yazarların hatırladıkları en eski anıları

efendim ben çocukken de herkesten akıllı, müthiş zeki bir çocuktum. arkadaşım arda ise tam bir maldı. ikimizin de en sevdiği çizgi dizi tabi ki thunder catsti. bu salak arda tandır ketz başlasın diye saati falan ileri alırdı, o kadar salaktı. ben ise çok farklı bir sebepten, kökenlerimi öğrenmek, tanımak için izliyordum. çünkü 4 yaşımda kedilerin soyundan geldiğimi, birgün tüm kedilerin başına geçeceğimi, kaplanları aslanları kulum köpeğim edeceğimi daha 4 yaşında falan anlamıştım.

öyle özel güçlerim olmadığını biliyordum. fiziksel olarak kendimi güçlendirmem ve uçmak için bir alet geliştirmem gerekiyordu. bunları yaptıktan sonra tüm kediler bana biat edecekti ve ben de uyuşturucu tacirlerine ve terröristlere karşı savaşacaktım.

birinci sınıfın yazında bu işin böyle gitmeyeceğine karar vermiştim. okumayı öğrenmiştim ve artık okula gitmeme gerek yoktu. hem de çok sıkılıyordum ve böylece evden kaçmaya karar verdim. böylece sokakların bilimini öğrenecek ve uçmamı sağlayacak olan aletleri toparlayacaktım.

öyle ha deyince evden kaçılmaz. hazırlık yapmalıydım. fiziğimi güçlendirmeye karar verdim. küvette nefesimi tutuyor, 3 metre yükseklikteki duvarlardan atlıyor, hergün kendimi biraz daha geliştiriyordum. artık evden çıkarken kapıdan çıkmıyor, birinci kattaki balkondan atlıyor, geri de oradan tırmanıyordum.

birgün sıkıntı canıma tak etti ve o an kaçmam gerektiğini anladım. hızlıca kapıya yöneldim, sinsice açıp merdivenleri koşar adımlarla inerken paldır küldür düştüm ve ağlama sesimi duyan herkes geldi. ben de planımı ertelemek zorunda kaldım.

birkaç gün sonra, akşam üzeri tekrar evden kaçmaya karar verdim. ama bahçede komşunun gerizekalı kızı elife rasladım. elif çok korkak bir kızdı. ikinci sınıfı bitirmesine rağmen hayalet avcılarının jeneriğinde ekrana doğru uçan hayaletlerden korkuyordu. ben de onu korkutmaya bayılıyordum. işte kah kaç kız çalıların arasında hayalet var, koş kız bahçeye köpek girmiş, dur kız sessiz ol cinler peşimizde derken elifi annesi akşam yemeğine çağırdı.

yalnız kalınca yine sıkıldım ve planımı hatırladım. hemen apartmanın bahçe kapısına yöneldim. evet, işte dışarıdaydım. ama hava kararıyordu ve korktuğum için az ilerideki bakkala girdim. 2 tane tombi aldım. parasını sonra verecem dedim. eve geldim ve tombilerimi yedim.

sonraki günlerde tek başına kaçmanın çok sıkıcı olacağına karar verdim ve benden 2 yaş küçük arkadaşım tahsini de benimle kaçmaya ikna ettim. bu tahsin ile bir öğlen çıktık apartmanın bahçesinden, biraz gittik, bu salak korktu ve ben geri dönecem dedi. sus dedim tahsine, yoksa seni çingenelere satarım. çığlık çığlığa ağlamaya başladı angut. zor sakinleştirdim. mersin'de, yazın öğle sıcağında sokakları arşınlıyorduk. tam bir daire çizmiş, keşif gezimizi tamamlamıştık. bunu isteyerek yapmamıştık. hep sağa dönerek devam ettiğimiz için yolumuza, arka sokağı dolanıp apartmanın önüne çıkmıştık yine. çok yorulmuştuk ve dinlenmeye karar verdik. sonra bu salak tahsin'in burnu kanadı. bu gerizekalının burnu kışın kuruluktan yazın sıcaktan habire kanardı. burnu kanayınca çığlık çığlığa ağlamaya başladı yine. anası da duydu bunu, balkona çıkıp eve çağırdı. ben de kendi evimize gittim çünkü karnım acıkmıştı.

ertesi gün, topluma yararlı bir birey olmaya karar verdim. apartmanın dış cephesi toz olmuştu ve benden başka kimse bunu hortumla yıkamayı akıl edemiyordu. aldım bahçe hortumunu, açtım bahçe musluğunu, başladım duvarları yıkamaya. zemin katta oturanların balkonlarını da yıkıyor, asılı çamaşırlarını, balkon masalarını, masa örtülerini bir de ben temizliyordum. sonra sıra camlara geldi. ben hortumu cama tutunca açık camdan evin içini de temizlemiş oluyordum ki salak karı çıktı bas bas bağırdı bana. sonra da gelip tokat attı. ben de ağlaya ağlaya eve gittim anneme anlattım.

annem de beni suçlu bulunca dünyam yıkılmıştı. kesin evden kaçacaktım. sinsice atladım balkondan. apartmanın bahçesinden çıktım, yolun karşısına geçtim. 2-3 saat dolaştıktan sonra çok susadım. salaklarla geze geze ben de salaklaşmış, yanıma su almamıştım. gideyim de bizim apartmanın yanındaki parkın çeşmesinden su içeyim dedim. o kadar yolu geri yürüdüm. parkta babamı gördüm. nerdesin lan eşşoleşek dedi. şoka girmiştim, yakalanmıştım.

seni arıyoruz saatlerdir falan filan bu tarz şeyler söylüyor. hızlıca bir plan yapmalıydım. ona duymak istediklerini söyleyecek, sonra da bir zayıf anını yakalayıp koşa koşa uzaklaşacaktım.

beni kaçırdılar dedim. ter içinde kalmışsın eşşoleşek dedi. tam kaçmak için bir an kolluyodum ki, dondurma yemeye gidiyoruz, yürü eve de üstünü başını temizle dedi. koşa koşa eve gittim.

ertesi gün kuzenim geldi, sonra falanca geldi, filanca gitti derken okul açıldı, bizim kaçma işi başka bahara kaldı...

3. sınıftan 4. sınıfa geçiyordum. artık büyümüştüm de karta bile kaçıyordum sünnet olmam lazımdı. yaşıtlarım gibi değildim cesurdum lan ben. babam " oğlum sünnet olacaksın bu yaz dedi" ortalığı ayağa kaldırmamı bekliyorlarmış ben de sadece "tamam" dedim şaşırdı bunlar. neyse düğün tarihi falan alındı ben de ondan önce zaten sınıf arkadaşlarımın düğünlerine falan gitmiştim e güzel bişey sünnet olmak. ortamın gözbebeğisin her yerde senin adın geçiyor. ilgi odağısın hediyeler falan da cabası. zaten yazlıktan bi arkadaşa düğünde babası akülü araba almış. dedim oğlum kev sen de aldır babana çılgın atarsın mahallede havandan geçilmez.

neyse kına gecesi falan oldu gülüyoruz eğleniyoruz kına kokusundan da nefret ederim bu arada feryat figan ben yaktırmıcam dedim. annem orda bi çimcirdi beni dedim kaçarım falan zar zor sakinleştirdiler beni. silah şeklinde yakıcaz dediler. hmm iyimiş o zaman silah falan ama koksun istemiyorum dedim. yaktılar kınayı bi de maymun gibi oynattılar insan içinde. mahalleden de arkadaşlar gelmiş. düğün salonunun terasında bana sigara ikram ediyorlar. hiç unutmam markası da kısa maltepeydi. ee adam olduk ya sigara falan içiyorum ben orda. kız kuzenlerimden biri de görmüş babama şikayet etmiş kev terasta sigara içiyor diye babam bastı tabi bizi. "napıyonuz lan orda!!" diye bir çıkıştı. anında sattım arkadaşlarımı "baba ya zorla sigara içittiriyorlar bana yoksa mahalle maçlarına almazlarmış bi daha" diye satıverdim garibanları. sonra mahallede 1 ay defans oynattı lavuklar beni.

sonra babamın kankaları bana çay bardağında rakı da içirdiler "iç koçum iç aslan sütü bu diye" ulan alt tarafı sünnet oluyoruz gören de yarın askere falan gidicem sanar. bok kadar çocuk rakı mı içermiş efendim bu arada. bi de fondip yaptım diye omuza falan aldılar beni ben tabi gaza geldim verin lan bi tane daha diyip onu da çaktım. sonra annem babamlara lolo yapıp çekti aldı beni o alkol batağından. gittim padişah tahtı gibi sünnet koltuğuma oturdum. emir yağdırıyorum onu getirin bunu getirin diye.

ertesi sabah oldu o gün sünnet olacaktım şimdiki çocuklar gibi 3 ay önce hastanede olmuyorduk biz evde canlı canlı kesip biçiyorlardı. sonra babam sünnet arabası süsleme işini amcama vermiş gitmiş bu da sünnet arabasını süsletmeye adam demiş oğlanın adı ne amcam da boşlukta bulunmuş kendi oğlunun ismini söylemiş süslemeci dayı da kuzenin ismini yazmış arabanın arkasına. saftirik amcam da çakmamış mevzuyu araba bi geldi annem çıldıraylarda babamı haşlıyor bi süsleme işini halledemediniz diye. rötar olmuştu ama sonunda kendi ismim yazılmıştı. neyse sünnet konvoyu falan oldu şerbetleri içip bardakları kırdım adettendir bizim oralarda. gidip çamlıkta falan oynanır hadi onlar oynuyor bana ne amk 2 saat sonra pipimi kesicekler. onun için çılgınlar gibi göbek atıyorum ben orada. ha bu arada ben küçükken de toramandım severdim yani yemek yemeyi. sonra konvoy bitti eve geldik sünnet falan olucam başka bir adetimiz de sünnet çocuğu arabadan inmez birşey istemeden. ben de iner miyim hiç akülü arabayı almadan. dedim baba akülü araba istiyorum ben valla billa inmem arabadan. kilitlemişim de zaten arabayı hayatta da çıkmam arabam gelmeden. neyse babamlar dayımlar falan toplandı tamam oğlum alıcaz söz falan. dedim yemezler baba arabayı görelim önce. o geliyor bu geliyor ikna etmeye yok inmiyorum. mahalledeki atariciyi bile getirmişler ikna etmeye yine yok inmem anacım.

sonra düğün pilavı falan pişmiş ben orda lagaluga yapıncaya kadar işin tadı kaçıyor yani. dayım da elinde pilavla geldi. dedi kev arala oğlum camı pilav veriyim. ben de boş bulundum araladım camı. bu arada dünyada en sevdiğim şeydir mevlüt pilavı. hooop dayım elini içeri sokup kilidi açıverdi yaka paça indirdiler beni sünnet arabasından. sanane be dayı senin cebinden çıkacak sanki akülü araba parası. sonra ben mutsuz mutsuz gittim kurbanlık koyun gibi sünnet olmaya. neyse kestiler biçtiler gıkım çıkmadı. sonra altınlar paralar falan dedim annemlere altınlar sizin paralar benim. he tabi tabi dediler kandırdılar beni yine. ben paralarla uyumuşum gece vermiyecem ya paraları onlara. babam sağolsun koynumdan almış paraları. sabah sabah ağla ağla canım çıktı.

kıssadan hisse : yarın öbürgün benimle bi işiniz olur bana sadece bi tabak üstü karabiberli, kaymaksız yoğurtlu mevlüt pilavıyla gelmeniz yeterli.
4-5 yaşlarındayken boynuma yıldız şeklindeki paspası bağlayıp, balkon mermerine çıkıp, " babaaa bak ben süperman oldum, uçucam" diye bağırmam ve balkonda bulmaca çözen annemle babamın kitlenip kalması. benim dengeyi sağlayamadığım için tekrar balkona düşmem unutulamaz efendim. *
yağmur yağmaya başladığında karınca yuvalarının üzerlerini birşeyler bulup kapatırdım, boğulup ölmesinler diye.
hiç unutmam birgün okul sıralarında otururken* baktım köşede kızlar toplaşmış aşk mektubu falan yazıyorlar. bir tanesi sınıfın en yakışıklı çocuklarından ikincisine *, birtanesi sınıf üçüncüsüne falan böyle güzel manalı aşk sözcükleri yazıyorlar.

nasıl imrendim nasıl imrendim anlatamam.
akşam eve gittim vereceğimden değilde yazmak istiyorum. çünkü içimde böyle şeyler hissediyorum ve o yaşta bunları içine atmak çok zor.
aldım kalemi elime, bir tanede kırmızı kağıt. çarpuk çurpuk yazımla * başladım yazmaya.
yazıyorum da yazıyorum... nasıl dolmuşum. bir yandan da ağlıyorum çocukluk işte.
tüm gece yazdım. geç uyuduğum içinde sabah okula geç kalmamak için aceleyle fırladım evden.
sen git unut o mektubu masada. üstüne birde "anıl" yaz.
orada bıraktığımı bile unutmuşum, öğle arasına doğru hatırlayabildim ancak.
aklıma geldi sonradan ama nasıl huzursuzum, diken üstünde dersin bitmesini bekledim. sonra sınıftan ilk ben fırladım. tabana kuvvet, bir yandan ağlıyorum, bir yandan dua ediyorum. "allahım nolur annem bulmasın mektubu nolurrr yalvarırım"
o yaşta bile farkında oluyor insan diline eline düğüm atması gerektiğinin. okulla evimiz çok yakındı o zamanlar. hemen eve geldim. açtım kapıyı, baktım annem yok. "ohh " dedim. "bulmamıştır ozman" neyse odama geldim annem çalışma masamın başında elinde katlanmış kırmızı bir kağıt. nasıl ağlıyor bir görseniz oğlu ölmüş sanırsınız. bende başladım ağlamaya " anne özür dilerim lütfen affet."
annemin yüreğimde ömür boyu izi kalacak bir yara açması uzun sürmedi.

" benim senin gibi bir oğlum yok artık."

yüreğime ne oturmuştu o çocuk halimle. ani bir manevrayla aldım mektubu elinden annemin.
tabanlara kuvvet başladım tüm hızımla koşmaya. koşuyorum ağlıyorum, koşuyorum ağlıyorum...
merdivenlerden düşe kalka indim. ama canım öyle bir yanmış ki koşuyorum deli gibi.
saatlerce koşmuştum. şehir dışına kadar allah ne verdiyse...

dizlerimin kan içinde olduğunu hatırlıyorum düşmekten...
sonrasında bayılmışım. uyandığımda bir hastanede yatıyordum.

yaşlı bir amca beni yol kenarında bulmuş, hastaneye kaldırmış.
uyandığımda annem hala ağlıyordu. özür diledi benden beni çok sevdiğini söyledi. ilginçtir, sadece çocukluk buhranı olduğunu sanıyor. çünkü bakınca gayet normal bir erkeğim. kız arkadaşlarım olduğunu, bir gün evlenip yuva kuracağımı... ahh anne ahh.

buda böyle bir anı işte.
sayfiye yerinden bir bahçe yağmalaması anım vardır. 5 arkadaş şehrin biraz dışındaki bir bahçeye göz dikmiştik. adama inat gider ne varsa yerdik. tabi annelerimizde tok karnına geldiğimiz; hatta sonrasında motoru bozduğumuz için bu duruma anlam veremezlerdi. bahçe sahibinin her zaman kullandığı yol bizim oturduğumuz yere yakındı. amcayı motor üzerinde uzaklaşırken gördüğümüzde aynen bahçede alırdık soluğu. kiraz senin, elma, kayısı, dut benim yer dururduk. hatta bir kaç sefer yakalanmanın eşiğinden bile dönmüştük.

neyse yine böyle bir gün amcayı uzaklaşırken gördük ve bahçeye daldık. ben dut ağacının tepesine tırmandım. diğerleri de şurda var, burda var, şu tarafta çok var diye beni yönlendiriyorlardı. böyle yönlendirdikleri bir anda bir hışımla " kaç laaaan geldi " diye bağırınıp topukladı arkadaşlar. bende ağaç tepesinde mal gibi kaldım. hemen ardındanda bahçenin sahibi adam geldi. işte o an tarrağa yan bastığım andı. adam sövüyordu. dal parçası, ufak tefek taş, toprak atıp duruyordu. bana da yavaş yavaş aşağıya inmekten başka bir çare kalmamıştı. ağaçtan inerken o an bir fikir geldi ve " ne kaybederim " diyip uygulamaya karar verdim. aşağıya iniğimde adama konuşması bozuk, bir spastik çocuk numarası yapmaya başladım. " amca aldık biz, onlar dedi , gittiler amca " gibisinden devrik, cümle etmeyecek düzensiz kelimeler kullanıyordum. hatta sürekli kafamı rastgele sağa, sola, aşağı, yukarı yavaşça haretket ettiriyor, hafif eğilip kalkıyor ve gözlerimi rasgele oynatıyordum. neyse adam bağırınırken bir anda sakinledi. acıdığını belli eder haldeydi, yüzünde görmüştüm. yani benim spastik olduğuma inanmıştı. işin iyi tarafı bahçe sahibi vicdanlı çıkmıştı. * neyse bizim amca " oğlum yapmayın etmeyin... isteyin benden... ben size veririm.... ama bu hırsızlık günah... " gibisinden cümleler kurmaya başladı. bende bozuk konuşmalarla, rastgele hareketler eşliğinde " amja amjaaaaa annem var benim. anneme gidicem ben amja " falan diye saçmaladığımı hatırlıyorum. * sonra bizim amca hemen motorundan 2 tane boş torba çıkarttı. torbalara da bahçesindeki elma, kiraz... gibi bilimum meyvalar doldurarak beni yolcu etti. önce kendisi götüreyim diye ısrar etti ama ben " gidicem ben giderim çocuk değilim ben. ben pilot olucam " gibisinden 4-5 yaş cümleleri kurdum. neyseki ikna oldu yavaştan yavaştan aldım torbaları ve eve geri döndüm. diğer çocukların yanına gittiğimde elimde torbalarla geri geldiğimi gördüklerinde mal olmuşlardı.

neyse aradan bir kaç hafta sonra bizim amca ile pazarda karşılaştık. işin garibi meğer bizim amca annemin sürekli kiraz aldığı adammış. ben alı al moru mor kaldım öyle. ağzımı açamadım. tanıyacak diye üç buçuk attım. neyseki tanımadı ama bunu yaşamak rol kabileyetimin olduğunu ve kullanabildiğimi gösterdi bana. her ne kadar utansamda; yaptığımın matah bir şey olduğunu bilsemde; ikna edici bir rol kabiliyetim olduğundan emindim artık.
* 5-6 yaşlarındaykende bir deniz maceram vardır. yazın sahilde tanıdık ailelerle düzenlenmiş bir plaj aktivitesiydi. bende suyu seven, derisi sünger bob olana kadar sudan çıkmayan bir çocuktum. tabiki annem bu durumu ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir çocuk olduğumu bildiği içinde sürekli diken üstündeydi. * ne hikmetse yüzmeyi bilir halde doğmuştum ama önlem olarak kolluk takarlardı. o kolluklar her 5 dakikada bir ailem tarafından takılır ve benim tarafımdan çıkartılırdı. kıyıda oynamayı reddederdim her zaman. açılmak isterdim.

neyse tüm aileler denizin, yaz gününün tadını çıkartıyordu. * gruptaki erkekler mangal, tavla alıp, sandala atlayıp biraz açılmayı planlıyorlardı. kadınlar ise güneşlenip dedikodu yapmayı. *. hal böyleyken bende babamlarla tüm erkekler gibi sandala binmeyi istedim. annem buna pek sıcak bakmıyordu. ama babam ben hallederim bir şey olmaz havasındaydı. öyle böyle derken bende sandal ekibine dahil olmuştum artık. çünkü yanımızda diğer ailenin ben yaşlarındaki bir oğlu daha vardı. onun binmesi ama benim binmemem ufak çaplı bir kriz çıkartacağıma delaletti. * neyse biz ikisi mayolu çocukla birlikte toplamda 6 erkek olmak üzere sandalla açılmaya başladık. ben ve diğer çocuk haricindeki erkekler mayolu değil, giyinikti. * tam bilemiyorum ama çok açılmadık. olsa olsa kıyıdan 25-30 metre falan. çünkü o mesafeden annemin hareketlerini net bir şekilde görebiliyordum. kadıncağız ikide birde kayığı gözleyip duruyordu. hatta annemin ifadesine göre o an diğer kadınlar merak etme, o kadar adamın içinde bir şey olmaz diye anneme söyleyip durmuşlar. *

neyse kayık sabitlenmiş, tavla açılmış ve mangalda da mısırlar pişirilmeye başlanmıştı. plana göre pişen mısırlar iskeleye getirilip kadınlara da ulaştırılacaktı. iskele ile de olsa olsa 10 metre var yada yoktu aramızda. babam bu arada tavla oynuyordu. bende arkasında " aslan babam hadi yen " gibisinden gaz veriyordum. fakat gaz vermemdeki amaç biraz farklıydı. bu sırada kollukları yavaş yavaş çıkarıp suya atlayacaktım ve kıyıya yüzecektim. böylece çocuk aklımla yüzdüğümü ispat edecektim sanırım. neyse ben gazlama eşliğinde kollukları çıkartıp fark ettirmeden kenara koydum. ve yine fark edilmeyecek bir anı gözetip sandaldan kendimi yavaşça denize bıraktım. sandalda keyifler öylesine yerindeydi ki; kimse böyle yaptığımın farkına bile varmamıştı. kimin aklına gelirdi ki... * neyse ben iskeleye doğru yavaş yavaş yüzmeye başladım. bu sırada annem tetikte olduğu için bir kaç dakika içinde durumu fark etti ve feryat figan olayı sandaldakilere haber vermeye çalıştı. tabi bu sırada ben iskeleye varmak üzereydim. tüm kadınlar ve plaj ahalisi iskelede toplandı ve sandala " çocuk suda " diye bağırınmaya başladı. bunu duyan sandal ahalisi bir anda ayaklanınca da... beklenen durum gerçekleşti ve sandal alabora oldu. bende bu sırada iskele kenarındaydım artık. olay sonrasında annemin telaşla karışık beni azarlayışını ve daha sonrada gevrek gülüşünü hatırlıyorum. hatta bu sebepten annem bir süre babamı fena diline dolamıştı. ardından babamdan yediğim temiz bir sopa sayesinde bu olanlar hafızama kazınmış oldu. tadı hala ruhumda yankılanır.
bir fidan dikmiştim,evimizin yanındaki araziye,
kimse sökmesin , kopartmasın diye karşıki inşaat tan cimento aldım,
çocuk aklı işte ektiğim fidanın diplerine çimento döktüm.
sanırım kaş yaparken göz oydum...
çocukken saçma takıntılarım vardı. kapıda ip atlarken içimden derdim ki: eğer 100 kere takılmadan atlayamazsam annem ölecek. sonra uğraş dur.. *
-bir yaz günü odamda yatıyorum. elimde şiir kitabı okuyorum bir şeyler. benim uyuz kardeşim geldi bir şeyler söyledi, elimdeki şiir kitabıyla yüzüne yüzüne vurdum. aman tanrım şiir okuyan insandan zarar gelir mi derim şimdilerde, cidden geliyormus kendimden korktum.
-yine bir gün mutfakta takılıyorum. kendi kendime bir şeyler söylüyorum. yine kardeşim geldi. bana tatava yaptı bir şeyden ötürü. kızın kafasını aldigim gibi bulasik suyu dolu şeyin içine soktum. ayy içimdeki vahşete bak. bir gün de kızı bıçakla kovalamistim. 4 yıldır uzaktayim şimdi özlüyorum kız çocuğunu.
yakalamaç oynuyorduk , inşaat ın 1.katından kumlara atlarken , t-shirt ümden betondaki balkon demirine takıldım ve havada asılı kaldım.
zor da olsa beni çektiler ordan...
yamulmuyorsam on yaşlarındayım. yazları anneanne dede yanına gidiyorum denizli'ye. tabi sıra sıra apartmanların dikilmeye başladığı yıllar. bizim evin yanında da bi boş arazi var bütün mahallenin çocukları ordayız her gün gece 2-3'lere kadar -sen bilmezsin liseli bizim çocukluğumuzda dünya daha güvenilir bir yerdi- gelsin yakar toplar, 9 aylıklar 24'lükler gitsin simiiiiiittler, saklambaçlar, bilyeler, 7 kiremitler, göt kazmacalar..
bi gün yine çift kale maç yapıcaz adam seçiyoruz, bi araba durdu içinden 4 adam indi biri bagajdan boyumuzca tabela çıkardı öbürü balyoz; çaktılar girişine, biraz sohbet edip binip gittiler biz tabi bıraktık maçı falan koştur koştur gittik baktık ki satilik bilemkaç m2 arazi 0258.... birbirimize bakışımızı hiç unutmam.
o ilk şokun ardından bizim tosun söktüğü gibi fırlattı kenara tabelayı oleeeeyyy hüloooğğ ahhahaha nidalarıyla koşup maça başladık.
aradan bi kaç gün geçti adam o civarda-bilen bilir çamlık'ı-yerlerin kapış kapış gittiğini bildiğinden kimse aramayınca işkillenmiş olacak ki tekrar geldi. söylene söylene tekrar çaktı göz ucuyla bize bakarak. o çaktı biz söktük o çaktı biz yine söktük çocuk aklı korkuyoruz da alıp götürmeye başımıza iş açılmasın diye kenarına kenarına atıyoruz hep.
bi gün adam yanında biriyle bi çuval çimento ve kumla geldi, bizim apartmandan su rica edip hortumu çekti, bir güzel harcı karıp döktü dibine, bi de bütün gün kuruyana kadar dolandı durdu oralarda. garip bi şekilde eğleniyo gibiydi. biz de ertesi gün pastel boyayla numarayı değiştirdik. adam artık sinirlenip şikayet etmiş, analarımız babalarımız danalarımız ağzımıza sıçınca bir şey yapamadık e haliyle satıldı kısa sürede bir ay demeden demirleri tahtaları yığmaya başladılar temel kazılacak yerin yanına. işin ciddiyetini görünce bu sefer tahtaları yürütmeye başladık arka bahçeye yığıp üzerine dedemin araba brandasını çektik bacak kadar boyumuzla o tahtaları taşımamız.. o birlik.. anlayamazsınız..
velhasıl araziyi alan adam satan adam kadar naif ve sabırlı olmayınca ortalığı ayağa kaldırdı tabi. dedem de sıraya dizip ağzımıza sıçtı ki höt dese altınıza sıçardınız zaten.. tek tek taşıttı geriye tahtaları. bir de özür diletti adamdan. biz böylece ilk direnişimizi kaybetmiş olduk ama oyun alanımızı savunduğumuz için hiçbir zaman utanmadık. o özür mecburiyettendi ve bir daha hiç bir mücadelemiz için özür dilemedik kimseden.
komşunun oğlu ile elim pipinde oynamak. eleman bildiğin benden faydalanmış haberim yok o zamanlar.

(bkz: ağaç yaşken eğilir)
sulama kanalında çırılçıplak yüzmek, su azalınca önüne taşlarla set kurup günü kurtarmak, 3 kat kames topa pis burun dayayıp muz vuruşu yapmak, tsubasaya özenip okula kaldırımı olmayan sokaklarda top sürerek gitmek, inatla dışarıda yalın ayak dolaşmak, köpekleri gizlice eve sokmak, sapanla (taa bizim oralarda kuş lastiği denir) kuş avlamak, vurduğun kuşları kedilere atmak ( pis cani ), çelik çomak oynayıp kaşı gözü yarmak, ağaç ev hayali kurmak ama nihayetinde yastıklardan ev yapıp içinde kraker yemek, uçurtma uçurmak ( ki bence en güzeli uçurtmaydı ).
5-6 yaşlarındayken, deniz kenarında çok eski bir iskele kalntısının oralarda oynuyorken, diz boyu suda koşup zıplarken, ayağımda garip bir şey hissettim. aşağı doğru baktığımda sağ ayağımın tabanından girip üzerinden çıkan uzunca çivi gibi paslı bir metal parçası gördüm. arkadaşlarımın gidip babamı çağırması, onun bu metali kesecek bir demir testeresi getirmesi ve milim milim keserek beni hastaneye götürmeleri süreci 4-5 saat kadar sürdü.
bu süre zarfında yanımdan ayrılmayıp beni teselli etmeye çalışan arkadaşlarla helalleştiğimi hatırlıyorum.
tren yapardık çok ciddiyim ben hep en önde olurdum

sonra baktım durum hoşuma gitmeye başladı sonrası malum zaten
ben 5 veya 6 yaşında olduğum zamanlardaydı, kanepede amuda kalkardım.yumuşak falan ya, kafamı götümüzü koyduğumuz yere/götümü de kafamızı koyduğumuz yere yaslardım, öylece dururdum biraz.hatta beynime aşırı kan gittiğinden olsa gerek "galiba ben büyüyünce peygamber olcam lan!" diye düşünürdüm, baya baya inandığım da oldu bu fikre...bir gün yine dışarda çocuklar almamışlar beni oyuna, eve gidiyom.lan aksilik işte, içerde de kimse yok; hani bi koyu kahve-bi sütlü kahve, bi koyu kahve-bi sütlü kahve kareleri olan, nerdeyse de her eve bi dönem alınmış-kullanılmış kanepeler vardı. aynısının zengin evinde olanına "koltuk takımı" diyolardı, filmlerde bile çıkıyo bazen.neyse işte öyle bişey de bizde vardı, bi girdim içeri; ulan zalım nasıl günaha davet ediyo beni...koştum-koştum kafayı koyup ayakları yukarı sallıacam, amuda kalkcam, g*tü kaldıramadım mı nolduysa bi anda ok gibi saplandım g*t yeriyle sırt yerinin kesiştiği noktaya...
öyle 'ben bu işi kafaya koydum, illaha olcak' diye bişey yok. işin içinde şans faktörü var, zamanlama var, bilmem ne var.var oğlu var!kafaya koymak yetmiyo, ben bizzat kafanın kendisini koydum yine olmadı! başkan bak şimdi kırk5 dereceyle kanepeye saplı duruyorum ama yemin içerim anamdan emdiğim süt burnumdan geldi; gözüm karardı, başım döndü, midem bulandı, "ölüyom!" desem bi bardak su verecek kimse yok, ne dikilebiliyom ne de geri inebiliyom...kanepe nasıl eskimişse o döşemeyle süngerin hemen arkasında bi de kalın bi tahta varmış, ben kafayı oraya vurmuşum meğer...o yaştaki bi çocuk kafasını öyle sert bişeye vurduğunda kafa tasında şekil bozukluğu olur mu bilmiyom ama yemin içerim ki benim kafa orda yamuldu...ya rabb, öyle bi ağrı daha yok yani...
o günden sonra ben bi daha hiç amuda kalkmadım, aklımın ucundan bile geçirmedim!zaten son peygamberin çoktan gönderildiğini de öğrendiğimden beri "bi evliyalık var sanki bende" diye düşünmüyor değilim hani, en azından veli değilsem bile çok iyi bi insanım lan, cennet garanti gibi bişey...

neyse işte hayata bakışımızı değiştiren anlar var; kafayı koyduğum gün anladım kafaya koymakla olmuyor, biçok değişkeni de hesaplamak gerek/accık oluruna bırakmak/bekleyip görmek gerek falan...
evden umarsızca ve neşe ile ekmek almak için bakkala gitmiştim , dönüşte aynı hisle tekrar hoplaya zıplaya eve dönüyodum ve en son sıçrayışısımdan sonra kendimi karanlık bir yerde buldum . belediye çalışanları logar kapağını çalışmayı yaptıktan sonra kapatmamışlar , resmen o güçsüz kollarla yola tutunuyodum ve "biri beni kurtarsın yaaaaaaa" diye çığlık atıyodum , velhasıl mahallemizin çok testisli bi ablası kurtardı beni.
üstüm başım heryerim çizik ve kan olmuştu şaka gibiydi resmen.
hemen bunu anneme bildirmeliyim diyerek eve koştum ve annemden gelen tepki "olur öyle şeyler" idi .
tam bir travma olmuştu benim için.
kucuktum, ufaciktim erkek fatmaydim ha bir de hiperaktif. 6 yasima kadar ananem ve dedemle kaldim hayatimin en mutlu zamanlari gibi geliyor hep onlar bana. insaatta olan apartmanlarin 1. katindan atlamalar, kiremiti toza donusturup tukurugunuzle boyaya donusturmek, evde bugs bunny?nin cizgi filmlerindeki gibi cekyatin ustunde semsiye acip ucma cabalari, dedemin gobegini havuz diye kullanip yuzmeler..

tek bir kavga hatirliyorum o donem ve ananemin tek bir sozunu. benim yaslarimda bir kiz yaninda erkek kardesleriyle beni dovmustu nedensiz. ben de aglayarak sikayet ettim balkonda oturan ananeme. ananemden beni iceri almasini istedim. ananem "o kizi dovmeden iceri giremezsin. biri sana vurdugunda sen daha hizli vuracaksin. her zaman hakkini savunacakasin" dedi. ben de gittim yine itis kakis dayak yedim. neyse en azindan aklimdan cikmayan bir ders ogrenmistim
içinde genellikle polis, yangın, itfaiye, kavga, sigara, komşu şikayetleri barındıran en sevdiğim maceralarımdır. evet kötü ve yaramaz bir çocuktum.
  • /
  • 3