gamsiz baykus

Durum: 258 - 0 - 0 - 0 - 02.01.2013 22:03

Puan: 4924 - Sözlük Kezbanı

12 yıl önce kayıt oldu. 2.Nesil Yazar.

beni hayallerimin bittiği yere asın
  • /
  • 13

rusya ortodoks kilisesine dava açan ateist

yakın br tarihte helvasını (ya da rusya'da ne dağıtılıyorsa ondan) yiyeceğimi sandığım abimiz. neyse en azından tabloları değerlenir, bu amaçla da yapmış olabileceğini düşünüyorum ya hayırlısı.

mamoş türküsü

erkan oğur, ahmet kaya ve jehan barbur'un çok iyi seslendirdiği elazığ'a ait türkü. ben en çok erkan oğur söylerken etkilenirim. bendirve neyin ne denli ahenkli olduğunu bir kez daha ispatlar bana dinlerken.
kalbinin çatından vurulursun sözler başladığında. gerçekten de mamoşun yollarını gözlersin pencereden, gelmediği her dakika azap olur sana. insanın kanına yavaş yavaş zerk eder ezginin zehri hele ki "mamoş palton tutayım mı/hayrın için satayım mı" kısmı beni benden alır.

hikayesi araştırdığım kadarı ile şöyle;

elazığ'ın koca mustafa paşa mahallesinde oturan bekir hoca'nın genç ve güzel bir karısı vardır. bekir hoca harput'ta namusuyla ve iyiliğiyle tanınan yumuşak başlı temiz bir insandır. karısı ise gençliğin verdiği tecrübesizlikle evli olduğu halde komşularından, soylu bir aileden olan genç, yakışıklı mamoş (mehmet) ile ilişki kuracak kadar toydur daha. mamoş'la bekir hoca'nın karısı arasındaki sevgi gittikçe alevlenir. etrafta bunu sezmeye başlamıştır. fakat sevdalılar buna rağmen her şeyden habersizdirler. fırsat buldukça buluşur, konuşur, sevişirler. bekir hoca bunun neye varacağını hesaplamaktadır.

bir gün karısına harput'a gideceğini ve akşam dönmeyeceğini söyler. bu fırsattan yararlanan genç kadın mamoş'u eve davet eder, yerler içerler, eğlenirler. bekir hoca ise harput'a gitmemiştir. karanlık basınca eve gelir ve sessizce kapıyı kendi anahtarıyla açar, sevdalıların bulundukları odaya gelir. içerden onların eğlenceli çığlıklarını duyar, tabancasını çekerek odaya girer. girer girmez tabancasını ateşler mamoş'u kalbinden, karısını da ağzından vurarak öldürür. bu olaydan sonra bekir hoca zaptiyeye teslim olur. adli bir heyetin eve gelip olayı yerinde incelemelerinden sonra duruşma
sonunda bekir hoca beraat eder.



sözleri ise şunlardır;

pencere'den bir taş geldi,
ben sandım ki mamoş geldi.
uyan mamoş, uyan uyan,
başımıza ne iş geldi.

eyvah mamoş, eyvah eyvah
tabip getir yarama bak.

penceresi yeşil yaprak,
mamoş giyer kara kapak.
kör olasın bekir hoca,
yatağımız kara toprak.

eyvah mamoş, eyvah eyvah
tabip getir yarama bak.

pencere'nin önü çardak,
rakı içtik bardak bardak.
körolasın bekir hoca
koymadın ki murat alak.

eyvah mamoş, eyvah eyvah
tabip getir yarama bak.

evlerinin ardı kavak,
yağmur yağar ufak ufak.
kör olasın bekir hoca,
ağzımdaki kurşuna bak.

di kalk mamoş di kalk, di kalk
başımıza yığıldı halk.

dışkapıyı araladın,
ah bahtımı karaladın.
kör olasın bekir hoca,
mamoş'uda yaraladın.

di kalk mamoş di kalk, di kalk
başımıza yığıldı halk.

mamoş paltonu tutayımmı?
hayrın için satayımmı?
mezarında boş yer varmı?
ben'de gidip yatayımmı?

eyvah mamoş, eyvah mamoş
tabib getir imdada koş.

ayı sözlük yazarlarının yaşları

21 yıldır çekiyorum bu dünyanın çilesini. ah uleyn ah...

sana bir tanrı getirdim

enfes ümit yaşar oğuzcan şiiri


hani o iki kişilik dünyalar bizimdi
hani sen iyiydin
halden anlardın
hani sen git demiyecektin bana
ve ben herşeye rağmen gelecektim
içimde bir umut
ellerimde olgun meyvalar
dünya nimetleri
gözlerimde yanıp yanıp sönen bir pırıltı
ama ne sen gel dedin
ne de ben gelebildim herşeye rağmen
aşkımız ayrılıklarla başladı

deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik
öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu
karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri
deniz fenerinin ışığında yıkanırdık
köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman
ne yana baksak denizdi maviydi ışıktı
sonra bir çaresizlikti zifir
akıntıya kapılmış gemiler gibiydik

bir org çalınır gibi yanıbaşımızda
öyle kendinden geçmiş öyle başıboş
öyle derin duygular içindeydik anlatılmaz
sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi
aldığını geri vermez dalgalara
görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda
tatmadığımız yemişlerden tattık günahkar olduk
alevden bir tasta eridi günler
bir cehennem ateşiydi aşk içimizde
hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk

tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez
paslı demir kapılar kapandı üstümüze
taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz
çaresizliğimizi bize aynalar söyledi inanmadık
kuşatıldık ansızın kederle ayrılıkla
aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı
yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza
uyuduk bir daha uyanamadık

şimdi bir kutup var sana çeker beni
bir kutup var senden öteye
ben onun için böyle ortalıklarda kaldım
dağ yollarında caddelerde sokaklarda
onun için bulup bulup yitirdim seni
hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana
hangi gözümü yumduysam seni gördüm
zamandın zamandan öte bir şeydin
yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda

bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden
bu zincirleri sen vurdun ellerime
sen getirdin bunca karanlıkları
al şunu mum yak
korkuyorum
bir taş aldım attım denize
günahlarımdan kurtuldum
alfabenin yirmisekizinci harfindeyim
öteye gidemem
itme beni

benim de bir insan tarafım vardı
bakma böyle kötü olduğuma
benim de dileklerim vardı
benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan
yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi
hergün bir kadın ağlar benim yüzümde
büyük dertler için benim ellerim
anlamıyor musun
sen sevildiğin için güzelsin bu kadar
ben sevilmediğimden böyle çirkinim

bütün kötü yerlerde ben korkarım
biliyorum
bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş
fabrika bacalarında bir kara dumanım
zehirim akrep kuyruklarında
kötüyüm sevemediğin kadar
öyle fenayım
kapanmış bıçak yaralarında
bu pis çöp tenekelerinde unut beni
unut artık
bayat bir ekmek gibi
çürümüş bir elma gibi

sarı badanalı evlerde kazanlar kaynar
sarı badanalı evlerde günahlar işlenir her gece
sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır
sarı badanalı evleri sev biraz
bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş
bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan
bu sarılarda benim yüreğim bir ölür bir dirilir
anladım
bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan

tosca' dan bir arya hatırlıyorum şimdi
sus biraz
ensemde bir akrep yürüyor
bırak yürüsün
sabaha asacaklar beni
dokunma
yedi canım vardı ikisi gitsin
bunca ölümler az gelir bana

kalbimi yardım
bir damla kan aktı
kutuplara kar yağıyordu
üşüdüm
failatun vezniyle seni çağırıyorum
bana imbiklenmiş yeşilliğini getir
dur gitme
beş kuruşum vardı kaybettim
dur gitme
isırgan otlarından kurtar beni

deniz analarının gözlerini çaldım
sana bakmak için
güneşi üçe böldüm
al biri senin olsun
yüzümde beş bıçak yarası var
bir de sen vur
barut kokusunu severim
bir portakalı dilim dilim soy
acıktım
tut ki ben yoğum artık yeryüzünde
tut ki bir marul yaprağıydım
öldüm

al şu serçe parmağım sende kalsın.
ben kötüyüm
allahsızım
korkunç çirkinim
ben seksensekizinci pul dairesiyim
sağ gözümün üç kirpiğini kestim
al
ben lanetlendim

chopin' in cenaze marşı çalınıyor
ölüler ayağa kalktı
görüyor musun
şu soldan ikinci benim
senin yüzünden öldüm
şimdi seni getiriyorlar karanlığıma
ağlıyorum
biraz sev beni
gül biraz
yaklaş biraz
seni affediyorum

kuşkonmaz dallarına astım kendimi
sedir ağaçlarına gül yapraklarına
başımı taşlara vurdum
gözbebeklerimde büyük camlar parçalandı
tanrısal duygular içindeydim
bütün tanrısızlığımdan uzakta
bir kemiklerinin sertliğini aldım
bir teninin aklığını
sonra sıcaklığını dudaklarının

gel bak
sana bir tanrı getirdim
gel bak
bir tanrı yarattım senden...

sahibini arayan mektuplar

ümit yaşar oğuzcan'ın enfes eseridir.

1. mektup
geceydi...bütün insanların çırılçıplak olduğu bir zamandı.
onları düşünüyordum; gümüş tepsilerdeki kristal kadehlerden zamanı yudumlayan insanları düşünüyordum. irili ufaklı aynaların karşısında enseleri bembeyaz kadınlar boyanıyordu. uzun uzun parmakları vardı kadınların.. öpülmeye alışmış olgun dudakları vardı. kocaman kocamandı kalçaları. o kadınları düşünüyordum.

bir kurt bir geyiği kovalıyordu yüreğimde. geyik soluk soluğaydı, yorgundu, bitkindi. karların üzerinde akıp giden bir yıldız gibiydi. koşuyordu. koşmak kurtuluş değildi belki, ama bir ümitti. koşmalıydı.

oysa birer namlu ağzıydı kurdun gözleri. avına güvenle, şehvetle yaklaşıyordu. yeni bilenmiş, sedef saplı bıçaklara benziyordu dişleri, bütün dileği et ve kandı. istese geyiğe hemen yetişebilirdi, ama uzasın istiyordu bu şehvetli koşu, bu bütün damarlarına yayılan sarhoşluk bitmesin istiyordu.

ben seni düşünüyordum. çünkü geceydi. sevişme zamanıydı insanların. yalnızdım. beni kuşatan duvarlar birer beyaz çarşaftı bu saatte. kapılar tüylü, yumuşak battaniyelere benziyordu.

ben seni düşünüyordum. kim bilir ne güzeldin soyunduğun zaman? nasıl kadındın?
nasıl öpüşürdün kim bilir? nasıl kadın kadın kokardı her yerin? tutup avuçlarıma
sığdırıyorum seni, gözlerime, dudaklarıma sığdırıyorum.

sensiz kahrolmak vardı. seninle yaşamak vardı dolu dizgin. seninle her gece birbirimizi yenilemek vardı odalarda. odalara sığmamak vardı. bir sel gibi taşmak vardı gecelerden. elimi uzatsam tutabilirdim seni. öyle yakındın. zamana kokun sinmişti. belki de uzaktan günlerce koşsam yetişemezdim sana. zamana kokun sinmişti. tuttum resmini indirdim duvardan. duvar ağlamaya başladı.....



2. mektup

aramak... ömür boyunca aramak...
yalnız seni aramak... paslı teneke kutularda, küf kokan
dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde,
sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak.
belki bu şehirde değilsin. ne çıkar? seni arıyorum ya.
belki de ayni sokakta evlerimiz, sabahları
beni görüyorsun işime giderken.
sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı...
beni bekliyorsun ya da bir başkasını, bir başkasını...

hiç gel demiyeceğim sana. aramak neredeyse
ben oradayım. ayaklarım ne güne duruyor?
yok yok birden karşıma çıkma.
kaç, saklan. seni aramak istiyorum.

git bu şehirden haydi git. dağlara çık, o uzak dağlara.
rüzgârların krallığında hüküm sür. baktın ki oraya da
geldim, yine kaç. başını al, açıl denizlere.
gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana
götürmeli seni, dilediğin yere demir atmalı.
ben küçük bir balıkçı kayığı ile
peşinden gelsem yeter. seni arıyorum ya !

bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar
aramalı insan ama ne aradığını bilmeli.
yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. okyanus dalgaları
üstünde bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli.
yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip
kanatmalı. çöllerden geçmeli yolu, yanmalı kavrulmalı.
sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli.
buzlar kırılmalı ayaklarının altında,
üstüne kar yağmalı.

bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni.
ayaklarını afrika'dan getirip bir kâğıt üzerine
yapıştırmalıyım, saçların sibirya'da bir mabudun
gözleri olmalı, ellerin italya'da bir heykelin elleri.
bulsam da seni parça parça bulmalıyım.

yine de bir yerin eksik kalmalı.
yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım.
ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim.






3. mektup

gelme diyecektim, geldin. iyi ettin geldiğine. neredeyiz? bir şehir yanıyor, dikkat et. tutuşabiliriz. işte ilk ateş gözlerine düştü, sonra dudaklarına, saçlarının arasına kıvılcımlar doldu ışıl ışıl. yanıyorsun, yanıyorum, yanıyoruz. aranmakla yetinsek bunlar gelmeyecekti başımıza. yine de memnunum. iyi ettin geldiğine. taş olup kalmaktansa, ağaç olup yanmak iyi.

ellerini ver, ellerini. öpüşmeye susadım. tırnak uçlarından öpmeye başlayacağım seni. titreme, yanıyorsun. koluma yat, sağ erkek koluma, güçlü erkek koluma. dağılsın saçların, bırak. nasıl olsa onları da öpeceğim tutam tutam. kulak memelerini, gür kaşlarını, dudaklarını da öpeceğim. dolgun dudaklarını seven, gözlerini, artık yaşamıyoruz. belki de yaşamak bu, bizim bilmediğimiz. öyleyse yeni yeni başlıyoruz yaşamalara, derin nefes almalara, o ölümsüz olmalara.

bir ekşi elma ısırıyordum, dişlerim kamaşıyordu omuz başlarını gördükçe ve biraz sen oluyordum sevdikçe, sevildikçe. (işığı söndür) diyordun, inadına yakıyordum. yalvarıyordun, çıldırıyordum. hiç ağlamadın. ağlasan ne değişecekti. ama ağlamadın işte yükseldin, yüceleştin. tanrılaştın bir yerde.

öyle güzeldin anlatılmaz. alnımdan ter boşanıyordu, saçlarım yapış yapış olmuştu. yüz merdiven inip yüz merdiven çıkıyordum bir dakikada. derin bir kuyudan su çekiyordum. bir mağara ağzından sana sesleniyordum. karanlıklar içinde birbirimizi aydınlatıyorduk. sağır bir zamandı yaşadığımız. sağır ve merhametsiz. kör bir geceydi yumruklayan kapıyı, kör ve dilsiz.

artık hiç sönmeyecektik biliyorum....



4. mektup

senden hiç ayrılmamak vardı. zamanı durdurmak, bütün saatleri parçalamak vardı. isyan içindeydim. neydi bu çaresizlik? bizi çepeçevre saran bu dört duvar neydi? bir ara tanrıyı düşündüm, peygamberleri, dinleri, kitapları düşündüm. boş inançlarımız mıydı çaresizliği yaratan? o bizim eserimiz miydi? öyleyse neden bizden büyüktü, güçlüydü? bunca yıl neyi aramış, kimi özlemiştim? madem ki benim olmayacaktın, neden seni karşıma çıkardılar? kim yaptı bunu? bu kötülükler kimin eseri? tanrının işi yok da bizi mi görsün? öyleyse kime inanacağız? o kitaplar ki sabırdan bahsediyor. ama ne kadar? nereye kadar? o dinler ki duadan bahsediyor. kime, niçin ve ne zaman? o peygamberler hiç sevmediler mi? ben sana inanıyorum kitaplara değil. ben seni istiyorum. dua değil. sabır değil.

artık gideceksin, biliyorum, vakit geç oldu. yatakta izin kalacak,
havada kokun ve yastığın üzerinde bir iki tel saçlarından. telaş içinde
giyinmeye başlayacaksın. (çoraplarında eğrilik var) diyeceğim,
düzelteceksin. dudaklarını boyarken, eğilip ensenden öpeceğim. için sevgiyle dolacak. gözlerin ışıl ışıl ( üzülme, üzülme diyeceksin, yine geleceğim.) ya gelmezsen? hayır hayır geleceğine inanıyorum. yine gideceğini bilmek kötü. dayanılmaz bir şey bu. hatırlıyorum; elini uzattın, (allahaısmarladık) dedin ve gittin. gözden kayboluncaya kadar baktım arkandan, sonra kapıyı kapattım, bir başka kapı açıldı yalnızlığa.

yürüyemiyordum, oturamıyordum. yattım, uyuyamadım. sanki yerçekiminden
kurtulmuştum, boşluktaydım, ağırlığım kalmamıştı. elimde, tam nabzımın
üzerinde bir saat işliyordu her şeyden habersiz. çıkardım, duvara
çarptım, parçalandı ve durdu. fakat sadece saatin sesiydi kaybolan. yoksa zaman ilerliyordu..




5.mektup

ayrılık diye bir şey yok. bu bizim yalanımız. sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var. şimdi nerdesin? ne yapıyorsun? güneş çoktan doğdu. uyanmış olmalısın. saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? öyleyse ayrılmadık. sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.

zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. önce beklemekten. ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. ikisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın. bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini..zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun. ya o? ya o?

insanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yaşamaktan. zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. aradıklarının çoğunu bulamamış, beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan. işte yaşamak maceramız bu. yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek!

özleme bir diyeceğim yok. o kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası. o nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. o tek güzel yönü bekleyişlerimizin. insanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel. özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem. bir ışığı var. bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz. verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir. beklemenin korkunç zehiri öldürmüyorsa beni; seni özlediğim içindir. yaşıyorsam; içimde umut varsa, yine seni özlediğim içindir.

seni bunca özlemesem; bunca sevmezdim ki!






6. mektup

bugün bir yalnızlığa düştüm yine..

başımı ellerimin arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım. önümde yarıya gelmiş bir konyak şişesi ( beni iç ) diye fısıldıyordu, ( beni iç.) sonra yalvarmaya başladı: ( ne olur ) dedi ( ne olur haydi iç beni.) bir bardak doldurdum, tepeme diktim. şişe rahatladı, sustu.

hani ellerimiz birbirine değince nasıl oluyorduk? işte öyle oldum. hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir başka türlü atması vardı yüreklerimizin, onu hatırladım. sonra bir tren hareket etti. sabahtı. karşı karşıyaydık. konuşuyorduk. ben sevmek diyordum durmadan. gözlerim gözlerine soruyordu. ( seviyor musun? ) diye. hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep evet diyordu.

oysa ki bir çok hayır diyen insanlar vardı çevremizde. örneğin: bir çocuk hayır, diyordu, bir kadın, bir adam, bir başkası hayır diyordu. hayırlar arasında ezilmeye mahkumdu evetlerimiz.

tren ilerliyordu. gözlerin gözlerime soruyordu ne olacak diye. sigara üstüne sigara yakıyordum, kadeh kadeh içki içiyordum; fakat bilmiyordum ben de ne olacağını. bizi sürükleyen bir akıntıydı. durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. bir anafora rastlayıp yok oluncaya kadar akıp gidecektik işte. peki anafor nerdeydi? uzak mıydı? belki çok yakındı kim bilir. biz onu göremeyecektik. o gözlerimizi kör ettikten sonra saracaktı bizi buz gibi kollarıyla.

tren ilerliyordu. pencereden deniz görünüyordu. denize akşam güneşi vurmuştu. renk renk kayıklar gördük kıyılarda. denize taş atan çocuklar gördük. uzakta bir balıkçı ağlarını topluyordu.

ve tren ilerliyordu. kadere yaklaşıyorduk. bir alacakaranlık bastı zamanı. gözlerim gözlerindeydi. ellerini tuttum. titredin. acı acı bir düdük öttü. bir şeyler koptu içimizden. sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı.

şimdi o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum...




7. mektup

burası büyük şehir, günahkar şehri, o vurdumduymaz, o deli dolu şehir. ben bu şehirde sensiz yaşayamam. bir gün kanıma girer şu kalabalık, şu caddeler, şu tıklım tıklım gazinolar. burası şarkılar şehri, resim gibi kadınlar, kadın gibi erkekler şehri. ben bu şehirde yaşayamam.

insan bir vapur olmalı bu şehirde, bir tramvay olmalı, bir otomobil olmalı. en iyisi bir bulut olmalı, gelip evinin üstünde durmalı. madem ki bulut değilim; ben bu şehirde sensiz yaşayamam.

şehirler de insanlara benzer. gövdeleri, ayakları, dudakları, gözleri vardır, yürekleri vardır, kocaman kocaman elleri vardır. bu şehrin yüreği sende çarpıyor. insan, sana kan taşıyan bir damar olamayacaksa; bu şehirde yaşamamalı. çekip gitmeli.

şehirler de insanlara benzer. duyguları, açlıkları, uykuları vardır, kinleri ve nefretleri vardır, aşkları vardır, büyük. insan aşık değilse, bu şehirde yaşamamalı, çekip gitmeli.

şehirler de insanlara benzer. insan bir şehir olmayacaksa, senin içinde yaşadığın; artık yaşamamalı buralarda, çekip gitmeli.

bir gününde dört mevsim var bu şehrin. her sokağında bir dünya var.bütün sefaletiyle, bütün çirkinliği ile, bütün orospuluklarıyla bu şehir baştanbaşa sevgi. bu şehir baştanbaşa sen.

bu şehirde sevmeyen ya da seni tanımayan yaşadım demesin. ölüler susmasını bilmeli....




8. mektup

bana çılgın diyorsun, seni sevdiğim için. yanılıyorsun, sevmek çılgınlık değil. sevmek insan tarafımızı bulmamızdır bence. biraz da yaklaşmamızdır tanrıya zaman zaman.

dünyada sevmeyenlere, sevemeyenlere acımalı. o ot gelip, ot gidenlere acımalı. sevebilen insan kendini keşfetmiş insandır. talihli insandır. çektiği bütün acılara rağmen; mutlu, kıvançlı insandır o.

aşktır yücelten bizi ve derinliğimiz aşktandır. gerisi boş, yalan. aşksa, sevmektir. durmadan, nefes alırcasına sevmektir. sevmekle sevilmek ayrı şeyler...sevilmeyi çoğaltmak, ona bir başka şekil vermek, daha da yoğunlaştırmak onu elimizde değil. oysa ki sevgimizi dilediğimiz gibi yoğurabilir, dilediğimiz şekli verebiliriz ona.. derinlikse derinlik, yükseklikse yükseklik, genişlikse genişlik. sevmekte gücümüz var, irademiz var, aklımız var. biz varız sevmekte. sevmek yaratmaktır bir bakıma. sevilmekse yaratılmak.. demek ki biz seninle birbirimizi yaratıyoruz durmadan. sen beni yarattıkça güzelsin işte ve ben seni yarattıkça güçlüyüm, daha bir insanım.

beni sevmeseydin yine bir şey değişmeyecekti benim için. sen biraz eksik kalacaktın biraz sen kaybedecektin. o kadar.. şimdi insanların en güzeliyiz, en iyisiyiz elbette. seviyoruz seviliyoruz. sevgimi anlamadığın ve ona saygı göstermediğin anda ölebilirim. karşılık vermediğin anda değil.

birbirimizi yeniden yaratmaya devam edelim.





9. mektup

kimdi o? yanındaki kimdi? ne konuşuyordunuz? işte buna dayanamam. kahrolurum.

dün gece ne yaptın? nereye gittin? ah otursaydın, beni düşünseydin ya? eğlenebildin mi bari? yatarken ne okudun? sonra iyi uyuyabildin mi? rüyanda neler gördün? söylesene.. anladım artık beni sevmiyorsun. sevdiğini sanmakla yanılmışım. zaten çirkin bir adamım ben, sinirliyim. kıskancım. fazla hisliyim. suçluyum. kendimi sevgilerimin bencilliğinden kurtaramadım. zayıf, bencil bir adamım öyleyse. sonra yalancıyım, iki yüzlüyüm. seninle konuşurken seninle yatmayı düşünüyorum. sevgiyle elini tuttuğum zaman, aslında kalçalarını tutuyorum. bilmiyorsun. kendime göre hesaplarım var benim. yanımda olman gurur veriyor,sevinç veriyor bana. fakat sana kimse bakmasın istiyorum, kimse konuşmasın seninle. hep benim ol. günün her saatinde ve ölünceye kadar benim ol.

beni seviyor musun? evet mi? öyleyse söyle. kimdi o? yanındaki kimdi? nereye gidiyordunuz? seven zalimdir biliyorsun, aşk egoisttir. sen zalim olma. anlamıyorsun, anlamıyorsun.... biraz anla beni. sana sitem etmeyeceğim artık. bütün suç benim. seni bu kadar sevmemeliydim. şu köhne ve utanmaz dünyada ne bir kimse bu kadar sevilmeye değer, ne de bir kimsenin bu kadar sevilmeye hakkı var. kendimizi ne sanıyoruz? biz kimiz? sus cevap verme. teselliye ihtiyacım yok.

seni bu kadar sevmenin cezasını kendime ödeteceğim. göreceksin...




10. mektup

dün bir şiir daha yazdım senin için.

önce tuttum karşıma oturttum seni,
konuşturdum, güldürdüm, ağlattım.
her halin hoşuma gidiyordu.
kadındın, ama önce insandın.
güzeldin, ama önce iyiydin.
elbette seni yazacaktım, senin için yazacaktım.
bana ( çok yazıyorsun ) diyorlar.
bir insana ( sen çok yaşıyorsun, öl artık ) denir mi?

benim yaşamam ve şiirim birbirinden ayrı şeyler değil ki!
yaşarken şairliğimi yaşıyorum ben.
yürürken, konuşurken, sevişirken hep şairliğimin içindeyim, o da benim içimde.
birbirimizi tamamlıyoruz durmadan.

sen hiç denize baktığın zaman bir orman gördün mü?
dağların gökyüzüne en yakın olduğu yerde yeraltı nehirlerini düşündün mü hiç?
öpüşürken, sevişirken açların, yoksulların yüreği çarptı mı sende?
güldüğün zaman afrika`da isimsiz bir zenciyi hatırlayıp, onun büyük acısını duydun mu derinden?

senin o güzel gözlerin bende yalnız seni görüyor.
seviyorsan beni seviyorsun, beni istiyorsun benden.
oysaki ben sende bütün insanlığı, güzelliği seviyorum.
al gözlerimi de kendine bir benim gözlerimle bak.
gör, ne kadar erişilmez, ne kadar yüce olduğunu.
her maddenin bir atomu olduğu gibi bir şiiriyeti de vardır.
bilgin atomu parçalayan, sanatçı ise şiiriyeti bulan, işleyen ve onu sanat haline getiren insandır.
şiir bir köprüdür madde ile ruh arasında. şiir güzelliğin en yoğun ifadesidir ve nefes alışıdır duygularımızın.
atom gücü, elektik gücü gibi bir de şiir gücü vardır dünyada.
sanatçı bu gücü ellerinde tutan kimsedir işte. onu şiir, müzik,
heykel ve resim haline getiren mutlu kişidir o..

her zaman, her yerde söylemişimdir. ( hayatımdan şairliğimi çıkarırsanız geriye önemli bir şey kalmaz ) diye. yazmamı bana çok görmeyin....

ümit yaşar oğuzcan

22 ağustos 1926, tarsus doğumlu şairdir. oldukça melankolik şiirleri bulunur, yaklaşık intihara kalkmış hepsinde de başarısız olmuştur. aşklarının daima karşılıksız olduğuna inanır. hani o derece ümitsizdir - adıyla ne kadar da tezat- aşkı karşılık bulsa bile karşıdakinin kendisine acıdığına inanıp çekip gideceğinden eminim. "sahibini arayan mektuplar" isimli çok güzel bir eseri vardır.

darağacı adlı şiirinde geçen "beni hayallerimin bittiği yere asın" dizesi insanı hayallerinin var ettiğini çok güzel anlatmıştır.

oğlu vedat'ın ölümünden sonra tümüyle sıyırır. ölüm artık onun şiirlerinde vazgeçilmez olmuştur. hatta olay şöyle rivayet olunur; oğlu vedat bu yaşama dayanamayıp galata kulesinden atlayarak intihar eder. görevliler geldiğinde çocuğun avucuna şunu yazdığını görürler "öyle ölünmez, böyle ölünür baba..!" oğlu vedata yazdığı şiir yürek burkar.

ayrıca sana bir tanrı getirdim adlı muhteşem bir şiiri vardır. gerçekten sevgiliye tapmanın ne demek olduğunu anlarsınız.

yapitlari
insanoğlu (1947)
deniz musikisi (1949)
dillere destan (1954)
dolmuş (1955)
aşkımızın son çarşambası (1955)
bir daha ölmek (1956)
kör ayna (1957)
iki kişiye bir dünya (1957)
beni unutma (1959, seçme şiirler)
karanlığın gözleri (1960)
akıllı maymunlar (1960)
seninle ölmek istiyorum (1960)
üstüme varma istanbul (1961)
sahibini arayan mektuplar (1961)
yeni dünya rekoru (1961)
sevenler ölmez (1962)
çigan gözler (1962)
ötesi yok (1963)
hüzün şarkıları (1963)
bir gün anlarsın (1965)
sadrazamın sol kulağı (1965)
mihriban'a şiirler (1965)
taşlar ve başlar (1966)
seni sevmek (1966)
toprak olana kadar (1968)
ben seni sevdim mi (1968)
halktan yana (1969)
aşk mıydı o (1969)
önce sen sonra sen (1971)
rubailer (1972)
yalan bitti (1975)
en eski yalnızlığımdır aşk benim (1978)
dikiz aynası (1982)
acılar denizi (1977, seçme şiirler)
bütün şiirleri (1982-1984, dört cilt)

gamsiz baykus

her türlü felaketi de söylese ucundan kıyısından umrunda olmayandır. bir elinde cımbız bir elinde ayna, kavanoz dipli dünyada karşıki dağlar yansa kilimin ucunu kaldırmaz kişi.

bu isim bugün çocuk edebiyatı dersinde çizgi romanlar konusunu işlerken geldi aklıma. gamlı baykuş isimli bir karakter varmış. bu olmaz baykuş dediğin gamsız olur deyip bu ismi almaya karar verdim. teşekkür ederim, bu sözlüğü keşfetmek benim için çok güzel oldu. teşekkür ederim bu arada, hoş bulduk. *

eyvah komşum eşcinsel

kocasından şüphesi olan ablamızın kuracağı cümle. yoksa beraber mantı açar, herifi çekiştirir falan mutlu olur bence. biz karşı komşu ile karşılıklı yemekleşiyoruz, tabak gidiyor geliyor gidiyor geliyor gidiyor geliyor....

eve girer girmez yapılan şeyler

çoraplarımı çıkarmak, yeşil kurbağa şeklindeki panduflarımı ayağıma geçirip mutfağa doğru ilerlemek, bir bardak kendime , bir bardak ısıtıcıya su koymak, birini içmek birini beklemek sonra onu da kahve ile karıştırıp içmek. ardından yer minderine şöyle bir serilip bilgisayardan müzik dinlemek ve kitap okumak. missss.

tutku

ötesi olan ihtiras kadar olmasa da beni tanımlayan kelimelerden olduğunu düşünürüm. en sevdiğim abur cubur ürünlerden biri olması da şaşırtıcı bir tesadüf. tutku aslında hayatın özüdür bana göre. içinde yalım yalım yükselen ateştir. başarının sırrı ve hayatın tadıdır.

erkan oğur

eğer opera eğitimi alsa türkiye'nin sağlam bir contretenor'u olurdu... çok naif bir sesi vardır kendilerinin. ince ve usul usul söyler türküleri. daha doğrusu gümüş bir iğnenin zerafeti ile çizik çizik eder kalbinizi. sesi ilk duyduğunuzda şarabî bir burukluk hissedersiniz, sonra sonra tekrar tekrar tekrar derken bir bakmışsın usul usul kanıyor anıların... özellikle mamoş türküsü, pencereden kar geliyor, fırat gözdelerimdir.

nar

çocukluğumun en büyük hatıralarındandır... anneannemlerin bir nar bahçesi vardı. her yazın sonunda, narlar çatladığında, büyük küçük bahçeye gidip narları toplardık. daha sonra narları ayıklayıp çuvallara doldururduk. çuvallar teknenin içine koyulur ve ezilerek suyu çıkarılırdı. ardından nar ekşisi yapmak için özel toprağı ile işlemden geçirildikten sonra koca kazanlarda saatlerce kaynardı.

zaten oldum olası da çok severim. suyu güzeldir, yemesi güzeldir... kemerlatına giderken vitamin barlara uğrayıp nar suyu içmek en büyük zevkim. aşurenin üstüne koyunca da pek güzel oluyor :/ acıktım sanırım...

ebced hesabı

köken olarak antik çağlara uzanır. mısır'a girişlerinden sonra yunanların elde ettiği bir bilgidir. araplara da hintlilerden geçmiştir. esasen mistik bir öğretidir. ilahi evrensel plan inancı ile temellendirilir. ebced kelimesi ilk dört rakamı karşılayan elif-be-cim-dal harflerinin kelime haline getirilip okunmasından ortaya çıkmıştır; aynı alfa-be gibi.

antik alfabelerin çoğu sesi bu sayı değerlerine göre dizilmiştir. arap ve ibrani majisinin, ayrıca pisagor mistizminin temellerini oluşturur. cetveli incelemek isteyenler için;

http://www.habergah.com/images/upload/ebced%20tablosu.gif

bu hesaplama yöntemi ile çeşitli işlemler gerçekleştirilerek fal bakılır, tılsımlar hesaplanır.

ayrıca eski şiirlerde verilmek istenen tarihsel mesajlar varsa kelimelerin ebced değeri o tarihi verecek şekilde hazırlanır. bazı mersiyelerde ve methiyelerde de atfedilen kişi veya olayın doğum/oluş tarihini verecek şekilde şiir hazırlanır. buna tarih düşürme sanatı denir.

ring of fire

levi's bir reklamında bu şarkıyı kullanmıştı sanırım. june carter tarafından yazılıp bestelenmiştir.

sözleri:
love is a burning thing
and it makes a fiery ring
bound by wild desire
i fell into a ring of fire

chorus:
i fell into a burning ring of fire
i went down, down, down
and the flames went higher

and it burns, burns, burns
the ring of fire
the ring of fire

i fell into a burning ring of fire
i went down, down, down
and the flames went higher

and it burns, burns, burns
the ring of fire
the ring of fire

the taste of love is sweet
when hearts like ours meet
i fell for you like a child
oh, but the fire went wild

chorus
i fell into a burning ring of fire
i went down, down, down
and the flames went higher

and it burns, burns, burns
the ring of fire
the ring of fire

i fell into a burning ring of fire
i went down, down, down
and the flames went higher

and it burns, burns, burns
the ring of fire
the ring of fire

and it burns, burns, burns

the ring of fire

the ring of fire


ayrıca coğrafya'da büyük okyanusu çevreyeleyen doğu asya kıyılarından başlayıp, amerika kıtasının komple batısından dönüp, adalara da uğramadan geçmeyen ve bir çember biçimini andıran yanardağ faaliyet bölgesidir. yoğun depremler ve volkanik faliyetler sıkça görülür.

sevgilim sana güveniyorum ama başkalarına güvenmiyorum

tümüyle bana safsata gelen cümledir. yahu ben adama güvendikten sonra etraf ne yapabilir. benimkinin suçu ne? gözü dışarda ise sen yedi kilit vur üstüne gene yapacağını yapar.
bulunduğumuz koşullarda birinin sevgilini ayartmaya çalışması alışılageldik bir durum da, napalım anam azıcık da gözünü açacak herif dediğin. en güzeli bu tür durumlarda biraz rahat pollyannacılık oynamak.
can babanın da dediği gibi "bağlanmayacaksın kimseye/ o olmazsa yaşayamam demeyeceksin".

eşcinsel edebiyatı

divan şiirinde bir çok örnekte görülmektedir. şairlerden en bilineni nedim'dir. zaten sanat-ı edebiyye gereği direk söylenmez, sezdirilir her şey. bir şiirinde aşığına serv-i revanım diye hitap etmektedir. ayrıca binbir gece masallarında çok ciddi ve etkileyici oğlan tasvirleri görülür. bu tür ilişkiler de gayet doğal bir biçimde anlatılır, kahramanlar günlerce zevk ü sefa içinde sevişip eğlenirler. ayrıca feridüddin attar'ın ilahinamesinde oğlan tasvirlerine yer verilmiştir, mecazi aşkın çeşitlerinden sayılır ve gene doğal görülür.

günümüze gelecek olursak bu konuya parmak basanlar ve parmak atanlar diye isim vermeden sıralamak isterim. bazı yazarlar prim yapmak amacıyla ciddi konulara değinmeden sırf adı duyulsun diye işlerler eşcinselliği. kimi eserlerde ise psikolojik analizlere, çevre faktörüne, yaşamın gerçeklerine ilişkin kesitler verilir

lgbti temalı kitaplar

elif şafak- pinhan

kelime anlamı olarak "saklı, gizli" diye açıklayabiliriz. oldukça etkileyici, ağdalı fakat bir o kadar da sürükleyici bir üslubu vardır. hayatının amacını bulmak üzere yola çıkmış bir dervişin aşk hikayesidir. mahalli kültür ve anadolu mistizmine atıflarda bulunur. ayrıca şu yapacağım alıntı aslında neden eşcinsel bir temaya çok uyduğunu bize anlatır;

"korktu. gidip de varamamaktan degil , varip da dönüs yolunu bulamamaktan degil, dönüp de geride biraktiklarini yerinde bulamamaktan degil; bir kendini bulamamaktan, buldugunda korkmaktan korktu..."

kitapta cinsellikten ziyade psikolojik ikilem ve aşk öğelerine yer verilmiştir. kullanılan osmanlıca kelimeler okuduğunuzda anlamını çözemeyeceğiniz türden değil. hatta oldukça ahenklidir de, akide şekeri gibi söylerken ağzınızda erir. kitapta beni etkileyen şiirlerden biri de şuydu;

"periden güzel huriden müstesna
sebeb-i enva-i bela türlü cefa
tam üç tane ismin var iken,
sonuncusu canfeza
yedi düvel çehrene müptela
ben garip aşık-ı şeyda iken
terk-i can etmen reva mı bana
müsterih ol sırrını vermem ağyara
sırrın da senle beraber karıştı toprağa

bi-vefa, bi-vefa, bi-vefa"

modern dans

bu tepkiyi oluşturan şahıs isadora duncan'dır. bu dans, hemen her tür müziğe uydurulabilir. yeni hareket stilleri yaratmak için diğer dans hareketleriyle birleştirilebilir. modern dansta amaç, vücudün doğal duruşundan yararlanmaktır. çoğunlukla çalışmalarda vs siyah giyilir. bir anlamda kuralsızlığın ve süperego denen baskıcı illetin zincirlerinden kurtulmayı simgeler. çünkü siyahta tüm renkler erir...

modern dans yer-çekim , beden-zihin, mekan-zaman ilişkisi gibi harekete ve forma etki eden faktörleri sorgular. güç, esneklik ve akıcılık kullanılan hareket sistemleri içerir. eşgüdüm ve kondisyon içeren diziler halinde hareketler yapılır. modern dansta önemli olan hareketlerin birbirini izler nitelikte olup istenilen psikolojik durumu yansıtmasıdır.

araştırdığım sıralarda modern dans tekniği üzerine bulduklarımı ise şöyle sıralayabilirim;
- alexander tekniği
- graham tekniği
- cunningham tekniği
- limon tekniği
- salıverme tekniği
- doğaçlama tekniği ( bu ve bir üstteki teknik saldım çayıra mevlam kayıra modunda değildir! belirli bir vücut çizgisi ve estetiğini kazandıktan, temel bilgiyi oturttuktan sonraki bir aşamadır)
- eşli doğaçlama tekniği ( contact improvisation )

şahsen ilgilenen biri olarak yediden yetmişe bu şizotipal eylemi tavsiye ederim. bugün mesela çalışmada şu tema üzerine doğaçlama yapmıştık " acaba bir gün uyuyup uyandığımızda vücudumuzda büyük bir değişim olsa ( ben iki elimin parmaklarının birbirine kitlendiğini düşünmüştüm) nasıl hareket eder, ne hisseder, nasıl dans ederdik?".
  • /
  • 13
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 258

uyuyan sevgiliyi izleyen salak sevgili

seyretmem pek uzun süre. öperim uyandırırım falan. ya da kalkıp kahvaltı hazırlarım. beni seyrediyorsa da uyandığımda öperim gene kalkıp yiyecek bir şeyler hazırlarım. çok da bir şey ifade etmiyor sanırım izlerse de kendi bilir izlemese de.

yalnızlığın anlaşıldığı anlar

dinlediğin bir müzik seni gülümsettiğinde bir an sol tarafındaki boşluğa baktığın andır.

paganizm

dünyanın en eski inanç sistemidir. bir din olarak paganizm doğa tapınımı içerir. doğayı ve ona dahil herşeyi kutsal ve tanrısal kabul eder. çoktanrılı olduğu gibi arka planda tektanrıcı bir yapısı da vardır. günümüzde wicca adında yeniden canlanmıştır. eski bir druid şiiri der ki

tüm tanrılar tek bir tanrıdır
tüm tanrıçalar tek bir tanrıçadır
tüm dinler tek bir dindir

paganizmin iki basit kuralı vardır: kendine ve başkasına zarar vermediğin sürece ne istersen yap, her ne yaparsan üç katıyla sana geri dönecektir.

ümit yaşar oğuzcan

22 ağustos 1926, tarsus doğumlu şairdir. oldukça melankolik şiirleri bulunur, yaklaşık intihara kalkmış hepsinde de başarısız olmuştur. aşklarının daima karşılıksız olduğuna inanır. hani o derece ümitsizdir - adıyla ne kadar da tezat- aşkı karşılık bulsa bile karşıdakinin kendisine acıdığına inanıp çekip gideceğinden eminim. "sahibini arayan mektuplar" isimli çok güzel bir eseri vardır.

darağacı adlı şiirinde geçen "beni hayallerimin bittiği yere asın" dizesi insanı hayallerinin var ettiğini çok güzel anlatmıştır.

oğlu vedat'ın ölümünden sonra tümüyle sıyırır. ölüm artık onun şiirlerinde vazgeçilmez olmuştur. hatta olay şöyle rivayet olunur; oğlu vedat bu yaşama dayanamayıp galata kulesinden atlayarak intihar eder. görevliler geldiğinde çocuğun avucuna şunu yazdığını görürler "öyle ölünmez, böyle ölünür baba..!" oğlu vedata yazdığı şiir yürek burkar.

ayrıca sana bir tanrı getirdim adlı muhteşem bir şiiri vardır. gerçekten sevgiliye tapmanın ne demek olduğunu anlarsınız.

yapitlari
insanoğlu (1947)
deniz musikisi (1949)
dillere destan (1954)
dolmuş (1955)
aşkımızın son çarşambası (1955)
bir daha ölmek (1956)
kör ayna (1957)
iki kişiye bir dünya (1957)
beni unutma (1959, seçme şiirler)
karanlığın gözleri (1960)
akıllı maymunlar (1960)
seninle ölmek istiyorum (1960)
üstüme varma istanbul (1961)
sahibini arayan mektuplar (1961)
yeni dünya rekoru (1961)
sevenler ölmez (1962)
çigan gözler (1962)
ötesi yok (1963)
hüzün şarkıları (1963)
bir gün anlarsın (1965)
sadrazamın sol kulağı (1965)
mihriban'a şiirler (1965)
taşlar ve başlar (1966)
seni sevmek (1966)
toprak olana kadar (1968)
ben seni sevdim mi (1968)
halktan yana (1969)
aşk mıydı o (1969)
önce sen sonra sen (1971)
rubailer (1972)
yalan bitti (1975)
en eski yalnızlığımdır aşk benim (1978)
dikiz aynası (1982)
acılar denizi (1977, seçme şiirler)
bütün şiirleri (1982-1984, dört cilt)

survivor gayler vs lezbiyenler

bir süre sonra survivor değil sex on the beach olacak yarışma programı. egzotik kokteyllerle sahilde güneşlenmek varken ne diye birbirlerine girsinler. çekerler adaya gökkuşağı bayrağını otururlar kıçlarının üstüne.
(bkz: savaşma seviş)

müzeyyen senar

dinledikçe içmeden sarhoş eden, içerken dinlersen adamı öldürüp öldürüp her kadehde dirilten ses sanatkarı. sanırım alto sese sahip. ayrıca sanatçı ahlakını asla kaybetmemiş, sahne adabını çok iyi bilen muhteşem bir insandır.
bir videosunda elmayı nasıl eliyle ikiye böldüğünü gördüğümde şok geçirmiştim. ayrıca bir dönem bir arap sefiri ile evlenip sefire ünvanı almıştır. türkiyede şuan bulunamayacak (çünkü yakılmış) bir filmi vardır adı ana yüreği.
bir rivayet de şarkı söylemeden evvel ya da şarkı söylemediği zamanlarda kekeme olduğu yönündedir.

üstelik kendisine müzeyyen hanım değil müzeyyen abla denmesini isteyecek denli de mütevazidir.
(bkz: popülizmin neslini tükettiği erdemler)

hoşlanılan erkeğin kadınsı çıkması

başımdan aşağı kaynar sular dökülür. batsın bu dünya!

sözlük yazarlarının hayat sloganları

olması gerektiğine inandığım bir başlık. hadi siftahı ben yapayım

- eğer bir şeyi istersem önümde engel tanımam, çalışır didinir ilerlerim. hiç bir şeyin karşı durmasına izin vermem, yıkar geçerim sadece.

- zaman dediğin belirsiz bir gelecekle değiştirilemez geçmişin arasındaki belirleyici olan şimdinin yarattığı bir dokumadır. o halde hemen "şimdi" eline dilediğin iplikleri al ve kumaşını şekillendir.

şom ağızlı insan

şom ağzının ortasına çakacağım kişi.

sözlük yazarlarının hayat sloganları

kendine ve başkasına zarar vermediğin sürece ne istersen yap

köylüleri niçin öldürmeliyiz

sonunda nereye varacağını çoook merak ettiğim başlık. neden öldürmeliyiz ? mantıksal açıdan şu daha iyi gibi geldi "köylülüğü neden öldürmeliyiz?" zira yaşanılan mevki ile kişinin özü değişmiyor. aynı iki ayağı üzerine çıkan öküzlerin başarısız tiratları gibi, (bkz: insanımtrak)
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.