insomnanic

Durum: 154 - 0 - 0 - 0 - 16.04.2014 02:36

Puan: 2020 - Sözlük Kezbanı

13 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

Anybody can be a non-drunk. It takes a special talent to be a drunk. It takes endurance. Endurance is more important than truth.
  • /
  • 8

melancholy man

the moody blues in enfsane parçası. bir diğeri için bknz: nights in white satin

sözleri de yazıyım tam olsun demi:

i'm a melancholy man, that's what i am,
all the world surrounds me, and my feet are on the ground.
i'm a very lonely man, doing what i can,
all the world astounds me and i think i understand
that we're going to keep growing, wait and see.

when all the stars are falling down
into the sea and on the ground,
and angry voices carry on the wind,
a beam of light will fill your head
and you'll remember what's been said
by all the good men this world's ever known.
another man is what you'll see,
who looks like you and looks like me,
and yet somehow he will not feel the same,
his life caught up in misery, he doesn't think like you and me,
'cause he can't see what you and i can see.

the moody blues

boktan başlayan bir günde sabah kahvelerinin, bunalımlı gecelerde içkinin yanında (bkz: melancholy man) ile insanın dostu olan ingliz blues / senfonik rock yapan efsane grup.

can gox

tadından yenmez parçası için bknz:

alexander tikhomirov

işlerine ve kendisine hayran olduğum hatun. çalışmaları yer yer pornografiye girse de rahatsız edici değildir, kesinlikle takip edilmesi gerekir. klipleri ve videoları kesinlikle incelenmelidir.

uyarı: ortam rahat değilse açmayınız efenim, gayet nsfw:

http://atikhomirov.tumblr.com/

https://vimeo.com/user12494490

http://vk.com/sasha_tikhomirov

izmir

bir anda soğuk yapan şehir. bu ne lan 2 gün önce yanıyorduk?

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar



gece rüyamda duydum şarkıyı nasıl olduysa, uyandığımdan beri ağzıma takılıp kaldı, bir dinleyeyim belki kurtulurum umuduyla açtım dinliyorum, hadi hayırlısı bakalım.

uçan at gören adam

sabah sabah neye uğradığımı şaşırtan adamdır, hayır ucuz bir yöresel kanalın cacık haberi diye düşünerek açtım ama anlatan adam biraz sanki ciddiymiş gibi geldi. hep derim şu sanayi bölgelerindeki fabrikaların bacalarına filtre takın diye, veriyolar kimyasalı veriyolar kimyasalı kafalar yanıyor tabi bi yerden sonra. ilgili video için bknz:



uykusuzluk

uyku geceye ihanettir adı altında kendimi kandırdığım durumum.

the xx

an itibari ile reconsider parçasıyla beni benden almış londralı grup.

sarhoş olmak

alkolü bırakışımın 4. gününde deli gibi özlediğim eylem. ilaçlar falanlar filan yalan be sözlük, özlüyor insan. kum yemiş gibiyim, kupkuru boğazım. *

ölüm orkestrası

batuhan dedde ile tanışmamı sağlamış şiir/ düz yazı karışımı eseridir. *. buram buram küf kokar, rutubet kokar. koşturunca ciğerden gelen tütün kokusunu hatırlatır.

yazıyım tam olsun;

biz hangi günahın tohumuyuz? hangi karanlık sanatın en cılız büyüsü? hangi küfrün kalbi en kıran kelimesi?

yaşamak; üçüncü sınıf pavyon şairlerinin sınıfı belirsiz kadınlara yazdığı şiirler gibi iğreti duruyor üzerimde. 6 numaralı kapıdan çıkıp, koridorun üzerinde günbatımına doğru yönelen bir tren yolu gibi döşenmiş kırmızı çizgiyi takip ediyorum. sanki bütün kabileler bu rayların üzerinde idam edilmiş gibi. islak ve sıcak. ve kırmızı. tanrı buraya uğramış gibi bırakılan devasa ayak izleri. koridorun sonundan yayılan cızırtılı bir ses bütün odaları dolduruyor; “don’t cry.” kafamın üzerinde dönen ama hiç de esinti yaratmayan pervaneye bakıp şarkıya eşlik ederken, ayrılık ne renk? diye düşünüyorum sessizce. kırmızı çizgiye çarpan turuncu hüzme, koyuluğu biraz daha saydamlaştırırken can çekişen alyuvarları görüyor gibiydim, çığlıklarını duyuyor gibiydim. biraz da deli gibiydim…

telefon çalıyor…
telefon çalıyor, eskitme mobilyalarımı deler gibi bir çınlama ile. sigaramdan bir nefes daha alıp, kahkaha atarken çıkartıyorum dumanı. içeri sızan ışıkla birleştiğinde bu duman ve kahkaha da olduğunda bir an için korku filminden bir kareyi andırıyor bana. telefon çalıyor. bir parça kan damlıyor annemin en sevdiği halısına kesik bileklerimden. utanıyorum. telefon çalıyor. ellerimdeki demir kokulu sıvıyı aceleyle üzerime silip ahizeyi kaldırıyorum; -neden geç açtın? –duş alıyordum anne, kan ile… telefon kapanıyor. annem her zaman yaptığım ölüm şakalarından biri zannedip küfür gibi kapatıyor telefonu. acıyla gülümsüyorum çünkü kırıldım. annemin intihar dahil benim hiçbir işi beceremeyeceğimi düşünmesi, beni üzüyor. beni üzdü. beni şair yaptı. beni yalnız bir adam yaptı. ah, anne! cehennemine odun olacağım sanırım. ben istemedim bunu, tanrı öyle diyor gibi.

dakikalar ilerliyor… cızırtılı “don’t cry”a aldırmadan küçük bir kız çocuğu gibi ağlıyorum, oyuncak bebeğinin kolları kopartılmış bir kız çocuğu gibi. akrep, yelkovanın peşinden koştukça geride bırakacağım sevgilimi hatırlıyorum. akrep bendim. yelkovan hep firari. içimde büyük bir çukur açıldı gibi hissediyorum birden bire. birileri o kuyuya düşmüşte, yardım çığlıkları atar gibi. aynada bana yansıyan yüzüme bakıyorum; yakışıklı değil ama ortalama bir ceset. iskandinav ırkına dahil olmalıymışım, beyaz tenli olmak bana yakışıyor. babama kızıyorum ya da anneme. bir norveçli ya da danimarkalı biriyle evlenebilirlerdi. dizlerim titremeye, ağırlığımı taşımamaya başlıyor. yakıt olarak kullandığım kırmızı sıvı azalmaya başladı gibi. eğer bir arabanın benzin deposunu delerseniz, benzin oradan akmaya başlar ve depo tamamen boşaldığında arabanın motoru stop eder. bir araba gibiyim. yakıtım boşaldıkça fonksiyonlarımın zayıfladığını hissediyorum. birazdan ivmem duracak. görüş alanım azalmaya başladı. koridorun sonundaki duvarda asılı portreyi aşırı bulanık görüyorum, tabloda oturan ihtiyar, ayaklanıp sikini gösterse, utanamam. çünkü göremiyorum.

sanırım vakit yaklaşıyor. bunu kalemin her otuz saniyede bir istem dışı elimden düşmesinden yola çıkarak söylüyorum. lanet olsun, yazdığım ilk sayfa tamamen kana bulandı. olay yeri inceleme ekiplerinin ne yazdığımı okuyabilmek için kağıdı kimyasal işlemlerden geçirmesi heyecan verici olacaktır. eğer geri gelebilseydim, onların bu işlemlerle uğraşırken arkamdan ettiği küfürleri duymak isterdim. eğlenceli olacağı kesin. biriken kan, masadan taşarak halıya damlamaya başlıyor. annemin en sevdiği halısı mahvoluyor. bu kez utanmıyorum. ne de olsa gidiyorum. saatin tik takları, kanın yere çarptığı anda çıkarttığı 'şıp’ sesi, koridorda yankılanan cızırtılı “don’t cry.” bu bir insanın müzisyen olmadan yaratabileceği en kusursuz senfoni orkestrası. mozzart’ın, bach’inkilerden eksik yanı, kendinize has bir orkestra olması. seyirci yalnızca kendinizsiniz. bu daha özel kılıyor bu konçertoyu.

kapı çalıyor… birileri kapıyı öfkeyle yumrukluyor. kafamı masanın üzerine usulca koyup, geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. en çok özleyeceğim şey masmavi bir çift göz olması, hayatımı yeterince iyi yaşayamadığımı gösterir gibi duruyor fakat ben bundan rahatsız değilim. gözlerimin kapanmasına engel olamıyorum. dudaklarımdan kendimin bile duyamadığı bir fısıltı, hafif bir tebessümle karışıp orkestraya karışıyor. müzik daha bir derin geliyor. daha anlamlı. koridora vuran güneş daha bir koyulaştı gibi. ben hala geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. güzel günlerimiz olabilirdi eğer insanlık jileti yaratmasaydı. gözlerim biraz daha kısılıyor, biraz daha donuk bakmaya başlıyorum. haftalardır tezgahta duran bir orkinos gibi ölü bakıyorum. yüzüm iyice kireçleşiyor. biri kapıyı daha da öfkeyle yumrukluyor. sanki savaş davulları çalıyor gibi. gözlerimin önünden minik bir kan nehri geçip burnuma değiyor. biraz demir biraz alkol kokuyor. o nehirlerde avlanan korsanlar görmek güzel olurdu diye düşünüyorum. konçerto, alkol, sigara, müzik, tebessüm. mükemmel ölüyorum. tek eksik var içimde, tutamadığım bir sıcak el. en çok özleyeceğim bir çift mavi göz.

kapı daha bir şiddetle vuruluyor. ve kırıldı…
içeri birkaç adam giriyor tanımadığım ya da gözlerim fazla flu gördüğü için tanıyamadığım. üzerime doğru koşarlarken artık veda vaktinin geldiğini anlayıp hafif bir tebessüm ile gözlerimi kapatıyorum. sanki beni kovalıyorlardı da ben kapıyı yüzlerine çarptım gibi. gözlerimi kapatırken en çok bir çift mavi gözü özleyeceğim aklıma geliyor. gözlerim kapanıyor.

gerisi?
anlatılamayacak kadar karanlık…

gemide

tek başına şarap içerken soundtracki ile insanı kendinden geçirir gecenin en alakasız saatinde. en hüzünlü isyanlara sürükler insanın ruhunu...

sevgilisini bir kere bile aldatmayı düşünmemiş insan

eski 7 senelik ilişkimde içinde olduğum ruh halidir bu efenim, bir kere bile aklıma gelmemişti lakin kendisi evlenmek için tarih bile alınmışken tenis hocasına kaçmıştı. uzun süre hayretler ile tebrik etmiştim kendisini.

not: düşünmemek derken yeltenmemeyi dayanak noktası olarak aldım

sünger bob

amerika'da rehabilitasyon amacı ile hapishanelerde mahkumlara izletilen çizgi dizi.

ayı sözlük yazarlarının twitter sayfaları

https://twitter.com/insomnanic

eski sevgili ile olan mesajlaşmaları okumak

yer yer acı verir, bazen tebessüm ettirir, sarhoşken ise isyan katsayısını arttırabilir. eğer ızdıraba kul etme ihtimali varsa en hızlısından silinmelidir efendim.

din dersine cami hocası girmesi

müslümanlık inancının radikalliğe yaklaştıkça pedofili olma oranının yükseldiğini düşünürsek imamların okullardan uzak tutulması gerektiğine inanmaktayım.

üşengeçlik

kendi çapımda sınırlarını belirlediğimi düşünüyorum. en basiti geçen ay bilgisayarımda yaşadığım bir sorundan dolayı format atmak zorunda kaldım lakin windows7 cd sini bulamadım, ilk etapta xp yükleyeyim sonra win7 ye dönerim dedim, ama gel gör ki bir aydır xp de mahsur kaldım. bir gün başarıcam bunu ama, inanaıyorum. bekle beni win7 geliciğim sana beybi.

cep telefonu

geçen senenin kasım ayından beri kullanmadığım zapazingo. üstüne bir de facebook hesabımı kapattım, google talk ile idare ediyorum şu aralar.

facebook

sonunda beni delirtmeyi başarıp 3 gün önce hesabımı kapattım. meğer ne çok zaman geçiyormuşum lan öyle. sonra anladım ki harbi harbi facebook pişmanlıktır.
  • /
  • 8
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 154

meni yutmak

tadının değişiceğini iddia edip bi ara eski kız arkadaşım eve ananas yığmıştı, tatlı oluyomuş o zaman öyle demişti, denemedim bilmiyorum, gerçek mi hurafe mi onu da bilmiyorum. (bkz: bu da böyle bir anımdır)

edit: imla.

baba

hayatımda bana en fazla destek olmuş kişidir muhtemelen. tamam anne candır illaki ama anne duygularını belli eder, yeri gelir ağlar yeri gelir sarılır ama baba bunu göstere göstere yapamaz. 14 yaşımdan beri batmadığım bok kalmadığı halde her zaman bana destek olmuştur çaktırmadan, gösteremeden. hiçbirşey yokmuş gibi davransada yeri gelir bazen rakı içerken akar yaşlar gözlerinden. artık yaşlanmıştır lakin inceden, ufak tefek hastalıklar başlamıştır, eve girip uzandığını görmek varya hastalıktan dolayı sözlük, işte o an insan acizliği görür. ben gençtim, vardı her derdimin bi çözümü. ama artık o yaşlıdır ve yapıcak bir şey yoktur, senin her derdine çözüm bulan o adam için hiçbirşey yapamazsın. dertlenirsin, benim verdiğim sıkıntılar yüüzünden çıktı bu hastalıklar dersin. yatarken sorarsın ''baba, iyi misin?'' diye, ''iyiyim oğlum geçer birazdan'' der. ve senin sıkıntıların yüzünden o hasta düştüğü yatağında yaptıkları boşa gitmesin diye ''iyi o zaman babam ben ben bi duşa giriyorum'' diyip uzaklaşırsın güümseyerek salondan, duşa girceğin filan yoktur, sadece ağladığını görmesin daha da acı cekmesin diye döner arkanı gidersin.

melancholy man

the moody blues in enfsane parçası. bir diğeri için bknz: nights in white satin

sözleri de yazıyım tam olsun demi:

i'm a melancholy man, that's what i am,
all the world surrounds me, and my feet are on the ground.
i'm a very lonely man, doing what i can,
all the world astounds me and i think i understand
that we're going to keep growing, wait and see.

when all the stars are falling down
into the sea and on the ground,
and angry voices carry on the wind,
a beam of light will fill your head
and you'll remember what's been said
by all the good men this world's ever known.
another man is what you'll see,
who looks like you and looks like me,
and yet somehow he will not feel the same,
his life caught up in misery, he doesn't think like you and me,
'cause he can't see what you and i can see.

bir kadının en güzel yeri

boynuyla omuzlarının birleştiği yer. bir de tam adını bilmiyorum, resimle örnekleyecektim hepsi pek pornografik çıktı.

şu göbeğin bitip kasıklarının başladığı yer arasındaki kemiklerin boşlukları. umarım anlatabilmişimdir.

edit: ilium boşluğunun dışarıdan görünen kısmı olabilir/miş. anatominin yalancısıyım.


edit2: niye sevmediniz lan bu entry'imi?

ölüm orkestrası

batuhan dedde ile tanışmamı sağlamış şiir/ düz yazı karışımı eseridir. *. buram buram küf kokar, rutubet kokar. koşturunca ciğerden gelen tütün kokusunu hatırlatır.

yazıyım tam olsun;

biz hangi günahın tohumuyuz? hangi karanlık sanatın en cılız büyüsü? hangi küfrün kalbi en kıran kelimesi?

yaşamak; üçüncü sınıf pavyon şairlerinin sınıfı belirsiz kadınlara yazdığı şiirler gibi iğreti duruyor üzerimde. 6 numaralı kapıdan çıkıp, koridorun üzerinde günbatımına doğru yönelen bir tren yolu gibi döşenmiş kırmızı çizgiyi takip ediyorum. sanki bütün kabileler bu rayların üzerinde idam edilmiş gibi. islak ve sıcak. ve kırmızı. tanrı buraya uğramış gibi bırakılan devasa ayak izleri. koridorun sonundan yayılan cızırtılı bir ses bütün odaları dolduruyor; “don’t cry.” kafamın üzerinde dönen ama hiç de esinti yaratmayan pervaneye bakıp şarkıya eşlik ederken, ayrılık ne renk? diye düşünüyorum sessizce. kırmızı çizgiye çarpan turuncu hüzme, koyuluğu biraz daha saydamlaştırırken can çekişen alyuvarları görüyor gibiydim, çığlıklarını duyuyor gibiydim. biraz da deli gibiydim…

telefon çalıyor…
telefon çalıyor, eskitme mobilyalarımı deler gibi bir çınlama ile. sigaramdan bir nefes daha alıp, kahkaha atarken çıkartıyorum dumanı. içeri sızan ışıkla birleştiğinde bu duman ve kahkaha da olduğunda bir an için korku filminden bir kareyi andırıyor bana. telefon çalıyor. bir parça kan damlıyor annemin en sevdiği halısına kesik bileklerimden. utanıyorum. telefon çalıyor. ellerimdeki demir kokulu sıvıyı aceleyle üzerime silip ahizeyi kaldırıyorum; -neden geç açtın? –duş alıyordum anne, kan ile… telefon kapanıyor. annem her zaman yaptığım ölüm şakalarından biri zannedip küfür gibi kapatıyor telefonu. acıyla gülümsüyorum çünkü kırıldım. annemin intihar dahil benim hiçbir işi beceremeyeceğimi düşünmesi, beni üzüyor. beni üzdü. beni şair yaptı. beni yalnız bir adam yaptı. ah, anne! cehennemine odun olacağım sanırım. ben istemedim bunu, tanrı öyle diyor gibi.

dakikalar ilerliyor… cızırtılı “don’t cry”a aldırmadan küçük bir kız çocuğu gibi ağlıyorum, oyuncak bebeğinin kolları kopartılmış bir kız çocuğu gibi. akrep, yelkovanın peşinden koştukça geride bırakacağım sevgilimi hatırlıyorum. akrep bendim. yelkovan hep firari. içimde büyük bir çukur açıldı gibi hissediyorum birden bire. birileri o kuyuya düşmüşte, yardım çığlıkları atar gibi. aynada bana yansıyan yüzüme bakıyorum; yakışıklı değil ama ortalama bir ceset. iskandinav ırkına dahil olmalıymışım, beyaz tenli olmak bana yakışıyor. babama kızıyorum ya da anneme. bir norveçli ya da danimarkalı biriyle evlenebilirlerdi. dizlerim titremeye, ağırlığımı taşımamaya başlıyor. yakıt olarak kullandığım kırmızı sıvı azalmaya başladı gibi. eğer bir arabanın benzin deposunu delerseniz, benzin oradan akmaya başlar ve depo tamamen boşaldığında arabanın motoru stop eder. bir araba gibiyim. yakıtım boşaldıkça fonksiyonlarımın zayıfladığını hissediyorum. birazdan ivmem duracak. görüş alanım azalmaya başladı. koridorun sonundaki duvarda asılı portreyi aşırı bulanık görüyorum, tabloda oturan ihtiyar, ayaklanıp sikini gösterse, utanamam. çünkü göremiyorum.

sanırım vakit yaklaşıyor. bunu kalemin her otuz saniyede bir istem dışı elimden düşmesinden yola çıkarak söylüyorum. lanet olsun, yazdığım ilk sayfa tamamen kana bulandı. olay yeri inceleme ekiplerinin ne yazdığımı okuyabilmek için kağıdı kimyasal işlemlerden geçirmesi heyecan verici olacaktır. eğer geri gelebilseydim, onların bu işlemlerle uğraşırken arkamdan ettiği küfürleri duymak isterdim. eğlenceli olacağı kesin. biriken kan, masadan taşarak halıya damlamaya başlıyor. annemin en sevdiği halısı mahvoluyor. bu kez utanmıyorum. ne de olsa gidiyorum. saatin tik takları, kanın yere çarptığı anda çıkarttığı 'şıp’ sesi, koridorda yankılanan cızırtılı “don’t cry.” bu bir insanın müzisyen olmadan yaratabileceği en kusursuz senfoni orkestrası. mozzart’ın, bach’inkilerden eksik yanı, kendinize has bir orkestra olması. seyirci yalnızca kendinizsiniz. bu daha özel kılıyor bu konçertoyu.

kapı çalıyor… birileri kapıyı öfkeyle yumrukluyor. kafamı masanın üzerine usulca koyup, geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. en çok özleyeceğim şey masmavi bir çift göz olması, hayatımı yeterince iyi yaşayamadığımı gösterir gibi duruyor fakat ben bundan rahatsız değilim. gözlerimin kapanmasına engel olamıyorum. dudaklarımdan kendimin bile duyamadığı bir fısıltı, hafif bir tebessümle karışıp orkestraya karışıyor. müzik daha bir derin geliyor. daha anlamlı. koridora vuran güneş daha bir koyulaştı gibi. ben hala geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. güzel günlerimiz olabilirdi eğer insanlık jileti yaratmasaydı. gözlerim biraz daha kısılıyor, biraz daha donuk bakmaya başlıyorum. haftalardır tezgahta duran bir orkinos gibi ölü bakıyorum. yüzüm iyice kireçleşiyor. biri kapıyı daha da öfkeyle yumrukluyor. sanki savaş davulları çalıyor gibi. gözlerimin önünden minik bir kan nehri geçip burnuma değiyor. biraz demir biraz alkol kokuyor. o nehirlerde avlanan korsanlar görmek güzel olurdu diye düşünüyorum. konçerto, alkol, sigara, müzik, tebessüm. mükemmel ölüyorum. tek eksik var içimde, tutamadığım bir sıcak el. en çok özleyeceğim bir çift mavi göz.

kapı daha bir şiddetle vuruluyor. ve kırıldı…
içeri birkaç adam giriyor tanımadığım ya da gözlerim fazla flu gördüğü için tanıyamadığım. üzerime doğru koşarlarken artık veda vaktinin geldiğini anlayıp hafif bir tebessüm ile gözlerimi kapatıyorum. sanki beni kovalıyorlardı da ben kapıyı yüzlerine çarptım gibi. gözlerimi kapatırken en çok bir çift mavi gözü özleyeceğim aklıma geliyor. gözlerim kapanıyor.

gerisi?
anlatılamayacak kadar karanlık…

bir kadının en güzel yeri

boynuyla omuzlarının birleştiği yer. bir de tam adını bilmiyorum, resimle örnekleyecektim hepsi pek pornografik çıktı.

şu göbeğin bitip kasıklarının başladığı yer arasındaki kemiklerin boşlukları. umarım anlatabilmişimdir.

edit: ilium boşluğunun dışarıdan görünen kısmı olabilir/miş. anatominin yalancısıyım.


edit2: niye sevmediniz lan bu entry'imi?

silverface

heppi börtdey dir, eksik olmasındır.
Henüz takip ettiği biri yok.