tein

Durum: 230 - 0 - 0 - 0 - 27.01.2017 14:09

Puan: 4176 - Sözlük Kezbanı

13 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

hamdım, hamım, ham
  • /
  • 12

gey

sözlük yönetiminin 'gay' başlığını otomatik olarak yönlendirmesi gereken ve hatta 'gay' başlığı altındaki entryleri de altına taşıması gereken başlıktır.

toplumsal kabul öncelikli olarak söylem düzeyinde gerçekleşir, dilde kabul görmüş yerleşik bir tanımı olmayan meselelerin insanların gündelik hayat ve poltik bilinçlerinin bir parçası haline gelmesi kolay kolay gerçekleşmez. meselenin söylem düzeyinde temsilini yapan ve taşıyıcılarının meşru kabul ettiği kelimeyi sıradanlaştırmadan meselenin kendisini sıradanlaştıramasınız. bu bağlamda gey kelimesinin önce kelimenin tarif ettiği insanlar tarafından sindirilmesi ve yaygın olarak kullanılması, ardından da hem sosyal ilişkiler hem de medya kullanımı yoluyla genişleyen bir halka modeliyle kullanım sıklığının arttırılması gerekir.

üstelik hem akademik düzeyde çalışanlar hem de ilgili alanlarda faaliyet gösteren stk'lar bu sözcüğü kullanırken temel motivasyonu eşcinsel insanlar olan bir platformun buna ters düşmesinin rasyonel bir açıklaması da görünmüyor.

öğrenci evi

bazılarının buzdolabına bakarak evde bulunanların karakter tahlilini de yapabildiğiniz evdir.

silme dolu ama hep fast food tarzı salam sosis görünen raf midesine düşkün ama tembel arkadaşı, pişirmelik malzemelerin olduğu raf hamarat arkadaşı işaret ederken benim rafta göreceğiniz bir adet elma ile genel durumun portresini çıkarabilirsiniz. bir süre sonra kendi rafları yetmeyen arkadaşlar yavaştan sizin rafı da doldurmaya başlar siz de küçük besleme gibi elmayı kapağın rafına alırsınız.

ondan sonra vay efendim rafları ayırmaya ne gerek var...

çok belli ediyor muyum

zaman zaman benim de sormak istediğim oluyor bu soruyu.

eşcinsel olmamla ilgili benim genel tavrım hep şu şekilde oldu; asla yalan söyleme ama kendini korumayı da ihmal etme.

başından beri hiç rol yapmadım, ilgilenmediğim şeylerie ilgileniyormuş havası yaratmadım veya arkadaşlar arasında kız meseleleri açılınca sahte tepkiler vermedim; genellikle iki uçlu cümleler kurarak çıktım işin içinden. diğer taraftan içinde bulunduğum toplumun gerçeklerini de göz önünde bulundurarak yakın arkadaşlarım dışındakilere doğrudan 'ben eşcinselim' ya da bu kapıya çıkacak bir şeyler de söylemedim. her ne kadar içeriden doğalmış gibi görünüyorsa da aslında kendinize yine bazı sınırlar çizmiş oluyorsunuz ve karşınızakiler de yeterince incelmişlerse fark ediyorlar sanırım bazı görünmez çizgilere dikkat ederek adım attığınızı.

o yüzden ara sıra merak ediyorum o çizgileri sezen birileri oluyor mu diye. gerçi ben soğuk nevale olduğum için doğrudan odun olarak da algılanıyor olabilirim tabii.

öğrenci evi

perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.

hasan cemal

ilk entry olmasından mütevellit asıl derdime gelmeden önce belirtelim, bir zamanlar cumhuriyet gazetesinin de genel yayın yönetmeni olan duayen gazetecidir.

başbakanla arası açılıp da ana akım medyadan uzaklaştırılınca t24 sitesinde yazmaya başlamış ve 'çözüm süreci' çerçevesinde bir yazı dizisine başlamıştı. muhtemelen büyük ses getireceğini düşünüyor, kandil'de örgüt mensuplarıyla yaptığı görüşmeleri arazide çektirdiği fotoğraflarla süsleyerek yayınlıyordu. gelgelelim ki gezi parkı direnişi tüm hesapları alt üst etti ve yazı dizisi neredeyse hiç ilgi görmedi. kısa sürede diziye son veren cemal yüzünü geziye döndü ama yine beklediği ilgiyi göremedi. hem geç kalmıştı hem de iktidarla araları bozulmadan önce gıkını çıkarmazken şimdi konuşuyor olması sanırım gezicilere samimi gelmedi.

gücün peşinde koştuğu yakın dönemi hatırlayan geziciler ve artık liberal bir vitrine pek de ihtiyaç duymayan ikitdar çevreleri tarafından dikkate alınmayan hasan cemal yanlış kariyer hasaplarının kurbanı olmuş gibi görünüyor.

kendisine evrene olumlu mesajlar yollamasını tavsiye diyorum, belki geri dönüş alır zira bu saatten sonra rasyonel bir çıkar yolu görünmüyor gazetecilik kariyerinin.

egemen bağış

emekliliğinde zaytung onursal başkanı olarak kariyerine kaldığı yerden devam edebilecek yetenekteki bakan. tüm o 'bunu gerçekten söylemiş olamaz' tepkileri bir gün atmosferde birikip üzerimize sinirden gülme yan etkili asit yağmurları yağdırabilir.

kilo almak

beceremediğim şey. yıllardır hep aynı kilodayım ve denediğim yöntemlerden hiç biri işe yaramadı. içinde elli çeşit şeyin olduğu karışımlardan gece yenen makarnalara kadar bilumum başarısız denemenin ardından pes ediyorum artık.

bir de insanların fazla kilolu olanlara pat diye bu durumu söylemekten çekinirken size iki de bir rahat rahat çelimsizliğinizi hatırlatması da çok sinir bozucu oluyor. ondan sonra vay efendim ayrımcılık kötü bir şey dersiniz bir de...

6 temmuz 2013 eli satırlı taksim gezi parkı timi

beni asıl korkutan bu adamın aslında bu toplumun normalini oluşturmasıdır. psikolojik sorunu olan, cinnet getiren ya da sosyopat birinin eylemini kişisel öyküsüne bağlayıp bir istisna olarak alabilirsiniz ve bu hiç şüphesiz rahatlatıcıdır. ancak bu adam ve onun bu davranışı çevremizdeki pek çoğunun kolaylıkla gerçekleştirebileceği bir şey gibi görünüyor zira hem toplumun önemli bir bölümü hem de devlet tarafından sessizce onaylanıyor.

sivas'ta insanlar yanarken otelin çevresinde slogan atan binlerce insan da bu toplumun normaliydi. bu nedenle günlük hayatta belki kapı komşunuz olan ve sorsalar iyi biridir diyeceğiniz adamlar insanları ateşe vermekte tereddüt etmediler. onaylayan bir toplumun ve gözünü kapatan devletin desteğini üzerlerinde hissettikleri bir atmosferde kolayca çizgiyi geçebildiler. korkarım yakında daha kötü görüntüler de göreceğiz.

akp nin bahsettiği dış mihraklar

aslında belirli bir hedefi olmayan dış mihrak tasavvurudur zira kendi tabanına yönelik bir söylemdir. hükümetin planlarından bağımsız olarak tabanın temel duyarlılıklarını tam on ikiden vuran bir söylem dış mihrak. beşir atalay'ın geçen gün işaret ettiği yahudi lobisi bile aslında kendilerinin de inanmadığını ama tabanın hassasiyetini kaşıma amacında olduklarını gayet iyi göstermektedir. malum, memlekette yahudi, ermeni, rum deyince gözü dönen milyonlarca insan var.

yok eğer kendileri de ciddi ciddi inanıyorlarsa bunlara, yöneticelerimizin yalnızca niyet değil bir de sağlıklı düşünme problemi var demektir.

ayı sözlük gay pride zirvesi 2013

sanırım teğet geçtiğim zirve. bu yıl ilk defa onur yürüyüşüne katıldım ama aklım daha çok fotoğraf çekmekte olduğundan bir o tarafa bir bu tarafa deli gibi dolaşıp durdum. bir ara ayı sözlük bayraklarını da gördüm ama sosyal fobikliğim sağolsun, fotoğraf çekmeyi bahane edip kalabalığa karıştım. ben uzaklaşırken en son 'esra erol'un askerleriyiz' diyordu sözlükçüler.

bir de muhtemelen alandaki en düz adamlardan biriydim herhalde, millet rengarenk giyinmiş ama ben her zamanki gibi gri tonlardaydım. neyse, ilk yürüyüşün acemeliği deyip seneye bir ton açılma vaad ediyorum, bakalım.

metrosfer

bir üstteki entryde eleştirdiğim ensonhaber.com uygulamasını web sitesinden kaldırmış olan internet gazetesi.

muhtemelen benim eleştirimle alakası yoktur ama uyumsuzluğun farkına varıp yanlıştan dönmeleri sevindirdi beni zira bir gazetecilik öğrencisi olarak çok az sayıdaki meşru yayın organı arasında görüyorum kendilerini. anladığım kadarıyla şu an kendi haber başlık ve içeriklerini kullanıyorlar ve oldukça iyi görünüyor. eğer illa bir başka kaynaktan haber başlığı uygulaması alınacaksa da ilerisi için benim tavsiyem t24, bianet ya da yeşil gazete'dir.

28 mayıs 2013 taksim gezi parkı direnişi

bugün en kritik dönemecini yaşayan işgaldir.

hafta başı olduğundan genel olarak insanların evlerine, işlerine döneceği düşünülüyordu. eğer bu eşik aşılır ve insanlar sokakları bırakmazsa ya daha sert davranıp benzin dökecekler ateşe ya da yola gelecekler yavaş yavaş. sözlükteki arkadaşlara tavsiyem bu gün sokaklarda olsunlar. başladığımız işi bitirelim.

bugün istanbul'da özellikle taksim ve beşiktaş'ın desteğe ihtiyacı olacak akşam saatlerinde, haberiniz olsun. hazırlıklı gelmeyi de ihmal etmeyin.

türkiye

barışçıl bir eylem düzenlerken polis saldırısına maruz kalan ve kendini korumak için şiddete direnen insanları 'demokratik haklarını şiddetle alabileceğini sanan insanlar' olarak görüyorsanız rasyonal düşüncenin bir hayli uzağına düşmüşsünüz demektir.

sahne olduğu direnişin başarısı sonuçlarıyla değil insanlara verdiği umutla ölçülmesi gereken ülkedir.

28 mayıs 2013 taksim gezi parkı direnişi

az önce eve düştüm ve olanları özet geçiyorum.

chp ve diğer partilerin olayı sahiplenme çabası ilk başta bir huzursuzluk yarattı ancak onlar taksim'i doldururken günlerdir direnen asıl grup cepheyi genişletme fırsatı yakaladı. çoluk çocuk binlerce insan akşam üzerinden beri taksim'de olduğundan alan kurtarılmış bölge gibiydi ve polise direnen asıl grubun direnişi beşiktaş'a taşıması için fırsat vermiş oldular. taksim beşiktaş arasında irili ufaklı pek çok barikat kuruldu ve direnişçiler bu barikat duraklarıyla dolmabahçe yakınlarına kadar ilerleyebildi. sahil trafiği tümüyle kesildi.

beklendiği üzere polis çok sert tepki gösterdi ve benim şimdiye kadar soluduğum gazlardan farklı bir gaz ile müdahale etti. her nefeste ciğerlerimizin paraçalandığını hissediyorduk. uzun süre sahil yolu üzerindeki savunma hattı korundu ancak o kadar çok gaz atıldı ki toz maskelerinden ibaret kouyucular işe yaramaz oldu. sonuçtu tüm grup stadın yanından taksim'e doğru çekildi. gece ikiden itibaren beşiktaş tarafından tümüyle çekildi insanlar.

taksim meydanındaki inşaat alanında iş makinalarının bulunduğu alanda büyük bir yangın çıktı ama neden, nasıl anlayamadık. binlerce insan meydan, park ve istiklal caddesinde hala nöbet tutuyor ancak yorgunluk diz boyu; nöbeti devralacak arkadaşlara ihtiyaç var.

son olarak buradan çarşı grubuna özellikle teşekkür etmek istiyorum. müthiş bir direniş gösterdiler ve polisi göğüslediler. umarım hiçbir arkadaşta ciddi bir hasar yoktur.

yarın tekrar taksim'de olacağım. şimdi biraz dinlenelim.

ayı sözlük taksim gezi parkı zirvesi

kesinlikle hazırlıksız gelmeyin. dün akşam altıdan şu saate kadar istiklal ve ara sokaklarda devam eden direnişin içindeydim ve polisin gözünün ne denli dönmüş olduğunu yakından gördüm. korkmanız için değil aksine daha sağlam bir şekilde karşılarında durabilmeniz için söylüyorum.

yanınızda şu yüzücü gözlüklerinden ve eczanelerde satılan toz maskelerinden olursa çok daha rahat hareket edebilirsiniz. kesinlikle koşmaya uygun olmayan kıyafet ve ayakkabılar ile gelmeyin. kadıköy vs karşı taraftan geliyorsanız iskelede polislerin aramasına takılabilirsiniz. çantanızda limon vs varsa geçişinize izin vermiyorlar.

umarım bir şeylerin başlangıcı olur yaşadığımız bu tarih.

ertuğrul kürkçü

türkiye'de solun bile yaşamdan çok ölümü yüceltme hastalığından muzdarip olduğunun bir kanıtı olarak her seferinde neden kızıldere'de ölmediği sorgulanan mücadele adamı.

yaşamanın bile taviz vermek ya da ihanet sayıldığı bir ülkede ertuğrul kürkçü gibi bir isim ancak saygıyı hak eder.

metrosfer

yayın politikası noktasında tutarsız sinyaller veren internet gazetesi.

konu başlıkları ve yazarların katkıları 'modern bireyin gazetesi' sloganına uygun içerikler sunarken siteye gömülü olan haber başlıkları uygulaması tam tersi bir imaj çiziyor. ilgili bölüm doğrudan ensonhaber.com adlı siteden alınıyor ve ortaya oldukça tuhaf bir bileşke çıkıyor. örneğin taksim gezi parkı ile ilgili kendi haber ve yazar katkıları çevre/kültür bilincine yakın duruken hemen aşağıdaki ensonhaber.com çerçevesi içerisinde eylemcilerden 'eylem manyakları' olarak bahsedildiğini görüyoruz.

tek örnek bu değil zira alkol yasağı uygulamasından her yere avm dikme çabasına kadar pek çok alanda site içeriğiyle ensonhaber.com uygulaması 180 derece ters söylemler içeriyor.

apartman intikamları

eğer öğrenci evinde kalıyor ve intikam almak istiyorsanız hiç unutmamanız gereken bir şey vardır: öğrenciler her zaman haksız ve bittabii ahlaksızdır.

kısa süre önce sabahın üçüne kadar süren bir apartman toplantısında şahsıma sorulan 'sizin evden hiç ses gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz.?' sorusuna şaşkın bakışlarla cevap vermiş olmam bile sabıka hanemize silinmez harflerle yazılmıştır.

entelektüel

bu kavramın bizde bir türlü yerine oturmuyor olmasının sebebi sanırım ki kelimeyi ithal ederken onu üreten şartları da ithal ettiğimiz gibi bir sanrıya kapılıyor olmamızdır.

orjinal intelijansiya kavramına ve marx'ın ' filozoflar dünyayı tanımlamaya çalışırlar ama artık mesele onu tanımlamak değil değiştirmek meselesidir' sözüne kulak verdiğimizde görülüyor ki, entelektüel kendi toplumunun çatışma dinamiklerinin yarattığı bir üründür.
sınıfsal mücadelenin kendisinin değil, ama söyleminin ithal edildiği bir toplumda entelektüel de doğal olarak ya ithal ürünün pazarlamacılığına ya da yerli olanın korumacılığına mahkum oluyor. kendi derdini ve ağıtını üretemeyen kendi çözümünü de üretemiyor.

günün sonunda her ithal üründe olduğu gibi kullanımı yukarıdan aşağıya doğru yayılan entelektüel kavramının da meselesi olanın değil stil kaygısı olanın elinde anlamsızlaştığını görüyoruz.

ankara metrosunda öpüşme eylemi

eyleme yönelik tepkilerde şiddete başvuran gruptan daha spesifik bir tehlikenin sözde muhalif ve her şeyin en doğrusunu bilen sol cenahtan geldiğini gördük. günlük yaşam pratiğine yönelik eylemleri eylemden saymayan ve mücadeleyi kendi söylem tekelinde tutmak isteyen bu gruptan 'bunlar tatlı su eylemcileri' sızlanmasını duyduk .

türkiye solu ya tümüyle kimlik plitikasına kayıp ve sınıfsal meşruiyetinden kopup bir tür hobi olmak ya da kimlik siyasetini bir tür hastalık gibi görüp tekil bir hiyerarşiye hapsolmak arasında üçüncü bir yol bulamıyor. mücadele yöntemlerinin birbirini dışlamayan çeşitliliğinin bu ülkenin yüzyıllardır bildiği bir gelenek olan imeceye doğal olarak yakınsadığını anlamadan da bulamayacak gibi görünüyor.
  • /
  • 12
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 230

ayı sözlük yazarlarının ilk maaşı

liseyi bitirdiğim yaz, ailemin bölüm seçimi konusunda uyguladığı baskıya rest çekerek üniversiteye gitme fikrini tamamen reddettiğim, tercih yapmadığım yıldı. sonuçlar açıklanıp o puanla açıkta kaldığımı görünce ne yaptığımı anlayıp kıyameti koparmışlar, bana da bir iş bulup evde daha az vakit geçitmekten başka çare kalmamıştı. bulduğum ilk işe girip bedenimi yeterince yorarsam zihnim daha az çalışır diye düşünerek çelimsiz halimle ağırlıkların altına atmıştım kendimi. çalıştığım yerde benimle aynı işi yapan ellili yaşlarda bir abi de vardı. ayın sonunda bir öğle yemeği arasında ekmek arası peynir domatesini yemekte olan adamın karşısında donup kalmış, dehşete düşmüştüm. bir taraftan ekmeğini ısırırken diğer eliyle de az önce birlikte çektiğimiz üç kuruşluk maaşı evirip çeviriyor, mırıldanmalarından anladığım kadarıyla nereye ne kadar vereceğini hesaplamaya çalışıyor ama hangisini sonraki aya erteleyeceğini kestiremiyordu. dehşete düşmüştüm çünkü otuz yıl sonraki halime baktığım hissine kapılmıştım. boğazıma yumru olup oturan paranın azlığı, insan gibi yaşamaya yetmezliği değildi. kafasında ve göğsünde kim bilir neleri taşırken kendi hayatına sıkışıp kalma duygusu bir korku olmanın ötesinde cisimlenmiş olarak önümde duruyordu sanki, nefesim kesilmişti. her gün aynı güne uyanacak, her gün aynı şeyleri tekrar edecek ve zihnimin sınırsızlığı ile gerçekliğin çoraklığının yarattığı çelşikiyi bastırmak için aklımı tümden susturmaya çalışmakla geçecekti zaman; ilk maaşımla sonraki maaşlarım arasında tek değişen yaşım olacak ve yaşam ben yaşamadan tükenecekti.

üniversiteden vazgeçerek bana seçme şansı tanımayan ailemden intikam aldığımı düşünüyordum; gerçi ben küçükken de anneme kızdığımda yemek yemeyerek onu cezlandırdığımı sanırdım. kendine acı çektirerek çevrendekileri cezalandırmaya çalışmak ne kadar çocuksu ve anlamsız!

aldığım ilk maas bana hayatımın geri kalanın nasıl olacağı hakkında okkalı bir tokat attı; bir sonraki sene yine aileme rest çekerek ama bu sefer istediğim şehir ve bölümü seçerek üneversiteye gitmemi sağladı. okulu bitirdiğim bu eşikte muhtemelen beni yine üç kuruşu evirip çevireveğim bir iş bekliyor ama kendi seçimlerimle ve istediğim şehirde yaşadığım sürece mutluyum. yine de o öfkeyi, kendi hayatına sıkışıp kalmış o adamın zihnime kazınan portresini unutmadım. muhtemelen benden çok daha falzasına sahip olan ama hayata geçirmek için fırsat bulamamış, ruhu bedeninden şişman o hayat soğurucu bir avuç adamın düzeninde sıkışmış adamın öfkesi hala orada duruyor.

ilk maaşımla eve dönerken kardeşime manavdan meyve, eve ekmek ve kendime kitap almış, geri kalanını da üniversite masrafları için bir kenara atmıştım. meyveler taze, ekmek sıcak ve kitap güzeldi.

hypatia

ilk kadın filozof ve bilim insanıdır.

4. yy'da iskenderiye kütüphanesinin kurulmasında rol oynamış ve dünyanın çeşitli kültür merkezlerine mektuplar yollayarak yeryüzünün her yerinden iskenderiye'ye kitap kervanlarının akmaya başlamasını sağlamıştır. matematik konusunda döneminin en önemli isimlerin biri haline gelmiş ve dönemin hristiyan dogmalarını her fırsatta eleştirip akılcı felsefeyi savunmuştur. bu durum kısa zamanda kilisenin düşmanlığını üzerine çekmiş ve bir konuşma yapmak için kalbalığın karşısına çıktığı sırada daha ilk kelime ağzından çıkar çıkmaz bir okçu tarafından öldürülmüştür. öldürülmesini emreden iskenderiye patriği de bu başarısı nedeniyle aziz ilan edilmiştir.

denilir ki hypatia kilisenin öğretilerini eleştirdiği için değil bir kadın olarak felsefe, politika ve din üzerine konuştuğu için düşünmeyi erkeklere has bir meziyet sayan kilisenin öfkesinin hedefi olmuştur.

hikayesini merak edenler 2009 yapımı agora filmine de göz atabilirler.

ukdeyi lost soul vermiş efendim.

ayı sözlük yazarlarından iyi görünme taktikleri

- ayakkabılarınız çok da temiz olmasın; her daim göz kamaştıran parlaklıkta ayakkabı giyen adamlar ben de uğur ışıl(d)ak'ın oluşturduğu tekin olmayan pürüzsüzlük hissi uyandırıyor.

- şunu şununla kombine edeyim cümlesi aklınızdan geçtiği an kendinizi uçan adam sabri gibi yerlere atıp kombin kelimesi aklınızdan silinene kadar da kalkmayın; nerede bir kombine etme hali olsa orada genellikle bir adet 'dolabın yarısını üzerine giymiş adam' atmosferi oluştuğu gözlemlerimle sabittir.

- saçınız uzun ise iki saat ayna karşısında kafanızdaki uzantılarla cebelleşip dışarı çıkınca 'yataktan kalktığım gibi geldim' pozu kesmeyin. saçınız çok kısa ise de 'ayna karşısında yüzümdeki varoluşsal krız ifadesi eşliğinde saçımı sıfıra vurdum, hakkımda ne düşündüğünüz kaygısını çoktan aştım' pozu kesmeyin. alt tarafı saç yahu, hiç poz kesmeyin.

- boxer seçimine gelince, çok ayıp...!

islamofobi

müslümanların hatalarını islam'a mâl etmeyin diyenlerin gözden kaçırdığı basit bir nokta var. su şebekesine zehir karışmış ama özünde su temiz bir maddedir kullanmaya devam edebilirsiniz kapısına çıkıyor iş; suç islam'da değil müslümanlarda demek pratik olarak hiçbir sonuç doğumuyor ve zaten insanlar da suçun kimde olduğunu umursamıyorlar. mesele o zehir o sudan ayrıştırılabilir mi ya da kim ayrıştıracak meselesinde düğümleniyor.

bir de şu gerçek islam muhabbetinden de vazgeçilsin artık yahu! islam'a göre yaşamayanlar neyin gerçek islam olduğunu araştırıp öğrenmek zorunda değil. adamın islamla karşılaştığı nokta kendini müslüman olarak tanımlayan adamla kurduğu ilişkidir. ben müslümanım diyen neyse karşıdaki için islam da o olacaktır. ne yapsınlar karşılaştıkları her müslüman için eve koşup inanmadığı bir dinin kitabını mı karşılaştırsın?

müslümanlar islamiyet hakkındaki yargılardan rahatsızsa o tutarsız yargılara kızmak yerine kendilerini değiştirirlerse bir şeyler de değişebilir.

galapagos

darwin'in evrim teorisini temellendirmesinde önemli bir yeri bulunan ada toplululuğu.

adalar uzun süre diğer kara parçalarına uzak ve izole kaldığından ada üzerindeki yaşam dünyanın geri kalanından radikal ölçüde farklılaşmış ve endemik türlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. yaklaşık 60 irili ufaklı ada takımının ismi ise ispanyolca kaplumbağa adaları anlamına geliyormuş.

heteroseksüel ayı sözlük yazarları silinsin kampanyası

homofobik denilen durum zannedildiği gibi tekil bir nitelikten çok dereceli bir yapıya sahip ve pek çok homofobik insan belki de hayatında hiç eşcinsel biriyle ilişki kurmadığı için homofobiye sahip oluyor. tüm hayatınızı haklarında olumsuz şeyler söylenen insanlardan biriyle bile karşılaşmadan geçirdiğinizi düşünün, kaçınız kafanıza çakılan önyargıları kendiliğinizden reddedip karşı kutba geçme cesareti gösterirdi.

benim bizzat belirgin homofobiye sahip olan ve zamanla benimle kurduğu ilişki üzerinden üniversitede sınıf içi tartışmada eşcinsel haklarını destekleyen ateşli bir konuşma yapma noktasına ulaşmış arkadaşım var yahu! ben onunla homofobik olduğu için ilişkiyi kessem ve o eşcinseller hakkında sadece kendi dünyasındaki tekil sesi suymaya devam etseydi daha mı iyiydi?

devrim ancak kendi hayatlarınızı küçük devrimlere dönüştürürseniz mümkündür. homofobik deyip eşcinseller hakkında dile getirilen her olumsuz fikirde bir insanı eksiltirsek iletişim halkımızdan, günün sonunda yalnızca bir avuç insanla konuşabilir duruma düşeriz.

cemil ipekçi

en önemli ayrımın sınıfsal olduğunu gösteren iyi bir örnektir kendisi.

katıldığı bir programda hindistan gezisi sırasında karşılaştığı yoksul insanlardan 'onlar hepimizden daha mutlu aslında çünkü iç huzuru sağlayan bir inançları var' minvalinde bahsetmişti. bu kadar gerçeklikten kopuk ve oryantalist bir söze dayanamayan diğer konuk yoksulluğun kendiliğinden gelişen bir durum olmadığını, politik sebepleri olduğunu söylemeye çalışınca da 'önemli olan iç güzelliktir' gibi klasik 'beyaz' ve sığ argümanlardan dem vurduğunu hatırlıyorum.

meselelerin politik ve sınıfsal boyutunu göremiyor olmak sağlıklı bir yetişkin için kabul edilemez bir durumdur. kendisinin naifliğine vermek isterim ama bana daha çok gümüş kaşıkla beslenenlerde görülen sınıfsal ve yarı bilinçli körlüğü çağrıştırmaktadır.

öğrenci evi

perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.

ayı sözlük yazarlarının ilk maaşı

liseyi bitirdiğim yaz, ailemin bölüm seçimi konusunda uyguladığı baskıya rest çekerek üniversiteye gitme fikrini tamamen reddettiğim, tercih yapmadığım yıldı. sonuçlar açıklanıp o puanla açıkta kaldığımı görünce ne yaptığımı anlayıp kıyameti koparmışlar, bana da bir iş bulup evde daha az vakit geçitmekten başka çare kalmamıştı. bulduğum ilk işe girip bedenimi yeterince yorarsam zihnim daha az çalışır diye düşünerek çelimsiz halimle ağırlıkların altına atmıştım kendimi. çalıştığım yerde benimle aynı işi yapan ellili yaşlarda bir abi de vardı. ayın sonunda bir öğle yemeği arasında ekmek arası peynir domatesini yemekte olan adamın karşısında donup kalmış, dehşete düşmüştüm. bir taraftan ekmeğini ısırırken diğer eliyle de az önce birlikte çektiğimiz üç kuruşluk maaşı evirip çeviriyor, mırıldanmalarından anladığım kadarıyla nereye ne kadar vereceğini hesaplamaya çalışıyor ama hangisini sonraki aya erteleyeceğini kestiremiyordu. dehşete düşmüştüm çünkü otuz yıl sonraki halime baktığım hissine kapılmıştım. boğazıma yumru olup oturan paranın azlığı, insan gibi yaşamaya yetmezliği değildi. kafasında ve göğsünde kim bilir neleri taşırken kendi hayatına sıkışıp kalma duygusu bir korku olmanın ötesinde cisimlenmiş olarak önümde duruyordu sanki, nefesim kesilmişti. her gün aynı güne uyanacak, her gün aynı şeyleri tekrar edecek ve zihnimin sınırsızlığı ile gerçekliğin çoraklığının yarattığı çelşikiyi bastırmak için aklımı tümden susturmaya çalışmakla geçecekti zaman; ilk maaşımla sonraki maaşlarım arasında tek değişen yaşım olacak ve yaşam ben yaşamadan tükenecekti.

üniversiteden vazgeçerek bana seçme şansı tanımayan ailemden intikam aldığımı düşünüyordum; gerçi ben küçükken de anneme kızdığımda yemek yemeyerek onu cezlandırdığımı sanırdım. kendine acı çektirerek çevrendekileri cezalandırmaya çalışmak ne kadar çocuksu ve anlamsız!

aldığım ilk maas bana hayatımın geri kalanın nasıl olacağı hakkında okkalı bir tokat attı; bir sonraki sene yine aileme rest çekerek ama bu sefer istediğim şehir ve bölümü seçerek üneversiteye gitmemi sağladı. okulu bitirdiğim bu eşikte muhtemelen beni yine üç kuruşu evirip çevireveğim bir iş bekliyor ama kendi seçimlerimle ve istediğim şehirde yaşadığım sürece mutluyum. yine de o öfkeyi, kendi hayatına sıkışıp kalmış o adamın zihnime kazınan portresini unutmadım. muhtemelen benden çok daha falzasına sahip olan ama hayata geçirmek için fırsat bulamamış, ruhu bedeninden şişman o hayat soğurucu bir avuç adamın düzeninde sıkışmış adamın öfkesi hala orada duruyor.

ilk maaşımla eve dönerken kardeşime manavdan meyve, eve ekmek ve kendime kitap almış, geri kalanını da üniversite masrafları için bir kenara atmıştım. meyveler taze, ekmek sıcak ve kitap güzeldi.

hoşlanılan adam adı altında hep ruh hastası insanlarla sınanmak

ahmet altan'ın bir kitabında şu minvalde bir söz vardır:

hayatınıza giren hemen herkes suçlu ise belki de siz bir hapishanesinizdir.

eşcinsel çevrem yok diyen kıdemli eşcinsel

başlık altında neredeyse kavga çıktığı için yazma ihtiyacı hissettim.

fena halde yanlış anlaşılmaya kurban giden başlık. bu başlığı açıp ilk entryi giren ve muhtemeldir ki aldığı ters tepki nedeniyle silen arkadaş, tepki gösteren yazar ve ardından gelen bazı yazarların zannettiği gibi eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinselleri kastediyor değildi. başlıktaki kıdemli kelimesinden ve silinmiş olan entry içeriğinden de anlaşılacağı üzere eşcinsel kimliğini gençliğinde yaşayan ancak yaşlandıkça topluma uyum sağlama kaygısı ağır basan, uyum sağlamak için de en kestirme yol olarak homofobik söyleme eklemlenip onu taklit ederek kabul görmeyi bekleyen bir eşcinsel tiplemesi eleştiriliyordu. kısaca, homofobik olmakla itham edilenler eşcinsel arkadaşı olmayan eşcinseller değildi.

başlığı, eşcinsel çevresi, arkadaşı olmayan eşcinseller hakkındaymış gibi algılayıp 'vay efendim bana homofobik mi diyorsunuz' tavrına girmek biraz fazla aceleci olmuş. ilk entryi silen arkadaş ki nicki hatırlıyorum, yazıyı imkanı varsa ve canlandırırsa durum daha iyi anlaşılacaktır.

demem o ki, dövüşmeden oynayın.

öğrenci evi

perde takılmasına gerek olmayan zira camları hiç silinmediğinden zinhar içeriyi- dışarıyı göstermeyen, kendisi şort ve atletle balkonda kahvaltı yapan karşı komşunun siz şort ile balkona çıkınca kötü kötü bakmasına neden olan, sizin evden niye gürültü gelmiyor, gizli bir şey mi yapıyorsunuz diyen tuhaf komşularca sorguya çekildiğiniz evdir.

sözlük yazarlarının alerjileri

sanırım sadece zenginlere dokunan maddeler... fındık, fıstık bir tarafta polen bir tarafta.; ben hiç polen alerjisi olan yoksul görmedim.

sizlere de ibuprofen efendim, sevgilerle.

edit: eksiyi yemem üzerine kendime 'sağlıkla şaka olmaz' diyor eksiyi verene teessüf etmekten de geri durmuyorum.


cin

belirli yaşın altındaki çocuklara bunlardan bahsedeni 'çocukların zihinsel gelişimini olumsuz etkilemekten' yargılamalı diyeceğim ama bir bizde değil hemen her kültürde benzerleri var olan, muhtemelen insan türünün karanlıktan korkmasından türetilmiş hayali varlıklar.

cin cin cin

edit: gelmedi.

halklailiskilerci

eyalet sistemi konusunda kendisiyle aynı fikirde olmadığım için birkaç karşılıklı fikir teatisi içeren mesajlaşmayı tekrar etmek istemediğim bir kelime ile zekamı sorgulayarak bitiren yazar.

ilginçmiş.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.