kendisi ve benzerlerinin tavrına çok da şaşırmamak, kendisiyle ters düşüyor falan diye düşünmemek gerekiyor. benzer durumlarda hep bu adamların kimlik özellikleri ile iktidar partisinin dayatmaya çalıştığı kimlik arasındaki çelişkilerden dem vuruluyor ama 'sınıfsallık' kavramı sıklıkla es geçiliyor. bu adamlar zaten ekonomik olarak geçirgen olmayan görece kapalı bir çevrede kapalı devre bir sosyolojinin parçası olarak yaşıyorlar. ülkenin yapısındaki bizi endişelendiren değişim ekonomik sebeplerle kuvvetle muhtemel bu adamların yaşantılarına hiç etki etmeyecek, semtlerine bile uğramayacaktır. bu durum medya ve iş dünyasından para kazanmanın diyetini ödeme gerekliliğiyle de birleştiğinde bu adamların geldikleri nokta sınıfsal olarak hiç şaşırtıcı görünmüyor.
kendisine söylenebilecek tek şey şu olabilir; hayırlı işler!
finlandiyalı metal grubu. tales from the thousand lakes albümü tavsiye edilir.
metal müzikle hiç alakası olmayan bana bir saat aralıksız kendisini dinletmeyi başardığı düşünülürse müziklerinde metal türünü aşan birşeyler olduğu rahatlıkla söylenebilir.
kaynak olarak youtube'u kullanan alternatif bir müzik dinleme zamazingosu. youtube varken bunu ne yapayım derseniz, efendim bu zamazingo tıpkı spotify vs gibi bir arayüze sahip. 60'lardan jazz klasiklerine bir dünya liste arasında dolaşıp sevdiğiniz türde müzikleri topluca dinleyebilir ya da spotify top 100, itunes top 100 gibi listelerle güncel parçaları dinleyip yeni isimler keşfedebilirsiniz.
sevdiğiniz tarzda filmlerin benzerlerini bulmanızı sağlayan bir tavsiye sitesi. müzik, kitap vs için de kulanılabilir ama en verimli tarafı film köşesidir.
gökkuşağı anlamına gelmekle birlikte aynı zamanda bir ömer seyfettin hikayesidir.
işin ilginç tarafı bu hikayede köylü kızı emine'nin gökkuşağının altından geçince cinsiyet değiştirip erkeğe dönüşmesi ve kız kaçırmaya girişmesidir. ömer seyfettin'in bir asır önceden gökkuşağıyla cinsiyet mefhumu arasında ilişki kurmuş olması büyüleyicidir.
scribd.com adresinde ikamet eden ve bol miktarda akademik metnin pdf formatında bulunabileceği döküman merkezi.
indirme işlemi için üyelik istemesi pek hoş olmadığından https://scribdownload.com adresindeki kutucuğa istediğiniz pdf linkini yapıştırıp üyelik açmadan belgeleri indirebilirsiniz.
aynı gün incirlik askeri üssünün abd'nin suriye üzerindeki faaliyetlerinde kullanılabilmesi için bakanlar kurulunda imzaya açılan belge de bir hayli ilginç görünüyor. nasıl olmuşsa ışid kurşunu sıkar sıkmaz iki devlet normalde günler haftalar alan pazarlık ve prosedürleri dakikasında bağlayıp anlaşmışlar.
bana öyle geliyor ki 'bunlara neden izin veriliyor' sorusun cevabı hükmetin bu grupları desteklemesinden ziyade, yanlış dış politikanın bir yan etkisi olarak kontrolsüzce büyüyen ve müdahale edildiğinde öyle bizim yaptığımız gibi yürüyüş yapıp slogan atmaktan çok rastgele bombalama eylemlerine dönüşebilecek bir çılgınlıktan korkulmasına işaret etmek daha akılcı görünüyor.
birkaç ayda biter denilen suriye meselesi zamana yayılıp herkesin etksine açık ama kimse tarafından kontrol edilemeyecek kadar karmaşık bir sürece evrilince doğal olarak 'kullanıp atarız' denilen gruplar hem kalıcı olmaya hem de tabanlarını genişletmeye başladılar. gözü dönmüşlükleri üç ayda halledilecek suriye hesabı için faydalı addedilen gruplar da uzun vadede kulakları çekildiğinde nasıl tepki vereceği tahmin edilemeyen ve patlamaya hazır enerji havzalarına dönüştüler. mevcut durumda ülkenin dört bir yanında en az beş yildır cihat psikolojisiyle dengesizleşimiş onbinlerce insan ve hükümetin yalnızca bir araç olarak kullandığı söyleme gerçekten inanmış görünen milyonlarca sempatizan var. muhtemelen büyük başlar da kendi yarattıkları canavarın farkında ama ona müdahale etmenin olası sonuçlarını da göze alamayacak kadar köşeye sıkışmış durumdalar.
ben peyniri parçalamadan ikiye bölemezken adam televizyonu öyle muntazam ikiye bölmüş ki resmen imrendim. demek ki keramet bölende değil terkedip de böldürendeymiş diye meseleyi bağlayarak beceriksizliğimin faturasını da bu vesileyle kişisel tarihimdeki üçüncü taraflara çıkarabilirim.
ne yazık ki bu mesele özellikle de heteroseksüel erkekler tarafından sıklıkla bir tuzak haline getirilmektedir. kadına yönelik şiddet tartışmalarında ne kendi sorumluluğunu kabul etme ne de mevcut problemi çözme yeterliliği gösteremeyen taraf bir anda şiddet meselesinin kapsama alanını genişletip kadının kadına yönelik şiddeti gibi meseleleri de tartışmanın alanına dahil ederek kendi varlığını pek çok failden biri durumuna indirgemektedir. aslında bu yöntem pek çok alanda sıklıkla uygulanan ve 'baksana ne kadar çok mesele var, neden hep bana yükleniyorsun' anlamına gelen; karşısındakini kasıtlı düşmanlıkla itham edip üste çıkmaya çalışan bir tutumun habercisidir. örneğin benzer bir tutum kürtlerin anadilde eğitim talebi karşısında o ana kadar bahsetmek kimsenin aklına gelmemiş olan çerkesler'in anadilde eğitim talebi işaret edilip 'size verirsek onlara da mı vereceğiz', 'tamam sorun var ama işte tek mağdur siz değilsiniz, çok da şey yapmayın yani' demeye getirilir.
kadına yönelik şiddet meselesinde özellikle heteroseksüel erkekler tartışma bir eşikten geçtikten sonra fail olma durumunu paylaştırıp sorumluluk halkasını herkese ve hatta meselenin mağdurlarına da yaymak için bir anda kadının kadına yönelik şiddetini o ana kadar hiç dert etmedikleri halde yeni keşfetmiş gibi ortaya sürme eğilimde olabiliyorlar. kısaca bu mesele daha acil bir mesele olan erkeğin kadına yönelik şiddetini sıradanlaştırma malzemesi olarak kullanılmamalı, böyle girişimlere karşı da uyanık olunmalı.
çoğu zaman gerçek bir kriz olmaktan ziyade alışkanlık ya da boşluk duygusundan kaynaklanmaktadır.
birkaç hafta bilinçli olarak şeker ve türevlerinden uzak durulduğunda tatlı krizleri önce hafifleyip zamanla da tamamen kaybolabiliyor. tabii boşluk hissi ve depresyondan da uzak durmak gerekiyor zira bu ikisinin çaldıklarını insan illa ki birşeylerle doldurmak istiyor.
hiçbirimiz içinde yaşadığımız toplumun çarpık kolektif zihninden azade değiliz; tüm şikayet, karşıt tutum ve muhalif konumlarımıza rağmen zaman zaman kendimizi şikayet ettiğimiz dinamiklerin içinde süzülürken bulabiliyor, daha kötüsü bu çelişkinin içine düşüp onu hiç fark etmeyebiliyoruz. tuğçe kazaz'ın pek de zekice olmayan malum girişimleriyle iktidar halkasına eklemlenmeye çalıştığı süreç boyunca hakkında yazılan çizilenler de bana bahsettiğim çelişkiyi farkında olmadan taşıyıp taşımadığımı sordurtuyor. söz konusu olan kişi eski bir manken, hadi kelimelerden korkmayalım, vücudu ile iş yapıp ardından din tandanslı bir oluşuma yamanmaya çalışan bir kadın olmasa, mizah malzemesi yapma noktasında bu ölçüde istekli olur muyduk acaba? kendisiyle dalga geçmek için zihnimizi kamaştıran şey ne ölçüde pek parlak görünmeyen zekasıyla densizliğinden ve ne ölçüde 'sarışın aptal' klişesinden besleniyor merak ediyorum.
kısaca bir kadın ve eski manken olmasa yine de bu kadar iştahlı olur muyduk hakında geyik çevirmek için diye düşünüyor ama net bir sonuca ulaşamıyorum.
şu olay herhangi bir partinin, örgütün vs hukuki girişimi ile sonuçlanmayacaksa yazıklar olsun.
işin toplumsal boyutlarından ziyade hukuksal mahiyeti daha öncelikli görünüyor. herhangi bir sivil toplum örgütünün bu meseleyi acilen davalık hale getirmesi gerekir. olumlu ya da olumsuz alınacak her sonuç yol haritasının şekillendirilmesine de katkı sağlayacaktır. doğal olarak ilk akla gelen chp, hdp ya da kaosgl gibi oluşumlar oluyor. bunlardan herhangi biri bu meseleyi hukuk zeminine çekme noktasında bu tür olayları aslında birer fırsat olarak görüp harekete geçmeliler.
üniversite ve bölümlerdeki eğitim kalitesinden bağımsız olarak, salt şehir bazında düşünüldüğünde eskişehir'de üniversite okumanın kötü bir ihtimal olduğu tek durum zaten eskişehir'de yaşıyor olmaktır.
istanbul, izmir gibi istisna alanlarda yaşıyorsanız üniversite dönemini ailenizden uzak, bağımsızlaşabileceğiniz bir dönem olarak yaşayabileceğiniz en iyi alternatif eskişehir'dir. okul bittiğinde yine daha büyük şehrinize döner kaldığınız yerden devam edersiniz. eğer herhangi bir anadolu şehrinde yaşıyorsanız ise istanbul, izmir gibi şehirlere gidemediğinizde en iyi alternatif yine eskişehir'dir zira başka herhangi bir şehirden daha iyi bir ortam sağlayacaktır. kısaca eskişehir'de yaşamıyorsanız eskişehir'de üniversite okumak her durumda kârlı görünüyor.
liseyi bitirdiğim yaz, ailemin bölüm seçimi konusunda uyguladığı baskıya rest çekerek üniversiteye gitme fikrini tamamen reddettiğim, tercih yapmadığım yıldı. sonuçlar açıklanıp o puanla açıkta kaldığımı görünce ne yaptığımı anlayıp kıyameti koparmışlar, bana da bir iş bulup evde daha az vakit geçitmekten başka çare kalmamıştı. bulduğum ilk işe girip bedenimi yeterince yorarsam zihnim daha az çalışır diye düşünerek çelimsiz halimle ağırlıkların altına atmıştım kendimi. çalıştığım yerde benimle aynı işi yapan ellili yaşlarda bir abi de vardı. ayın sonunda bir öğle yemeği arasında ekmek arası peynir domatesini yemekte olan adamın karşısında donup kalmış, dehşete düşmüştüm. bir taraftan ekmeğini ısırırken diğer eliyle de az önce birlikte çektiğimiz üç kuruşluk maaşı evirip çeviriyor, mırıldanmalarından anladığım kadarıyla nereye ne kadar vereceğini hesaplamaya çalışıyor ama hangisini sonraki aya erteleyeceğini kestiremiyordu. dehşete düşmüştüm çünkü otuz yıl sonraki halime baktığım hissine kapılmıştım. boğazıma yumru olup oturan paranın azlığı, insan gibi yaşamaya yetmezliği değildi. kafasında ve göğsünde kim bilir neleri taşırken kendi hayatına sıkışıp kalma duygusu bir korku olmanın ötesinde cisimlenmiş olarak önümde duruyordu sanki, nefesim kesilmişti. her gün aynı güne uyanacak, her gün aynı şeyleri tekrar edecek ve zihnimin sınırsızlığı ile gerçekliğin çoraklığının yarattığı çelşikiyi bastırmak için aklımı tümden susturmaya çalışmakla geçecekti zaman; ilk maaşımla sonraki maaşlarım arasında tek değişen yaşım olacak ve yaşam ben yaşamadan tükenecekti.
üniversiteden vazgeçerek bana seçme şansı tanımayan ailemden intikam aldığımı düşünüyordum; gerçi ben küçükken de anneme kızdığımda yemek yemeyerek onu cezlandırdığımı sanırdım. kendine acı çektirerek çevrendekileri cezalandırmaya çalışmak ne kadar çocuksu ve anlamsız!
aldığım ilk maas bana hayatımın geri kalanın nasıl olacağı hakkında okkalı bir tokat attı; bir sonraki sene yine aileme rest çekerek ama bu sefer istediğim şehir ve bölümü seçerek üneversiteye gitmemi sağladı. okulu bitirdiğim bu eşikte muhtemelen beni yine üç kuruşu evirip çevireveğim bir iş bekliyor ama kendi seçimlerimle ve istediğim şehirde yaşadığım sürece mutluyum. yine de o öfkeyi, kendi hayatına sıkışıp kalmış o adamın zihnime kazınan portresini unutmadım. muhtemelen benden çok daha falzasına sahip olan ama hayata geçirmek için fırsat bulamamış, ruhu bedeninden şişman o hayat soğurucu bir avuç adamın düzeninde sıkışmış adamın öfkesi hala orada duruyor.
ilk maaşımla eve dönerken kardeşime manavdan meyve, eve ekmek ve kendime kitap almış, geri kalanını da üniversite masrafları için bir kenara atmıştım. meyveler taze, ekmek sıcak ve kitap güzeldi.
4. yy'da iskenderiye kütüphanesinin kurulmasında rol oynamış ve dünyanın çeşitli kültür merkezlerine mektuplar yollayarak yeryüzünün her yerinden iskenderiye'ye kitap kervanlarının akmaya başlamasını sağlamıştır. matematik konusunda döneminin en önemli isimlerin biri haline gelmiş ve dönemin hristiyan dogmalarını her fırsatta eleştirip akılcı felsefeyi savunmuştur. bu durum kısa zamanda kilisenin düşmanlığını üzerine çekmiş ve bir konuşma yapmak için kalbalığın karşısına çıktığı sırada daha ilk kelime ağzından çıkar çıkmaz bir okçu tarafından öldürülmüştür. öldürülmesini emreden iskenderiye patriği de bu başarısı nedeniyle aziz ilan edilmiştir.
denilir ki hypatia kilisenin öğretilerini eleştirdiği için değil bir kadın olarak felsefe, politika ve din üzerine konuştuğu için düşünmeyi erkeklere has bir meziyet sayan kilisenin öfkesinin hedefi olmuştur.
hikayesini merak edenler 2009 yapımı agora filmine de göz atabilirler.
- ayakkabılarınız çok da temiz olmasın; her daim göz kamaştıran parlaklıkta ayakkabı giyen adamlar ben de uğur ışıl(d)ak'ın oluşturduğu tekin olmayan pürüzsüzlük hissi uyandırıyor.
- şunu şununla kombine edeyim cümlesi aklınızdan geçtiği an kendinizi uçan adam sabri gibi yerlere atıp kombin kelimesi aklınızdan silinene kadar da kalkmayın; nerede bir kombine etme hali olsa orada genellikle bir adet 'dolabın yarısını üzerine giymiş adam' atmosferi oluştuğu gözlemlerimle sabittir.
- saçınız uzun ise iki saat ayna karşısında kafanızdaki uzantılarla cebelleşip dışarı çıkınca 'yataktan kalktığım gibi geldim' pozu kesmeyin. saçınız çok kısa ise de 'ayna karşısında yüzümdeki varoluşsal krız ifadesi eşliğinde saçımı sıfıra vurdum, hakkımda ne düşündüğünüz kaygısını çoktan aştım' pozu kesmeyin. alt tarafı saç yahu, hiç poz kesmeyin.
müslümanların hatalarını islam'a mâl etmeyin diyenlerin gözden kaçırdığı basit bir nokta var. su şebekesine zehir karışmış ama özünde su temiz bir maddedir kullanmaya devam edebilirsiniz kapısına çıkıyor iş; suç islam'da değil müslümanlarda demek pratik olarak hiçbir sonuç doğumuyor ve zaten insanlar da suçun kimde olduğunu umursamıyorlar. mesele o zehir o sudan ayrıştırılabilir mi ya da kim ayrıştıracak meselesinde düğümleniyor.
bir de şu gerçek islam muhabbetinden de vazgeçilsin artık yahu! islam'a göre yaşamayanlar neyin gerçek islam olduğunu araştırıp öğrenmek zorunda değil. adamın islamla karşılaştığı nokta kendini müslüman olarak tanımlayan adamla kurduğu ilişkidir. ben müslümanım diyen neyse karşıdaki için islam da o olacaktır. ne yapsınlar karşılaştıkları her müslüman için eve koşup inanmadığı bir dinin kitabını mı karşılaştırsın?
müslümanlar islamiyet hakkındaki yargılardan rahatsızsa o tutarsız yargılara kızmak yerine kendilerini değiştirirlerse bir şeyler de değişebilir.
darwin'in evrim teorisini temellendirmesinde önemli bir yeri bulunan ada toplululuğu.
adalar uzun süre diğer kara parçalarına uzak ve izole kaldığından ada üzerindeki yaşam dünyanın geri kalanından radikal ölçüde farklılaşmış ve endemik türlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. yaklaşık 60 irili ufaklı ada takımının ismi ise ispanyolca kaplumbağa adaları anlamına geliyormuş.
homofobik denilen durum zannedildiği gibi tekil bir nitelikten çok dereceli bir yapıya sahip ve pek çok homofobik insan belki de hayatında hiç eşcinsel biriyle ilişki kurmadığı için homofobiye sahip oluyor. tüm hayatınızı haklarında olumsuz şeyler söylenen insanlardan biriyle bile karşılaşmadan geçirdiğinizi düşünün, kaçınız kafanıza çakılan önyargıları kendiliğinizden reddedip karşı kutba geçme cesareti gösterirdi.
benim bizzat belirgin homofobiye sahip olan ve zamanla benimle kurduğu ilişki üzerinden üniversitede sınıf içi tartışmada eşcinsel haklarını destekleyen ateşli bir konuşma yapma noktasına ulaşmış arkadaşım var yahu! ben onunla homofobik olduğu için ilişkiyi kessem ve o eşcinseller hakkında sadece kendi dünyasındaki tekil sesi suymaya devam etseydi daha mı iyiydi?
devrim ancak kendi hayatlarınızı küçük devrimlere dönüştürürseniz mümkündür. homofobik deyip eşcinseller hakkında dile getirilen her olumsuz fikirde bir insanı eksiltirsek iletişim halkımızdan, günün sonunda yalnızca bir avuç insanla konuşabilir duruma düşeriz.
zaman zaman benim de sormak istediğim oluyor bu soruyu.
eşcinsel olmamla ilgili benim genel tavrım hep şu şekilde oldu; asla yalan söyleme ama kendini korumayı da ihmal etme.
başından beri hiç rol yapmadım, ilgilenmediğim şeylerie ilgileniyormuş havası yaratmadım veya arkadaşlar arasında kız meseleleri açılınca sahte tepkiler vermedim; genellikle iki uçlu cümleler kurarak çıktım işin içinden. diğer taraftan içinde bulunduğum toplumun gerçeklerini de göz önünde bulundurarak yakın arkadaşlarım dışındakilere doğrudan 'ben eşcinselim' ya da bu kapıya çıkacak bir şeyler de söylemedim. her ne kadar içeriden doğalmış gibi görünüyorsa da aslında kendinize yine bazı sınırlar çizmiş oluyorsunuz ve karşınızakiler de yeterince incelmişlerse fark ediyorlar sanırım bazı görünmez çizgilere dikkat ederek adım attığınızı.
o yüzden ara sıra merak ediyorum o çizgileri sezen birileri oluyor mu diye. gerçi ben soğuk nevale olduğum için doğrudan odun olarak da algılanıyor olabilirim tabii.
en önemli ayrımın sınıfsal olduğunu gösteren iyi bir örnektir kendisi.
katıldığı bir programda hindistan gezisi sırasında karşılaştığı yoksul insanlardan 'onlar hepimizden daha mutlu aslında çünkü iç huzuru sağlayan bir inançları var' minvalinde bahsetmişti. bu kadar gerçeklikten kopuk ve oryantalist bir söze dayanamayan diğer konuk yoksulluğun kendiliğinden gelişen bir durum olmadığını, politik sebepleri olduğunu söylemeye çalışınca da 'önemli olan iç güzelliktir' gibi klasik 'beyaz' ve sığ argümanlardan dem vurduğunu hatırlıyorum.
meselelerin politik ve sınıfsal boyutunu göremiyor olmak sağlıklı bir yetişkin için kabul edilemez bir durumdur. kendisinin naifliğine vermek isterim ama bana daha çok gümüş kaşıkla beslenenlerde görülen sınıfsal ve yarı bilinçli körlüğü çağrıştırmaktadır.
perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.
başlık altında neredeyse kavga çıktığı için yazma ihtiyacı hissettim.
fena halde yanlış anlaşılmaya kurban giden başlık. bu başlığı açıp ilk entryi giren ve muhtemeldir ki aldığı ters tepki nedeniyle silen arkadaş, tepki gösteren yazar ve ardından gelen bazı yazarların zannettiği gibi eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinselleri kastediyor değildi. başlıktaki kıdemli kelimesinden ve silinmiş olan entry içeriğinden de anlaşılacağı üzere eşcinsel kimliğini gençliğinde yaşayan ancak yaşlandıkça topluma uyum sağlama kaygısı ağır basan, uyum sağlamak için de en kestirme yol olarak homofobik söyleme eklemlenip onu taklit ederek kabul görmeyi bekleyen bir eşcinsel tiplemesi eleştiriliyordu. kısaca, homofobik olmakla itham edilenler eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinseller değildi.
başlığı, eşcinsel çevresi, arkadaşı olmayan eşcinseller hakkındaymış gibi algılayıp 'vay efendim bana homofobik mi diyorsunuz' tavrına girmek biraz fazla aceleci olmuş. ilk entryi silen arkadaş ki nicki hatırlıyorum, yazıyı imkanı varsa ve canlandırırsa durum daha iyi anlaşılacaktır.
perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.
belirli yaşın altındaki çocuklara bunlardan bahsedeni 'çocukların zihinsel gelişimini olumsuz etkilemekten' yargılamalı diyeceğim ama bir bizde değil hemen her kültürde benzerleri var olan, muhtemelen insan türünün karanlıktan korkmasından türetilmiş hayali varlıklar.
4. yy'da iskenderiye kütüphanesinin kurulmasında rol oynamış ve dünyanın çeşitli kültür merkezlerine mektuplar yollayarak yeryüzünün her yerinden iskenderiye'ye kitap kervanlarının akmaya başlamasını sağlamıştır. matematik konusunda döneminin en önemli isimlerin biri haline gelmiş ve dönemin hristiyan dogmalarını her fırsatta eleştirip akılcı felsefeyi savunmuştur. bu durum kısa zamanda kilisenin düşmanlığını üzerine çekmiş ve bir konuşma yapmak için kalbalığın karşısına çıktığı sırada daha ilk kelime ağzından çıkar çıkmaz bir okçu tarafından öldürülmüştür. öldürülmesini emreden iskenderiye patriği de bu başarısı nedeniyle aziz ilan edilmiştir.
denilir ki hypatia kilisenin öğretilerini eleştirdiği için değil bir kadın olarak felsefe, politika ve din üzerine konuştuğu için düşünmeyi erkeklere has bir meziyet sayan kilisenin öfkesinin hedefi olmuştur.
hikayesini merak edenler 2009 yapımı agora filmine de göz atabilirler.