tein

Durum: 230 - 0 - 0 - 0 - 27.01.2017 14:09

Puan: 4164 - Sözlük Kezbanı

12 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

hamdım, hamım, ham
  • /
  • 12

aşti

mekan olarak uyandırdığı duygusal karmaşa bir tarafa, salt mekan olarak ülke çapındaki en yetkin otobüs terminalidir. özellikle istanbul harem/esenler ile karşılaştırıldığında ultra modern bir tesis olarak değerlendirilebilir.

ancak talihsizliği odur ki ankara'da yer alır ve 'varsın esenler otogarı olsun ama istanbul olsun' dedirtir.

tarkan erkan

2006 yılında yayınladığı 'ayakta yürek' isimli parçasına eşcinsel aşk temasının da yer aldığı bir klip çeken müzisyen.

ip

esmer vatandaş

kapsamı ülkedeki siyasi otoriteye bağlı olarak değişen vatandaş grubu.

10 yıl kadar önce kürtlerle birlikte muhafazakarlar da esmer vatandaş grubuna dahildi; kendilerine uygun görülmeyen mekanlara, ortamlara girdiklerinde nazikçe! uyarılırlardı. otoritenin öznesi değişince dünün mazlumları bugünün beyaz ve makbul vatandaşları oldular; sesleri de çıkmıyor artık.

sanırım bu ülkenin en büyük talihsizliği, esmer vatandaşlarının esmerlik etiketinin varlığından çok bu etiketin kendilerine yapıştırılmış olmasından şikayetçi olmalarıdır. etiketi üstünden atan götürüp bir başkasına yamamaya çalışıyor; haliyle esmerlik devir daim ediyor.

o yüzden, dünyanın tüm esmerleri, birleşin!

cem adrian

fazıl say'ın el vermesiyle profesyonel müzik hayatına başlayan ve muhtemelen türkiye'nin en geniş perdeli sesine sahip sanatçı.

lom

romanlarla aynı kökenden olmakla birlikte onların aksine eski sovyet ülkelerine yayılmış olan topluluktur.

dom

romanlarla aynı kökenden olmakla birlikte onların aksine avrupa yerine daha çok ortadoğu sınırları içerisine yayılmış olarak yaşayan topluluktur.

roman

hindistan kökenli olup günümüzde daha çok avrupa ve civarında yaşayan halktır.

romanlar hindistan'ın pencap eyaletinin yerel halkıyken dönemin en alt sosyal sınıfını oluşturuyorlardı. hindistan dışına ilk çıkışları gönüllü göçlerle değil, köle olarak başka devlet ya da tüccarlara satılmaları vasıtasıyla gerçekleştmiştir. zamanla dağıldıkları topraklarda da alt sınıf olarak kalmaya zorlandıkları için kendilerine has ve dışa kapalı bir kültür yaratıp asimile olmadan günümüze kadar varlıklarını sürdürebilmişlerdir.

tarihsel süreç incelendiğinde görülecektir ki kendilerine yönelik suça yatkınlık algısı roman olmalarından değil, yaşamak zorunda bırakıldıkları şartlardan kaynaklanmaktadır.

ayı sözlük yazarlarının fobileri

utanç verici ama bildiğiniz inek.

ne zaman bir yerlerde görsem fena tedirgin oluyorum. havalı bir ismi de yok ki mübareğin, ne bileyim bir örümcek fobisi araknofobi gibi olsa bir havam olurdu belki.

yıllardır aralıklı, bazen 6 ayda bir bazen yılda bir çok maceralı ve dehşetengiz rüyalardan uyandırıyorlar beni; çocukluğuma sondaj yapılası bir durum sanırım.

ilerde ineklerin ayaklanıp insan medeniyetini alaşağı ettiği bir distopya yazabilirim.

kargalar

özlem tekin şarkısı.

özlem tekin'in yeniden sert bir sound ile buluştuğu şarkıda sözler biraz zayıf olsa da müzikal olarak türkiye için oldukça iyi bir parça olmuş. genel olarak rock dinleyicisi olmamakla birlikte, son yıllarda rock müziğin gittikçe arabeske kaydığı bir ortamda güzel bir çıkış olduğunu düşünüyorum bu şarkının. yalnız klibi fazla steril olmuş; biraz daha koyu renkler iyi gidermiş sanki.

ömer seyfettin

muhtemelen milli eğitim bakanlığı çalışanları tarafından hiç okunmayan öykü yazarı.

beyaz lale isimli, içerisinde nekrofiliden işkenceye kadar pek çok uygulamanın ayrıntılı şekile anlatıldığı bir kitabın meb onaylı damgası ile ilköğretim öğrencilerine tavsiye edilmesinin başka açıklaması olamaz.

gazi katliamı

12 mart 1995 akşamı saat dokuz civarında ticari bir taksiden açılan ateş sonucunda başlayan olaylar silsilesidir.

mahallenin merkezinde yer alan ve daha çok alevi vatandaşların gittiği bilinen kahvehanelere açılan ateş sonucunda bir alevi dedesi hayatını kaybetti, pek çok kişi yaralandı. ticari taksi hızla olay yerinden kaçarken bazı görgü tanıkları mahalle çıkışında bekleyen polis aracının da taksi ile birlikte mahalleden ayrıldığını öne sürdüler. olayların mahalle genelinde duyulmasıyla halk yerel karakola yürüyerek ilk protestoyu gerçekleştirdi ancak polis ateşle karşılık verdi.

yaşananların şehir genelinde duyulnasının ardından 13 mart sabahı binlerce kişiden oluşan kalabalık gazi mahallesinde toplanarak yürüyüşe geçti. daha sonra basına yansıyan görüntülerden de anlaşıldığı üzere halkın üzerine özel harekat polisleri tarafından uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. 17 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu katliamın ardından olaylar 15 mart gününe kadar sürdü ve gazi mahallesi'nde sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

gelelim ilginç ayrıntılara:

- basına yansıyan fotoğraflarda uzun namlulu silah kullanan polisler görünürken olay sonrasında istanbul emniyet müdürlüğü polislerde sadece beylik silahlarının bulunduğu söyledi.

- ilk ateşin açıldığı ticari taksi olay sonrasında yol kenarında bulundu. taksinin şoförü boğazı kesilerek öldürülmüştü.

- adli tıp tüm tüm öldürülenlerin göğüs ve baş gibi hayati yerlerinden vurulduğunu açıkladı. yani polis kalabalığı dağıtmak için değil bizzat hedef gözeterek ve öldürmek için nişan alarak ateş açmıştı.

- özel harekat mensubu olan ve daha sonra susurluk davasında da yargılanan ayhan çarkın ve oğuz yılmaz'ın elinde uzun namlulu silahlarla olaylar sırasında polis saflarında yer aldığını gösteren fotoğraflar basına yansıdı.

- 16 eylul 1997 tarihinde görülen duruşmada sanık polisler, adem albayrak, metin mehmet gundoğan, hamdi özata, hasan yavuz, isa bostan, sedat özdemir, hayrulluh şişman ve metin çakmaz hakkında tutuklama kararı verildi ama sonraki duruşmalarda hemen hepsi tahliye edildi.

- 2002 yılındaki karar duruşmasında adem albayrak 6, mehmet gündoğan ise 3 yıl hapis cezaı aldı. diğer sanık polisler hiç ceza almadı.

- ceza alan iki polis ceza indiriminden yararlandırıldı ve hiç hapis yatmadı.

- adem albayrak aldığı mahkumiyet kararına rağmen 2006 yılına kadar göreve devam etti ve süreç içerisinde terfi alarak terörle mücadele şubesine atandığı basına yansıdı.

- ölenlerin yakınları avrupa insan hakları mahkemesi nezdinde türkiye'ye dava açtı. aihm türkiye'yi suçlu bularak 510 bin euro cezaya çarptırdı.

- olaylar sırasında yetkiyi elinde bulunduran şu isimler hiç yargılanmadı,

emniyet istihbarat daire başkanı, hanefi avcı
emniyet genel müdürü, mehmet ağar
başbakan, tansu çiller
istanbul emniyet müdürü, necdet menzir
istanbul valisi, hayri kozakçıoğlu
içişleri bakanı, nahit menteşe

sonuç; 22 kişi hayatını kaybetti, kimse ceza almadı.

13-14 mart banka boykotu

yanılıyorsam anlayan biri düzeltsin ama bu haliyle bir derde deva olacağını sanmadığım boykottur.

işlemlerinizi birkaç gün ertelemek en fazla yoğun mesai yapan bankacıların iki gün rahat nefes almasını sağlar. söz konusu işlemleri bankacılık sektörü dışına taşıma gibi bir şansınız yoksa eğer mecburen yine aynı kurumların kapısını aşındırmak durumundasınız.

peki ne yapılabilir? geçtiğimiz gün müşterilerin en çok şikayet ettiği kart aidat ücretleri konusunda ortak hareket etme kararı alan bankalara ciddi bir ceza kesilmişti. eğer bireysel şikayetler organize bir şekilde resmi kanallara bezdirici olacak ölçüde ulaştırılırsa, resmi kanalların daha fazla yük taşıyamayacağı noktada müdahalesi de kaçınılmaz olacaktır diye düşünüyorum.

tabii yine de insanların herhangi bir sebeple böyle toplumsal iştiraklere girişmesi güzel bir durum.

zeki demirkubuz

polemik gibi olmasın ama yeraltı filmi ile kendini kanıtladı demek pek de isabetli bir yorum sayılmaz.

yeraltı, demirkubuz sinemasının en estetize edilmiş ürünüdür ve bu yönüyle diğer filmlerinin tepe noktası değil hatta onların türdeşi bile değildir. demirkubuz'un bu filmini beğenilir kılan muhtemeldir ki izlenebilirliği kolaylaştırmak gibi daha önce başvurulmamış bir kaygı ile çekilmiş olmasıdır. elbette bunda filmin bir uyarlama olmasının da etkisi var zira bir önceki film kıskanmak da aynı şeklilde karanlığı ile demirkubuz sinemasına yaklaşıyor ama kurgu ile de uzaklaşıyordu.

demirkubuz hep eleştirdiği nuri bilge ceylan benzeri olmaktan sakınsa iyi eder; karşıtına dönüşmek bu topraklarda alışılmadık şey değil.

wikileaks

devlet kurumlarının, büyük şirketlerin ve diğer özel kuruluşların gizli yazışmlarını ele geçirip kamuya açıklamayı misyon edinen bir internet oluşumu.

türkiye ile ilgili olarak abd için bilerek ya da bilmeyerek istihbarat sağlayan isimler arasında eski savunma bakanı vecdi gönül'den medya ve stk mensupları olan taylan bilgiç, alparslan akkuş, emre doğru, mehmet faruk demir ve gülçin fatma kabasakallı gibi isimlerin de yer aldığı belgeleri yayınlamışlardır.

medya mensubu olanların hemen hepsinin enerji kaynakları üzerine habercilikte uzmanlaştığı görülmekle birlikte gizli bilgi paylaşımından çok analiz ve öneri sundukları düşünüldüğünde, yapılanın ne ölçüde yanlış olarak değerlendirlebileceği meselesi kafa karıştırıcı bir hal alabiliyor.

yalnız adı geçen vekil ve bakanların yatacak yeri yok, o ayrı.

neyzen tevfik

şu dizelerin sahibidir,

kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler...
künyeni almak için, partiye ettim telefon:
bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!...

zeki demirkubuz

kendisiyle girilen bir soru cevap döngüsü ardından beni fena halde hayal kırıklığına uğratmış yönetmendir.

demirkubuz sinemasının odağında estetize edilmemiş gerçeklik yatar; müzik, dekor ya da fiyakalı bir cevap için kurgulanmış sorular senaryoya leke sürmez. bununla birlikte nesneler ve ışık oyunları üzerinden açık edilmeyen bir alt metin ara ara yanıp söner. izleyici olarak kendi devşirdiklerimizin ötesinde yönetmenin zihnine girme fırstı bulduğunuz anda doğal olarak kendi çıkarımlarınız ile onun yaratımı arasında paralellik var mı merak eidiyorsunuz.

ancak demirkubuz kendisine yöneltilen her soruya ve alt metin okumalarına oldukça lakyt bir yaklaşımla cevap verdi:

'benim bu tür amaçlarım yok. bir ışık gölge oyunu görmüşseniz tesadüftür ve o patatesin de bir anlamı yok. canım istedi o kadar.'

anlatımı salt gerçeğe ve sadeliğe sabitlemek ve alt anlamları kapamak şüphesiz yönetmenin tercihidir ancak yeraltı filminde olduğu gibi nuri bilge ceylan estetiğine yakınsayan bir çerçeve çizip sonra da simgelerin anlamı yok demek, olmuyor. yönetmenin kendi zihnini açmayıp izleyiciyi kendi çıkarımlarıyla başbaşa bırakması anlaşılır ama hem özellikle öyküye simge yerleştirip hem de anlam aramayın sadece izleyin demek fazlasıyla küçümseyici bir tavır.

yine de türkiye sinemasının en özgün örneklerini veren isimdir demizkubuz, hakkını yemeyelim.

21 grams

2003 yapımı innaritu filmi.

yönetmenin diğer filmlerinde de olduğu gibi bir puzzle olarak kurguladığı senaryo, görünüşte birbirinden uzak ve ilgisiz yaşamların kesişme anları üzerinden bir hayat ve anlam okuması yapmaya girişiyor.

21 gram ismi de ölüm anında vücut ağılığının 21 gram hafifliyor oluşuna bir atıf; giden ruh mudur, bilinç mi? yoksa sadece artık hava almadığı için küçülen akciğerlerin hacim kaybı mı? hayatta nerede duruyorsanız, cevabınız da ona uygun oluyor.

21 gram

ölümü takip eden ilk dakikada vücudun kaybettiği ağırlık.

take it or leave it

50'li yıllarda arizona senatörü olan barry goldwater'ın abd başkan adaylığı için düzenlenen kampanyada sıklıkla kullanılan ve zamanla abd muhafazkar kanadının mottosu haline gelen slogandır.

işin ilginç yanı ise türk milliyetçilerinin bu slogandan devşirme 'ya sev ya terket' zımbırtısından başka söyleyecek pek bir sözlerinin bulunmuyor oluşudur.

sağlık bakanlığının obezite ile mücadele başlatması

obezitenin en büyük sebebi insülin direnci ve onun en önde giden sebebi aşırı fruktoz tüketimiyken, fruktozun en bol olduğu mısır şurubunun şeker pancarı yerine gıdalarda kullanılmasına izin veren; gelişmiş ülkelerde mısır şurubu %2 kota ile sınırlıyken türkiye'de birkaç yıl önce bu oran %15 olarak belirlenmişken hangi sağlık bakanlığının hangi mücadelesiymiş bu diye sorduruyor insana.

pancar şekerinden daha ucuz diye mışır şurubunu alabildiğine kullanım için yasal hale getireceksiniz, mevcut iktidarın en büyük destekçilerinden olan ülker grubu ülkenin en büyük mısır ithalatçısı olacak ve sağlık bakanlığı obeziteyle mücadele edecek, öyle mi?

maksat, dostlar alışverişte görsün...
  • /
  • 12
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 230

ayı sözlük yazarlarının ilk maaşı

liseyi bitirdiğim yaz, ailemin bölüm seçimi konusunda uyguladığı baskıya rest çekerek üniversiteye gitme fikrini tamamen reddettiğim, tercih yapmadığım yıldı. sonuçlar açıklanıp o puanla açıkta kaldığımı görünce ne yaptığımı anlayıp kıyameti koparmışlar, bana da bir iş bulup evde daha az vakit geçitmekten başka çare kalmamıştı. bulduğum ilk işe girip bedenimi yeterince yorarsam zihnim daha az çalışır diye düşünerek çelimsiz halimle ağırlıkların altına atmıştım kendimi. çalıştığım yerde benimle aynı işi yapan ellili yaşlarda bir abi de vardı. ayın sonunda bir öğle yemeği arasında ekmek arası peynir domatesini yemekte olan adamın karşısında donup kalmış, dehşete düşmüştüm. bir taraftan ekmeğini ısırırken diğer eliyle de az önce birlikte çektiğimiz üç kuruşluk maaşı evirip çeviriyor, mırıldanmalarından anladığım kadarıyla nereye ne kadar vereceğini hesaplamaya çalışıyor ama hangisini sonraki aya erteleyeceğini kestiremiyordu. dehşete düşmüştüm çünkü otuz yıl sonraki halime baktığım hissine kapılmıştım. boğazıma yumru olup oturan paranın azlığı, insan gibi yaşamaya yetmezliği değildi. kafasında ve göğsünde kim bilir neleri taşırken kendi hayatına sıkışıp kalma duygusu bir korku olmanın ötesinde cisimlenmiş olarak önümde duruyordu sanki, nefesim kesilmişti. her gün aynı güne uyanacak, her gün aynı şeyleri tekrar edecek ve zihnimin sınırsızlığı ile gerçekliğin çoraklığının yarattığı çelşikiyi bastırmak için aklımı tümden susturmaya çalışmakla geçecekti zaman; ilk maaşımla sonraki maaşlarım arasında tek değişen yaşım olacak ve yaşam ben yaşamadan tükenecekti.

üniversiteden vazgeçerek bana seçme şansı tanımayan ailemden intikam aldığımı düşünüyordum; gerçi ben küçükken de anneme kızdığımda yemek yemeyerek onu cezlandırdığımı sanırdım. kendine acı çektirerek çevrendekileri cezalandırmaya çalışmak ne kadar çocuksu ve anlamsız!

aldığım ilk maas bana hayatımın geri kalanın nasıl olacağı hakkında okkalı bir tokat attı; bir sonraki sene yine aileme rest çekerek ama bu sefer istediğim şehir ve bölümü seçerek üneversiteye gitmemi sağladı. okulu bitirdiğim bu eşikte muhtemelen beni yine üç kuruşu evirip çevireveğim bir iş bekliyor ama kendi seçimlerimle ve istediğim şehirde yaşadığım sürece mutluyum. yine de o öfkeyi, kendi hayatına sıkışıp kalmış o adamın zihnime kazınan portresini unutmadım. muhtemelen benden çok daha falzasına sahip olan ama hayata geçirmek için fırsat bulamamış, ruhu bedeninden şişman o hayat soğurucu bir avuç adamın düzeninde sıkışmış adamın öfkesi hala orada duruyor.

ilk maaşımla eve dönerken kardeşime manavdan meyve, eve ekmek ve kendime kitap almış, geri kalanını da üniversite masrafları için bir kenara atmıştım. meyveler taze, ekmek sıcak ve kitap güzeldi.

ayı sözlük yazarlarından iyi görünme taktikleri

- ayakkabılarınız çok da temiz olmasın; her daim göz kamaştıran parlaklıkta ayakkabı giyen adamlar ben de uğur ışıl(d)ak'ın oluşturduğu tekin olmayan pürüzsüzlük hissi uyandırıyor.

- şunu şununla kombine edeyim cümlesi aklınızdan geçtiği an kendinizi uçan adam sabri gibi yerlere atıp kombin kelimesi aklınızdan silinene kadar da kalkmayın; nerede bir kombine etme hali olsa orada genellikle bir adet 'dolabın yarısını üzerine giymiş adam' atmosferi oluştuğu gözlemlerimle sabittir.

- saçınız uzun ise iki saat ayna karşısında kafanızdaki uzantılarla cebelleşip dışarı çıkınca 'yataktan kalktığım gibi geldim' pozu kesmeyin. saçınız çok kısa ise de 'ayna karşısında yüzümdeki varoluşsal krız ifadesi eşliğinde saçımı sıfıra vurdum, hakkımda ne düşündüğünüz kaygısını çoktan aştım' pozu kesmeyin. alt tarafı saç yahu, hiç poz kesmeyin.

- boxer seçimine gelince, çok ayıp...!

islamofobi

müslümanların hatalarını islam'a mâl etmeyin diyenlerin gözden kaçırdığı basit bir nokta var. su şebekesine zehir karışmış ama özünde su temiz bir maddedir kullanmaya devam edebilirsiniz kapısına çıkıyor iş; suç islam'da değil müslümanlarda demek pratik olarak hiçbir sonuç doğumuyor ve zaten insanlar da suçun kimde olduğunu umursamıyorlar. mesele o zehir o sudan ayrıştırılabilir mi ya da kim ayrıştıracak meselesinde düğümleniyor.

bir de şu gerçek islam muhabbetinden de vazgeçilsin artık yahu! islam'a göre yaşamayanlar neyin gerçek islam olduğunu araştırıp öğrenmek zorunda değil. adamın islamla karşılaştığı nokta kendini müslüman olarak tanımlayan adamla kurduğu ilişkidir. ben müslümanım diyen neyse karşıdaki için islam da o olacaktır. ne yapsınlar karşılaştıkları her müslüman için eve koşup inanmadığı bir dinin kitabını mı karşılaştırsın?

müslümanlar islamiyet hakkındaki yargılardan rahatsızsa o tutarsız yargılara kızmak yerine kendilerini değiştirirlerse bir şeyler de değişebilir.

galapagos

darwin'in evrim teorisini temellendirmesinde önemli bir yeri bulunan ada toplululuğu.

adalar uzun süre diğer kara parçalarına uzak ve izole kaldığından ada üzerindeki yaşam dünyanın geri kalanından radikal ölçüde farklılaşmış ve endemik türlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. yaklaşık 60 irili ufaklı ada takımının ismi ise ispanyolca kaplumbağa adaları anlamına geliyormuş.

türk olmaktan gurur duymak

sanırım buradaki fikir ayrılığı gurur ve onur kavramlarının birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor. gurur başkaları tarafından görülebilen hatta zaten başkaları görsün diye bürünülen bir tavırdır. dilimizde 'gururlanma senden büyük allah var' şeklinde bir deyiş olması da gururun kişinin kendi iç dünyasıyla ilgili olmaktan çok diğerleriyle kurduğu ilişkiye dair bir kavram olduğunu ifade ediyor. diğer taraftan onur ise daha içsel bir süreci ifade etmektedir. parçası olmaktan onur duyduğunuz şeyle iligili yoğun bir memnuniyet ve onun unsurlarına karşı samimi bir ilgiyi ifade ediyor ama başkalarına bu memnuniyeti sergileme durumunu barındırmıyor. aradaki ayrım büyük ölçüde sergileme kavramıyla çiziliyormuş gibi görünüyor.

kısaca eğer türk olmaktan onur duyuyorsanız bunun muhtemel yansımaları türkçe'yi iyi kullanmak, edebiyatına ve diğer kültürel değerlerine karşı kendilğinden gelişen bir ilgi ve hakimiyet olarak kendini gösterirken, türk olmakla gurur duymak ise hayatınızda iki kitap okumadan türk'ün gücü falan diye gezinip türk olmayanlar hakkında atıp tutmak şeklinde tezahür ediyor. en azından benim gözlemlerim bunlar.

heteroseksüel ayı sözlük yazarları silinsin kampanyası

homofobik denilen durum zannedildiği gibi tekil bir nitelikten çok dereceli bir yapıya sahip ve pek çok homofobik insan belki de hayatında hiç eşcinsel biriyle ilişki kurmadığı için homofobiye sahip oluyor. tüm hayatınızı haklarında olumsuz şeyler söylenen insanlardan biriyle bile karşılaşmadan geçirdiğinizi düşünün, kaçınız kafanıza çakılan önyargıları kendiliğinizden reddedip karşı kutba geçme cesareti gösterirdi.

benim bizzat belirgin homofobiye sahip olan ve zamanla benimle kurduğu ilişki üzerinden üniversitede sınıf içi tartışmada eşcinsel haklarını destekleyen ateşli bir konuşma yapma noktasına ulaşmış arkadaşım var yahu! ben onunla homofobik olduğu için ilişkiyi kessem ve o eşcinseller hakkında sadece kendi dünyasındaki tekil sesi suymaya devam etseydi daha mı iyiydi?

devrim ancak kendi hayatlarınızı küçük devrimlere dönüştürürseniz mümkündür. homofobik deyip eşcinseller hakkında dile getirilen her olumsuz fikirde bir insanı eksiltirsek iletişim halkımızdan, günün sonunda yalnızca bir avuç insanla konuşabilir duruma düşeriz.

cemil ipekçi

en önemli ayrımın sınıfsal olduğunu gösteren iyi bir örnektir kendisi.

katıldığı bir programda hindistan gezisi sırasında karşılaştığı yoksul insanlardan 'onlar hepimizden daha mutlu aslında çünkü iç huzuru sağlayan bir inançları var' minvalinde bahsetmişti. bu kadar gerçeklikten kopuk ve oryantalist bir söze dayanamayan diğer konuk yoksulluğun kendiliğinden gelişen bir durum olmadığını, politik sebepleri olduğunu söylemeye çalışınca da 'önemli olan iç güzelliktir' gibi klasik 'beyaz' ve sığ argümanlardan dem vurduğunu hatırlıyorum.

meselelerin politik ve sınıfsal boyutunu göremiyor olmak sağlıklı bir yetişkin için kabul edilemez bir durumdur. kendisinin naifliğine vermek isterim ama bana daha çok gümüş kaşıkla beslenenlerde görülen sınıfsal ve yarı bilinçli körlüğü çağrıştırmaktadır.

öğrenci evi

perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.

ayı sözlük yazarlarının ilk maaşı

liseyi bitirdiğim yaz, ailemin bölüm seçimi konusunda uyguladığı baskıya rest çekerek üniversiteye gitme fikrini tamamen reddettiğim, tercih yapmadığım yıldı. sonuçlar açıklanıp o puanla açıkta kaldığımı görünce ne yaptığımı anlayıp kıyameti koparmışlar, bana da bir iş bulup evde daha az vakit geçitmekten başka çare kalmamıştı. bulduğum ilk işe girip bedenimi yeterince yorarsam zihnim daha az çalışır diye düşünerek çelimsiz halimle ağırlıkların altına atmıştım kendimi. çalıştığım yerde benimle aynı işi yapan ellili yaşlarda bir abi de vardı. ayın sonunda bir öğle yemeği arasında ekmek arası peynir domatesini yemekte olan adamın karşısında donup kalmış, dehşete düşmüştüm. bir taraftan ekmeğini ısırırken diğer eliyle de az önce birlikte çektiğimiz üç kuruşluk maaşı evirip çeviriyor, mırıldanmalarından anladığım kadarıyla nereye ne kadar vereceğini hesaplamaya çalışıyor ama hangisini sonraki aya erteleyeceğini kestiremiyordu. dehşete düşmüştüm çünkü otuz yıl sonraki halime baktığım hissine kapılmıştım. boğazıma yumru olup oturan paranın azlığı, insan gibi yaşamaya yetmezliği değildi. kafasında ve göğsünde kim bilir neleri taşırken kendi hayatına sıkışıp kalma duygusu bir korku olmanın ötesinde cisimlenmiş olarak önümde duruyordu sanki, nefesim kesilmişti. her gün aynı güne uyanacak, her gün aynı şeyleri tekrar edecek ve zihnimin sınırsızlığı ile gerçekliğin çoraklığının yarattığı çelşikiyi bastırmak için aklımı tümden susturmaya çalışmakla geçecekti zaman; ilk maaşımla sonraki maaşlarım arasında tek değişen yaşım olacak ve yaşam ben yaşamadan tükenecekti.

üniversiteden vazgeçerek bana seçme şansı tanımayan ailemden intikam aldığımı düşünüyordum; gerçi ben küçükken de anneme kızdığımda yemek yemeyerek onu cezlandırdığımı sanırdım. kendine acı çektirerek çevrendekileri cezalandırmaya çalışmak ne kadar çocuksu ve anlamsız!

aldığım ilk maas bana hayatımın geri kalanın nasıl olacağı hakkında okkalı bir tokat attı; bir sonraki sene yine aileme rest çekerek ama bu sefer istediğim şehir ve bölümü seçerek üneversiteye gitmemi sağladı. okulu bitirdiğim bu eşikte muhtemelen beni yine üç kuruşu evirip çevireveğim bir iş bekliyor ama kendi seçimlerimle ve istediğim şehirde yaşadığım sürece mutluyum. yine de o öfkeyi, kendi hayatına sıkışıp kalmış o adamın zihnime kazınan portresini unutmadım. muhtemelen benden çok daha falzasına sahip olan ama hayata geçirmek için fırsat bulamamış, ruhu bedeninden şişman o hayat soğurucu bir avuç adamın düzeninde sıkışmış adamın öfkesi hala orada duruyor.

ilk maaşımla eve dönerken kardeşime manavdan meyve, eve ekmek ve kendime kitap almış, geri kalanını da üniversite masrafları için bir kenara atmıştım. meyveler taze, ekmek sıcak ve kitap güzeldi.

hoşlanılan adam adı altında hep ruh hastası insanlarla sınanmak

ahmet altan'ın bir kitabında şu minvalde bir söz vardır:

hayatınıza giren hemen herkes suçlu ise belki de siz bir hapishanesinizdir.

eşcinsel çevrem yok diyen kıdemli eşcinsel

başlık altında neredeyse kavga çıktığı için yazma ihtiyacı hissettim.

fena halde yanlış anlaşılmaya kurban giden başlık. bu başlığı açıp ilk entryi giren ve muhtemeldir ki aldığı ters tepki nedeniyle silen arkadaş, tepki gösteren yazar ve ardından gelen bazı yazarların zannettiği gibi eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinselleri kastediyor değildi. başlıktaki kıdemli kelimesinden ve silinmiş olan entry içeriğinden de anlaşılacağı üzere eşcinsel kimliğini gençliğinde yaşayan ancak yaşlandıkça topluma uyum sağlama kaygısı ağır basan, uyum sağlamak için de en kestirme yol olarak homofobik söyleme eklemlenip onu taklit ederek kabul görmeyi bekleyen bir eşcinsel tiplemesi eleştiriliyordu. kısaca, homofobik olmakla itham edilenler eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinseller değildi.

başlığı, eşcinsel çevresi, arkadaşı olmayan eşcinseller hakkındaymış gibi algılayıp 'vay efendim bana homofobik mi diyorsunuz' tavrına girmek biraz fazla aceleci olmuş. ilk entryi silen arkadaş ki nicki hatırlıyorum, yazıyı imkanı varsa ve canlandırırsa durum daha iyi anlaşılacaktır.

demem o ki, dövüşmeden oynayın.

öğrenci evi

perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.

sözlük yazarlarının alerjileri

sanırım sadece zenginlere dokunan maddeler... fındık, fıstık bir tarafta polen bir tarafta.; ben hiç polen alerjisi olan yoksul görmedim.

sizlere de ibuprofen efendim, sevgilerle.

edit: eksiyi yemem üzerine kendime 'sağlıkla şaka olmaz' diyor eksiyi verene teessüf etmekten de geri durmuyorum.


cin

belirli yaşın altındaki çocuklara bunlardan bahsedeni 'çocukların zihinsel gelişimini olumsuz etkilemekten' yargılamalı diyeceğim ama bir bizde değil hemen her kültürde benzerleri var olan, muhtemelen insan türünün karanlıktan korkmasından türetilmiş hayali varlıklar.

cin cin cin

edit: gelmedi.

olgun erkeklerden hoşlanan genç erkek

freud'a bağlamazsa ölecek hastalığına yakalanmış yazarların aksine 'aha kır saçlıya baktı, kesin bir baba problemi var' durumu istisnadır efendim. hemen bir psikanaliz yapmalar, çocukluğuna inmeler.... her şeyi de bu kadar bilmeyiverin!
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.