lost soul

Durum: 1537 - 0 - 0 - 0 - 04.11.2016 14:13

Puan: 32678 - Sözlük Kaşarı

15 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

Tamam.
  • /
  • 77

le petit prince

kitabın bir bölümünde tilki, küçük prens'e şunları söyler:

"benim yaşamım çok tekdüze," diye anlatmaya başladı. "ben tavuk avlıyorum, insanlar da beni. bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da... bu yüzden çok sıkılıyorum. ama beni evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. duyduğum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim. öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken, seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni çağıracak, sığınağımdan çıkaracak. hem bak, şu buğday tarlalarını görüyor musun? ben ekmek yemem. buğday benim hiçbir işime yaramaz. buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim için. bu da çok üzücü. ama senin saçların altın sarısı. beni evcilleştirdiğini bir düşün! buğday da altın sarısı. buğday bana hep seni hatırlatacak. ve ben buğday tarlalarında esen rüzgârın sesini de seveceğim..."

aşk üzre, sevi üzre birsürü şey söylenebilir elbette. ama bir paragrafta, tilki'cim, her şeyi özetlemiş:
birini sevmek, bir anlamda da 'her şey'i sevebilmektir.

haggard

grup 1989 yılında asis nasseri nam beyefendi tarafından kuruluyor. haggard, ilk kurulduğu yıllarda death metal sularında yüzüyor olsa bile -'92 yılından 1995'e kadar yayınladıkları 3 demo albümde, '97 yılında yayınlanan 'and thou shalt trust... the seer' adını verdikleri ilk stüdyo albümleriyle birlikte klasik müziği senfonik melodiler üzre kurgulayan ve sonrasında 'senfonik metal' olarak anılacak bir müzik yapmaya başlıyor.

stüdyo albümleri:
and thou shalt trust the seer (1997)
awaking the centuries (2000) ( nostradamus'un hayatını anlatıyor)
eppur si muove (2004) ( galileo galilei'nin hayatını anlatıyor)
tales of ithiria (2008) (ithiria adlı kurgu bir orta çağ ülkesini anlatıyor)
bunların yanında demo kayıtları ve live albümleri de var.

aperitifler:
per aspera ad astra -

chapter iv: the sleeping child -

eppur si muove -

chapter iv: in a fullmoon procession -


bunu seven buna bayıldı:
(bkz: estatic fear)
(bkz: silent stream of godless elegy)

gece yarısından sonra sokakta gezen kadın

the babadook

2014 yapımı korku filmi. oyuncu/senarist jennifer kent'in ilk yönetmenlik işi. psikolojik gerilim/korku jarnı adına, film, izleyiciye çok yeni şeyler sunmuyor olsa bile; sonu (ki bir korku filminden beklenilmeyecek bir son -ya çok yavan ya da çok mayndfak) ve yarattığı babadook karakteri (ki korku sinemasının en iyi karakterlerinden biri) ile izlenmeye değer bir film*.
eşinin ölümünden sonra oğlunu tek başına yetiştirmek zorunda kalan amelia (essie davis) ve oğlu sam'in (noah wiseman) yaşadıkları etrafında dönüyor film.

konusu kısaca şöyle:
sam annesinden bir gece ona yeni bulduğu 'mister babadook' kitabını okumasını ister. kitap, babadook adındaki bir yaratıktan ve babadook'un var olduğunun ayırdına varan kurbanlarını nasıl öldürdüğünden bahseder. kitabı okuduktan sonra evde garip olaylar zuhur eylemeye başlar.

trailer:

encara

l'ham de foc*'un katalan dilinde* yazılmış ilahisi. cor de porc albümünden ve yaklaşık dokuz dakika sürüyor.

nokta kullanmama sorunu

oğuz atay'ın tutunamayanlar'da 76 safya boyunca yaptığı... ben kopi/peyst etmekten yoruldum; oğuz yorulmadı yazmaktan.

"seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve daha çok kitaplardan kopyalar yapmakla yetindiğim halde ve insan resimlerini fotoğraflardan kareyle büyütmeyi kolayıma geldiği için tercih ettiğim halde seni tanıdıktan sonra gözleri yeni açılmış bir küçük hayvan gibi çevreyi şaşkın ve hayran bakışlarla insanı ve insan olmayanı ayırmadan incelemeye başladım ve kalemi iğne uçlu mürekkepli kalemi ve resim kâğıdını alarak kırlara açıldım ve eskiden kurşunkalemle çalıştığım zamanlardan yani tarihten önce çizgilerimdeki kararsızlık yüzünden kâğıdı sonsuz çizgilerle silip tekrar çizdiğim çizgilerle silgi izleriyle kararttığım halde doğrudan doğruya çini mürekkeple çalışmaya başladım hiç silmeden seçtiğim ağaçları evleri gökyüzünü yolları otları hele bu kadar ilgi çekici olduklarını ve büyük bir sevgiyle çizilebileceğini düşünmediğim otları ve toprağı yeni bir gözle daha doğrusu ilk defa çizebileceğimi hissettiğim bir gözle görmeye başladım ve ilk anda ışık ve gölge meselelerini hallettiğim söylenemezse de duyuş bakımından ve her şeyi sanki onların arasındaki gizli ilişkiyi sezmişçesine sürekli bağlantılarla yerleştirme bakımından kâğıda geçirmeyi becerdiğim söylenebilirdi ve bunu sevginin bana kazandırdığı üçüncü göz olarak adlandırdığımı ifade ettiğim zaman bana kızmış ve alay ettiğimi senin duygularını hafife aldığım için uydurduğumu söylemiştin oysa bendeki tutukluğun senin yanında nasıl azaldığını bilsen evet senin yanında korkularımı benim dışımda var olan ve her zaman benden gizlenen şeylere karşı duyduğum korkuları onların yabancı ve düşmanca bir inatla bana sırlarını vermemelerinden duyduğum belirsiz sıkıntıları unuttuğum doğrudur derdi ben de ona sevincimi belli etmek istememekle birlikte dudaklarımın ellerimin kıpırdanmasından gizleyemediğim sevincimi anladığını gözlerinden okurdum ve yaptığı resimleri överek daha çok daha çok çizmesini isterdim selim çabuk yorulurdu ne yazık çok şey birden görüyorum hepsini birden çizmeye gücüm yetmiyor gözlerim ağrıyor görmemesini bilmek de iyi bir ressamın vazgeçilmez bir özelliği olsa gerek ve yalnız güzeli görmek gibi bir özellik bende yok derdi ona dürer’i hatırlatırdım her şeyi gören gözlerinin aynı zamanda güzeli de bulduğunu her şeyi birden çizmeyi başarırsa hiçbir çizgiyi gölgeyi çizgiyle gölge arasında sezilmez ayrıntıları hepsini hepsini flamanların yaptığı gibi en küçük bir ışığı bir kıvrımı bile sabırla gözleyerek çizebilirse mesele kalmayacağını söylerdim gülerdi beni kimlerle karıştırıyorsun farkında mısın sen flamanlara değil bana âşık olduğun için onlardaki büyük bir tabiat ve allah sevgisini ayrıntıların içinde gizlenen ve ilk bakışta sabırlı bir kopya gibi görünen büyük duyarlığı tabiatı kopya etmenin çok ötesindeki yaratıcılığı zavallı selim’in iğne uçlu kalemi kâğıt üzerinde gelişigüzel dolaştırmasıyla nasıl bir tutarsın benim bir resmi eskiden bir iki saatlik bir karalamayla sabırsızca bitirdiğimi şimdiyse saatlerce ve ayrı günlerde çalışabildiğimi anladığım halde bunu yalnız bana bağlamanda bir kötülük seziyorum derdi tartışırdık sonunda düşüncelerime katılır onu şımartmama izin verirdi ikimiz arasında kalırsa bana her şeyi söyleyebileceğini onu şımartmama bile izin verebileceğini belirterek neden bilmem beni sevindirirdi onu şımartmanın zararları hakkında durmadan konuşurdu bir yandan da gözlerini kısarak boynunu ileriye uzatır tabiatı incelerdi resmi bitirdiği zaman altına sağ alt köşesine özenerek adını ve tarihi yazar ve sszyr yani seni sevdiğim zaman yaptığım resimlerden anlamına gelen işareti koymayı hiç unutmazdı ben gülerek kalemi elinden alır ve hzg yani her zaman güzelsin diye yanına yazardım kızmış görünerek erkeğin güzel olamayacağını ileri sürer ben de ona eski yunandaki güzellik anlayışını bilmediğini ya da o anlayışa ulaşamadığını söyleyerek yeniden saatlerce sürecek bir tartışmaya yol açardım konuşurken ellerimi hareket ettirmeme engel olmak için onları tutardı konuşurken heyecanlanır kendisini dinlememi isterdi arkadaşlarıyla konuşurken hepsinin kendi söylediklerine önem verdiklerini kimsenin kimseyi dinlemediğini kimseyle tartışmaktan artık hoşlanmadığını sadece benim onun benliğini bulmasına yardım ettiğimi düşüncelerinin sürekliliğini engellemediğimi onu sadece hevesli bu genç gibi gördüğüm için bütün arkadaşları özellikle ressam olanları ona bu gözle bakıyordu onu teşvik etmediğimi sanki ressammış gibi davrandığımı hem mühendis hem de oturup resim yapıyor aman ne ilginç ne kadar övülmeye değer herkes mesleğinin dışında onun kadar sanatla ilgilense gibi ilk bakışta sevinilecek fakat aslında küçültücü sözlere dayanamadığını anlatırdı ona benim resmimi yapmasını söylerdim itiraz eder gözlerinin bana daha alışmadığını aklındaki görüntümü ellerinin henüz çizemeyeceğini güzelliğimi ellerine dinletemeyeceğini güzelliğimi çizmenin zorluğunu ifade ederek ellerimi yalnız uzun parmaklı ve vücudumdan ayrı bir yaşantısı olan ellerimi çizmek istediğini çiçekleri tutuşumdaki duyarlığı ifade etmek istediğini evet yalnız bunu arzu ettiğini anlatırken birden sözü değiştirir kimsenin bilmeyeceğinden emin olsam neler yapabilirim derdi oysa insanlar tetikte hatalarımızı bekliyorlardı onlara güvenilemezdi yaşadığımız güzellikleri onlara anlatmaya gelmezdi kıskanırlar dostluk maskesi altında bizi yıkmaya çalışırlardı özellikle nedense selim’i yıkmaya çalışırlardı onu yatıştırmak ona cesaret vermek ürkek bir hayvan gibi çevresini süzen gözlerini ellerimle o kadar beğendiği ellerimle kapatmak isterdim yaşayacağı yaşamak istediği olayları anlatır tutukluğunu nasıl hiç resim yapamadığını resimden kırık not aldığını hastalıklarını geçmiş korkularını sevgiye gerçek sevgiye susuzluğunu ve kurduğu hayalleri kızlarla nasıl ilişki kurmayı düşünmüş olduğunu onlarla hayalinde neler yaşadığını birlikte büyük gemilere binerek bilinmeyen ülkelere yaptıkları yolculukları zengin kızların yanında fakir bir gemici olarak güvertede dolaştığını ya da kaçak bir yolcu olarak gemiye nasıl bindiğini anlatır anlatırken utanırdı genç kız onu kamarasında saklar hayır daha önce kamarasına girdiğini görmezdi hafif bir çığlık koparır önce hayır koparmaz hemen anlardı selim’in nasıl bir insan olduğunu hayır anlamazdı önce sınıfının ve yetiştirilme şartlarının şımartılmalarının dadıların mürebbiyelerin bozduğu içgüdülerinin etkisiyle onu saklamak istemez ingilizce fransızca almanca italyanca ispanyolca avrupa amerika londra klasik müzik yüzme dans bale piyano şan araba direksiyon balzac proust stendhal sir thomas malory hardy keats shelley verlaine comtesse de ségur donne opera melankoli uçak garden parti randevu ve shakespeare bildiği için selim’i küçümser ve fakat bütün bunların bozamadığı dürüstlüğü ve duyarlığı nedeniyle onu ilgili makamlara kaptana tayfalara polise teslim etmeye gönlü razı olmazdı önce onun farkında değilmiş gibi onun varlığından habersizmiş gibi bir tavır takınarak soğuk bir ilgisizlik gösterirdi ya da bu hayalin sonunun gelmediğini kızın ilgisini çekemeyeceğini anlayan canım selim hayata küserek hayalinde küserek demek istiyorum bütün ümitlerini kaybederdi zengin bir eve uşak girer ve gerçek kişiliğini saklardı gerçekten de ilk gençlik yıllarında zenginlere karşı bir merak ve onların günlük sıkıntıların üstünde olmalarından dolayı daha saf bir kişiliğe bürünebilecekleri ve duygularına daha çok eğilebilecekleri inancı içindeymiş ders çalışmaya gittiği kenanların evinin karşısında üç katlı bir villanın heyecanlarını kamçıladığını kenan’dan çıktıktan sonra uzun süre kaldırımda durup bütün ışıkları sönünceye kadar villanın önünde beklediğini söyler ve sonra sosyal meselelerle ilgilenmeye başladığı yıllarda onlardan istismarcı bir sınıf oldukları için nefret ettiği halde yıllarca önceki meraklarının tatmin edilmemesi nedeniyle onlara her zaman karışık duygular beslediği inancıyla kesin bir yargıya varamaz ve benim bu konularda belirli bir eğilim göstermeyişim onu rahatsız ederdi ve bana kitaplar taşır onları nasıl anlamam gerektiğini bu kitaplarda ne bulunduğunu özellikle gündüz oturduğumuz amerikan barlarda bardak bardak içerek ve içkiye karşı çekingenliğimle alay ederek anlatırken kendini kaybederdi benim dur bakalım diyerek çekingenlik içinde olduğumu küçük burjuva alışkanlıkları ve buna benzer o zaman anlamadığım ve aşkımızla ne ilişkisi olduğunu ona sorduğum böylece onu daha çok kızdırdığım deyimlerle bana saldırırdı kusurlarımı yüzüme vururdu onu bu haliyle daha çok daha sevdiğimi ve öfkelenmenin ona yakıştığını onun kızdığı insanlara öfkesine uğradıkları için acıdığımı ve artık içmemesi gerektiğini endişelendiğimi söyleyince bağırırdı çevredeki masalardan bize bakarlardı aldırmazdı kendini unuturdu dirseklerini masaya dayar bardakları devirir bir kadının yanında nasıl davranması gerektiğini bilmediğini bununla övündüğünü ileri sürerdi ben karşılık vermezdim bana hayallerini yaşattığı için onlardan kendime pay çıkardığımı onu yalnız hayallerinden ibaret sandığımı böylece duygularıyla düşüncelerini birbirine karıştırdığımı bütün olayları tabiatüstü nedenlere bağladığımı zaten fala inanan bir akılsız olduğumu gerçekten fala inanırdım bu kusurumu yerli yersiz yüzüme vururdu onu yıldızlara bakarak değerlendirdiğimi aslında hiç değerlendiremeyeceğimi bütün değer yargılarımızın farklı olduğunu haykırırdı sonra beni şaşırtmak için ne kadar değişik yönleri olduğunu göstermek için gülerdi bin kılığa girebileceğini bin çeşit yaşantıya kapılabileceğini zaten insanları şaşırtmaktan hoşlandığını fakat şaşırtmak yerine onların ilgisiz ve soğuk davranışlarıyla karşılaşarak hayal kırıklığına uğradığını bunu bile farketmediklerini mırıldanırdı yatışmış görünerek edebiyattan bahseder insanların roman kahramanlarına benzeyebildikleri oranda gerçek olduklarını düşünürdü ne anlattığının önemi yoktu anlatırdı onu hiç bıkmadan dinleyebilirdim dinlerdim siyasetten siyasilerden spordan özellikle atletizmden ve hoşlandığı on altı çeşit işten bunları bir solukta saymaktan hoşlanırdı yani edebiyattan resimden matematikten gazetecilikten atletizmden felsefeden siyasetten sosyolojiden psikolojiden heykelden iktisattan hukuktan mimarlıktan bir bakıma mühendislikten tarihten ve tiyatro-sinemadan bahsederdi ve artık onun için hepsinden önemli olan benden adımdan adımın güzelliğinden bahsederdi günseli günseli seli seli selim selim derdi gülerdik evet içinden gelen bir coşkunlukla gülerdi güldürmek için beni neler yapmazdı aşk sanat okulunun birinci sınıfında bir öğrenciyim bana kafamdaki bütün güzellikleri birleştirmek için bildiğim bütün güzellikleri seninle yaşayabilmek için neler verdiğini bir bilsen derdi bunu başarabilecek miyim bütün okuduklarımı düşündüklerimi hissettiklerimi anlatmalıyım onların senin gözlerindeki yansımalarını bilmeliyim hayır hepsini yeni baştan okumalıyım düşünmeliyim senden önce ve senden sonra bütün bunlar ne ifade etmiş ne ifade ediyor bilmeliyim hayır yalnız senden sonra seninle neler oluyor onu bilmeliyim hayır hiçbir şey bilmemeliyim bilmek kelimesini sözlükten çıkarmalıyım satırların arasına sıkışıp aşka kapalı kaldığım devirlerde kaçırdığım güzellikleri yakalamalıyım evet kendime hesap sormalıyım evet geçmişte tek başıma güzelliğini hissedemediğim hayır hissettiğimi bilmediğim hayır belki bildiğim fakat ifade edemediğim bütün yaşantımın içindeki birikimleri seninle senin güzelliğinle birleştirmeliyim evet onların da bir hikmeti vardı onlar da senin dışında yaşanmış değildi her şeyin birdenbire bir anlam kazanmasının büyüsünü sezmeliyim allahım ne kadar çok isim var ben gidiyorum müsaadenizle sizi sevmek için eve gidiyorum gözlerime bakardı olmadı sizi güldüremedim ne yapsam ne anlatsam saçınızın rengi hakkında nasıl bir fıkra uydursam gözlerinizin güldüğünü görmek için adamın biri yolda gidiyormuş mu desem işte bu adam desem günseli’ye rastlamış işte onun üzerine yani saçlarınızın üzerine bir söz etmiş asık suratla hayır öyle dememiş asıl gülünce saçlarınıza canım acıyor demiş mi desem akılsızca bir söz etmiş eğer böyle dediyse siz bende akıl bırakmadınız ki ölü mevsimin mort sezonuna rastladınız beni daha önce görseydiniz daha önceleri neredeydiniz neden bana gülmeden cesaret verdiniz gülseydiniz dağılırdı derdiniz bilseniz ne rahat ederdiniz gülerdim tamam oldu artık size sen diye hitap edebilirim yorulmak bilmezdi gücünün son noktasına gelinceye kadar durmazdı vatandaşlarıma benzemiyorum kendimi korumasını bilmiyorum boyuna kendimi sıkıyorum bir limon gibi sonunda beni çöp sepetine atacaksınız ve garson bir limon daha diyeceksiniz garson bir votka daha biliyorum içmemeliyim sizi rezil ediyorum herkes bize bakıyor sizin de ekleyeceğiniz bir söz varsa benden fırsat bulup bir söz de siz edebilirseniz sizi bütün kalbimle ve kulaklarımla dinlemeye hazırım bana acıyın bütün bildiklerimi ortaya döktüm canım selim derdim dinlen biraz ben dinlenirken siz konuşun nasıl böyle güzel olduğunuzu anlatın bana ben senin gibi kolay bulamıyorum kelimeleri kekelerdim ellerimi açar çaresizliğimi anlatırdım sen uzun boylu karışık saçlı bir selim’sin hayır kendini anlat senden başlamalıyım canım selimim senin gölgende çizgilerim ortaya çıkıyor sen araya girersen belki kendimi aşabilirim senin gibi biliyorsun seni tanıdığım zaman daha önce daha önce nasıldın onu anlat diye atılırdı beni tanımadan önce seni tanımadan önce güzel olduğumu bilmiyordum hayır biliyordun bilmeseydin bana yaklaşmazdın seni güzel bulduğum için sana yaklaştım selim hayır evet hayır anlaşamazdık sen alıp götürüyorsun insanı selim düşünemiyorum doğrusu sen düşün dediğin anlat dediğin için düşünmeyi anlatmayı ne kadar istiyorum hayır beni kandırıyorsun benden daha gerçek olduğun için daha gerçek yaşıyorsun benim uydurma dilimle anlatılmaz bu gerçekler seni seviyorum selim seni dinlemek istiyorum senin masallarını yaşamak istiyorum senin dışındaysa gerçekler dediğin şeyleri yaşamak istemiyorum anlıyorum beni dinlemekle bana inanmakla gösterdiğiniz sabrı beğeniyorum kalbinizden kö-
tü düşünceleri uzaklaştırın ve teyzenizi evden kovun yerine
saygılarımı kabul edin bu günlerde iyi bir dinleyici bulmak
o kadar güçleşti ki hayalimdeki kadınlardan bile bu kadarı-
nı beklemediğimi itiraf etmeliyim siz kurduğum hayallerden
de güzelsiniz bütün hayallerim soluklaştı sizin yanınızda
sizi düşünürken aklım duruyor heyecanımdan yemeğe
verdim kendimi çocukken okuduğum detektif romanlarından
da heyecanlısınız siz onları da okurken heyecanımdan
durmadan yerdim seni düşünürken ve seninle yaşarken
durmadan yemek içmek istiyorum bu romanın sonu nereye
varacak uzun parmaklı elleri tabaklara uzanır bardakları
kavrardı onu seyrederdim hayır olmaz benim tadımı çok çı-
karıyorsun seni kıskanıyorum bütün hareketlerinin sevgi
dolu olduğunu görürdüm kendi hareketleriyle çok ilgiliydi
durmadan kendini seyrederdi hareketlerine farkında olmadan
duyduğu ilgi yüzünden dalgın görünürdü oysa kendini
467
davranışlarına o kadar kaptırıyordu ki dalgınlığı hatırlatı-
lınca şaşırır gülümser anlamazdı onun dalgınlığına başka
bir ad bulmak gerekti onun hareketlerinin güzelliğine ben
de kapılır çevremi görmezdim onun istediği gibi çevreyi
unutur yalnız onunla ilgilenirdim beni ilgilendirmeyen insanları
olayları görmenin ne yararı var derdi seni seviyorum
ve yalnız seni görüyorum seninle ilgiliyim başka her şeyi
unutuyorum sözün gelişi değil bu ben sözümün eriyim baş-
ka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler
bulurdum elleri de sözünün eriydi elleri de sözlerine
uygun hareketler yapardı sürekli elimi tutar ve avucunun
içinde kayboluşunu gülerek seyrederdi içtiği zaman
aşırılığa kaçmadan cesaretli olurdu bütün aşırılığı sözlerindeydi
kendisine sözleri kadar aşırı olmadığı söylenirse darı-
lır ona çocuk muamelesi edildiğini cesaretinin aşırılığını ispat
etmek için kendini öldüreceğini söyleyerek evet kendini
öldürmekten o kadar az bahsetmişti ki o kadar çok konuştuğu
halde bu konuda hemen hiçbir şey söylememiş olmasına
bugün bile inanamıyorum beni korkuturdu sonra
mahzun ve titrek bir sesle gerçekleşmesini istediği dileklerinin
hayalini kurmayı kendine yasakladığını hayal kurdu-
ğu zaman onları bir türlü gerçekleştiremediği için artık hayal
kurmaktan korktuğunu beni de hayallerinin içine almadığını
hayallerine girersem beni kaybedeceğini beni düşü-
nüyor musun diye sorduğum zaman ona bilmeden eziyet
ettiğimi belki ölümü de bunun için düşünmüyordu söyleyerek
beni suçlardı hemen arkasından benim farklı olduğumu
her zaman hayallerimin gerçekleştiğini söylerdi nedense
beni bu şekilde tarif etmeyi severdi benden başka hiçbir
şey düşünmeni istemiyorum ya da yalnız bizi düşünmeni
istiyorum derdi ağaçlı bir yolda yürüyorduk hafif yağmur
çiseliyordu bana ceketini vermişti omuzlarıma koymuştu
ceketin içinde kaybolmuştum ıslanıyordu gömleği derisine
468
yapışmıştı bir yokuş çıkıyorduk beni bir gün kaybedersen
ölürsem demek istiyorum üzülür müsün üzülürüm demeliydim
onunla konuşmalıydım ağlamaya başladım ne söyleyeceğini
bilemedi aptalca sözleriyle herkesi kırdığını anlattı
nerede nasıl konuşacağını bilemiyordu gene kendini karış-
tırma işin içine selim dedim burada benim üzülmem değil
mi mesele dedim güldü gülümsedim beni güldürmeyi denedi
cesaretlenerek selim öldü yaşasın selim dedi benim
ölümüm başkalarınınkine benzemez dedi ben bir yolunu
bulur gene dirilirim hayır mesele ben değilim ben anlatamı-
yorum başkalarını düşündüğümü kendimi anlatıyormuşum
gibi oluyor günseli olmak isterdim onun gibi hissettiklerimi
tam yerinde ifade edebilmek isterdim ne yazık kocaman
beceriksiz bir selim’im ne kadar uğraşsam gene başlama selim
dedim gülerek kötü bir şey olmadığını anladı güldü
yağmur dinmişti ağaçların kokusunu duyuyorduk benimle
duyularının geliştiğini söyledi seni tanımadan önce hiç koku
almazdım ya da yalnız kötü kokuları alırdım şimdi insanları
bile kokularından tanıyorum kendimi bütün kokulara
açık tutuyorum cebinden bir kâğıt parçası çıkardı
ayaklarımızın altında hışırdayan yaprakların resmini çizmeye
başladı dolmakalemiyle resmin altına tabiata döndüğüm
gün diye yazdı mendiliyle gözyaşlarımı sildi ben mahvoldum
dedi ben romantik oldum hiçbir ilaç beni iyileştiremez
artık bu yaştan sonra elâleme rezil oldum gülüyordu tabiatta
tozdan ve çamurdan başka şeyler de varmış diyordu o
yaz bir inşaatta çalışıyordu sabahtan akşama kadar o kadar
kirleniyordu ki yüzü tanınmaz duruma geliyordu bir gün
ona uğramıştım amelelerden utanmıştı yüzündeki kirden
dudakları beyaz görünüyordu tozun içinde güzeldi heyecanlandım
bir süre ayrılamadım ayrılmak istemiyordum
ameleler bize bakıyordu kirliydi yorgundu utanıyordu terliyordu
mutluydu ondan ayrılmak düşüncesine dayanama-
469
dım akşam yemeğe gelsene dedim teyzemden çekiniyordu
yüzü yanmıştı elleri yanmıştı bana çiçek getirmişti kırmızı
kareli bir gömlek giymişti beyaz örtüden ellerini saklamak
istiyordu heyecandan yemeği yaktım evime ilk defa geliyordu
yemeği beğendi oysa yemekten anlardı özellikle içerken
uzun uzun güzel yemekler yemek isterdi yalnız kalmak istiyordu
benimle teyzeme sudan cevaplar veriyordu kuşkuluydu
ne sıfatla bulunuyordu benim evimde teyzeme karşı
bir sorumluluk duymaktan korkuyordu benimle resmî bir
bağı olduğunun düşünülmesinden korkuyordu kuzeyli bir
ilah gibiydi yalnız saçları koyu renk güldüğü zaman çocuklaşıyordu
sıkılganlığı geçince fazla yemem için ısrar etmeyin
dedi teyzeme sonra pişman olursunuz bir dev gibi yiyordu
beni büyülüyordu teyzemin hayretine gülüyordu
onu seyretmekten yemek yiyemiyordum onu ne kadar sevdiğimi
teyzeme belli etmemek istiyordum bütün hayatım
boyunca hiçbir şey yemeden onu seyredebileceğimi yalnız
onunla yaşayabileceğimi içimin titrediğini nefesimin kesildiğini
selim bilmiyordu benim kadar bilmiyordu içiyordu
kahkahalar atıyordu teyzem içeri gidince elimi tutuyor yapma
deyince bana kızıyordu bana sarılmak istiyordu yaşamakta
geç kaldım sabrım tükendi diyordu ona hayran olmamaya
imkân yoktu neşeli kaba gürültülü genç adamı oynuyordu
kendi gülünçlüğüne dayanamıyordu alay ediyordu
gene de kendini seyrederken beğeniyordu beğeniliyordu
beğenilmenin coşkunluğuyla tutuk ve kendini yiyip bitiren
yönüne karşı çıkıyordu kendine ve herkese meydan okuyordu
beni de yemeğe çağırsaydınız günseli hiç böyle görmemiştim
onu şimdi bunu yeniden nasıl yaşamalı beğenilmenin
tadına varıyordu kadehiyle birlikte yudumluyordu
onu coşuyordu şiirler okuyordu bütün selim’liğini ortaya
koyuyordu utanmadan kızarmadan kendini aşmıştı onu sizin
yanınızda görür gibi oluyorum hayır göremiyorum bu
470
acıya nasıl katlanacağım katlanacağız alelade oldum herkes
gibi oldum diyordu âşık oldum böyle oldum aptal bir yüz
takınarak gülüyordu ağlıyorsunuz günseli ben de ağlayabilseydim
ne yazık bu huyumu unutalı yıllar oldu bana da
öğretin nasıl ağlanır onun arkasından nasıl yas tutulur beni
de yemeğe çağırsaydınız o gün belki şimdi birlikte ağlayabilirdik
arkadaşlarından çekiniyordu belki sizden de çekiniyordu
belki sizin yanınızda alelade olmazdı belki de yanılı-
yorum evet sizden duygulu sözlerle bahsederdi birlikte ge-
çirdiğiniz günlerde çiçekli tepelerde gölgeli sokaklarda ba-
şıboş dolaşmalarınızdan bahsederdi evet başıboş dolaşırdık
sokaklarda sahibimiz yoktu sokakları severdi bu kirli şehrin
birbirine hiç benzemeyen sokaklarını caddelerini vitrinlerini
özellikle kitapçı vitrinlerini ilk defa kitaplarımı gö-
rünce azarlamıştı beni uzun pantalon giyen bir erkek bunları
nasıl okur birader demişti utanmıştım hepsinden kurtulmamızı
teklif etmiştim hemen topladı kitapları böyle fırsatları
hiç kaçırmazdı bir bavula koyduk götürüp sattık ben
de sizin gibi onu on sekiz yaşında tanımak isterdim turgut
başınızdan geçenleri bana anlatınca kıskanırdım ne buluyorsun
bu sıkıntılı günlerimde seni heyecanlandıracak derdi
ben günlerine değin sana heyecanlanıyorum canım selim
derdim sinemalara gittiğimize de mi derdi sinemalara gitti-
ğinize de derdim haftada üç kere beş kere bıkıncaya kadar
gittiğimize de mi bıkıncaya kadar gittiğinize de selim’im
derdim bütün filmlerin amerikan filmlerinin sonunu bildi-
ğimiz halde filmin sonunu keşfedecek metotlarımız olduğu
halde gene de gittiğimize de mi derdi metotlarınıza canım
metotlarınıza rağmen gene de gittiğinize de canım selim
derdim seni anlamıyorum derdi hiç de bunun tadına varacak
birine benzemiyorsun beni kızdıracağını bildiği halde
böyle söylerdi beni de aranıza alsaydınız turgut beni de
aranıza alsaydınız günseli bana bir yığın kitap aldırdı sattı-
471
ğımız kitapların parasıyla bana bir yığın kitap verdi okuyayım
diye bana hemen okumalısın yetişmelisin diyordu bana
bildiğim tanıdığım güzellikleri sen de öğrenmelisin diyordu
ne olur benim gibi okuyun her dedikoduya kulak kabartmayın
benim gibi okusaydınız kirli sokakları yosunlu duvarları
çarpık taşlı binaları severdiniz tanışmadan severdiniz
insanları onları birbirine benzemedikleri halde bir yanlarıyla
derinde bir yerde aynı olduklarını görürdünüz beni
dinlemeyeceksiniz biliyorum beni unutacaksınız geriye kuru
bir gürültü kalacak benden anlaşılmaz sesler çıkardı ortalığı
toza boğdu gitti diyeceksiniz bir bahar temizliği yapacaksınız
arkamdan üzerinize sinmiş etkilerimi havalandıracaksınız
odaya dolan bunaltıcı havamı değiştirmek için
pencereleri açacaksınız yoksa ne yapacaktınız nasıl olurdu
nasıl başarılırdı benim gibi olacak benim gibi doğduğunuzdan
beri üstünüze yığılan bütün bilgilerin size verilen bü-
tün şeylerin sizi ezmesine dağılıp yok etmesine izin verecek
değilsiniz ya derdi günseli derdi beni on sekiz yaşında tanı-
saydın hayır tanımasaydın hiç istemiyorum o günlere dönmeyi
derdi aptallıklarıma beceriksizliklerime her dokundu-
ğunu kıran ellerime kapıları bulamayan yanlış kapılar açan
ellerimin dalgınlığına yanlış sözlerime teşekkür etmek yerine
özür dileyen sarsaklığıma terleyen ellerime dönmek istemiyorum
yeni baştan aynı kâbusları yaşamak istemiyorum
sana roman gibi gelse de senin hatırın için bile yapamam
aynı şeyleri oysa karikatürlerde ne kadar sevimli gösterirler
bu insanları başka yerlerde de sevimli gösterirler yalnız ya-
şarken kimse sevimli görmez bütün bunları oysa okurken
resimlerini seyrederken ne kadar acırsınız onlara gene de
gülmeden duramazsınız ben bile gülerim oysa onlar gülemezler
ben de aslında gülemem beni en çok seven annem
bile bana benim aptal oğlum derse buna gülemem işte anlı-
yorum günseli gene de selim bir günseli’si olduğu için bü-
472
tün bunları anlatabildi ya günseli’si olmayanlar ne yapacak
aylardır işte bunu düşünüyorum gerçi selim bazı yollar
gösterdi bana bu arada gene de ne yapabileceğimi bu insanlar
için ne gibi tedbirler alınabileceğini bilemiyorum bu insanların
haklarını hangi partinin koruyacağını düşünemiyorum
her örgütte idare edenlerle edilenler birbirlerinden
öyle çabuk ayrılıyorlar ki tedbir almaya zaman kalmıyor aynı
şeyleri söylerdi turgut sonunda bu şakalara dayanamazlar
günseli derdi sen onları bilmezsin çok dayanıksızdır
onlar kimler selim tutunamayanlar size de söyledi mi elbette
neden söylemesin bilemezsin günseli derdi yaşamak her
gün girilen bir imtihan olursa buna kimse dayanamaz başı-
nı okşardım zavallı sevgilim derdim üzülme üzülürdü acı-
ma bankası kuruyorum derdi her ıstıraba bir kura numarası
tutunamayanlara öncelik tanınır üzülme selim biraz dinlen
buna hak kazandın olduğu yerde yatamazdı dönerdi kımıldanırdı
yatışmazdı yaşatmazdı yaşamazdı ben seni sevdim
seveli bak ne hal oldum uzanmış yatıyorum dinlen biraz
selim kalkardı ellerime sarılır beni bir gün unutacaksan bir
gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan
çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa
alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu sefer
geride bir şey bırakmadım tasımı tarağımı topladım geldim
neyim var neyim yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan
sudan çıkmış balığa dönerim bir kere çavuş olduktan sonra
bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim beni
uyandırma hep kuşkuluydu her zaman kötü birşeylerin olmasını
bekliyordu sonu gelmez benim gibiler için hiçbir şeyin
sonu iyi gelmez diyordu açık hava dokunur onlara serin
nemli ve güneşsiz yerleri severler kendi kafalarının etiyle
beslenirler gözleri aydınlıkta bozulur kendileri gibi olanlardan
nefret ederler onları gördükleri yerde kuyruklarıyla sokarlar
sonra pis pis gülerler gene de hep birlikte yaşarlar
473
aynı kaba işerler gündüzleri uyuyup geceleri sokağa çıkarlar
içki kokusuna burunları hassastır fazla üremelerine engel
olmak için ortalıkta içki bırakmamalıdır bir tanesi böyle
bir koku duyarsa hep birlikte oraya üşüşürler yapıştıkları
yerden artık söküp atmak imkânsız olur onları artık çok
geç kalınmıştır sözden anlamazlar hakaretten anlamazlar
halden anlamazlar fazla yüz vermeye gelmez okşayan eli
ısırırlar kabukları bir bakıma çok kalın bir bakıma çok incedir
kalınlığı ortama göre değişir zehirlerinin etkisi uzun
süre geçmez korunmak için hemen açık havaya çıkmalıdır
bir de düzenli yaşamalıdır yıllar sonra etkisi görülen zehirlere
sahip olanları da vardır aralarında derdi canım selim
derdim bu belki senin çevrendekilerin tarifi senin değil zavallı
çocuk derdi anlamıyorsun güneş girmeyen eve bizler
gireriz benim gibi görünüşü zararsız olanları da vardır asıl
onlar tehlikelidir insanı kalbinden sokarlar elimi ısırırdı
birden ben bağırınca gülerek frankeştayn kurt adamı zehirledi
diye bağırırdı bana senden başka kimse dayanamaz
sen de dayanamazsın önümde eğilirdi sensin ümidi bütün
karanlıkların bütün yaralı donkişotların yeraltında yaşayanların
ve ecinni tayfasının kaptanı sensin karanlıkta birbirlerine
çarpanların sebepsiz gülenlerin sebepsiz ağlayanların
acıyla dudaklarını kemirenlerin birbirinin suratına
bardak fırlatanların sensin floransnaytingeyli ey karanlıklar
kuşu biraz da bizim için öt arkadaşlarının tavırlarını takınarak
beni korkuturdu neden onlarla görüşüyorsun selim’im
derdim insanı bırakmazlar kanına girerler beni de
ısırdılar bir kere bu nedenle her gece ay doğunca her yanı-
mı kıllar kaplıyor dişlerim uzuyor ve pencerenin üzerine çı-
karak oradan yapma selim derdim bırak beni canım selim
bu hayalet tarifine hiç uymuyordu korkutucu arkadaşlarına
hiç benzemiyordu onları tanıyor muydunuz turgut hayır
ben de tanımıyordum tanımak istemiyordum selim’in üstü-
474
ne çökerek her biri ayrı bir tarafa sürüklemek istiyordu
onun iyi niyetini ülkücü tutumunu anlamadığım yanlış
yollarda kullanmaya çalışıyorlardı selim de onların etkisiyle
benim bu anlayışsızlığımı bilgisizliğime ve kadınlık içgü-
dülerime ve küçük burjuvalığıma ve tutuculuğuma veriyordu
ben ortalıkta kötü birşeyler olduğunu seziyordum herkesin
birbirini kötülediği birbirinin suratına ve arkasından
nefretini haykırdığı bir ortamda bunaltıyorlardı onu kime
inanacağını bilmiyordu bilemiyordu ona da saldırıyorlardı
bu bir cehennemdi içindekilerin farketmediği yakıcı bir hayattı
birşeylere kin duyuyorlardı anlayamıyordum selim
için korkuyordum arkadaşlarının iyiye güzele duydukları
arzuya inanmıyordum herkesin birbirine gerçek bir saygı
duyacağı toplumu özlemelerini yadırgıyordum birbirlerine
saygıları yoktu kinle gülüyorlar en yakın dostlarının kurmaya
çalıştıkları bütün iç ve dış düzenleri öfkeyle yıkmaya
çalışıyorlardı selim kızıyordu bunları söylediğim zaman
onlara dokunulmasına izin vermiyordu benim aklım ermezdi
düzenin ancak böyle yıkılacağını anlayamazdım bü-
tün kötülüklerin düzende olduğunu görmek için belirli bir
eğitim gerekiyordu benimle bu konuda konuşmak istemiyordu
ona beni kötülüyorlardı tanımadan genellikle kötü-
lüyorlardı karşılık veremiyordu onlara içine düştüğü çıkmazda
çırpınıyordu benden ayrılmayı bile düşünüyordu bu
yolun sonu tehlikeliydi bana da tehlikeyi bulaştırmak istemiyordu
onu da sevmiyorlardı hor görüyorlardı bir gece bir
arkadaşı çok sarhoş olduğu bir sırada senin ne işin var aramızda
diye çatmış selim’e ne arıyorsun bizim gibilerin arasında
hepimizi ezen yaşatmayan ağırlıklar var onlara isyan
ediyoruz seni ezen ne var seni aramıza hangi kuvvet sürükledi
hangi dış etken buraya itti seni senin ezilmişliğini çarpılmışlığını
anlamıyorum boş yere sürükleniyorsun bizimle
sen aslında yumuşak çatışmasız çelişmesiz bir şeysin ağla-
475
mış masaları yumruklamış sen bizden değilsin bizi hor gö-
rüyorsun şimdi benden iğreniyorsun diye haykırmış pencereden
kusmuş beni bırakma bende kal gitmeyeceksin değil
mi beni bırakmayacaksın değil mi diye yalvarmış annesinden
nefret ediyormuş bütün bu insanların arasında ne işim
var benim diyordu bütün bu insanların içinde ne işin var
senin diyordum peki günseli bırakıyorum hepsini bütün
bu karışıklıktan çıkıyorum istifa ediyorum kutu gibi bir eve
yerleşiyoruz seninle kendi yağımızla kavruluyoruz tencerenin
dibini tutmadan pişiyoruz kendi zevkimize göre döşü-
yoruz her tarafı tavana kadar aplikler dört bir yanı sarıyor
tavandan sarkan lamba tam yemek masasının üstüne isabet
ediyor kendi başımızın çaresine bakıyoruz kendi bacağı-
mızdan asılıyoruz yatak odasına güllü perdeler asıyoruz
ben çarşıdan patlıcan alıyorum sen ortalığa bakıyorsun resmini
dairede masamın üstüne koyuyorum sen de resmimi
tuvaletinin üstüne yerleştiriyorsun yatağımızın yanında kitaplarımız
duruyor benim komodinimin üstünde benimkiler
duruyor senin komodininin üstünde seninkiler duruyor
ışıklarımız da gece lambalarımız da ayrı fakat kalplerimiz
bir çarpıyor sen dört ben altı sayfa okuyunca uykumuz geliyor
aynı anda birbirimize doğru dönüyoruz öpüşüyoruz
aynı anda fransızlar gibi iyi geceler diliyoruz amerikalılar
gibi birbirimize arkamızı dönüyoruz sabaha tekrar buluş-
mak üzere ayrılıyoruz büfenin üstüne hiçbir şey koymuyoruz
radyonun üstüne hiçbir şey koymuyoruz çünkü diğer
küçük burjuvalar gibi görmemiş değiliz onlardan farkımızı
biliyoruz gene de söylemiyoruz birbirimize bilmiyormuş gibi
yapıyoruz sehpa örtüsü de kullanmıyoruz ama bunları
hesaplayarak değil içimizden öyle geldiği için yapıyoruz
onlardan farkımızı belirtmeye tenezzül etmiyoruz mutfaktaki
kavanozların üstünde tuzbiberşekerkahve yazmıyor
nedense öyle kavanozları almak gelmiyor içimizden yolda
476
yürürken sanki o anda aklımıza gelmiş gibi bir dükkâna girip
sana bir ayakkabı alıveriyoruz akşam ben kapıdan içeri
girer girmez öpüşmüyoruz beş dakika sonra öpüşüyoruz
her gün ayrı bir zamanda öpüşüyoruz ne zaman ne yapaca-
ğımız belli olmuyor serseri bir küçük burjuva ailesiyiz ne
kabul günümüz var ne de belirli toplanma günlerimiz dedikodu
da yapmıyoruz yemekten sonra koltuklarımıza oturuyoruz
öyle kimsenin belli bir koltuğu yok kim ne bulursa
onun üstüne oturuyor kimseyi çekiştirmiyoruz saat on ikiye
yaklaştığı halde yarın erken kalkacaksın yatsan iyi olur
demiyorsun bana başıboş bir hayat sürüyoruz ben her sabah
daireye gidiyorum fakat nasıl oluyorsa gidişim kimsenin
gidişine benzemiyor serseri bir memurum evden dura-
ğa tam bir sokak serserisi gibi yürüyorum ne otobüse bini-
şimde ne biletçiye para uzatışımda ne dairede masamın ba-
şında oturuşumda hiçbirinde beylik bir durum yok olamı-
yor istesek de küçük burjuvalaşamıyoruz onlar gibi düşü-
nemiyoruz yatakta birbirimize şiirler okuyoruz kitapları
tartışıyoruz dünya umurumuzda değil sersem derdim aptal
derdim ona selim aldırmaz bir tavırla devam ederdi sersem
aptal diyoruz birbirimize diğer karıkocalar gibi şekerim canım
tatlım balım birtanem filan demiyoruz anahtarı paspasın
altına koymuyoruz kaç kere içerde unuttuk da çilingir
getirmek gerekti hesabımızı bilmiyoruz paramız olduğu
halde ayın sonunu getiremiyoruz avrupa gezileri için para
biriktiremiyoruz yeter canım selim derdim çocuklarımız
oluyor üst üste istediğimizden değil istemediğimizden de
değil tedbir de almıyoruz olmasın diye doktora filan da gitmiyoruz
bununla uğraşacak değiliz ya hiçbir şeyimizi be-
ğenmiyor dostlarımız bize öğütler veriyorlar ne onlara ne
de büyüklerimize aldırıyoruz kayınpederlerimize kaynanalarımıza
saygıda kusur ediyoruz çocukların terbiyelerini
bozuyorlar onları şımartıyorlar diye üzülmüyoruz eğitimle-
477
riyle de uğraşmıyoruz üstünkörü bir terbiye veriyoruz ak-
şamları derslerine çalıştırmıyoruz okula gidip öğretmenleriyle
konuşmuyoruz hangi biriyle uğraşalım tam altı tane
gülüyordum bana acı selim diyordum siz bu gerçeklerden
hoşlanmıyorsunuz o halde başka gerçeklere dönelim dün
akşam bir arkadaşa gittim sarhoş olunca sen kocamansın
beni dövmek istiyorsun diye inledi annesi bir adamla yaşı-
yordu biz gittiğimizde adam oradaydı benim annem orospu
mu diye bağırıyordu söyleyin bana benim annem kötü kadın
mı ağlıyordu utanıyordu kalabalık gitmiştik annem
orospu diye tutturmuştu beni dövmek istiyorsun diye tutturmuştu
kimse ona aldırmıyordu içince hep böyle olurmuş
herkes kendi havasındaydı beni döversin sen kuvvetlisin
benim annem orospu durmadan içiyorduk bir başkası
da ben köpek miyim diye soruyordu bana köpek muamelesi
yapıyorsun bana diyordu elinin tersiyle kovuyorsun beni
meyhanede beni görünce köpek görmüş gibi başını çeviriyorsun
nasıl olur diyordum farketmedim farketmiyorsun
beni konuşmuyorsun benimle neden hep ben dövüyorum
ben konuşmuyorum günseli yüzlerce insan var herkes onları
tanıyor ama ben konuşmuyorum ben yargılıyorum ben
ben küçük görüyorum ben onlar gibi sürünmüyorum ben
ben ben yoruldunuz günseli bir ara verelim entracte verelim
on beş dakikalık aradan yararlanarak sayın yolcular
kıymetli vakitlerinizi beş dakika işgal ederek sizlere hem
yoluna devam et hem seyyar sinema seyret kabilinden
memleketimizin tanınmış simalarının olaylı yaşantılarından
dolaylı örnekler sunarak olaylarla alaylarla dolu ve sahibinin
sesi plaklarında da bulabileceğiniz ve kimine göre acıklı
kimine göre gülünçlü ve yaşandığı tanıklarla sabit ve inkârı
her zaman kabil resimli romanımızın kahramanlarını aslına
sadık bir surette gözlerinizin önüne serelim pek yakında çı-
kacak olan gazetemizde imzalı ve imzasız yazılarıyla sizleri
478
on dakikada doğru yola getirecek ve her biri ayrı bir kıymet
olan bu aslanların takım halinde ve formalarıyla hep birlikte
çektirdikleri dört renkli ve nefis kuşe kâğıdına basılmış
ve aynı zamanda ikramiyeli resimleri müessesemizin parasız
ilavesiyle birlikte dağıtılmaktadır ayrıca parayla satılmaz
işte sayın seyirciler şimdi gördüğünüz edebiyat kaplanı ve
gazete okusun diye bunca fedakârlıklara katlanarak ve okuyucularımızdan
munzam bir ücret istemeyerek büyük masraflar
pahasına paris’e gönderdiğimiz ve baş harfleri aynı diye
philosophie yerine poligamie tahsil etmiş olan ve bu arada
gizli gizli kendini yetiştirerek memlekete döner dönmez
otomatik profesör yapılan ve başkalarının imzalayacağı yazılar
yazarak kahraman bir önder olmak isteyen ve neredeyse
bunda da başarıya ulaşmak üzereyken ve fakat sayın
ordinaryüs profesörü sakın ha sonra seni kürsüden kovarım
aman annenle babanla bir olup döverim aman dediği
için köşesine kıvrılan santrafor ve ekstrafor ve aynı zamanda
ingilizce eserlerin fransızca’dan mütercimi ve kalbinde
yatan aslanı kendisiyle karıştıran ve katılmadığı bir toplantıda
tesadüfen oraya bira içmeye geldiği için resmî gazetelerde
çıkan ve şöhreti artan asıl adını geleceği bakımından
sakıncalı gördüğümüz için yazamadığımız ve takma adıyla
ahmet bayır ki bu ahmet bayır aslen diyarbakır’ın sivrice
kazasından olup bir gün yukarıda adını yazamadığımız sayın
kişinin bir tanıdığını gördüğü zaman gene adını bazı
nedenlerle yazamadığımız bu tanıdık yahu ahmet senin
adını kullanarak adını şimdi söylemek istemediğim bir arkadaşın
penneymi niyetine yazalım mı diye sorunca onun
da başüstüne hocam kendisi ona hocam derdi demesi üzerine
meşhur olmuş ve hemşerileri tarafından filozof ahmet
diye çağırılmıştır ve yazmadığı yazıların sorumlu müdürü
olması asıl yazarın kıskançlığını celbetmesi üzerine sonunda
isim babalığını kaybetmiştir işte onun adıyla bilinen ve...
..."



*satır sonlarını birleştirmeye devam etmeye bile üşendim. tehey!

david bowie

ocak 2016'da adı blackstar olacak yeni albümü geliyooor!

meanwhile back in communist russia

meanwhile, back in communist russia…

ingiltere / oxford'dan aşmış bitirmiş bir post-rock projesi. sadece 5 yıl ömrünün olması elbette büyük acı.

iki stüdyo albümleri;
indian ink (2001)
my elixir my poison (2003)
ve üç tane de teklileri var.

indian ink'ten morning after pill ile başlanabilir:

goat

isveçli accayip kafalar. saykoledikten deneysele, füzyondan dünya müziğine, esidden hard raka; her şey var bunlarda.

2 stüdyo albümleri var*:
world music (2012)
commune (2014)

commune'den hide from the sun ile başlanabilir:

slowdive

ingiltere/reading menşeli dream pop grubu. 1989-1995 yılları arasında faal olup, 2014 yılında tekrar biraraya geliyorlar.

üç stüdyo albümleri var:
just for a day (1991)
souvlaki (1993)
pygmalion (1995)
bunların yanında toplama albüleri, kısaçalarları ve teklileri de var.

başlangıç olarak;

kungfu ramen

migros ve benzeri büyük marketlerde bulunabilecek hazır noodle markası. üşengeçlerin açık büfesi. afiyet olsun.

makarneks

para israfı. makarna delisi insanı makarnadan soğutabilir. kungfu ramen varken esamesinin bile okunması küfür bence. ha, biri makarna(?) görünümlü bok, diğeri ramen/noodle. ama kungfu ramen döver bence. let the fight begin.


süphanallaaaah editi:
büyük ablam mesaj atmış; "nimete küfür edilmez" diye. ben şok!

karın kapalı mı

bir eşcinsel sözlükte böyle bir başlığın olmasını ve dahi 'karı' denmesini içerlediğimi söylem....şaka lan şaka.
aslı "karin_turbanlimi_216" olan ve daha birsürü varyasyonları bulunan..hmm..nicktir.

diyarbakır

gün itibariyle her tarafı savaş alanına dönmüş güzelim şehir. sur'da sokağı çıkma yasağı ve asker+polis operasyonu devam ederken; dün hdp ve dtk 'eylemsizlik' çağrısı yapmıştı. güne kepenk kapatma eylemi/zorunluluğuyla başlayan şehrin birsürü noktasında çatışmalar sürüyor hâlâ. her bir koldan sistematik bir şekilde yakılıp yıkılıyor şehir. öyle beylik beylik 'barış'tır, 'hoşgörü'dür, 'anlayış'tır...hezeyanlarına girmeye hiç gerek yok. kısa ve uzun vadede hiçbir şekilde geri dönülemez ve telafisi mümkün olmayan sonuçlara gebe zuhur eyleyen olaylar/durumlar yüzünden.
çok yazık.


ekleme:
öldürülen insanların olduğu haberleri var bir de videolarıyla birlikte hem de.
gerçekten yazık.

gossip

heavy cross'tan bahis eylenmiş. ben de dimestore diamond deyip ihaleyi arttırıyorum:

kalta simğera

güzelim ayşenur'un canım kolivar'ın bahçeye hanımeli albümünden sade 1 dakika 5 saniye süren ninnisi; "kadınların şarkısı".

albümü şöyle tanıtıyor ayşenur kolivar:
"...
şarkılarımızın, kadınlara yaşatılan mağduriyetlerin son bulması ve kimsenin doğduğu topraklardan kendi isteği dışında ayrılmak zorunda kalmaması için verilen mücadelelere eşlik etmesi umuduyla…"

gürcüce şarkının sözleri ve türkçe çevirisi şöyle:

voy nanina nana
nanay delo nanina
xertalma xeli damgala
xertal mosatexelmao
dampirda da momatkvila
kiser mosatexelmao

voy nanina nana
nanay delo nanina
kirman elimi dövdü
ah gidi kirman, kırılasın
yarim beni kandırdı
onun da boyu devrilsin

eğer dünyaya bir daha gelseydiniz cinsel yönelim olarak neyi seçerdiniz

pasif anketör nekrofili.
gerçekten çok merak ediyorum yaaa ööf denemek amaçlı sadece ama. sonra "mmm ben bi' kere erkek tadına varmışım. o seksi ve kıllı ve kaslı göğsü yalamışım yutmuşum" deyip yine eşcinsel bir gay olarak hayatıma mutlu ve mes'ud devam ederdim. orrayt.

eğer imkanınız olsaydı hangi ülkede doğarak rengarenkliğinizi sürdürmek isterdiniz

kimse bahsetmemiş! ay ben şok!

elbette ki anketistan. zira gökkuşağı sıçan unicornlar ve damarlarında şampanya dolaşan seksi erkekler var orada.


editeyşın:
vizeler de kalkmış diyolla. akape döneminde gerçekleşmiştir. not düşeyim dedim. kıps.

cumartesi gecesini evde yalnız geçiren ezik insan

sıcacık evinde, kanepe patatesi modunda, mis gibi kivileri dilimleye dilimleye mideye indirirken, bir yandan harikuleyt müzikler dinleyip, bir yandan da internet sörfünü eda eyleyip keyfine keyif kataraktan, böğürtlenli şarabını arada yudumlayıp, cumartesiyi pazara çoktan bağlamış ve bu bağlamda keyfinin hem kâhyası hem de efendisidir.

kalabalıklar ölsün. kanepeden selamlar.

sigur ros

reykjavik ile aramda topu topu 4937 kilometre varmış. hani, düşününce, çok da uzak bir mesafe değil. orta çağ'da yaşamıyoruz en nihayetinde. bir bilete bakıyor. yalnız, bir sorun var: pek soğuk!
ben yağmur yağdığında bile terasa yem/ek bırakıp "oyyy! kuşlar ne üşüyordur :/" diye üzüm-üzüm-üzülüyorken, izlanda soğuğunda ne ederim; bilmiyorum. tundralarda götüm-götüm-üşürken; sigur ros'tur, björk'tür, hildur gudnadottir'dir, mum'dur, amiina'dır, gusgus'tur, the sugarcubes'tir...ısıtırlar beni.

olsun. olsun.

olsen olsen.



ölsen. ölsen.

förum!
  • /
  • 77
  • /
  • 41

frida kahlo


hayao miyazaki


korpiklaani


istanbul


kedi


ayı sözlük yazarlarının twitter sayfaları


burhan kuzu


özgür mumcu


trans onur haftası


hayat kısa kuşlar uçuyor


fatih akın


ahlak


cadının bohçası


seni düşünmek


selda bağcan


yalnızlık


dark bear


god is an astronaut


back to black


savina yannatou


  • /
  • 41
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 1537

lilith

şöyle bir hikâyesi var:
"tanrı balçıktan yaratmıştı ademle lilithi. ruhlarını kendi nefesinden vermişti. birbirlerine eş olur ademle lilith. ancak adem cinsel ilişkide üstte olmak ister. lilith karşı çıkar ademin bu üstünlük ve ayrıcalık isteğine. "tanrı ikimizi de eşit yarattı" diyerek itiraz eder.
aralarında tartışma çıkar. lilith, ademin kendisine karşı şiddet kullanacağını anlar ve tanrının yanına kaçar.
tanrı, lilithin güzelliğinden o kadar etkilenir ki ona kendi gizli adını söyler. tanrının gizli adını bilmek, artık büyük güce sahip olmak ve istekleri tanrı tarafından mutlaka yerine getirilmek anlamına gelmektedir. bunu bilen lilith, tanrıdan kanat ister. tanrı da verir. lilith artık kanat sahibidir. uçarak kızıldenize gider ve orada yaşamaya başlar.

ancak olay burada böyle bitmez. çünkü adem hâlâ lilithi geri istemektedir.
tanrı üç melek görevlendirir. melekler lilithi geri dönmeye ikna edecektir. kızıldenize gider melekler. önce yumuşaklıkla ikna etmeye çalışırlar. ama kararlıdır lilith. geri dönmeyi kabul etmez. lilithin bu tavrını gören melekler tatlı dili bir yana bırakıp bu kez lilithi kızıldenizde boğmakla tehdit ederler. ama lilith gücünün farkındadır. tanrının gizli adını bildiğini, ona güçlerinin yetmeyeceğini söyler, onu rahat bırakmazlarsa gelecekte doğacak tüm bebekleri öldürmekle tehdit eder.

sorunun çözümünde tek bir yol kalmıştır: uzlaşmak. aralarında bir anlaşmaya varırlar. buna göre lilith çölde yaşamayı sürdürecek, bunun karşılığında da üzerinde "lilith" figürlü nazar boncuğu taşıyan bebeklere dokunmayacak, onları asla öldürmeyecektir.

artık anlaşılmıştır ki lilithten ademe yâr olmayacak. yeni bir kadın yaratmaktan başka bir yol kalmaz ve tanrı, havvayı yaratır. ama tanrının başı lilithten dolayı bayağı ağrımıştır. bu yüzden havvayı lilith gibi ademle aynı maddeden yani balçıktan yaratmaz. ademin kaburga kemiğinden yaratır ki havva, ademe karşı çıkmasın, eşitlik iddia etmesin, itaatkâr olsun. lilith gibi asi olmasın."

babasız kızlar balosu

güzelinden bir perihan mağden şiiri.


"bu davette topuğunuzun ya da kanadınızın
biri kırık olmalı
bu şartı yerine getirmeyenler
kırık ön dişler ya da deşik ciğerlerle de
katılabilirler"

uzun hazırlıklardan geçtik biz
uzakdiyarlara uçtuk: başka çaremiz yoktu
babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
çirkiniz! çirkiniz!
zır deliyiz. güzeller güzeli şüphe
kır kalbimi, alışığım ben
yeşil gözleri babamın: gözleri zehirli yosunlardandır
ince ince proje dokur, gürcü soğuk ve mağrur
babamı hiç görmedim - ki onca yıldır

"bu baloya davetli kızlar
babalarının cenazesinde bulunmayacaklar"

niye seveyim seni
babalarının terk ettiği kızlar, kötülüklerinde cömert
aşklarında hazin ve güvenilmezdirler

babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
öyle birşey koptu ki içimizde
bütün kötü kadınlar bizden sorulur
kaçmayı biliriz biz en iyi
ey cesur! ey sevgili! sıkıysa bak gözlerime
taşa çeviririm seni, mum gibi eritirim
çocukluk acıları pazılarımdır benim
ah ben ne güçlü ne unutkanım bilemezsin.

"balomuz gece yarısını geçe başlayıp
canımız isteyince biter"

kandırdur arabalarıyla dolanmayız biz
cam kırıklarında dans etmek varken
babasız kızlar korosu:
küfredip kavga çıkarırız
çirkiniz! çirkiniz! çirkiniz
babamız bizi sevmedi
cümlenizin hakkından geliriz
yaralarımıza şap dökerek büyüttük kendimizi
göçebeyiz; talan eder tüyeriz
hayat, baskınımıza mazur bir davet yeridir
arka kapıları tekmeler içeri gireriz
yaklaşma yakarım, dumanını üflediğim gibi
keyfime bakarım

ön kapıdan ve sırayla
buyrun kibar hanımlar beyler
babanız sizi sevdi de ne oldu?
korkak, kör ve bok gibisiniz.

lost soul

bakıyoruz; neler yazabiliriz diye...

ilk girimi 2011 yılında ağustos ayının 14'ünde akşam 5'te yazmışım ayı sözlük'e.
o günün üzerinden 5 yıldan fazla vakit geçmiş.

zaman, pekâlâ, hiç de acımadan patır patır ilerliyor işte.

ben, yeri geldiğinde, gayet duygusal bir insan olabiliyorum sanırım.
gerçi, bazı zamanlar oluyor, dünyanın bütün dertleri omuzlarıma birikmiş gibi hissediyorum
sonra
bazı zamanlar oluyor, dünyanın en huzurlu insanı benmişim gibi hissediyorum.

biz insanlar, bu girift ruh hâllerinden uzaklaşamıyoruz içinde yaşıyor olduğumuz dünya, dünyaya geldiğimiz zaman, zamanı harcadığımız olaylar hasebiyle.

son dönemde hem sözlük içre, hem de içinde yaşıyor olduğumuz ülke içinde olan bitenler beni ziyadesiyle etkilemiş durumda. bu yüzdendir ki uzunca bir süre kendimi soyutlamak niyetindeyim bazı mecralardan.
sözlük de bu mecralardan bir tanesi.

ülkenin içinde bulunduğu ahval dahilinde akıl sağlığımı korumanın en iyi yolu olarak bunu görüyorum:
kendimi müziklere, kitaplara ve filmlere hibe edeceğim.
"insanlardan buz gibi soğudum." diyor cahit külebi,
vardır bi' bildiği.

şu 5 yıl boyunca güzel insanlarla konuştum, güzel insanlarla tanıştım, çirkin insanların yazdıklarını okudum, çirkin insanlardan uzak durdum.
hali hazırda peyderpey konuşuyor/mesajlaşıyor olduğum iki-üç kişi var.

hayatım boyunca, franz kafka ile akıl ve ağız birliği etmişçesine, çevremde hep birkaç insan oldu zaten.
ne demiş: "huzur mu istiyorsun? az eşya, az insan."
şu iki-üç kişi benim için 5 yıl 3 ayın getirisidir; yüreğime basmış, özümsemişim.
kâfidir benim için.

"insan ne için yaşar?"
peki,
"insan ne için yazar?"

ilk sorunun cevabı nezdimde değişmekle beraber,
ikinci sorunun cevabı benim için bellidir:
hayat gailelerimden bir tanesi dünyaya bir iz bırakabilmektir.

o yüzden girilerimi silmiyorum.
burada kalsınlar, okunsunlar.

ingeborg bachmann şöyle yazar pek güzel bir şiirinde*:
"hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle."

kapanışı güzel bir müzikle yapayım.

"like little puffs of smoke
we're here and then we're gone"



ayı sözlük'e yolunda başarılar dilerim.
güzel günler görmek dileğiyle.


*bu arada,
olur a iletişime geçmek isteyen yazar ya da okurlar olabilir.
mail adresi şudur:
_________________
[email protected]
_________________
istediğiniz herhangi bir şey hakkında yazabilirsiniz.
okumaktan keyif alırım.

güzel günlere...

dele zaram

rûdekî* adında bir insan yaşamış şu yıldan bin sene önce**. klasik iran edebiyatının kurucusu olarak kabul ediliyor günümüzde. mesnevileri, gazelleri, kasideleri, rubaileri, şiirleri var günümüze değin ulaşan.

işte, o şiirlerinden bir tanesi dele zâram. türkçe şerhiyle "zavallı gönlüm" yani.
ilk olarak fereydoun farrokhzad*** tarafından müziklendiriliyor. çok zaman sonra mohsen namjoo abé'm kiosk grubuyla beraber tekrardan dillendiriyor.

şimdi...
fars dilinin güzelliği üzre birsürü şey yazabilirim de;
şu ahenge, şu güzelliğe bak hele:

"dele zârem, fegân kem kon
tu eşkez dîdegân kem kon
gam ô nâle ze can kem kon
..."


sesim pek güzel değildir -ne yazık ki.
hele böyle bir şarkıdır, bir türküdür söylemeyeyim; ben bile utanıyorum sesimden.
o derece yani.

ama, işte,
bazı zamanlar oluyor
tawûsê melek'ten diliyorum da
kendimden geçe geçe söyleyebilsem istiyorum.

"...
vay çe nâle hâ ke ez dil be râhet nemûdem men
behre-î ez an be ômrem, be coz hem nedîdem men
..."


bunu dinleyip dinleyip,
sohrab'ın, hâfız'ın, füruğ'un,
hayedeh'in, azam'ın, mohsen'in,
bahman'ın, abbas'ın, ibrahim'in****
yoluna düşesi geliyor insanın.



"
ey zavallı gönlüm, az feryat et
gözlerimden az gözyaşı dök
canıma az hüzün ve gözyaşı kat
ah, ne kadar ağladım yoluna gönülden
bu yüzdendir ki ömrümde kederden başka bir şeye sahip olmadım

beni öldürdü bakışın
yolunu gözlüyorum
senin ay yüzünü göreyim diye
benim secdegâhım, ay'ım, kâbe'm oldu yüzün
gönlüm senin lüle lüle saçlarının büklümünün esiri oldu

gel, biraz otur yanımda
canımdan oldum beklemekten seni, sevgilim
artık bitir küslüğü, ayrılığı
çünkü ağına düştüm ve gönül kuşu senin avın oldu
gönlüm senin için yanıyor ama sen habersizsin
ah, ciğerimi yakan ahım neden gönlünü etkilemiyor, güzel

gel kucağıma, gel ve gör, sensiz başıma ne geldi
ay tenlim, gümüş yüzlüm, gel ve gör, nemli gözlerimi

ey can, ey kadim sanem,
ey can, önceki gece
ey can, rüyama bir ay girdiğinde
ey can, haberdar oldu
ey can, kalbim, ay yüzlü'm,
ey can, senin yanıma geleceğinden.
ey can, bir gel,
ey can, bir gör.
ey can, endamın ne hoş ve ne tatlısın.
ey can, gönlümü
ey can, sen süslüyorsun
ey can, vefanla teselli et gönlümü.
"



mohsen namjoo ve kiosk düeti:



feridun ferruhzad:




*bazı yerlerde adı rüdeki veya rudaki ya da rudeki olarak da geçiyor.
**tam olarak milattan sonra 858-941 yılları arasında.
***feridun ferruhzad. füruğ ferruhzad'ın* erkek kardeşi.
**** sohrab sepehri, hâfız-ı şirâzi, füruğ ferruhzad, hayedeh, azam ali, mohsen namjoo, bahman ghobadi, abbas kiarostami, ebrahim golestan.

zen

böyle bir grup vardı vakt-i zamanında. deliydiler çokça. sonra "biz baba zula olalım hocu! o/" dediler büyük ihtimalle. pek iyi etmediler.

zen gayet deli, gayet deneysel ve elbette ki gayet muazzam müzikler yapan bir grup idi. eskide kaldı. yitti gitti. kötü oldu.

4 albümleri var:
suda balık (1995)
derya (1996)
tanbul (1998)
bakırköy akıl hastanesinde (1999)

delileri seviyorsanız, zeni de seversiniz.

ayı sözlük

tanım: güzel sözlük.

şimdi saydıracam. ar yü redi mi?

her şeyden önce şunu belirtmem gerekiyor ki ayısözlük sade ayıların/bear'ların ve ayıseverlerin/chaser'lerin yazdığı, okuduğu bir sözlük değil. bunun ayırdında olmayanlar var sanırım. eğer ki hâlâ "ay, ayısözlüüüük ^^ ayılaaarrrrrrrr vaaar" modundaysanız, bir silkelenin ve kendinize gelin. sözlük yazarları -ve bittabi ki okuyucuları- arasında ayı ve ayısever olmayan onlarca adam -ve bittabi ki de kadın- var.

aynı zamanda ayısözlük sade bir eşcinsel sözlüğü değil. zira hem yazarlar hem de okuyucalar arasında eşcinsel olmayan adamlar, kadınlar da var. bunun da ayırdına varın.

peki, interaktif sözlük ne demek? ben cevap vereyim: yazarların başlıklar açtığı ve bu başlıkları tanımladıkları entry'ler girdiği bir online ortam.

buraya kadar bir sorun var mı? bence yok. şu yukarıdaki üç paragraf ile ilgili "beybi, bence yanlış düşünüyorsun; haksızsın" dediğiniz biryer varsa, haber eyleyin. bilahare açıklarım karşılıklı iki kahve içerken. sohbetim koyudur.

efendim, onca yazar varken, haliyle farklı farklı görüşler, inanışlar da olacak. bu gayet doğal. benim "beyaz la bu!" dediğime, bir başkası "yooo, ne alaka? o basbaya da siyah" diyebilir. kabulümdür.
işte, sorun burda zuhur eyliyor:
bu gerçeği kabullenemeyenler var.

herkes aynı düşüncede olacak diye bir şey yok. bunu şu muazzam beyinlerimize bir sokalım ilk önce. kimse kimseyle aynı fikirde olmak zorunda değil. bilakis farklılıklar iyidir, güzeldir, candır, canandır. bağrınıza basın.

ben, mesela, kalkıp geçenlerde yiyiştiğim seksi erkeğin göğüs kaslarını nasıl anlatabiliyorsam; bir başkası dün gece arabasına bindiği taksiciyi kolilediğini anlatabiliyorsa; diğeri en sevdiği pornonun linkini verebiliyorsa; bazıları nick altı entry'lerinde birbirlerini yalayıp yutabiliyorsa; kusura bakma ama, bebeğim, öbürü de kalkıp siyasetten, politikadan, kültürden, kürtlerden, araplardan, çerkeslerden, lazlardan, yahudilerden, cenıfır lopez'in amından, colton ford'un sikinden dem vurabilir, bahis eyleyebilir.

demem o ki;
sen nasıl ki dilediğin gibi entry'ler düzebiliyorsan sözlükte, başkası da dilediği konularda yazabilir.
sırf hoşuna gitmedi diye, açılan bir başlık sonrası bir başka yazarı provakatör olarak niteleyemezsin. hayır, beybi, öyle bir lüksün yok ne yazık ki.

cenıfır lopez'in amının ne kadar sulu ve seksi olduğunu yazan bir başlık ve entry hoşuna gitmedi mi? bak, o entry'nin altında bir eksi oy butonu var. oraya tıkla. hayatına mutlu mesut yaşamaya devam et. ha, o da mı kesmedi seni? başlığın altına dilediğin gibi saydırabilirsin. ama unutma; sözlük kuralları var. sevmediğin, hazzetmediğin bir başlık ya da enrty için dilediğini yazabilirsin, sövebilirsin, saydırabilirsin. ama bunu sözlük kuralları çevçevesinde yap. zira cenıfır lopez'in seksi ve sulu amını anlatan o entry'i yazan yazar da aynı şekilde sözlük kuralları çevçevesinde yapıyor yaptığını.

demem o ki;
yazarın biri dilerse kürdistan başlığını da açar, isterse recep tayyip erdoğan'ı göklere çıkarır, dilerse abdullah öcalan'ı yerden yere vurur, canı isterse mustafa kemal atatürk'ü övüp övüp bitirmez, ya da dün yiyiştiği kolinin seksi vücüdunu anlatır. buna kimse karışamaz. ne sen, ne de ben. bunu elbette ki sözlük kurallarını gözardı etmeden yapması gerekiyor, değil mi? ha, baktın ki sözlük kurallarının damına koymuş. ispikçiler var, editörler var, moderatörler var. onlardan biri değilsen, herhangi birine bir mesaj atıp "bak, sözlük kurallarını çiğnemiş bu entry'de." de. gereği yapılır.

çok mu uzattım?
az kaldı.

velhasıl-ı kelâm;
interaktif bir sözlükte farklı görüşlerde, farklı fikirlerde birsürü yazar var. herkes aynı fikirde olmak zorunda değil. derdin "mmm, bence hepimiz aynı şeyleri savunmalıyız. hem burası eşcinsel sözlük. öyle şeyler yazılmamalı"ysa, oturup biraz daha düşün derim.
sen dilediğin kadar ibne/gay/eşcinsel muhabbeti döndürebiliyorsan; adamın biri istediği kadar siyasetten, politikadan, cenıfır lopez'ın amından konuşabilir.
zira farklılıklar herzaman güzeldir. aksi takdirde kendini tekrar eden, hep yerinde duran bir ayısözlük karşılayacak seni ilerde. bu da hiç güzel olmayacak.
öptüm yanacıklarından. mucuk.

hrant dink

güzel adam.

"türkiyeliyim... ermeniyim... iliklerime kadar da anadoluluyum. bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip geleceğimi batı denilen o hazır özgürlükler cennetinde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere sülük gibi yamanmayı düşünmedim. kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu.
şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hâlâ ödüyorum." demiş vakt-i zamanında.

sonra, 19 ocak 2007de kalleşçe öldürüldü; bir nefret cinayetine kurban gitti bu güzel insan.

cumartesi anneleri

arjantin'deki kirli savaş döneminde hayatını gözaltılarda kaybeden ya da kaybolan çocukları için örgütlenen plaza de mayo madre'den ilham alan güzel anneler.

ilk kez 27 mayıs 1995te galatasaray lisesi önünde toplandılar gözaltında kaybolan ya da işkenceyle hayatını kaybeden oğullarının, kızlarının, canlarının, kardeşlerinin, eşlerinin hesabını sormak için.
hâlâ, yine cumartesi günleri, yine galatasaray lisesi önünde toplanıyor bu güzel anneler.

ayı sözlük'teki herkesi ayı veya ayısever sanmak

büyük bir gaflet uykusu. tez zamanda bu gaflet uykusundan uyanmalı şu fani bedenler.


edit çakayım şuraya:
sözlük yazarlığı tarihimin ilk tespiti oldu bu. kendimle gurur duyuyorum.

eurovision 2012

tabiatı dolayısıyla gayet üşengeç, hatta ve hatta oblomov'a bile şapka çıkarttıran ben, hiç erinmedim, üşenmedim bütün şarkıları oturup dinledim. eurovision gediklisi olduğum söylenemez. dahası, hiçbir zaman başarılı tahminlerim de olmadı. sevdiğim, "ov, çok süper lan!" dediğim şarkılar ya yarı finalde pıtır pıtır döküldü, ya da finalde son üç-dört sıraya demir attı hep. bir tek finlandiya'nın lordi'sinde isabetli bir atışım oldu; o kadar. benden bir bülend özveren çıkmaz. hele meltem yazgan hiç çıkmaz.

amma velakin üşenmeyip onca şarkıyı dinledikten sonra bir entry düzmek şart oldu. bazı şarkıları, evet, yarısına kadar dinleyip "bu ne la?" triplerine girip kapat-kapat-kapattığımı da not düşeyim. kulaklarım -ve elbette ki gözlerim de- benim için çok önemliler.

iki yarı finalde kapışacak ve "big 5"in finalde direkt yarışacak şarkıları ve naçizane yorumlarım (dediğim gibi; eurovision kafalı bir gedikli değilim. yarışma sonrası "ehehehe nooldu leen? hani tahminlerin çıkmadı :p" diye gelmeyin bana):


1. yarı final
1- karadağ: rambo amadeus - euro neuro - http://kisalt.com/2bj
cıks, olmamış. tamam, eğlenceli bir şeye benziyor. ama yok. gayet saçma, kasıntı. gogol bordello mu diyeyim, disko partizani mi diyeyim... dördüncü sınıf bir kopyası gibi. yarı final sahnesine klipteki eşeği de getirebilselerdi belki finali görebilirdi.

2- izlanda: gréta salóme & jónsi - never forget - http://kisalt.com/2bk
daşşaklı düet. bahisçilerin de favorileri arasındaymış. finali illa ki görecek. zaten izlanda deyince akan sular şöyle bir duraksıyor. finalde de iyi bir iş çıkarır gibime geliyor.

3- yunanistan: eleftheria eleftheriou - aphrodisiac - http://kisalt.com/2bm
ne yalan söyleyeyim helena paparizou'nun ezik bir kopyası. olmamış, olmamış, olmamış. ama güzel yunan kızı, arkada yakışıklı yunan erkekleri, sütun gibi bacaklar... finali görecek tabii ki de... de... de.... şarkıda iş yok. o sözler hele. of ki ne of. kiç oğlu kiç.

4- letonya: anmary - beautiful song - http://kisalt.com/2bn
ahan da benim şarkılarımdan biri! dinler dinlemez âşık olduğumu söylemek istiyorum. söylemesem mi acaba? hep böyle oluyor çünkü. sevdiğim şarkıları lanetliyorum gibi. şarkının sözleri pek beğenilmemiş ortamlarda. fakat ben sözleri de sevdim. "mick jagger aradı. meşgul olduğumu söyledim. paul mccartney ile şarkı yazıyoruz. 'seni sonra ararım mick" mis gibi şarkı. loop'a aldım, döndürmeye başladım bile. anmary'ciğim; finale çıkamazsan bile üzülme. ben çok sevdim seni.

5- arnavutluk: rona nishliu - suus - http://kisalt.com/2bo
bu şarkıyı björk ya da ne bileyim adele söylese grammy alır, bafta alır da... konu eurovision olunca iş yapmayacak gibi görünüyor -ne yazık ki. kaliteli şarkı.

6- romanya: mandinga - zaleilah - http://kisalt.com/2bp
"yarısında çıktım" diyeyim. siz anlayın.

7- isviçre: sinplus - unbreakable - http://kisalt.com/2bq
isviçre bunu hep yapıyor. gayet "genç" şarkılar gönderiyor arada. şarkı çok kaliteli, muazzam değil. ama böyle çekici bir halet-i ruhiyesi var. solist bey kameraya öyle bakışlar atmasa daha iyi olacak gibi, ha?

8- belçika: iris - would you? - http://kisalt.com/2br
herkes "ay, ne güzel ballad!", "çok sevdiiiiim ^^" gibi yorumlar yapmış da... çok bayık be!

9- finlandiya: pernilla karlsson - när jag blundar - http://kisalt.com/2bs
finlandiya bu sene isveççe bir şarkı ile yarışıyor. bizimkiler daha "neden ingilizce şarkıyla yarışıyoruz? mis gibi türkçe varken, ingilizce nerden çıktı!!" muhabbetleri yaparken adamlar kalkıp isveççe şarkı hazırlamışlar.
şarkı güzel, şirin.

10- israil: izabo - time - http://kisalt.com/2bt
israil'den bir daha diva gibi bir şey çıkmayacak; bu kesin. şarkı retro, eğlenceli. tam olarak ne düşünmeliyim; bilemedim. iyi diyemiyorum, ama kötü de diyemiyorum.

11- san marino: valentina monetta - the social network song oh oh uh oh oh - http://kisalt.com/2bu
olabilirmiş de olamamış gibi bir havası var. olmamış yani. finali göremez.

12- kıbrıs: ivi adamou - la la love - http://kisalt.com/2bv
bi' bitmediniz gitti mk. yarısını bile görmedim, duymadım şarkının.

13- danimarka: soluna samay - should've known better - http://kisalt.com/2bw
kız tatlı, müzikalite iyi, şarkı güzel. ama büyük bir başarı alamaz sanırım. orta sıralarda yer bulur kendine finalde.

14- rusya: buranovskiye babushki - party for everybody - http://kisalt.com/2bx
verka serduchka mı yapmaya çalışmışlar? bu nineler cidden bir grupmuş. bu şarkıyla da ilgili kesin bir şey düşünemiyorum ya hu. kötü, evet. ama kötü de değil. ninecikler aklımı karıştı. dens dens dens! kam on en dens! paaarti fooor evribadiiii! deliriyorum.

15- macaristan: compact disco - sound of our hearts - http://kisalt.com/2by
iyi şarkı be. ama sevilecek bir şarkı değil. pek iş yapacağa benzemiyor. böyle yozlaşmış yeni dünya düzenine, insanlarına göndermeleri olan daha başarılı, iyi şarkılar olmuştu eurovision'da.

16- avusturya: trackshittaz - woki mit deim popo - http://kisalt.com/2bz
avusturyalı olsam utanırdım yeminle.

17- moldova: pasha parfeny - lautar - http://kisalt.com/2c0
moldova yarışmaya ilk defa katıldığı seneden beri hep harika şarkılar yapıyor. bu da öyle güzel bir şarkı. yine gogol bordello benzetmeleri yapılmış. sanki gogol bordello bu türü yaratmış gibi. şarkı güzel. finale de çıkar. finalde de iyi bir sırada olur istiyorum. solist mi? edward norton? güzel çocuk bir de. eheh

18- irlanda: jedward - waterline - http://kisalt.com/2c1
geçen senekinden on kat kötü bir şarkı. yerlerinde olsam disney channel için çalışmaya başlardım. cıks, olmamış. sıfır.



2. yarı final

1- sırbistan: zeljko joksimovic - nije ljubav stvar - http://kisalt.com/2c2
introsundaki keman direkt coldplay arağı. ben diyeyim. şarkı mı? iyi. ama zeljko beyamca yeni bir şeyler mi yapsa acaba? finale çıkar.

2- makedonya: kaliopi - crno i belo - http://kisalt.com/2c3
iyi bir slow gibi. ama çok kasıntı.

3- hollanda: joan franka - you and me - http://kisalt.com/2c4
eneeee! bu sene en çok sevdiğim şarkılardan biri daha. mis gibi ya hu! finale çıksın, finalde de ilk beşi görsün diliyorum. n'oluuur, n'ooolur, n'oluuur! yirim la!

4- malta: kurt calleja - this is the night - http://kisalt.com/2c5
amca sanki dünyanın en güzel şarkısını söylüyor havasında. ama, bebeğim, otur, sıfır.

5- belarus: litesound - we are the heroes - http://kisalt.com/2c6
belarus'un power rangers'i sanırım. şarkı klasik eurovision şarkısı. cık, sevmedim.

6- portekiz: filipa sousa - vida minha - http://kisalt.com/2c7
portekiz'e yazık ediyorlar çoğu zaman. mis gibi şarkılar yolluyorlar hep. ama yarı finali bile geçemiyor adamlar. yazık. klas bir ballad. ama başarı şansı yok -ne yazık ki.
bir de dipnot: youtube'deki yorumlardan birinde "cristiano ronaldo'nun kızkardeşi mi bu kadın?" diye bir yoruma "yoo, değilim. ama çok benzetiyorlar :)" diye cevap vermiş filipa sousa. şeker kadın filipa.

7- ukrayna: gaitana - be my guest - http://kisalt.com/2c8
çikolata renki ukraynalı gaitana'cım, bu ne? ani lorak'ın bokunu ye sen.

8- bulgaristan: sofi marinova - love unlimited - http://kisalt.com/2c9
bulgar club'larında 2012 yazının hit şarkısı olur. ama benden sıfırı kaptı bile. aferin.

9- slovenya: eva boto - verjamem - http://kisalt.com/2ca
bilemedim şimdi. bir kere dinlenebilir. ama öyle sevilecek hali yok. üzgünüm. bizimle değilsin. hıh.

10- hırvatistan: nina badric - nebo - http://kisalt.com/2cb
uçan üstsüz erkekler var klipte len! oyş. şarkı vasat üzeri.

11- isveç: loreen - euphoria - http://kisalt.com/2cc
bu senenin en büyük favorisi diyorlar. çok tripli bir hatun bu loreen. öyle hareketler, danslar falan. başarılı şarkı. ama ben olsam birinci yapmam; o ayrı.

12- gürcistan: anri jokhadze - i'm a joker - http://kisalt.com/2cd
bunu dinlemeden geçin.

13- türkiye: can bonomo - love me back - http://kisalt.com/2ce
sevemedim ben bu şarkıyı sanki. kasıntı bir hali var sanki. iyi de. ama çok iyi değil de. kötü değil de. bir sürü dahi anlamında de. elbette ki finalde. ama birinci değil. ilk beşe girmesi başarı olur.

14- estonya: ott lepland - kuula - http://kisalt.com/2cf
böyle slow'lar kâr etmiyor artık ott'cuğum. şarkın iyi, güzel de. çok mu bayıksın? gece bana ninni söylemeye gel. mucuk.

15- slovakya: max jason mai - don't close your eyes - http://kisalt.com/2cg
rocker gençliğin oylarını çalacak gibi. ben sevdim mi? cık.

16- norveç: tooji - stay - http://kisalt.com/2ch
ecnebiler "catchy" diyor ya. bu şarkı tam onun karşılığı. şeytan tüylü bir şarkı. ama kalitesiz, basit. lindsay lohan'ın rumours şarkısı vardı. onu dinleyecem bunun yerine. paris hilton bile dinlerim. hıhım. ama oy alacak çokça. demedi demeyin.

17- bosna hersek: maya sar - korake ti znam - http://kisalt.com/2ci
slow bir şarkı. eurovision'da böyle slow'lar, ballad'lar görünce, aklıma hep jelena tomasevic'in oro'su geliyor. bunları sevemiyorum.

18- litvanya: donny montell - love is blind - http://kisalt.com/2cj
hayatımdan çaldığı 25-30 saniye için donny montell'e dava açacam.


finalde direkt yarışacak 5 ülke:

1- ingiltere: engelbert humperdinck - love will set you free - http://kisalt.com/2ck
ov! 80'lerde şanının en güzel yıllarını yaşamış engelbert humperdinck amca'yla yarışacak bu sene ingiltere. ne bileyim... sevdim ben şarkıyı. beyamca sahneye çıkıp "hey, gençlik! naber? az biraz açılın da biraz müzik yapalım" diyecek gibi. güzel şarkı. başarılı olsun bu da. en azından ilk 10'da yer bulsun kendine. eski günlerin hatrına. ha?

9- fransa: anggun - echo (you and i) - http://kisalt.com/2cl
anggun'un adını duymuştum fi tarihinde. şarkı çok kötü değil. iş yapar mı? emin değilim.

10- italya: nina zilli - l'amore è femmina (out of love) - http://kisalt.com/2cm
italya onca senenin hıncını nina zilli ile çıkarsın istiyorum. nina zilli'yi severim zaten.

13- azerbaycan: sabina babayeva - when the music dies - http://kisalt.com/2cn
yarışmanın slow şarkılardan biri daha. ben sevemedim. ama oy alacak çokça.

19- ispanya: pastora soler - quédate conmigo - http://kisalt.com/2co
o dansçı erkeği bana verirlerse bir kıyak düşünebilirim. ehehe. ehm. ciddi olayım: kaliteli ballad'lardan biri. ama üst sıralarda olmayacak büyük ihtimalle.

20 - almanya: roman lob - standing still - http://kisalt.com/2cp
oooy! tipe bak la! yirim lan seni, roman'cık. alamancam çok kötü ne yazık ki. şarkı söylemesen de olur. o "still" deyişler kulağımı -garip bir şekilde- tırmalıyor. şarkı klasik, gayet ortalama bir şey. ama dışarda, oralarda biryerlede, benim gibi düşünen birsürü kız, erkek vardır; eminim. ilk 10'da.


havaya girdim. iyi mi?
bülend özveren'in tahtına talibim. trt, naber?



moderatörlere ve editörlere not:
kisalt.com linklerinde herhangi bir problem yok. öpt. kib. bye.

selahattin demirtaş

okuduğunu anlayamayanlar, bakıyorum da, ağızlarından salyalar akıta akıta açığını aramaya çalışıyorlar. şakaysanız komik değilsiniz; yok efendim, ciddiyseniz de çok komiksiniz.

bahsi edilen cümleden hemen sonra gelen tümceyi götünüzü aça aça okumanızı salık veririm. bak, ne diyor:
"biz pkk'yı terör örgütü olarak tanımlamıyoruz. ancak, sivilleri hedef alan eylemlerini terör olarak nitelendiriyoruz."

"faşo ağalık yapacağım, ille de nefret kusacağım" diye diye kendinizi heder ettiğiniz bu şerefli* yolda, idrak yollarınız da kapanmaya yüz tutuyor elbette. çok yazık.

ha, ben de seni** insan olarak tanımlamıyorum. ancak, nefes alıyor olduğun için bir organizma olduğunu kabul ediyorum. n'apalım.



*iki ş ve kelime sonuna olumsuzluk son eki eklendiğinde daha manidar oluyor. kıpskıpskıps.

**



ekleme: t = z

uzun saç

erkeklere hiç yakışmadığını düşünüyorum. bunun seksist (siz türkler ne diyor? ammm... ammm... cinsiyetçi?) bir bakış açısıyla alakası yok. yakışmıyor işte.
uzun saç ve erkek ikilisi,
ı ıh, olmuyor, olmuyor, olmuyor!

ingilizce ilahiyat

izninizle entry me random bir gülüş ile başlıyorum: ajsdklfjasdfkljasdf.

şimdiiii...
istanbul üniversitesi nde var bu bölüm. afili bir de adı varmış: theology in english. oh yeah babe, i am coming, i am coming!
bir yıllık ingilizce hazırlık sınıfından sonra dört yıllık lisans eğitimi veriliyormuş.

olay burda. göz atılabilir: http://egitimdeyapilanma.istanbul.edu.tr/mufredat.php?id=469

öyle bir gözüdönmüşlük belirmiş ki adamlarda yakın zamanda "ben ingilizce ilahiyat okudum ve ingilizce öğretmenliği yapıyorum" diyen adamlar türeyecek ortalıkta. bekleyip görün.

i came.

ingilizce bilmeyen yazarlar sözlükten uçurulsun kampanyası

i, here, would like to start a campaign in order to get rid of all those bloody effing bastards that use ayı sözlük and without a glimpse of shame, continue ignoring the fact that they do not know one tiny word from the most wondrous and wonderful language of them all: english.
their level of ignorance disgust me and the ones who agree with me. be it beginner or elementary, unless their level of english is upper-intermediate, those so-called writers should be kicked off from this marvelously interactive online dictionary if we all want to reach the top of encompassing civilizations.

hence i, lost soul, have started the campaign on change.org and would love all modernized writers to sign it:
http://www.change.org/p/dark-bear-panda-...

thank you for your cooperation.


tanım düzenlemesi:
ilginç kampanya.


ekleme:
şu ana kadar 2 ingiliz ajanının imza attığı kampanya. aym şakt.

editeyşın:
(bkz: ingilizce bilmeyen yazarlar rahatsız)

ingilizce ilahiyat

ehm. ikinci random gülüşüm geliyor ve buna götümüm iki seksi yanağı da eşlik ediyor: asdşlfksadşflkasdf.

her şeyden önce ingilizce ilahiyat programının haklılığını savunmak için mısır daki el ezher üniversitesi nin örnek gösterilmesi şaşılacak ve üzerine kahkahalarla gülünecek bir şey. niye? çünkü, sen kalkar üç beş yarrak kafalı adamın yönettiği ve onun bunun uşağı yaptığı mısır ı bana örnek gösterirsen, ben de gülerim.

el ezher üniversitesi lan! ve sen argümanının geçerliliğini savunmak adına bu üniversiteyi (üniversite demeye dilim varmıyor ya, neyse) örnek gösteriyorsun. daha 2010 yılında, bu yerin (kendisine üniversite deyip iltifat etmeyecem) hadis bölümü başkanı şöyle bir fetva veriyor: "kadınlar, aynı işyerindeki erkekleri emzirirse, akrabaya dönüşür, tacize uğramaktan kurtulur." o ye, dis iz naaays!
bu üniversite bozmasının daha birsürü vukuatı var da... konumuz kendileri değil.

"your argument is invalid, babe." diyeyim ben. ingilizce ilahiyat. ohuhuuuv! sanırım yine boşalacam. başka şeyler düşün. başka şeyler düşün.

hayır, o değil de... at gözlüklerinini az çıkarın yahu! kış zaten. güneş de pek yok. caaanım gözlerinize bir şey olmaz. merak etmeyin.

4-5 yıl içerisinde bu bölümden mezun olanlar ingilizce öğretmenliği yapacak. ingilizce öğretmenliği ve ingiliz dili ve edebiyatı okuyanlar da siki yerler artık afiyetle. "mmm, en azından kısa değil."

ulan! siz sanıyor musunuz ki bunlar güzelce okuyup, ilahiyat ile ilgili mezun olduktan sonra ne yapıyorlarsa onu yapacaklarını? sanıyorsunuz demek. valla muazzam. alkışlıyorum. ancak ben sanmıyorum. bu badem bıyıklı filintalara okudukları üniversitelerde formasyon dersleri verilecek. e onlar da bunu can-ı gönülden kabul edecekler elbette. sonra da kalkıp ingilizce öğretmenliği yapacaklar muazzam, harikulade, excellent and fluent ingilizceleri ile.

gazetecilik (ya da daha alakasız) bölümü okuyup, ingilizce öğretmenliği sertifika programına yazılıp ingilizce öğretmenliği sertifikası alan ve sonra da kpss yi geçip (kpss ile ilgili de birsürü şey denir esasında. neyse) ingilizce öğretmenliği yapan adamlar var bu ülkede. bu adamlar, kendi gençlerini ingiliz dili ve edebiyatı ve kültürü ile haşır neşir olmuş ingilizce öğretmenliği ve ingiliz dili ve edebiyatı okuyan gençlere tercih ederler elbette. daha geçenlerde doğunun amına koyan melleleri devlet memuru statüsüne kavuşturmadı mı bunlar? ha? gözünüz mü görmüyor, görmek mi istemiyorsunuz? az öngörülü olun yahu!

ben gidip az virginia woolf okuyayım diyecem ama yasaklanmalı bence hanımefendi. zira intihar dinimizce caiz değil. haksız mıyım? hmmm. oscar wilde? oooooo! asla olmaz. ibne o lan! yassak kardeşiiim! ibnelik dinimizce caiz değildir. cezası idamdır ve ibneler cehennemliktir.

harun yahya okumak varken, virginia woolf, oscar wilde, edgar allan poe de kim oluyormuş? hepsine kafam girsin.

"caiz değildir"in ingilizcesi ne ola ki hem? öğreneyim. ilerde lazım olur. badem bıyık yakışır mı bana sizce?
Henüz takip ettiği biri yok.