kendi sektörüm dışında çalışmaya başladığım mağazada top sakalım yüzünden işten nazikçe çıkarılmıştım.* bana iki alternatif sunmuşlardı; ya sakallarımı kesip çalışmaya devam edecektim ya da işten çıkarılacaktım. ben de tereddütsüz işten ayrılmayı seçmiştim. nedenlerim ise; profesyonelce bakamadıkları içindi** bu kararı aldığımı belirtip, ayrıldım. şu ana kadar çalıştığım özel sektörlerde bunun gibi bir sorunla karşılaşmadım. doğru bir karar verdiğimi de sonradan anlamıştım. **
sözlerini zülfü livaneli ve sezen aksu'nun birlikte yazdığı bir livaneli bestesi. belalım gibi arabesk bir kelimenin bu şarkıda bambaşka hal alıyor doğrusu.
sözlerini de yazalım tam olsun;
uçurum uçurum gözlerine baktığım sensin
prangalarca boynuma taktığım sensin
dağ gölleri gibi, gibi hasret çektiğim
her gece uyku diye yattığım sensin
yanarım, yanarım tutuşur
yanarım kavurur ateşim
seni de beni de belalım
yanarım, yanarım tutuşur
yanarım kavurur ateşim
seni de beni de belalım, ah belalım
gün değmemiş ormanlarda yittiğim sensin
ömrüme ömür diye kattığım sensin
deli deli boranlarda aç denizlerde
teninin tuzunu canım tattığım sensin
yanarım, yanarım tutuşur
yanarım kavurur ateşim
seni de beni de belalım
yanarım, yanarım tutuşur
yanarım kavurur ateşim
seni de beni de belalım, ah belalım
damga damga göğsüme vurduğum sensin
öfke dolu şehirlerde bulduğum sensin
yer nerede, gök nerede, ben neredeyim
diye diye sınırlara geldiğim sensin.
yanarım, yanarım tutuşur
yanarım kavurur ateşim
seni de beni de belalım, ah belalım
hayatın velvelesine tam alıştığını sandığın anda, bu şarkıyı duyduğunda domino taşları gibi yıkılmaya başlıyorsun. bir de söyleyen sezen aksu olunca işin rengide değişiyor.
şarkı sözünü de yazalım tam olsun;
ne zaman canın yansa bu kadar derinden
sanırsın mümkün değil bir daha üzülmen
ne inat ne gözü kara ne dayanıklı yürek
acıyor aynı yerden herşeye rağmen
ne akıl kar ediyor ne fikir o sırada
biliyorsun geçiyor zamanla ama ne fayda
yaralı tepeden tırnağa herkes yaralı
alışılmıyor acıya yok kaidesi kuralı
kanayıp ne kadar tutabilirsin gül uğruna dikeni
ne gelen anladı ne giden olanı biteni
adıyorum aşka geri kalanımı
suya söyledim gitti yalanımı
aşkın da en hesapsız kitapsız olanını
yaşamazsam kara kaplıya kaydedin beni
ne zaman canın yansa bu kadar derinden
sanırsın mümkün değil bir daha üzülmen
ne inat ne gözü kara ne dayanıklı yürek
acıyor aynı yerden herşeye rağmen
ne akıl kar ediyor ne fikir o sırada
biliyorsun geçiyor zamanla ama ne fayda
yaralı tepeden tırnağa herkes yaralı
alışılmıyor acıya yok kaidesi kuralı
kanayıp ne kadar tutabilirsin gül uğruna dikeni
ne gelen anladı ne giden olanı biteni
adıyorum aşka geri kalanımı
suya söyledim gitti yalanımı
aşkın da en hesapsız kitapsız olanını
yaşamazsam kara kaplıya kaydedin beni
kesinlikle beni baştan çıkaran, libidomu tavan yaptıran fantezi unsuru. deneyimlenmiş olup, karşı tarafın da etkilendiğini görünce daha da bir şevklenir durum olması kaçınılmazdır. orgazmı tek başına dahi götürebilecek güçtedir. *
1 yıl boyunca evinin balkonundan çektiği fotoğraflar yapı kredi sanatta sergileniyor. seçkiler arasında çokta albenisi olan görseller göremedim. birara taksime gidende gezilir artık. gezmek için son gün 27 nisan 2019
ne çok isterdim sözlük; babamla yaşayamadığım her fırsatı oğlumla oğlumla dedim, hep erkek çocuğum olsun isterdim- gerçekleştirebilmeyi. en basit anları dahi, zevkli hale getirebilen o mucize şeyle; dünyaya yeniden doğmuş gibi çocuklaşarak, huysuzlaşarak, mızıkçılık yaparak yaşamayı. çok hassasım bu konuda sözlük, tanıyamadım pek fazla ben babamı.
derler ya, parça parça hatırlanır işte öyle; bana arka odadan sataştığını duyar gibim halen daha hababam sınıfı başladı gel izleyelim hadi bende çocuk aklımla gitmezdim yanına. markete giderken onu koşullandırırdım baba çubuk kraker ve negro alacağız değil mi? o koskocaman cüssesiyle güler ve alırız ama fazla şey istemeyeceksin derdi, sesimi çıkarmaz, onun yanından yürürdüm. sanki korktuğum bir şeyler varda, onun haberi olmaksızın, beni koruyacağını düşünerek sırnaşırdım yanına, çocukluk işte. sonra o gece geldi çattı -pazar günlerini daha bir sevemez oldum o günden sonra- karşımda yığılıp kaldı o koskocaman adam ne olduğunu anlayamadan, idrak edemeden evde bir telaf, kalabalık bir güruh sonrası ise hissiz bir çocuk yüreği. hayatımda ki tek pişmanlığım onu o kapıdan çıkarırlarken ya bir daha göremezsem, son kez öpsem babamı, çıkarmayın kapıdan dedim. ama duymadılar, ambulans sesi çoktan mahalleyi baskısı altına almıştı.
gittiler
bende balkondan ona bakıyordum, vedalaştığımı bilseydim koşmaz mıydım arkasından. babam, yoktu artık. beni koruyacak kimse yoktu, bir baba-oğul görsem hep yüreğim burkulur. muhabbetini duysam o ortamdan gitmemek için zor tutarım kendimi.
sonra sonra anladım ki; yazarın dediği doğruydu;
işte bende ölüyorum, bir an önce ölmek istiyorum. babamın ardından başlayan bu ikinci hayatın bana neler getireceğini tam kestiremeden. belki de en zor ölümü yaşıyorum. bedenimin yarısını kaybetmiş, bir mucize; geri gel diye bekliyorum. gelmiyorsun, gelmeyeceksin bunu bilmek istemiyorum. kemiklerimi kırarcasına sımsıkı sarılmanı, öpmeni, kokunu, o güzel saçlarının tek bir telini rüyalarımda arıyorum. ve artık öğreniyorum; -öğreneli ve kavrayalı çok uzun yıllar oldu- babanın oğluna öğrettiği en son şeyin babasızlık olduğunu. ve yeniden doğuyorum. babasız bir hayata gözlerimi açıyorum; sensiz, yarım ve olgun..
bir zülfü livaneli parçası, ilginç bir öyküsü de var; bedri rahmi eyüboğlu, nazım hikmet ran için yazıyor, zülfü livaneli de uğur mumcu için besteliyor bu parçayı.
kafada şekillenen, sorgusuz sualsiz tek anlamı oymuşçasına "terörist" tanımına yerleşen halk topluluğu. medeniyetsiz oldukları iddiası, medeniyeti sorgulatır bir halktır kürtler. medeniyetin doğduğu topraklarda bin yıllarca ikamet etmiş fakat gelinen noktada belleği zayıf olanların "medeniyetsiz!" ithamlarına maruz kalmışlardır. öyle bir milletiz ki; televizyon, gazete, sosyal ağlarda at gözlüklerimiz varmışçasına öylesine görmeye tahammül edemiyoruz ki bizden olmayan bir ötekini görmeye nefret söylemlerimiz hazır; o kürt çünkü; ülkeyi bölecekler ve kendi devletlerini kuracaklar. o kürt çünkü; pkk örgütlerine destek veriyor. akla kazınan şeyler, birçok nedeni sıralanabilir pekala. haklarında uyanan nefretin nasıl olup da bunca büyüdüğüne anlam veremediğim, veremeyeceğimdir. uyanın artık! bu safsatalar çok geride kaldı. eğer birşeyler yapabileceksen yap. lafla peynir gemisi yürümez söz konusu sadece kürtlük değil, unutma ki sende bir ötekisin. senin; aşağıladığın, yaşama hakkının olmadığını, hiçbir hukuki hakkın tanınmadığı yerde yaşıyorsun. aynı onlar gibi.
ne çok isterdim sözlük; babamla yaşayamadığım her fırsatı oğlumla oğlumla dedim, hep erkek çocuğum olsun isterdim- gerçekleştirebilmeyi. en basit anları dahi, zevkli hale getirebilen o mucize şeyle; dünyaya yeniden doğmuş gibi çocuklaşarak, huysuzlaşarak, mızıkçılık yaparak yaşamayı. çok hassasım bu konuda sözlük, tanıyamadım pek fazla ben babamı.
derler ya, parça parça hatırlanır işte öyle; bana arka odadan sataştığını duyar gibim halen daha hababam sınıfı başladı gel izleyelim hadi bende çocuk aklımla gitmezdim yanına. markete giderken onu koşullandırırdım baba çubuk kraker ve negro alacağız değil mi? o koskocaman cüssesiyle güler ve alırız ama fazla şey istemeyeceksin derdi, sesimi çıkarmaz, onun yanından yürürdüm. sanki korktuğum bir şeyler varda, onun haberi olmaksızın, beni koruyacağını düşünerek sırnaşırdım yanına, çocukluk işte. sonra o gece geldi çattı -pazar günlerini daha bir sevemez oldum o günden sonra- karşımda yığılıp kaldı o koskocaman adam ne olduğunu anlayamadan, idrak edemeden evde bir telaf, kalabalık bir güruh sonrası ise hissiz bir çocuk yüreği. hayatımda ki tek pişmanlığım onu o kapıdan çıkarırlarken ya bir daha göremezsem, son kez öpsem babamı, çıkarmayın kapıdan dedim. ama duymadılar, ambulans sesi çoktan mahalleyi baskısı altına almıştı.
gittiler
bende balkondan ona bakıyordum, vedalaştığımı bilseydim koşmaz mıydım arkasından. babam, yoktu artık. beni koruyacak kimse yoktu, bir baba-oğul görsem hep yüreğim burkulur. muhabbetini duysam o ortamdan gitmemek için zor tutarım kendimi.
sonra sonra anladım ki; yazarın dediği doğruydu;
işte bende ölüyorum, bir an önce ölmek istiyorum. babamın ardından başlayan bu ikinci hayatın bana neler getireceğini tam kestiremeden. belki de en zor ölümü yaşıyorum. bedenimin yarısını kaybetmiş, bir mucize; geri gel diye bekliyorum. gelmiyorsun, gelmeyeceksin bunu bilmek istemiyorum. kemiklerimi kırarcasına sımsıkı sarılmanı, öpmeni, kokunu, o güzel saçlarının tek bir telini rüyalarımda arıyorum. ve artık öğreniyorum; -öğreneli ve kavrayalı çok uzun yıllar oldu- babanın oğluna öğrettiği en son şeyin babasızlık olduğunu. ve yeniden doğuyorum. babasız bir hayata gözlerimi açıyorum; sensiz, yarım ve olgun..
halen daha bıraktığın gibi hatırlıyorum seni. farklı olan; daha çok büyüdüm, farklı gelen; senin evladın olduğum için gururluyum, farklı algıladığım; senin ismin geçtiği zaman, "baba" kelimesinin hecelerini işittiğim an artık daha az yaralanıyorum. alışılıyor baba, hayat herşeyi alıştırıyor insana, fakat onbir yıl önce bıraktığın, seni çok seven küçük oğlunum.
"şahin'in verdiği bilgiye göre 2007'de 775, 2008'de 474, 2009'da 197, 2010'da 101, 2011'de 106 ve 2012'de 24 çocuğun sokakta yaşadığı tespit edildi ve bu çocukların bakanlık hizmetlerinden yararlandırılması sağlandı. verilen bilgiye göre, 2012de en çok çocuğun sokakta yaşadığı il istanbul oldu. istanbulda 15, ankarada 5, izmir ve samsunda 2şer çocuk sokakta yaşıyor."
bu tespit neye göre yapıldı sorarım size, şaka yapıyorsunuz demi bakanım? oturduğunuz makam koltuğu alçak sanırım, görememenizi normal karşılıyorum. çıkın bir sokağa da tespitinizi kendiniz yapın! lafla peynir gemisi yürümez!
sözlük, amaç çizgisinden saparak daha başka şeylere yönelip, bir araç muamelesi görmesi üzerine bir süredir entry girmememe sebep olan, doğal akış sürecimdir. son zamanlarda özgür bir platform olmasının hiçbir yansımasını göremediğim ve benim gibi düşünen onca yazarın da aynı düşünce de olduğunu düşünüyorum. sözüm ona; yaptıklarımı göz önüne sermekten çekince duymuyorum. bunu gizleyip örtbas etmekte hatasını bilmez kişilerin yapabileceği bir davranıştır. bir şekilde, eski enerjisini kaybeden sözlüğe birer atıfıımdır illegal sözlerim. sözlük kendi kurallarından bahsederken; kurallara uyulmaması, yazarların * başka zaaflarını gidermek ve bunlara çözüm yolu olarak sözlüğü mekan bellemekte bir etkendir.
1-karamsarlık, kişinin kendi penceresinden baktığı dünya ile alakalı. her pencere farklı bir duygunun tasarımı, ve bu tasarımı önceden nasıl ele aldığında ilişkili de biraz.
2-kendimden yola çıkarak bunu açıklamaya çalışayım; fil hafızası derler ya öyle bir hafızaya sahibim. kişi, olay, mekan farketmeksizin çoğu şeyi hatırlarım. bunun ne işe yaradığını bilmiyorum, ya da hafızamın neden bu denli geçmişteki şeyi, bana hatırlattığını bilemiyorum. kindarlık değil bence. eğer bu hafızanın hatırlattıklarını karşı tarafa öc alırcasına, planlı ve kumpas kurar gibi pusuda bekler gibi zamanını bekliyorsan kindarsındır. ben hatırladıklarımı unuturum çoğu zaman, o kişiyi gördüğüm zaman hep hatırlarım ve kendime göre de, savunma mekanizması yaratırım ya da bir önlem. kötü olmadım hiçbir zaman, çoğu zaman kötülük kindarlığı doğurur.
her zaman kendine söylediğin ve her seferinde inandığın en iyi yalanın nedir?