oblomov

Durum: 261 - 0 - 0 - 0 - 05.03.2015 00:41

Puan: 4826 - Sözlük Kezbanı

11 yıl önce kayıt oldu. 4.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 14

zerkalo

sovyet kadın şairi marina tsvetaeva'nın aynı adlı bir şiiri vardır;у зеркала-zerkalo* diye. şiirde;aynadaki sisli,puslu, zaman zaman görünen yine zaman zaman kaybolan ama bir şekilde insanın aklına takılıp kalan,bazen acı bazen hoş hatıralara değinilir. zihin karışıktır ve varoluş nerede başlamıştır,insan nereye gider diye sorular sorar. filmde aynen böyle karışıktır,belli bir kurgu yada zaman çizgisi yoktur.

yönetmen, çocukluğuna dair aynada görebildiği kadarını beyaz perdeye aktarmıştır. kendi varlığının başlangıcına bir yolculuktur zerkalo. "insan nereye doğru gider" sorusuna cevap vermez film,sonunda herkes bir karara varır ve yoluna devam eder.* tıpkı şiirinde sonunda dediği gibi "yolun her nereye ise,tanrı seninle olsun" demekten başka bir şeyde gelmez elden.

-spoiler-
filmi izleyeli yıllar oldu ama hala aklımdan bir sahnesi hiç çıkmaz. belkide yönetmenin aynasındaki en belirsiz ama en can alıcı hatıra bu kanımca. çocuk uykusundan uyanır ve annesi saçlarını yıkamaktadır. ama anne bir cadı gibidir,üstüne yetmezmiş gibi ev yıkılmaktadır. yönetmenin sorunlu çocukluğunun bir aynasıdır belkide bu sahne. anne-baba-oğul ve yıkılan bir ev. sahne için


şiiri dinlemek isterseniz

noel

bu gün fatih çarşamba pazarının girişinde,30 yaşlarında genç bir adam;eline almış beyaz bir çuval,içinden oyuncaklar çıkartıp çocuklara hediye dağıtıyordu. önce bir afalladım,bilen bilir;çarşamba nakşibendi tarikatının yoğun olduğu bir yer,burada ufak çocuklar bile sarıklı,cübbeli yada çarşaflıdır.her binada yatılı kur'an kursu var,haliyle içimden:
"şişme noel babayı pıçakladıkları gibi bu adamada bir şey yapmazlar inşallah" dedim,pazara daldım.

abovv pazar ateş pahası,neyse efenim bir kaç bir şey aldım çıktım pazardan. baktım adam bitirmiş işini gidiyor,son bir kaç oyuncak vardı elinde onları da verdi gitti. yine içimden: "vay anasını,noel ruhu buraya kadar gelmiş. ülke normalleşiyor diyorlardı inanmıyordum". derken,sonra emniyet-fatih metrosuna geldim. iki çarşaflı genç kız sağlı-sollu geçmişler metronun girişine,ellerinde de broşürler var gelen geçene uzatıyorlar. pek kimse oralı olmuyor,alan da yok. metroya girecekken yanlarına yaklaştım özellikle,bakalım neymiş bu. şöyle kızın elindeki kağıda göz ucuyla baktım,ne olsa beğenirsiniz? "yılbaşı kutlamayın,müşriklerden olmayın" gibi bir başlık,altında da ayetler,hadisler falan filan. yine içimden: "yok lan bu ülkeden hiç bir pok olmaz ama seviyorum da.herkes kendi kafasına göre takılıyor". o adam oyuncakları ne amaçla dağıttı bilemem ama noel arifesi olduğundan aklıma başka ihtimalde gelmedi. oyuncakları alan çarşaflı kadınlar gözümün önüne geldi,sonra az önceki kızları düşündüm bir sonuca varamadım.

tuvalet kağıdı

güney kore'de,yeni eve taşınan arkadaşa ev hediyesi olarak verilebiliyor,gelenek gibi bir şey. adettendir,eli boş gidilmez tabi ama neden tuvalet kağıdı?tamam o da elzem bir ihtiyaç ama...
g. kore'de tuvalet kağıdı pahalı mı? hayır değil. bunun arkasında çok derin bir uzak doğu felsefesi saklı.

-yeni evin,yeni hayatın tıpkı bu tuvalet kağıdı gibi bembeyaz olsun.
-sağolasında,biliyorsun sonra bununla kıçımızı siliyoruz.yani yine pok yoluna gitmeyelim.
-ama sonra onu klozete atıp üzerine sifonu çekiyorsun demi? işte içindeki tüm sıkıntılarından böyle uzaklaş. hep yeni,bembeyaz bir yaprak aç hayata.
-hımmm... derin felsefe hakkaten.hiç tuvalet kağıdına bu gözle bakmamıştım.

hanuka

yahudilerin,antiyohus’un esaretinden ve yasaklarından kurtulup,tekrar mabetlerini açmalarını ve putperestlikten kurtuluşlarını kutladıkları "ışıklar bayramı". hanukiya adı verilen dokuz kollu şamdanda her gün bir mum yakılır. bu yıl noel'le çakışmıştır ve şalom gazetesindeki köşe yazarı bunun geyiğini yapmış.şöyle ki:

rıfkı: bu haftaki röportajımız, bizi kırmayıp türkiye’ye gelen hanuka harry’le. hoş geldiniz… öncelikle kimsiniz?
harry: ben yahudilerin noel’i olarak kutlanan hanuka bayramı’nın noel babası harry’im.
rıfkı: üstüme iyilik sağlık o ne demek?
harry: bu sene noel ile bizim ışıklar bayramı olan hanuka çakışıyor, aynı tarihlere denk geldi. baktım herkes noel’i kutluyor, harry olarak iş başı yaptım ki noel baba’yla rekabet olsun.
rıfkı: noel baba dediğin hristiyan, siz yahudi’siniz. saçma değil mi şu yaptığınız?
harry: niye saçmaymış?
rıfkı: yok, ben saçma demedim zaten. anladığım kadarıyla noel baba’yla aranızda tatlı bir rekabet var.
harry: yani ben arkadan gelmiş olabilirim ama kendimce orijinal olduğumu düşünüyorum. bende geyik yok ve şabatları çalışmıyorum. bir de benim kıyafet mavi, claus kırmızı giyiyor.
rıfkı: ... baya farklıymışsınız gerçekten.
harry: evet farklıyız, santa toplasan kaç gün çalışıyor, ben ise sekiz gün çalışıyorum.
rıfkı: peki, aranızda kıskançlık oluyor mu? kendisi biliyorsunuz çok ünlü.
harry: neresi ünlüymüş? ben daha ünlüyüm, beni herkes bilir.
rıfkı: emin misiniz? kimse duymadı sizi?
harry: yani noel baba çocuklara hediye dağıtıyor, ben dağıtmıyorum; orda bir mızıkçılık söz konusu.
rıfkı: mantık o değil mi yalnız? çocuklara hediye dağıtmıyorsanız ne yapıyorsunuz?
harry: çocuklarla birlikte hanuka mumu yakıyoruz. bir de 'dreidel’ denilen bir topaç var, onu dağıtıyorum, o kadar.
rıfkı: siz yahudiler de hep cimri oluyorsunuz. noel baba’nın eli daha açık yalnız.
harry: efendim!!?
rıfkı: yok yok şakaydı!
harry: yalnız bu sene noel baba görevi bana devretti.
rıfkı: ne oldu ki?
harry: birlikte çıktığımız bir yemekte kendisinin midesi rahatsızlandı. bu sene benden rica etti, ben gezeceğim evleri onun yerine. bu sene hanuka harry’nin senesi olacak.
rıfkı: 2000 yıldır hastalanmayan noel baba’nın sizle çıktığı yemekte midesinin rahatsızlanması biraz şüpheli gibi.
harry: konunun benle hiç alakası yok. bu sene bütün çocuklar topaç alacak çok mutlu olacak. ben varım. yaşasın hanuka!
rıfkı: …
harry: buyurun size de bir topaç. hoh hoh ho
rıfkı: ...

doji morita

japonya'dan,psychedelic folk müzik türünde gayette başarılı bir kadın. kariyerine ilginç bir şekilde;arkadaşının ölümünden sonra başlamış ve 1983'de de kariyerini bitirmiş. mother sky ve good bye albümleri dinlenesi.
ıslak,soğuk ve melankolik kış günlerinde iyi gidiyor.





recm

yahudi şeriatı halaka'nın temel taşlarından olan,ibranice "r-g-m" kökünden gelen "regam(taşlamak)" kelimesi . eh,ne demiş isa: "günahsız olan ilk taşı atsın."

insan ne ile yaşar

allah'a imanı bir hayli kuvvetli olan tolstoy'un, içindeki öykülerde bolca, insanın kalbindeki sevgiye ancak allah'a duyduğu sevgiyle ulaşabileceğini, yüreğinde bu sevgiyle ve bu sevgiyi karşılıksız olarak insanlarla paylaştığı müddetçe yaşayabileceğini anlattığı kitabı.
tolstoy'un dindar bir kişiliği vardır ve dostoyevski de dahil bir çok rus yazarın da gittiği optina manastırı'na gidip vaktinin çoğunu oradaki starets'lerle geçirir. en nihayetinde ailesini de terk edip, yine manastıra gitmek için yola çıkar ancak oraya varamadan, manastıra yakın bir istasyonda ölür.

şimdi niye bunları anlatıyorum derseniz; eğer okumak isteyenler varsa ya da okumuş olanlar bu kitabı, bir parça kitaba yazarın gözünden bakmalarını tavsiye ederim.
çünkü kitabı okuyan bir çok kişi, içindeki öykülere "sırlar odası kafasında yazılmış" gözüyle bakıyor. hatta "saçmalık, din propagandası" deyip bir kenara fırlatanları bile görmüşlüğüm vardır. tolstoy'un starets'lerden ve onların; kalbi ve beyni sekronize edip yaptıkları, isa duasından fazlasıyla etkilendiği açık.
kitapta güzel öğütler vardır, ders çıkarabilecek kıssalar bir hayli fazladır. hele de içinde az-çok bir inanç taşıyan biri çokça etkilenebilir, okurken duygulanmaması işten bile değildir. elbette kitap, sonunda size hayatın sırrını vermiyor, yok öyle bir şey.

sorunun cevabına gelirsek. benim açımdan verebileceğim tek cevap, merak olur. hep bir sonrasını merak etmek insana yaşama sevinci vermese de yaşatıyor işte. insanın aklında hep bir soru olması güzel; sorunu çözdüğünde ne olacağını merak etmesi de. tabi fazla merak...

edit:tolstoy manastıra varır,uğrar ve manastıra yakın bir istasyonda ölür.yanlış bilgi vermişim,affola.kendime ibret olsun diyede silip düzeltmedim.

yotaphone 2

rusların akıllı telefonu.çift ekranlı tasarımı hoş telefon,türkiye'de de satışa çıkacak ancak fiyatı bir hayli pahalı. moskova'da fiyatı 33000 ruble dedi arkadaş,türkiye'de 49000 rubleden,yani 2000 tl civarı satışa çıkacak. beni aşar,ben ki mandalla açılan telefon kullanan adamım amma velakin çok gözüm kaldı telefonda.

sigara

kahveyle birlikte,hayatı bir nebzede olsa çekilir kılar meret. şarkı gelsiiin

muahhhh

her oblomov’un hayatında;ona iyi gelen ,iş bilen,çalışkan,zeki ve hayallerinin peşinden giden,oblomov’un aksine içindeki coşkuyu kaybetmemiş ve her ne kadar içinde doğunun duygusallığını,içtenliğini ve sıcaklığını taşısa da batının aklı,mantığı ve analatik düşünceyi ön planda tutan pratikliğini,yeniliğe açıklığını ve girişimci ruhunu da iyi özümsemiş,bu batı-doğu sentezini pek ala harmanlamış ve bu ikisini ilişkilerinde,hayatında iyi şekilde kullanabilen bir ştoltz’u vardır,işte bu adamda muahhhh’tır. hepsi tek bir bünyede ve dengede.

sanki tüm sorunları,karamsarlığı hiç fark ettirmeden insanın içinden söküp alan sonrada hades’in ölüler ülkesine giden stiks nehrine atıp ondan bu uğursuz duyguları uzaklaştıran,hatta o insanı tethys’in oğlu aşil’i yenilmez ve güçlü kılmak için stiks nehrine daldırması gibi;muahhh’ın da karşısındakini güçlendiren,iç açıcı,ferahlatıcı bir etkisi var.yakından tanıdıkça buna daha da emin oldum.

nobel barış ödülü

bu yıl iki kişiye verilen ödül;malala yusufzay ve kailash satyarthi. malala kızımız yıllardır akademi ödülü bekleyen dicaprio gibi,o da bu ödülü bekliyordu ve nihayetinde aldı da. kailash satyarthi'nin törendeki konuşmasını canlı izleme fırsatım oldu. şık giyimli beyler,hanımefendiler intizamlı bir şekilde salonu doldurmuş araya da çeşit olsun diye bir kaç tane etnik kıyafetler içinde hintli ve pakistanlı koymuşlar.
satyarthi beyimiz anlatıyor:
zayıf,üstü başı perişan bir çocuk(uzak doğuda bir yerde hatırlayamadım) bana sordu; "abi,bu dünya neden bana bakamıyor,bu dünya beni beslemekten aciz mi?", sonra bir gün kolombiya'da bir çocuk anne bana şunu sordu: "benim için artık çok geç ama ya çocuklarım? onlar hayal kurabilecek mi?"(bu sıralarda salonda alkışlar kopuyor, bir kaç tane beyaz kadın göz yaşlarına engel olamıyor)devamında "neden neden" diye başlayan cümleler kurdu abimiz. peki ben de soruyorum,neden bu ödüle ihtiyaç var?

sonrasında bir şeyler daha geveledi ama ben o sırada çoktan kopmuştum.bu anlara tanık olmak bende komediyle karışık bir tiksinti yarattı. silah ticaretinde ilk 10'a giren bir ülkede, amerikan başkanına bile verilmiş, vicdan mastürbasyonu için dağıtılan bu ödülü almak trajikomik değil de nedir?
aklıma, adorno'nun kültür endüstrisi hakkında söyledikleri geliyor. evet dostum evet, bu bildiğin sirk.şık giyimli maymunlar dolduruyor ışıl ışıl salonu, sonra bir dini ritüel havasında üstlerinde o dine uygun kıyafetlerle sahneye çıkıyor avrupalı beyaz adam. doğulu, kirli ve kara insanı ödüllendiriyor; suratlarında vakur, kibirli ve sahte gülüşlerle...
ya ben bu dünyayı anlayamıyorum ya da herkesin gördüğü, bildiği şeyi ben göremiyorum.

gelino

gelin evden çıktıktan sonra ona söylenen "bundan böyle artık; kayın validen annendir,kayın baban babandır" minvalinde sözlere sahip gürcü halk türküsü. bir açıdan gelinin,gelin geldiği evde kabul gördüğünü ve onunda bu evi ve aileyi kendi evi ve ailesi gibi bellemesini salık verir.

bir kaç farklı versiyonunu paylaşayım.






unutmadan;bir lost soul ukdesi doldurmuş bulunmaktan keyif duymaktayım.

kabaktan oyularak yapılan recep tayyip erdoğan büstü

bunu martha stewart'la paylaşmak gerek,kendisine cadılar bayramı için fikir verebilir.

vkontakte

sadece rusların değil tüm sovyet coğrafyasının kullandığı sosyal ağ. facebook nasıldır bilmem bu yüzden karşılaştırma yapmam zor ancak vk çok daha izole,kullanımı çok rahat. öyle vıcık vıcık muhabbetler,ilişkiler yok. tabi tek kelime rusça bilmeden karı kız düşürmeye gelen, kızların paylaştığı fotoğrafların altına "gözlerimi memelerinden alamıyorum" yorumu yapan türkleri saymazsak.

bunun yanın inanılmaz bir imç usulü var burada,bir müzik arşivi var ki müthiş. dediğim gibi izole bir yer vk ve bir yıl öncesine kadar deep web gibiydi,kontrol yoktu anlayacağınız sanırsınız başka bir dünya, ancak rusya'da yapılan gösteriler ve tepkilerden sonra artık biraz daha kontrol altında sayılır. yinede çok başka bir dünya vk.


hava nagila

en baba yahudi düşmanını bile kaldırıp dans ettirme potansiyeline sahip hasidik melodisi."bizi mutlu kıl" anlamına gelen bu şarkı ilk doğu avrupa'da sözsüz olarak bestelenmiştir. şarkının sözlerini daha sonradan avraham zvi idelsohn yazmıştır.sözleri gelsin:


sevinelim, sevinelim
sevinelim ve mutlu olalım.
şarkı söyleyelim, şarkı söyleyelim,
şarkı söyleyelim ve mutlu olalım.

uyanın, uyanın kardeşler,
mutlu yürek ile uyanın kardeşler,
uyanın, uyanın kardeşler,
mutlu yürek ile…
dalida ablamızdan romantik bir yorum.

lela tsurtsumia

lise zamanlarımda kazım koyuncu vefat ettikten sonra bana nereden estilerse lazcaya merak salmıştım. o sıralar internetten nedir ne değildir diye bakınırken "kolkhoba" diye bir siteye denk gelip,sitenin müzik bölümünü kurcalarken bu kadının şarkılarını dinlemiştim,öyle tanıdım kendisini.kendisi megrel asıllı gürcistan'lı şarkıcı ve oyuncudur,gürcistan'da bir hayli ünlü,tanınmış biri.yamulmuyorsam 2007 de lazca şarkılardan oluşan "yamo helessa" albümünü çıkarmıştı çünkü o yıllarda dinlemiştim.müziklerde biraz güney kafkas tınıları da var.
-yamo helessa

buda bahsettiğim sitenin adresi,içinde güzel bilgiler var istifade edin derim.http://kolkhoba.org/

inga ve anush

eurovision sayesinde tanıdığım hem kendileri hem de sesleri güzel kız kardeşler.
geleneksel kıyafetler içinde pek belli olmuyor ama şu videoda o gara kaş gara köz güzelliklerini görebilirsiniz.
*

şu üç şarkıları favorim.


venüs

güneşin batıdan doğup doğudan battığı,bir gününün 243 dünya gününe denk olduğu,bir yılı bir gününden daha kısa süren ve saat yönünde dönen tek gezegen.sıra dışı bir gezegen,eğer gök bilimci olsaydım en çok bu tuhaf gezegeni incelerdim.

french press

kahvedeki aromaların içerken en iyi tadılabildiği demleme yöntemi. yöresel kahveler varsa elinizde tadımcılık için ideal bir yöntem.

french press alırken dikkat edilmesi gereken metal filtresinin balık sırtı şeklinde olması çünkü kahveyi fincana boşaltırken telvesinin fincana geçmesini bir nebze önler.örnek;
kahvenizi afiyetle içip bitirdikten sonra yinede bir miktar tortu fincanın dibinde kalır,aslında bunda bir sıkıntı yok ancak eğer daha berrak ve temiz bir kahve olsun istiyorsanız demleme süresi bittikten sonra(ortalama 4 dk.) pistonu aşağı bastırmadan önce suyun üzerine çıkmış olan kahveleri kaşıkla alıp atabilirsiniz.
buda videosu 1badf
olur ya buda sizi memnun etmez ise ters french press yöntemini deneyin. bu yöntemde kahvede bir bulanıklık yada acılık olmaz ve daha berrak bir kahve olur. bunu görsel olmadan anlatması zor,bu yüzden şu sitede yazılanları inceleyin derim.ilk olarak normal french press demleme yöntemi anlatılmış,aşağıda da resimlerle ters french press anlatılmış.http://www.coffeenate.com/how-to-french-...

astral seyahat

son bir kaç haftadır nefes egzersizleri,meditasyon,spiritüel uygulamalar derken bilinçsizce yapmaya başladım.
bilinçsizce çünkü bunun için hiç uğraşmadım,her zamanki gibi uykuya dalıyorum ve bir zaman sonra kendimi odanın içinde buluyorum.önceleri lusid rüyalardır dedim ama baya bildiğin odanın içinde dolanıyorum.yatakta uyuyan kendimi de görüyorum,hatta bazen yatağın yanına gelip bilerek sallıyorum ki gerçek olduğundan emin olabilmek için ve sallantıyı da hissediyorum.henüz odanın dışına hiç çıkamadım.

buraya kadar olanı yine bir derece normal ama beni asıl korkutan ikidir odanın içinde hz.meryem'le karşılaşıyorum.tabi bana kendini "merhabalar,ben hz.meryem.tanışabilir miyiz?" diye tanıtmıyor,o olduğunu biliyorum.birlikte yere çömelip odanın ortasında sohbet ediyoruz,yatakta uyuyan halimi de görüyorum yani rüyada değilim.hatta sohbetimiz esnasında önceden de bildiğim şu ortaçağ şarkısı bile çalıyor ve birlikte söylüyoruz.

evet ufaktan ufaktan sıyırıyorum sanırım,zaten bizim sülalede delilikte genetik gibi bir şey, çok var bir tahtası eksik.aile içinde hep söylenir;25'den sonra bizimkilerin aklı durur diye. sananda yetiş.
  • /
  • 14
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 261

nikolay aleksandroviç romanov

2.nikolay. 300 yıllık romanovlar hanedanlığının son imparatoru. kimilerine göre bir despot kimilerine göre bir aziz.

benim için hayatındaki en ilginç ayrıntı.grigoriy rasputin 2.nikolay'ın uzak akrabası prens yusupov'un sarayında öldürülmeden önce: "eğer öldürülürsem ve buna imparatorun akrabaları karışırsa,sarayda büyük karışıklıklar olacak.imparator ve ailesi hayatını kaybedecek" kehanetinde bulunur ve bir yıl sonra,imparator ve ailesi bolşevikler tarafından kurşuna dizilir.

trans sibirya demiryolu

rusya imparatoru 3. aleksandr döneminde(l3 haziran 1891) planları yapılmaya başlanan ve yapımı on yıldan fazla süren dünyanın en uzun demir yolu.

yapımı planlanırken imparator şöyle demiştir:"tüm sibirya’dan geçecek demir yolu yapımına başlamayı emrediyorum. bu demir yolu büyük doğa zenginliklerine sahip olan sibirya’nın bölgelerini iç demir yolu hatlarına bağlamalı."

ayrıcana eğer bu tembellikten kurtulabilirsem bir gün muhakkak tek başıma gerçekleştireceğim hayalimdir. son durak olan vladivostok'u(özel bir nedeni var) ve baykal gölünü acayip merak etmekteyim.

the l word

1. sezonu al bir kenara koy.sakla onu çünkü özel o,naif ve bir daha hiçbir zaman o tadı yakalayamayacaksın. nasıl oldu bende anlamadım ama diğer 5 sezon asla o ilk sezondaki tadı yakalayamadım. ilene chaiken nasıl becerdiyse,daha doğrusu beceriksizliğiyle diziyi harcadı.

--- spoiler ---

jenny'i kimse pek sevmemiş ama asıl tapılası karakter oydu. kötülüğü bile çocuksuydu. daha shane'le ev arkadaşı olmaya karar verdiklerinde ikisini birbirlerine yakıştırmıştım. buradan alır götürü bunlar dedik ama ilene,ah kahrolası ilene jenny'ciğimi öyle bir harcadı ki,yetmedi kızı maymuna çevirdi. sebebi neydi,neden 5 sezon bekledik birlikte olmalarını. muhtemelen bu çift,eğer ilene senaryonun altından kalkabilseydi, bette ve tina'yı bile geçerdi. jenyy aklımdan hiç çıkmıyorsun,öldün ama kalbimdesin kızım. dizinin bir sahnesinde; alice, helena ve shane ellerinde bir ışın tabancası gelen geçeni nişan alırlar. tabancanın ekranında,nişan alınan kişinin cinsel yönelimi görünmektedir;hetero,bi,gay diye. alice nişanı jenny'e alır ve ekranda aynen bu yazar "karmakarışık".*l ah jenny.

dizi nasıl başladı nasıl bitti,hala aklım almıyor. dizi jenny'le başladı ve jenny'le bitti.
hele o son sahne yok mu? en azından net bir lgbtt temalı mesaj bekliyor insan ama nirede. hepsinde bir şuh tavırlar,sanki "haydii kızlar,ip atlamaya gidiyoruz". 6. sezonun kendisi şaka gibiydi,neyse ki fazla uzamadı. dizideki her karakteri sevdim ama sadece şu max'e hiç ısınamadım.

--- spoiler ---

koli

eşcinsel jargonundaki anlamını daha yeni öğrendikten bir kaç gün sonra,evdeki tadilatlardan dolayı boş koli lazım olmuştu.
neyse,hemen yanı başımdaki bakkala gidip "koli" isteyecektim ki,adama bir türlü söyleyemiyorum.tam adama "abi boş koli var mı?"diyecem ama olmuyor,gülesim geliyor.başka şeyler düşünüyorum,sakızlara göz gezdiriyorum kafam dağılsın diye.en son adam dayanamayıp "genç,ne lazımdı" diye sorunca,pat diye çıktı ağzımdan:"abi koli lazım"dedim ya.ama hala sırıtıyorum.aldığım gibi koliyi kaçarak uzaklaştım.

carl gustav jung

psikiyatride önceleri "kompleks psikolojisi" olarak adlandırılan daha sonra "analitik psikoloji" olan ekolün kurucusudur. 26 temmuz 1875'de isviçre'nin konstanz gölü kıyısındaki kesswil köyünde doğan jung,içe dönük bir çocukluk geçirir.dokuz yaşında kız kardeşi doğana kadar tek çocuktur ancak kardeşi doğduktan sonrada onunla pek ilgilenmez.sekiz amcası gibi babası da papaz olun jung için ölüm ve cenazeler hayatının doğal bir parçasıdır.annesi sık sık depresyona giren bunalımlı bir kadın babası ise sert,hırçın ve geçinilmez bir adamdır ve bu mutsuz evlilikten dolayı üzülen jung sıkıntılarını tavan arasındaki kendi oyduğu oyuncağa anlatır.bir ara lise döneminde daha dışa dönük,atılgan olsa da fikirleri çevresi tarafından alaya alınca yine içine kapanmıştır.
hayatı boyuncada aslında kaderi ve kişiliği hep böyledir;metafiziğe,parapsikolojiye ağırlık vermesi akademide de
ciddiye alınmamasına neden olmuştur.

tıp öğreninimine başladıktan sonra psikiyatriye yönelmesi ise ilginçtir.evde onu çok etkileyen "paranormal activity" tadında iki olay gerçekleşir .bundan etkilen jung ruh çağırma seanslarına katılmaya başlar.krafft-ebing'in psikiyatri kitabını okuyunca da geleceğinin bu yönde olduğuna karar verir.

freud ileride onu en çok etkileyecek kişidir hatta aralarında baba-oğul ilişkisi başlar.ancak jung başına buyruk bir kişilik olduğundan ve freud gibi "işte bunlar hep seks" demeyince ters düşerler ve yolları ayrılır.bu olaylardan sonra ise hayatında başka bir dönem başlar.işin içinden çıkamayan jung yollara revan olur ve ilkel insanı araştırmak için tunus ve sahra çölüne gider.afrika'yada seyahatler yapar hatta yerel bir kaç dili de öğrenir ve ırksal bilinçdışı kavramını geliştirir.falcılık,yoga,telepati,ruh çağırma,uçan daireler,dinsel simgeler ve daha bir çok konuya dalan jung "psikoloji ve simya"kitabını yayımlar.bilimin hep şüpheyle baktığı bu konulara,dine ve mistisizme yönelmiş olması eleştiriye uğramasına neden olmuştur.kendisi dört arketip kitabında kuran'da ki 18.surenin de bir analizini de yapmıştır.

fairuz

françois hardy ile birlikte;zarafetine,duruşuna,naifliğine hasta olduğum kadın,dert ortağım,tanrıçam.bu özelliklerin hepsi sesine de yansımıştır,o sesindeki kırılganlık,incelik bir kadını bu kadar mı çekici yapar.


cinsel tercihini git evinde yaşa

aplanın menopoz beynine vurmuş anlaşılan.her kadın bir yaştan sonra bu dönemi yaşıyor,bir sinir bir buhran çatıcak yer arıyor,aynısı kaynıma da ahh!yok yalan yok anneme de olmuştu. o zamanlar salonda tırnaklarımı keseyim dedim o da ne! başladı kızmaya:
-seni allah kahretmesin oblomov, kalk git banyoda yap şunu demişti.bir keresinde de tv karşısında yemek
yiyeyim dedim ama yook yine olmadı:
-allah senin tependen baksın emi oblomov,çarpılacaz,çarpılacaz!kültürümüzde yok böyle bir şey git mutfakta ye yemeğini demişti.
seninki de o hesap be apla ama aplanın gözden kaçırdığı bir nokta var.siz hiç akşama sevişeceğini davulla zurnayla,konvoylarla cümle aleme ilan eden eşcinsel bir çift gördünüz mü?24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,ben daha görmedim. kliplerde,reklamlarda,dizilerde;klişede olsa aşk acısı çeken,sevdiğine kavuşamayan,ikili ilişkilerde bocalayan yada evlenip çoluk çoçuğa karışan eşcinseller gördünüz mü?24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,ben daha görmedim.
kafamı nereyi çevirsem her taraf hetero yada hetero ilişkiler.peki bu insanlar değil mi ailesine bile açılamayan,belki sadece bir kaç kişiye açık olabilen,kendini ifade edemeyen, değil sadece evde yaşamak nefes almasına bile tahammül edilmeyen insanlar.bu insanlar değil mi dört duvar arasında,gizli saklı yaşamaya mahkum olanlar.
merak işte,nerede gördü de bu kadar gözüne battı?belkide 40 yılda bir kendini ifade etme şansı yakalamış bu insanlar mı bu kadının gözünü korkuttu?merak işte.
o değilde 24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,çoluk çocuğunu gençlerini bu kadar düşünen başka ülke görmedim.

yalnızlığın anlaşıldığı anlar

tek başınıza acile gittiğiniz an.küçük bir şey nasıl olsa dersiniz ama o da ne?sizi plastik cerrahiye yönlendirirler,sopsoğuk koridorda tek başınıza endişeli endişeli beklersiniz.içeri çağırırlar; "ya,ufak bir bir şey battı parmağıma" dersiniz ama çıkaramazlar,kestikçe keserler,kazıdıkça kazarlar. akan kan başınızı döndürür,parmak acımasa da ruh acır,yarım saat böyle gider.doktor: "kötü oldunuz,yakınınızı çağıralım"der ama kimse yoktur.koridora çıkarsınız,etrafınıza boş boş bakarsınız;keşke yaslanacak bir omuz olsaydı,eve kadar yanımda gelseydi diye düşünürsünüz.

Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.