küçük iskender

yanında diet kolayla birlikte rejim yapan bir kadının kendini kandırma menüsünün parçası gibi duran siparişlik.
tabii ki iskenderin pipisi
aynı zamanda bir pizza markası.*

(bkz: yiyesim var)
zamanında garsonluk,jigololuk,oyunculuk vs. vs. yapmış,gerçekçi,sert,çarpıcı dizelerin şairidir. ağır roman filmindeki oyunculuğunu da es geçmemek gerekir.
öz güvenine kurban değim dizeleri de şu şekildedir:
"evet, ben has ibneyim, ama
anüsümün çapı sizin ağzınızın çapından dar"
kalemine aşık olduğum gerçek orjinalinin hangi küçük iskender olduğunu bilemediğim sosyal medyada düzenli olarak aynı isimle türevleri çoğaltılan iq’ lar eşit olmadıkça insanlar eşit değildir,nehirlere karışan zehirli atıklar gibi ağır ağır akarak kanıma karışmakta yokluğun…,toprak olsam üstüme basmayacaksın hava olsam içine çekmeyeceksin öyle düşmansın!”,“sevgilim!sana eşim diyemem!eşim demek benzerim demektir.ben bana benzeyen birini sevemem!”seni seviyorum ama ' diyorsun ya. hay ben senin ama'na koyayım vb..sözleriyle severek takip ettiğim adamın hasıdır kendileri..
oldukça çarpıcı, duygularının ve düşüncelerinin cesaretini, kaleminin cesaretini aktarabilen şair, eleştirmen gerçek adı da derman iskender över'dir. * şiiri de sevilesi, tekrar tekrar okunulasıdır.


bir nedeni yok yalnızca öptüm

dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve 'hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. bekledim. beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. evet, bilmiyordum. bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. sevişirken sözlük kullanıyordum hala. ama, seni seviyordum. ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. sana yaklaşamıyordum. yasaklanmıştın adeta. çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. küçük bir ateş. küçücük bir ateştin sen. sönmekten ürken bir ateş. bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. aşkın mecali kalmamıştı. sessizce sokuldum yanına. acıyla irkildin. gülümsedim. gülümsememe anlam veremedin elbette. kimdi bu? ne istiyordu? tanımadığın biri. hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. fuzuli bir beden, karşındaki. usulca uzandım,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. uzayın adını ben koymadım. uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. rahatlatır beni o. bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. romantizme uyum sağlamak için de değil. öyle. işin gerçeği budur. yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. lekesiz bir yalnızlık. lekelenmeye müsait bir yalnızlık. tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. pişmansın. pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. 'neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. olmuyor tabii. olmuyor. sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. beni anlayacağın günler gelecek. beni de göreceksin. benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. korkma lütfen,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. çay pişiririz. çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. sonra da sen anlatırsın: sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. ben sıkılmam. ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. bir insan, bir insanı sıkamaz. bir insan canı isterse sıkılır. hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. endişelenmen gereksiz,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. başkalaşmaya çalışıyorum. gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. değişmek, hiç de zor değil. yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. evet, tıpkı bu. sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. birlikte dansedebilmek gibi. sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. ve ciddi. ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. masallarla geliyorum. efsanelerle geliyorum. herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. artniyetsizim. inan,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. aklıma yayıldın. ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: ortadaydım işte! bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. hayır! melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. kusura bakma, kafam biraz dağınık,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

insan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. kızmamalısın. darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! gerçekten kırıyorsun beni,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. insanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. yapacak çok işimiz var. dövüşecek çok düşmanımız var. kucaklayacak çok arkadaşımız var. bizim sebebimiz bu. bizim fazlalığımız bu. belki de iksirimiz. kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. yalan söylemiyorum

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. çikolata bile kurtlanabilir. dondurma erir. çiçek solar. galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! birer hatıraya dönüşseler bile! kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.

şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . yüzüme öyle bakma nefretle,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. kimbilir, doğrudur belki de! . adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin esrarı büyüleyici! romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. özveri denebilir buna. evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. insan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . sakın ha üstüne alınma,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

ben seni kırmak için yaratılmadım. uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? seni kaybettim. bunu biliyorum. seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. ortadaydı. bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. hala da saygıyla ağlıyorum. büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. inadıma öfkeleniyorsun. seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. bu da aşk işte! bu da entrika! bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! dur, dur, bağırma,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

bunlar da geçecek şüphesiz. seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. yaralandım. bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. bir gerçek aramıyorum felakete. bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. eğer hissediyorsan,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. o rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. dokunamadım sana. parmakuçlarım neşterdi çünkü. kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
sosyal paylaşım sitelerinde eserleri hava da uçuşuyor.işin garip tarafı ağır homofobik insanlar dahi paylaşıyor.eşcinsel olduğunu söylediğiniz de ise.
napıym ibne yazıyor yeaaa diye pişkin pişkin cevap veriyorlar.

(bkz: riyakarlığını sikeyim dünya)
yirmi altı yaşında bir hayranı olarak artık ergenliğimin hatırına sevdiğim şair/yazar. tabi bunda küçük iskender'in pek bir suçu yok, suç şimdinin ergenlerinde. bu kadar sosyal medya malzemesi olmak, popili olmak hiçbir yazara yakışmadığı gibi ona da yakışmamaktadır.

ama lise yıllarında okuduğum, şu an çizgisini değiştirmiş olan ama o zamanlar edebiyat dergisi olan, leman tarafından çıkarılan "yeni harman" adlı dergideki bir öyküsünü aradan geçen 7 yıla rağmen unutamadığım yazardır. öykü iki lezbiyeni anlatır. kadınlardan biri hiç konuşmaz ve diğerini hep tersler. terslenenin iç sesi bir noktada "bir tek annemle sevişmeyeceğim" der. bu cümle hâlâ bugün okumuşum gibi aklımdadır. öykü tersleyen lezbiyenin diğerine "sürtünme sürtük" demesiyle biter. aslında ortada bir aşk hikayesi vardır o ayrı.
heteroseksüellerin aşklarımızı bile çaldığını gösteren şairdir.o şiirlerin hiç birisi bir hatuna yazılmadı.hepsi erkek seven bir erkeğin diğer bir erkeğe yazdığı satırlar.
azılı aşklar şatosu, arabesk çocuk şiirleri gibi muhteşem şiirleri kaleme almış büyük şair. allen ginsberg'in türkiyelisi.
- öncelikle, bu sözlükte bu giriyi bu kadar geciktirmiş olmak bir ayıp benim için...
- gözlerim sığmıyor yüzüme kitabıyla edebiyat dünyamıza ve hayatımıza çarpan büyük insan.
- 1964 istanbul doğumlu; kabataş lisesi mezunu; tıp ve sosyoloji lisans öğrenimlerini yarıda bırakarak, tümüyle edebiyata yönelmiş eşcinsel fikir adamı ve sanatçı. tam adı, derman iskender över.
- hem deneme ve romanlarıyla hem de şiirleriyle benzersizdir.
- en yakın rakibi murathan mungan dır deseler de, rakip değil, birbirlerini tamamlayan değerlerimizdir.
şiir kitapları şunlardır:
gözlerim sığmıyor yüzüme (1988)
erotika (1991)
yirmi5april (1994)
periler ölürken özür diler (1994)
suzidilara (1996)
güzel annemin hayal gücü (1996)
ciddiye alındığım kara parçaları (1997)
papağana silah çekme! (1998)
alp krizi (1999)
gözyaşlarım nal sesleri (1999)
bir çift siyah deri eldiven (2000)
ipucu bırakma sanatı (2000)
bahname (2000)
teklifsiz serseri (2001)
kahramanlar ölü doğar (2001)
çürük et deposu (2001)
eski kral deposu (2002)
siyah beyaz denizatları (2003)
barudî (2003)
dicle ile fırat (2004)
bir daha bana benzeme angel! (2004)
sarı şey (2010)
bu defa çok fena (2011)
ali (2013)
elli belirsiz (2014)

serbest metin ve romanları:

dedem beni korkuttu hikâyeleri (1992)
ikizler burcu hikâyeleri (1993)
666 (1994)
galileo'nun pergeli (2009)
the kırmızı başlıklı istasyon şefi (1996)
belden aşağı aşk hikâyeleri (1996)
pop h'art (1997)
balık burcu hikâyeleri (2000)
made in hell (2001)
insectisid (2002)
necronomicon /ölüm kitabı (2004)


flu'es (1998)
cehenneme gitme yöntemleri (1999)
zatülcenp (2000)

arada şiirlerini okumazsam, rahatsızlık hissettiğimdir.
çok yaşasın ve daha çok " öyküşiir" yazsındır!!
geçenlerde izmir kitap fuarında kitaplarını imzalatıyordu.yazar bi abimde oradaymış , telefon açıp bi ihtiyacını dile getirdi(asistanıyım).üf püf yapıcaktım ki ekledi seni küçük iskender ile tanıştırıcam dedi.

ağbiiiiiiiiiiiii geliyorummmmm....

gittim fuara görüştüm abimle , arka tarafta küçük iskender kitaplarını imzalatıyor sırada 2-3 kişi var.sonradan öğrendim ki adam 4 saattir imza atıyormuş ve hala güleryüzlüydü.abim bahsetti durumdan küçük iskender'e gittim yanına elimi uzattım, el sıkışırken diğer eliyle elimin üstüne hafifçe iki kere bastırdı yani dokundu.allahim bunu bende duygusal dönemlerimde sevdiğim insanlara yaparım.

sonra fotoğrafımı çektirdim.gülümsedim ve gittim.pek bi tanışma olmadı ama çok güzeldi.ağır roman filmini izledikten sonra ve üzerine amatör bi proje yürütürken onla tanışmak mükemmel oldu.
facebook iletilerine dair telif davası açsa milyoner olacak yazar.
'bilirsin beceremem yaşamayı, bir damla su olsam gider rakıya damlarım' diyen şair. akciğer kanseri ile mücadele ediyordu en son. acaba son hâli nicedir ses çıkmıyor uzun zamandır.
aşkı yüksek yerlere kaldırmalı ve üzerine şu not yazılmalı; alçakların ulaşamayacağı yerlere saklayın.
55 yaşında, bugün hayatını kaybetmiştir. 1 yıldır kanser ile mücadele ediyordu.
"sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe" :(((
bir organ nakli gibi sevmiştim seni; 
çürük gözlerine bağışlanan ellerim, yırtık dudaklarına bağışlanan şiirlerim.. 
darmadağın kadınların, darmadağın ettiği erkekler gibi sevmiştim seni...
aynı bedene sıkılan iki el kurşun gibi, katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşla sevmiştim seni...

çok erken gittin sen... zekana aklına hayrandım. ışıklarla uyu
yazıları ile tanışmam lise yıllarında bir arkadaşımın kendisinin şiir kitabını hediye etmesi ile olmuştu. okudukça sevdim, araştırdım, benzer yanlarımızı gördükçe daha çok sevdim. son zamanlarda hastalığının hep iyiye gittiğine inanmak istemiştim fakat karanlıkta o da artık bir zenci oldu.
  • /
  • 2