri kalanından radikal ölçüde farklılaşmış ve endemik türlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. yaklaşık 60 irili ufaklı ada takımının ismi ise ispanyolca kaplumbağa adaları anlamına geliyormuş.

türk olmaktan gurur duymak

sanırım buradaki fikir ayrılığı gurur ve onur kavramlarının birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor. gurur başkaları tarafından görülebilen hatta zaten başkaları görsün diye bürünülen bir tavırdır. dilimizde 'gururlanma senden büyük allah var' şeklinde bir deyiş olması da gururun kişinin kendi iç dünyasıyla ilgili olmaktan çok diğerleriyle kurduğu ilişkiye dair bir kavram olduğunu ifade ediyor. diğer taraftan onur ise daha içsel bir süreci ifade etmektedir. parçası olmaktan onur duyduğunuz şeyle iligili yoğun bir memnuniyet ve onun unsurlarına karşı samimi bir ilgiyi ifade ediyor ama başkalarına bu memnuniyeti sergileme durumunu barındırmıyor. aradaki ayrım büyük ölçüde sergileme kavramıyla çiziliyormuş gibi görünüyor.

kısaca eğer türk olmaktan onur duyuyorsanız bunun muhtemel yansımaları türkçe'yi iyi kullanmak, edebiyatına ve diğer kültürel değerlerine karşı kendilğinden gelişen bir ilgi ve hakimiyet olarak kendini gösterirken, türk olmakla gurur duymak ise hayatınızda iki kitap okumadan türk'ün gücü falan diye gezinip türk olmayanlar hakkında atıp tutmak şeklinde tezahür ediyor. en azından benim gözlemlerim bunlar.

heteroseksüel ayı sözlük yazarları silinsin kampanyası

homofobik denilen durum zannedildiği gibi tekil bir nitelikten çok dereceli bir yapıya sahip ve pek çok homofobik insan belki de hayatında hiç eşcinsel biriyle ilişki kurmadığı için homofobiye sahip oluyor. tüm hayatınızı haklarında olumsuz şeyler söylenen insanlardan biriyle bile karşılaşmadan geçirdiğinizi düşünün, kaçınız kafanıza çakılan önyargıları kendiliğinizden reddedip karşı kutba geçme cesareti gösterirdi.

benim bizzat belirgin homofobiye sahip olan ve zamanla benimle kurduğu ilişki üzerinden üniversitede sınıf içi tartışmada eşcinsel haklarını destekleyen ateşli bir konuşma yapma noktasına ulaşmış arkadaşım var yahu! ben onunla homofobik olduğu için ilişkiyi kessem ve o eşcinseller hakkında sadece kendi dünyasındaki tekil sesi suymaya devam etseydi daha mı iyiydi?

devrim ancak kendi hayatlarınızı küçük devrimlere dönüştürürseniz mümkündür. homofobik deyip eşcinseller hakkında dile getirilen her olumsuz fikirde bir insanı eksiltirsek iletişim halkımızdan, günün sonunda yalnızca bir avuç insanla konuşabilir duruma düşeriz.

cemil ipekçi

en önemli ayrımın sınıfsal olduğunu gösteren iyi bir örnektir kendisi.

katıldığı bir programda hindistan gezisi sırasında karşılaştığı yoksul insanlardan 'onlar hepimizden daha mutlu aslında çünkü iç huzuru sağlayan bir inançları var' minvalinde bahsetmişti. bu kadar gerçeklikten kopuk ve oryantalist bir söze dayanamayan diğer konuk yoksulluğun kendiliğinden gelişen bir durum olmadığını, politik sebepleri olduğunu söylemeye çalışınca da 'önemli olan iç güzelliktir' gibi klasik 'beyaz' ve sığ argümanlardan dem vurduğunu hatırlıyorum.

meselelerin politik ve sınıfsal boyutunu göremiyor olmak sağlıklı bir yetişkin için kabul edilemez bir durumdur. kendisinin naifliğine vermek isterim ama bana daha çok gümüş kaşıkla beslenenlerde görülen sınıfsal ve yarı bilinçli körlüğü çağrıştırmaktadır.

öğrenci evi

perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.

ayı sözlük yazarlarının ilk maaşı

liseyi bitirdiğim yaz, ailemin bölüm seçimi konusunda uyguladığı baskıya rest çekerek üniversiteye gitme fikrini tamamen reddettiğim, tercih yapmadığım yıldı. sonuçlar açıklanıp o puanla açıkta kaldığımı görünce ne yaptığımı anlayıp kıyameti koparmışlar, bana da bir iş bulup evde daha az vakit geçitmekten başka çare kalmamıştı. bulduğum ilk işe girip bedenimi yeterince yorarsam zihnim daha az çalışır diye düşünerek çelimsiz halimle ağırlıkların altına atmıştım kendimi. çalıştığım yerde benimle aynı işi yapan ellili yaşlarda bir abi de vardı. ayın sonunda bir öğle yemeği arasında ekmek arası peynir domatesini yemekte olan adamın karşısında donup kalmış, dehşete düşmüştüm. bir taraftan ekmeğini ısırırken diğer eliyle de az önce birlikte çektiğimiz üç kuruşluk maaşı evirip çeviriyor, mırıldanmalarından anladığım kadarıyla nereye ne kadar vereceğini hesaplamaya çalışıyor ama hangisini sonraki aya erteleyeceğini kestiremiyordu. dehşete düşmüştüm çünkü otuz yıl sonraki halime baktığım hissine kapılmıştım. boğazıma yumru olup oturan paranın azlığı, insan gibi yaşamaya yetmezliği değildi. kafasında ve göğsünde kim bilir neleri taşırken kendi hayatına sıkışıp kalma duygusu bir korku olmanın ötesinde cisimlenmiş olarak önümde duruyordu sanki, nefesim kesilmişti. her gün aynı güne uyanacak, her gün aynı şeyleri tekrar edecek ve zihnimin sınırsızlığı ile gerçekliğin çoraklığının yarattığı çelşikiyi bastırmak için aklımı tümden susturmaya çalışmakla geçecekti zaman; ilk maaşımla sonraki maaşlarım arasında tek değişen yaşım olacak ve yaşam ben yaşamadan tükenecekti.

üniversiteden vazgeçerek bana seçme şansı tanımayan ailemden intikam aldığımı düşünüyordum; gerçi ben küçükken de anneme kızdığımda yemek yemeyerek onu cezlandırdığımı sanırdım. kendine acı çektirerek çevrendekileri cezalandırmaya çalışmak ne kadar çocuksu ve anlamsız!

aldığım ilk maas bana hayatımın geri kalanın nasıl olacağı hakkında okkalı bir tokat attı; bir sonraki sene yine aileme rest çekerek ama bu sefer istediğim şehir ve bölümü seçerek üneversiteye gitmemi sağladı. okulu bitirdiğim bu eşikte muhtemelen beni yine üç kuruşu evirip çevireveğim bir iş bekliyor ama kendi seçimlerimle ve istediğim şehirde yaşadığım sürece mutluyum. yine de o öfkeyi, kendi hayatına sıkışıp kalmış o adamın zihnime kazınan portresini unutmadım. muhtemelen benden çok daha falzasına sahip olan ama hayata geçirmek için fırsat bulamamış, ruhu bedeninden şişman o hayat soğurucu bir avuç adamın düzeninde sıkışmış adamın öfkesi hala orada duruyor.

ilk maaşımla eve dönerken kardeşime manavdan meyve, eve ekmek ve kendime kitap almış, geri kalanını da üniversite masrafları için bir kenara atmıştım. meyveler taze, ekmek sıcak ve kitap güzeldi.

hoşlanılan adam adı altında hep ruh hastası insanlarla sınanmak

ahmet altan'ın bir kitabında şu minvalde bir söz vardır:

hayatınıza giren hemen herkes suçlu ise belki de siz bir hapishanesinizdir.

eşcinsel çevrem yok diyen kıdemli eşcinsel

başlık altında neredeyse kavga çıktığı için yazma ihtiyacı hissettim.

fena halde yanlış anlaşılmaya kurban giden başlık. bu başlığı açıp ilk entryi giren ve muhtemeldir ki aldığı ters tepki nedeniyle silen arkadaş, tepki gösteren yazar ve ardından gelen bazı yazarların zannettiği gibi eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinselleri kastediyor değildi. başlıktaki kıdemli kelimesinden ve silinmiş olan entry içeriğinden de anlaşılacağı üzere eşcinsel kimliğini gençliğinde yaşayan ancak yaşlandıkça topluma uyum sağlama kaygısı ağır basan, uyum sağlamak için de en kestirme yol olarak homofobik söyleme eklemlenip onu taklit ederek kabul görmeyi bekleyen bir eşcinsel tiplemesi eleştiriliyordu. kısaca, homofobik olmakla itham edilenler eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinseller değildi.

başlığı, eşcinsel çevresi, arkadaşı olmayan eşcinseller hakkındaymış gibi algılayıp 'vay efendim bana homofobik mi diyorsunuz' tavrına girmek biraz fazla aceleci olmuş. ilk entryi silen arkadaş ki nicki hatırlıyorum, yazıyı imkanı varsa ve canlandırırsa durum daha iyi anlaşılacaktır.

demem o ki, dövüşmeden oynayın.

öğrenci evi

perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.

sözlük yazarlarının alerjileri

sanırım sadece zenginlere dokunan maddeler... fındık, fıstık bir tarafta polen bir tarafta.; ben hiç polen alerjisi olan yoksul görmedim.

sizlere de ibuprofen efendim, sevgilerle.

edit: eksiyi yemem üzerine kendime 'sağlıkla şaka olmaz' diyor eksiyi verene teessüf etmekten de geri durmuyorum.


cin

belirli yaşın altındaki çocuklara bunlardan bahsedeni 'çocukların zihinsel gelişimini olumsuz etkilemekten' yargılamalı diyeceğim ama bir bizde değil hemen her kültürde benzerleri var olan, muhtemelen insan türünün karanlıktan korkmasından türetilmiş hayali varlıklar.

cin cin cin

edit: gelmedi.

olgun erkeklerden hoşlanan genç erkek

freud'a bağlamazsa ölecek hastalığına yakalanmış yazarların aksine 'aha kır saçlıya baktı, kesin bir baba problemi var' durumu istisnadır efendim. hemen bir psikanaliz yapmalar, çocukluğuna inmeler.... her şeyi de bu kadar bilmeyiverin!
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.