marsmüridi

Durum: 158 - 0 - 0 - 0 - 28.01.2024 01:21

Puan: 2536 - Sözlük Kezbanı

1 yıl önce kayıt oldu. 13.Nesil Yazar.

0
  • /
  • 8

hedef 2023

bizim de 2023 hedefimiz var, hesaplaşma dolu bir yıl olması için çabalıyoruz.

unut beni

benim aklıma direk bunu getirdi.

elinde tesbihle gezen gay

eski alperen ocakları sivas il başkanı olan arkadaştır, tesbih neyse de kendisini bu çelişkili vaziyeti nedeniyle tarihe altın harflerle yazdırmıştır.

sadece ramazan ayında müslüman olan insan

kardeşi de vardır bu insanın, cuma namaza gider, cumartesi ise üç dört duble sallamadan eve girmez. kişisel bir absürtlükten ziyade yaşadığı ortamın seküler olmaya teşvik ettiği vicdanının ise dine yatkın olduğu insan tipine yoruyorum, özellikle trakya, ege ya da akdeniz kıyılarında bu çeşit bolca insana denk gelebilirsiniz.

not babında bir ekleme: lavuğa bak, arada bomboş geyik atasımız geliyor kalkmış erdem sinyalleyecek abv, bu hayatı nasıl kaldırıyonuz olum siz?

güvenlik zaafiyeti

öyle bir noktadadır ki yurdum soluna bile günlerce doğu perinçek gibi "ordu göreve!" dedirtmiştir.

deprem yağmacılarına uygulanan işkence görüntüleri

bugün "yağmacı" adı altında chp antakya gençlik kolları ilçe sekreterliği görevinde bulunan bir arkadaşımızın kardeşi polisler ve "öfkeli" bir grup tarafından linç edildi. kendisi sosyal medyada bas bas bağırmasına rağmen sesini bu çirkin olayı alkışlayan yüksek takipçili gözü dönmüş hesaplar kadar duyuramadı. gelinen nokta daha çok masum kişiye zarar verecek gibi duruyor, ağzından salya akan ergenlerin ve trollerin körüklemelerine şiddetle karşı çıkılması gerekiyor.

yorgun hissetmek

türkiye zor memleket, bu şartlarda dinç ve mutlu olabilmek gerçekten küçük bir azınlığın ayrıcalığıdır. ama yine de insan yorgun da olsa, bitkinlikten kimi zaman ne düşüneceğini bilemese de sanırım karamsarlık sarmalından kurtulmak gerekiyor. tarihte hiçbir şey düzenli adımlarla ilerlemez, farklı zamanlarda çok farklı patlamalar ve ertesinde gelişen görkemli sıçramalar vardır. iyi durumda değiliz ama iyi bir duruma ulaşmak için çok fazla sebebimiz var, "yurtdışı"ndaki akranlarımıza nazaran çaba göstermek için çok daha fazla nedene de sahibiz. bu yüzden de bu ülke bana heyecan veriyor, gelecek bolca sıçramaya gebe, en azından bu potansiyele başka memleketlerden daha fazla sahibiz.

deprem yağmacılarına uygulanan işkence görüntüleri

süreç boyunca devletin ihmalleri hiç olmadığı kadar tepki çekti, ilk günlerde yaşanan şok yavaştan yerini öfkeye bıraktı. tam o sıra yalan haberler üzerinden örgütlü paylaşım yapan ve bu öfkeyi tali yerlere yönelten çetelerle karşı karşıyayız. sinirlerin de gergin olduğu bir noktada linç kültürü de baskın geldi. bu durum bir yerde kesilmezse depremle birlikte asla unutamayacağımız bir kaç olay daha yaşayacağız.

işemek

hayatında ilk defa alkol almak

yaş 15
tabi ergenlik tavan, hormonlar kendinden geçiyor, kafa bütünüyle itlik yapmak üzerine kurulu. ama yine de hakkımı yemeyeyim hala masum bir çocuğum. doğum günü gelip çattığında on tane liseli ergen bizim eve toplaştık, aileyi de dışarıda ufak bir gezintiye doğru uğurladık. usul usul pasta kesip yiyecekken ortamın en piç ve serseri çocuğunun "beyler şarap kazanı yapalım" demesiyle hikayenin seyri de değişti. üç litre şarap, iki litre gazoz ve bolca küp şekeri arkadaşımız adeta merlin gibi tencerede karıştırdı, tadıma tam başlayacakken gelen bir telefon sonucu aile eve teşrif edeceğini buyurdu. tabi eldeki ziyan olacak, ne yapmalı etmeli derken çözümü apartmanın deposuna tinerci gibi dadanmakta bulduk. günün ilerleyen saatlerinde ise ben yerde yuvarlanıyorum, kafamın üzerinden bira şişeleri uçuyor (nereden geldiler o da meçhul tabi), arkadaşın biri apartmanın önüne çıkmış yanındaki köpeğe bozkurt çekiyor. tabi kavga dövüş gırla gidiyor. ertesi gün kalktığımda ise babamın şahin gibi baktığını hatırlıyorum, o da başka bir hikayenin konusu.

bira denince akla gelenler

(bkz:su)
ister deniz olsun, ister çay, ister göl, içerken o suya bakılacak.

çığlık atarak uyanmak

arada başıma gelendir.
kurt adam gibi döngü geçiren bir herif olmamdan kaynaklı olarak iki üç ayda bir seriye bağlar üst üste inli cinli rüyalar görürüm. kimi zaman olur "bakalım bu gece beni hangi sıfatına soktumun yaratığı kovalayacak" diye yatağa girerim.

eşcinsel olmak

hayatın tersinden şamar yemektir.

ne tam anlamıyla kendinizi anlatabilirsiniz ne de karşınızdakiler sizi anlar. hatta kimi zaman siz bile kendinizi anlayamayabilirsiniz. ama her şekilde nanayı yediniz yani burdan çıkış yok.
toplumsal yaşam içerisinde durumunuzu bir ihtimal yozgatta yaşayan bir ermeniyle kıyaslayabilirsiniz belki, zaten en yorucusu olanı da toplumsal baskıdır, açık kimliğinizle var olmak isteseniz bir türlü, tamamen kendi içinize kapanıp gölgelerin arasına karışsanız başka türlü.
bir de sevgi, aşk ve benzeri konularda şansınız pek de yaver gitmiyor. "on beş sene sonra kendini nerede görüyorsun" denildiği vakit üç poşet birayla arabayı deniz kıyısına çekmiş kıllı göbekli ipsiz sapsız bir dayı olma ihtimalim gözlerime vuruyor, bu senaryodan mutlu olduğumu söyleyemem.

neden sevgilin yok

bayramda seyranda, düğünde dernekte korkulu rüyam olmuş sorudur. bir elde çay diğerinde tatlı tabağı sünnetlenirken adına akraba denen magazin kalemşörleri "şşştttt, vağ mı bakam birileri" diyerek soruyu yapıştırır, o vakit ufak ufak uzama zamanı gelmiş demektir. tabi her zaman şanslı da olamayız, gündüz vakti sizi kıstıramayan bir adet enişte içki sofrasında tam da kafanız kıyak yıldızlara doğru uçarken "seneye de kız arkadaşınla gelirsin" diye lafı vurarak sizi o masaya yeniden indirebilir. yetmezse babanız bir köşeye çeker ve "oğlum her şey siyaset değil, dünya meseleleri kadar sevmek de sevilmek de var" diyerek nasihat verir. ne de olsa biz geri zekalı olduğumuz için hiç anlamayız bu işlerden, ya da onlar oğullarının bu yaşına gelip de koluna bir kız takıp "bak bu benim sevgilim" dememiş olmasından asla şüphelenmez, masumiyet had safhadadır.

beni beğeneni ben beğenmem benim beğendiğim ise beni beğenmez

"olum niye hiç sevgilin yok lan" dedikleri zaman sığınılan biricik mazeret.

sevgili 17 yaşımdaki halim

şimdi sen akşamleyin bir başına parkta bir elin sigarada diğer elin efes extra kutusunda ve eğri bir başla kendini avutuyorsun ya? hani beş altı yıl sonraki halini hayal ediyorsun, gelmiş de seni teselli ediyor, her şeyin çok farklı olacağından bahsediyor değil mi? kendini kandırıyorsun olum, bir bok değişmedi, yine yalnızsın, yine saklanıyorsun, üstüne unutamadıkların bir elin parmağını geçti, yaşın da ileri şimdi herkes senden iş ve evlilik bekliyor.

velhasıl kelam boşa nefes tüketme, bu yolda hayır yok çocuğum. bizim köyde denize bakan tepe var bildin mi? biraz daha solda daha da sivri bir uçurum duruyor, bu sefer eline yüzüne bulaştırma ve gerekeni bir an önce yap.

düşün ki o bunu okuyor

bir gün çok mutluydun ve gözlerin parlıyordu, tabi o sıra ben de üçüncü şahsın şiirini keşfetme zorunluluğuna düşüyordum. öncesinde yaşamım boyu hiç olmadığı kadar umutluydum, sonrasında ise ipsiz sapsız gezinip gizemli gizemli yazılar yazacak kadar garip. gerçi o yazıları da senden ziyade anca solcu dayılar içerken okuyor ama buna da şükür.

hal buyken dedim "uzaklaşmak lazım", onu da denedim, hem bir fazla önüme çıktın hem de uzaklaşmaya çabaladıkça domuz gibi fenalık geçirmeye başladım, sonra da saldım gitti lan işte! velhasıl kelam, ikide bir soruyorsun "neyin var" diyerekten, vücuttan kafaya kadar bütün ayarlarımla oynadın olum ben böyle bir savrulma yaşamadım. ama suçlu da değilsin, ve hala çok tatlısın.

ve anladım, benden de bir bok olmaz, sıçacaksak tam sıçalım!

gaylerin sanata çok yatkın olduğu gerçeği

özellikle uzun yıllar kendisini saklamayı bir biçimde becermiş bir gay olduysanız belli başlı yetenekleriniz eşek gibi gelişir. ilk olarak hayatınız tek perde tiyatroya döndüğü için oyunculukta çığır açar üstüne de kişisel yaşamınızda uydurup durduğunuz senaryolar neticesinde fevkalade doğaçlama performansı gösterirsiniz. derdinizi tasanızı anlatma şansınız yok, e nolcak? edebiyata doğru sarabilirsiniz, tabi burada bile "nolur nolmaz" mantığı devreye gireceğinden derdinizi bolca otosansür ve imgesel aktaracağınızdan mütevellit divan edebiyatı şairlerine bağlayabilirsiniz, işin sonunda kazma gibi yazsanız dahi bir ton süslü cümle göze hoş gelebilir. bir de işin bir başka boyutu var, gündelik yaşamda bıçak sırtındasınız ve çok başarılı olma zorunluluğu hissediyorsunuz, bu da sizi sürekli olarak üretmeye yöneltiyor.
  • /
  • 8

yalnızlık

güzel falan değildir. zaten yalnızlık güzelleyen insanların aslında yalnız değil şımarık olduğunu görürsünüz. aksaya aksaya hastaneye gelen tuvalete bile giderken başkasından yardım istemek zorunda kalan sırf sosyalleşmek için acil kuyruğuna giren yaşlıları görünce sikeyim yalnızlığı diyorum. "biri var mı yanınızda teyze" deyince "allah var"ı duyup göğsünüzde bir kütle öylece kalakalıyorsunuz. o allah mesela teyzenin ilaçlarını gidip eczaneden almıyor hastaneden çıkışta en azından koluna girip yoldaş olmuyor.
sevin sevilin gençler insan insana her zaman ihtiyaç duyar. ilk adımı atan siz olun çay ısmarlayın selam verin insanlar dostlar biriktirin. yardıma ihtiyacı olursa koşun. bir doktor olarak bunu çok iyi anladım belki de en iyi anlayan meslek grubundayım, çünkü insanların en çok birine ihtiyaç duyduğu anlara tanıklık ediyorum. yaşlı olmasına da gerek yok aniden ameliyata almamız gereken adamın arayıp eşyalarını getirtecek bir tane eşi dostu yoktu mesela geçen nöbet. baktım gizlice personele para verip evden getirtmek istiyor o halde ben gidip alayım diyor falan. böyle şeyler beni çok üzüyor etkileniyorum. yalnızlığa sokayım.

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

robbie williams - gary barlow: "shame"

lgbti temalı klipler

sigur ros'un seraph adlı şarkısının videosu benim gözümde diğer tüm gay temalı videolardan üstündür. video'nun yönetmenliğini yine bir eşcinsel olan john cameron mitchell yapmıştır. john cameron mitchell shortbus, hedwig and the angry inch ve rabbit hole gibi filmlerin yönetmenidir. aynı zamanda filmde hedwig karakterini de kendisi canlandırmıştır. videonun animasyonlarını dash shaw adlı çok da ünlü olmayan biri yapmıştır. kendisi tumblrdan takip edilesidir, amatör olsa da çok güzel işlere imza atmaktadır.



"it's hard to look at a love you can't understand."

pinkwashing

pinkwashing (pink: pembe, washing: yıkama/yıkanma/boyama) israil’in filistin’de işlediği suçların üstünü örtmek için başvurduğu yöntemlerden biri. ülkeyi batı’ya “gey dostu” ve “ortadoğu’nun en demokratik ülkesi” olarak lanse eden kampanyalar için israil devleti milyonlarca dolar harcıyor; abd ve avrupa’da tel aviv pride’ın reklamları yapılıyor ve turlar düzenleniyor. devamı:

pinkwashing nedir?
https://velvele.net/2021/05/13/pinkwash...

aileye açılmak

insanı özgürleştiren bir şey. benim ailem eski sevgilimin ondan başka kimsem kalmasın diye beni ifşalaması sonucu öğrenmişlerdi. küçük yer tabii herkese yayıldı. şu an koca ailemden sadece annemle, iki open minded kuzenimle ve bir teyzemle bağımız kaldı. onlarla da eskisi gibi değil tabii. hepimiz yeni yeni öğreniyoruz benim kimliğimle barışmayı, yaşamayı.
artık kimse ne zaman evleneceksin baskısı yapmıyor, gariban kızlara umut verip benimle tanıştırmaya çalışmıyor. ben ailemin hastalıklı genetiği bozuk bir bireyiyim. nasıl ki sendromlu bir çocuğu kimse yadırgamazsa, beni de böyle kabul ettiler anlaşılan. düzeltmeye uğraşmıyorum, açıkçası hastalıklı sanılmanın özgürleştirici bir yanı da var, tıpkı deli olmanın olduğu gibi.
sadece anneme fazla yükleniyorlar biliyorum. özellikle baba tarafı onu suçluyordur, en çok buna üzülüyorum. ben babamı değil annemi rol model aldığım için, annemin çocuğu olmayı seçtiğim için... annemin suçlarından biriyim.
bir gün beni doğururken bir suç yumağı doğurmadığını, kendi kanıyla beslediği çocuğunun bir canavar olmadığını anlayacak. sadece zamana ihtiyaç var biliyorum, biraz daha zaman.

şehir hatları

velvele'nin yeni podcast serisi.

sunuş yazısında şöyle demişler:

"velvele’nin 'göçü konuşmak' dosyası için hazırladığımız şehir hatları podcast’inde türkiyeli göçmen lgbti+’ların hikayelerinin peşine düşüyoruz. ülkeden neden ayrıldılar, yeni şehirlerinde neler yaşadılar ve yaşıyorlar, göçmen bir lubunya olarak deneyimledikleri hayatlarında neleri değiştirdi ya da etkiledi gibi sorulara yanıtlar arıyoruz. en önemlisi de türkiye ile ve ülkede sürmekte olan lgbti+ mücadelesiyle ilişkileri nasıl bir seyir izledi, kendilerinden dinliyoruz.

göçü konuşmak dosyamızın sunuş yazısında da belirttiğimiz gibi ülkeden göçmek zorunda kalmış ya da kendine yeni bir hayat kurmuş lgbti+’ların türkiye’deki hak mücadelesinin ne denli bir parçası olduğu, türkiye’de yaşananlara dair ne ölçüde söz söylediğine ilişkin hararetli, zaman zaman da heves kırıcı tartışmalar var. bu tartışmalar yeni önyargıları doğurmaya devam ediyor. bu podcast serisinde hem bu olumsuz ve dışlayıcı algıyı değiştirmeyi arzuluyor hem de diasporadaki lubunyaların hikayelerinin ve mücadelelerinin ülkede sürmekte olan mücadeleden neden ayrı düşünülemeyeceğini anlatmak istiyoruz. ve bunun için sözü gidenlere veriyoruz."

sunuş yazısı ve dinlenebilecek platformlar linkte https://velvele.net/2023/07/09/sehir-ha...

tüm podcast dinlenen platformlardan ulaşabilirsiniz. ilk bölümü dinledim, keyifli ve aslında faideli olmuş. türkiye'den giden lubunyaların hikayelerini duymaya daha çok ihtiyacımız var.

17 eylül 2023 homofobik aile buluşması

bu iğrenç gösteriye alternatif olarak kaos gl canlı olarak büyük hayat buluşması temasıyla youtubeda dört buçuk saatlik geniş katılımlı yayın yaptı.

Toplam entry sayısı: 158

havada asılı kalmak

aklıma jack london'un "ademden önce" kitabında anlattığı bir durumu getirdi. yazar, insan henüz uzun kollarıyla ağaçtan ağaca atlayan bir "maymun"ken, kimi talihsizlerin bir ağaçtan diğer ağaca yetişemeyerek aşağıya düştüğünden bahsediyor, ve bunun sonu ekseriyetle ölüm, sonra devam ediyor, yükseklik korkusu buradan başımıza bela olan bir şey, ve çoğumuz rüyalarımızda dahi düşüyoruz, ancak rüyada bir yükseklikten düşerken tam yere çakılacağınız anda bedeniniz yer ile temas etmeden uyanırsınız, neden o beden yere temas etmez? çünkü bu tecrübe ettiğiniz bir şey değil, etseydiniz zaten çoktan ölmüştünüz.

sözlük yazarlarının depresyon nedenleri

aslında bende olan muhtemelen psikoloji biliminin tanımladığı anlamda "depresyon" değil, öyle olsa işin sonu çok farklı yere çıkar, ama yine de buraya yazıyorum çünkü daha uygun bir başlık bulamadım. ondan buradaki depresyonu halk arasındaki anlamıyla ele alayım.

tarihe bugünden bakanlar geçmişi dönemlere ayırır, ben de bunu kişisel olana indirgeyecek olursam eğer, tüm bu günler geçtiği vakit 15-16 yaşlarımdan bu yana yaşadığım dönemi "uzun depresyon" olarak adlandırmayı tercih edeceğim. aslında tüm mesele kendimi gerçek anlamda kabullenmemle başlıyor, daha doğrusu yönelimimi ve bunun etrafında şekillenen karakterimi. kabullenmek fark etmekle aynı değildir, fark edebilirsiniz ama bunu bastırır ve karanlık dehlizlere savuşturabilirsiniz de, ama kabullenmek acı verici olandır, çünkü siz artık "farklı"sınız. ve en kötüsü kabullenmek ile "kendini sevmek" aynı şey değil maalesef bunları çok birbiriyle iç içe görürüz ki maalesef herkes için öyle değil. ilk 15'den 16 yaşıma doğru gelirken kendimi kabullendim, yani ben olduğum kişiydim ve yaşamım istesem de istemesem de buna bağlı gelişecekti, ama kendimi sevebildim mi noktasında durum değişir çünkü bunu kabullendiğim an ben bir "ucube"ydim. burada işin içine toplumsal yaşamın kendisi girdi tabi, "şimdi ben kendimi bu topluma nasıl kabul ettireceğim?", ya da "beni yadırgayacak bunca kuvvetle nasıl başedeceğim?". sonrasında açıldığım insanlar oldu, hepsinde başımı eğe eğe utana sıkıla konuştum, o en meşhur sorumuz var ya hani "ya yadırgarlarsa?".

ve yıllar yılları kovaladı, bu süreçte sevdim, hem de çılgınca sevdim. aslına bakarsanız nefes aldığım ve alacağım süreç içinde kendim için çok küçük ama toplum için çok büyük isteklerim var, nedir bunlar? yanında mutlu olup dünyamı paylaştığım bir adet sevgili ve huzurlu bir ev! bütün toplumsal yargıları bir köşeye atıp insanı en çıplak haliyle ele aldığınız vakit basit bir istek, ancak işin içine toplumu ve düzenin kendisini koyduğunuz vakit büyük bir hayal, dahası bildiğin ütopya gibi bişey lan! ya da beklentiler o kadar düştü ki artık buna bile inanamayacak hale geliyorum.

bundan böyle yaşım 23, önce ne olduğumu anladım, sonra kendi içimde kabul ettim, ama belki de kendimi hala sevemedim, ve geçen yıllar içinde belki de ömrüm boyunca geçen yıllara dönüp "keşke daha cesur olsaydım" diyerek kendimi yargılayacağım, ve muhtemelen her gece! bunun yanında teşhisi koymak da çözüm yolunda giden önemli bir adımdır ancak yetmez, hareket etmek gerekir, yani yol belli artık görebiliyorum ancak o yolu yürümek fazlasıyla acı verici, üstüne sonu da belli değil ve insanı yaşamadığı korkutur, oysa yaşadığı da pek iç açıcı şeyler değildir, bu durumda insan ne kaybedebilir?

şimdi saadete gelelim... dışarıya karşı bir savaşım var, toplum, düzen, ataerki ya da her ne haltsa işte. ancak dışarıdaki kasırgadan kaçıp sığınacak bir limanım yok, çünkü içeride dışarıdakinden de beter bir savaş var! en kötüsü budur işte, insan başını yastığa koyduğu her gece kendiyle boğuşur ve artık kaçacağı bir yer de yoktur.

sabiha gökçen'de öpüşen heteroseksüel gençlere tepki gösteren kadın

kıssadan hisse

islamcıların "ahlak", "edep", "haya" kelimeleri üzerinden kurdukları anlatıya bir kere prim verirseniz, o prim verdiğiniz şey azınlıklara karşı bir silah olarak başlar, sonra o silah size de füze olarak döner. bir zaman sonra bakarsınız ki "millet-i hakime", kendisinden olmayan herkese diz çöktürmüş yalnız kendi değerlerini egemen kılmıştır.

bazen osmanlı dağılma devri gibi geliyor insana, kimliklere bölünmüş toplum, ama sadece bu kadarı değil, millet-i hakime olan müslimler bir de nasıl ne şekilde doğarsa doğsun resmi ideoloji (ama sadece resmi ideoloji değil, artık bu toplumun bir unsuru da sosyal konumu ne olursa olsun bir suç ortağı) tarafından gayrimüslim konumuna getirilenler (ama onlarda çeşit çeşit, diyorum ya geç dönem osmanlı prototipi). düşünmüyor değilim, bu topraklar hepimizi birden kaldıramayacak, varlığımız sürecekse kavgadan öte gırtlak gırtlağa savaşmamız lazım, ama metafordan daha çok antagonistik bir çatışma bu!

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

kendinizi orta çağ'da bir barda bira tokuşturup dans diye garip hareketler yaparken bulabilirsiniz.

14 yaşında hornet kullanmaya başlamak

bu tür hadiseler cinsellikten toplumsal cinsiyete kadar bir dizi eğitimin özellikle okullarda verilmesi gerektiğini gösteriyor sanırım, özellikle lgbti+ bireyler ergenliğe adım attıkları vakit çevrelerinde sağlıklı bir iletişim bulamayınca kurtlarla dolu bir ormanda bir başına kalır gibi bir duruma evrilebiliyor.

kitap okumak

şimdi buraya kadar epey güzelleme yapılmış bir de işin öte tarafına bakalım, eğer soyadınız koç, sabancı ya da benzeri bir şey değilse bokunu çıkarmak zarar verecektir, yıllardır günde en az 250 sayfa okuyabilen, bir yanda defter diğer yanda kitap günde 8-10 saat mesai yapar gibi oturan bir insanım. yıllar boyu gelinen süreçte antik yunan'da sınıf mücadeleleri üzerine sabaha kadar konuşurum, ama elime iki çivi verseler çakamam, haliyle dışarıda para kazanacak bir işim de yok. kitapları da raflarıyla beraber g.tüme sokarım artık.

liseli eşcinsellere tavsiyeler

kendini iyice keşfettiğin bir çağda özellikle yaşanılan yer dolayısıyla kimliğini saklamak çok yıpratıcı olabiliyor, bu durumda hayat üçgeni oluşturmak lazım. düşünsel olarak da açık bir dostuma, ilerici olduğunu çok iyi bildiğim bir rehberlik öğretmenime ve psikoloğa açılmıştım. doldukça, canım sıkıldıkça birinden biriyle konuşuyordum, en azından insanı rahatlatıyor. kimliğinizi açık ya da yarı açık sürdürme şansınız yoksa eğer bu türlü bir harekette bulunun, psikolojik olarak sizi de rahatlatır.

bunun yanında ben hiç bir zaman cesaret edemedim, ama yapabiliyorsanız ve mevcutta varsa genç lgbti+'ların olduğu bir ortama yanaşın, daha doğrusu örgütlenin. yıllar geçtikçe kayıp giden senelere küfrediyorsunuz.

aileye açılmak

sene 2016, ergenlik gümbür gümbür. yine sinir krizi geçirip farkında olmadan kız kardeşin ödünü bokuna karıştırdığım bir günün sonunda anne beni çekti, anlattım böyle böyle, "çok normal" karşıladı, ya da ben öyle sandım, o ara odamda canan tan'ın eşcinsellik üzerine bir romanı vardı adını hatırlamıyorum, iki gün sonra o roman artık yoktu, baya gestapo gibi yırta yırta imha etmişler, işte efendim ben etkileniyor muşum falan, üstelemedim yemedi. aradan iki sene geçti, ergenlik yine tavan, kafa da güzel çıktım karşılarına "ben topum ulannn, aha buyum" diye sayko gibi konuştum, o ara baba ağlıyordu. ertesi gün baktım ortam çok gergin, "içkiliydim vs" ayağıyla geçiştirdim onların da işine geldi tabi. şimdi yaş oldu 22, iki gün önce kafa güzel yine çıktım babanın karşısına "lan oğlun bu yaşına kadar koluna iki kız takmadı hiç mi şüphelenmedin" diye başladım, adam kalktı "etken misin edilgen misin?" diye sordu amk ona göre oğluna cinsiyet atayacak. şimdi o enteresan diyalog hiç yaşanmamış gibi rol kesiyoruz, her neyse, böyle döngü gibi gidiyor işte. ne ben tam cesaret ediyorum ne onlar tam kabullenebiliyor, ara ara patlamalı, ortaya saykodeli manzaralar çıkartmalı bir ilişki.

sözlük yazarlarının depresyon nedenleri

aslında bende olan muhtemelen psikoloji biliminin tanımladığı anlamda "depresyon" değil, öyle olsa işin sonu çok farklı yere çıkar, ama yine de buraya yazıyorum çünkü daha uygun bir başlık bulamadım. ondan buradaki depresyonu halk arasındaki anlamıyla ele alayım.

tarihe bugünden bakanlar geçmişi dönemlere ayırır, ben de bunu kişisel olana indirgeyecek olursam eğer, tüm bu günler geçtiği vakit 15-16 yaşlarımdan bu yana yaşadığım dönemi "uzun depresyon" olarak adlandırmayı tercih edeceğim. aslında tüm mesele kendimi gerçek anlamda kabullenmemle başlıyor, daha doğrusu yönelimimi ve bunun etrafında şekillenen karakterimi. kabullenmek fark etmekle aynı değildir, fark edebilirsiniz ama bunu bastırır ve karanlık dehlizlere savuşturabilirsiniz de, ama kabullenmek acı verici olandır, çünkü siz artık "farklı"sınız. ve en kötüsü kabullenmek ile "kendini sevmek" aynı şey değil maalesef bunları çok birbiriyle iç içe görürüz ki maalesef herkes için öyle değil. ilk 15'den 16 yaşıma doğru gelirken kendimi kabullendim, yani ben olduğum kişiydim ve yaşamım istesem de istemesem de buna bağlı gelişecekti, ama kendimi sevebildim mi noktasında durum değişir çünkü bunu kabullendiğim an ben bir "ucube"ydim. burada işin içine toplumsal yaşamın kendisi girdi tabi, "şimdi ben kendimi bu topluma nasıl kabul ettireceğim?", ya da "beni yadırgayacak bunca kuvvetle nasıl başedeceğim?". sonrasında açıldığım insanlar oldu, hepsinde başımı eğe eğe utana sıkıla konuştum, o en meşhur sorumuz var ya hani "ya yadırgarlarsa?".

ve yıllar yılları kovaladı, bu süreçte sevdim, hem de çılgınca sevdim. aslına bakarsanız nefes aldığım ve alacağım süreç içinde kendim için çok küçük ama toplum için çok büyük isteklerim var, nedir bunlar? yanında mutlu olup dünyamı paylaştığım bir adet sevgili ve huzurlu bir ev! bütün toplumsal yargıları bir köşeye atıp insanı en çıplak haliyle ele aldığınız vakit basit bir istek, ancak işin içine toplumu ve düzenin kendisini koyduğunuz vakit büyük bir hayal, dahası bildiğin ütopya gibi bişey lan! ya da beklentiler o kadar düştü ki artık buna bile inanamayacak hale geliyorum.

bundan böyle yaşım 23, önce ne olduğumu anladım, sonra kendi içimde kabul ettim, ama belki de kendimi hala sevemedim, ve geçen yıllar içinde belki de ömrüm boyunca geçen yıllara dönüp "keşke daha cesur olsaydım" diyerek kendimi yargılayacağım, ve muhtemelen her gece! bunun yanında teşhisi koymak da çözüm yolunda giden önemli bir adımdır ancak yetmez, hareket etmek gerekir, yani yol belli artık görebiliyorum ancak o yolu yürümek fazlasıyla acı verici, üstüne sonu da belli değil ve insanı yaşamadığı korkutur, oysa yaşadığı da pek iç açıcı şeyler değildir, bu durumda insan ne kaybedebilir?

şimdi saadete gelelim... dışarıya karşı bir savaşım var, toplum, düzen, ataerki ya da her ne haltsa işte. ancak dışarıdaki kasırgadan kaçıp sığınacak bir limanım yok, çünkü içeride dışarıdakinden de beter bir savaş var! en kötüsü budur işte, insan başını yastığa koyduğu her gece kendiyle boğuşur ve artık kaçacağı bir yer de yoktur.

aşık olmak

güzeldir güzeldir de, bizim mahalleye doğru geldikçe pek yaramıyor sanki, hemen sapıtıyoruz efendim.

en son birine bi tutuldum, yalan yok ilk iki ay polyanna gibi geziyorum, çiçek böcek derken kampüsü güneşi keşfettim bir anda, cengizin moğol süvarisi gibi dolaşan allah'ın yabanisi oldu size frankafon beyefendi! hani böyle kafamda hayali insanlar var ben onlara hayatın yaşamaya değer olduğunu, önemli olanın iyiye güzele doğru kanat çırpmak olduğunu falan anlatıyorum, tedx konuşmacısı gibi nutuk çekiyorum amk.
sonra tabi "hayallerle yaşayanı gerçeklerle sikerler" cümlesi yeryüzündeki en hakkaniyetli cümle olduğunu kanıtlıyor, bir bakıyoruz herif hetero, taktı koluna sevgiliyi geziyor. iki aylık çiçek böcek faslı bıraktı yerini dört aylık komaya, uyku düzeni falan hak getire, panjurdan azıcık ışık girsin vampir gibi tıslayabilirim. tutmadı yani boş yere bi de samimi olduk daha da nah koparım burdan.

velhasıl kelam bir döngüdür gidiyor, üç beş sene sonra da peş peşe eskilerden düğün davetiyeleri alırız, onu da atlattık mı havada karada ölüm yok.

ayı sözlük yazarlarının yattığı erkek sayısı

game of thrones gece nöbeti... gerçi aseksüel eğilimi yüksek herifim çok da dert ettiğim şey değildir, ama bazen insan düşünüyor incel femcel gibi saçma sapan hesaplar çıktı piyasaya, elemanlar hayvan gibi para kazanıyor ulan kur bu tarz bi lgbti+ temalı hesap sen de yolunu bul amk! tabi toplum içerisinde genel sığırlaşmaya hizmet edeceksin ama o çok övdükleri piyasanın mantığı da bu değil midir? neyse biz yine de efendi efendi takılalım efenim.

kısa bir ek: olum kafam güzelken maytap geçiyordum hemen eksilemeyin lan!

pinkwashing

haklar ve özgürlükler de bugün pazarlama stratejisi olabilir, çünkü dünyada öyle "sekülerler" ile "köktendinciler" arası bir fantastik kavga verilmiyor, çelişkiler ve bunlardan doğan çatışmalar daha farklı.

mesela batı devletleri ne kadar özgürlükçü ve demokrat olduklarının propagandasını 45 sonrası dönemden beri yapmıştır (bir ölçüde olması kaydıyla öyledirler de), bugün ise medyaya bolca trans, gay ya da lezbiyen hava kuvvetleri personeli servis edilir. hikayenin diğer yanında ise afganistan'da taliban'ı kimlerin besleyip büyüttüğünü soracak olursanız cevap gelmez. peki o seküler suriye'de öso, el nusra, hatta kuruluş dönemlerinde işid kimlerden destek almıştır? bu cihatçı örgütler ilerlerken şam'ı ve golan tepelerini kimler bombalamıştır? türkiye'den devam edelim, madımak katilleri yurt dışına çıktıktan sonra onlara oturum iznini hangi ülke verdi ve şu an çoğu nerelerde yaşıyor? bugün o islamcı olan ortadoğu'da çok da uzak olmayan bir geçmişte gayet seküler bir birikim de yaşandı, peki coğrafyanın içinden geçen o müslüman kardeşleri yani ihvan çetesini kimler himaye etti ve kimlere karşı kullandı? bu soruları istediğimiz kadar uzatabiliriz.

o yüzden açıkça bir taraf seçilecekse bu makyajlamaya göre olmaz, ilk önce sorulması gereken şudur: bugün "özgürlük" ile "medeniyet" pazarlayan kuvvet o ilkeleri size layık görüyor mu? bulunduğunuz coğrafyada kimlere kucak açtığına bakarak anlarsınız, "ama efendim hamas" falan diyecek olursanız yine bir soru gelir: uzun bir dönem filistin mücadelesi fhkc, fkö ve el-fetih gibi gayet seküler unsurlarca temsil edilirken hamasın dünkü çocuktan bir anda gürbüz bir delikanlıya dönüşmesinde kimlerin etkisi olmuştur?

düşünün işte, düşündükçe gerisi çorap söküğü gibi gelir, aksi halde o trans pilotlar ortadoğu'yu bombalarken kimseyi queer mi değil mi diye ayırt etmiyor, sonra padişaha kızıp rum çeteciye sığınmak gibi olmasın halimiz.

israil'in gazze'yi vurması

on gündür yaşananları sağır sultan duydu, ilk üç dört günde yaşanan kafa karışıklığı da "radikal" ergenler hariç herkeste üç aşağı beş yukarı durulmuştur, o yüzden meseleden ziyade işin söylem ve ideoloji düzeyine dikkat çekmek lazım.

bu tür olaylar olduğunda genellikle devletler kötü kalpli teröristleri öldürdüğünü ve bunun aslında oradaki sivil halka da yarayacağını söylerler, ancak ilk günlerde netanyahu doğrudan sivil yerleşimlerin bombalandığı görüntüleri paylaştı, iktidardaki sağcı likud partisinin bir vekili ise bununla tatmin olmamış gibi görünüyor, arkadaş direk atom bombası atılması gerektiğinden bahsediyordu. sonra kabinedeki görevini hatırlamadığım bir bakan "karşılarında insana benzeyen hayvanların olduğunu ve ona göre davranacaklarını" söyledi, sorun şuradaki burada bahsedilen "insansı hayvanlar" hamas militanları değil, bunu derken tüm filistin halkını kastediyordu. sonra da buna göre davrandılar.

yine de israil güçleri bir noktadan sonra geri adım atmak zorunda kalacak, çünkü bu katliamlar sonucu baştaki algı tersine döndü, israil gazze'yi vururken başta bunun meşruluğundan bahseden batıdaki siyasiler oradaki kamuoyu baskısıyla daha "ılımlı" söylemler kullanmaya başladılar. ancak daha bir kaç hafta önce kanada parlamentosunda eski bir nazi subayı "özgürlük savaşçısı" olarak alkışlanmıştı, bir buçuk sene önce başlayan rus-ukrayna savaşında ise azov üzerinden neo-nazi cihadının nasıl desteklendiğini zaten biliyoruz. doğrusu demokrasinin beşiğinde söylem ve hareketler ııı.reichs ayarına doğru kayıyor, ama bunun için illa bildiğimiz führer görünümünde olan sincap gibi bir herife ihtiyaç yok, yeni nazilerimiz gayet güler yüzlü hatta yer yer rishi sunak gibi elemanlardan çıkacak. başka türlü çıkar yolları da yok zaten, bir tarafta kriz büyüyor diğer yanda kurumlar eski gücünü yitiriyor ve yeni bir "kavimler göçü" durmadan sürüyor, o mazideki "old but gold" günler bitti yani, devir canavarların devri.

peki biz ne yapacaz?

doğrusu lafa gelince batıyla aşık atmaya kalkan cihatçı yaratıkların canı cehenneme, bugün vuruşurlar yarın makul bir anlaşmayla satmayacakları şey yoktur, kaldı ki bunlar eski dostlardır, bir dövüşür bir barışırlar hatta başları sıkışınca batının koynuna da sokulmasını gayet iyi bilirler. bizler ise bu coğrafyanın çifte yalnızlarıyız, bir yanda kellemize talip islamcı barbarlar var, diğer taraftakilerin bahsettiği özgürlük ise o beyaz adamın özgürlüğü, bu topraklarda iç savaş finanse edilirken kimse ölenler ilerici mi gerici mi, islamcı mı seküler mi diye ayırt etmiyor yani.

kısaca islamcıyla çatışırken neo nazinin boynuna enişte diye sarılmayacağız, mümkünse kendi göbek bağımızı kendimiz keseceğiz. kolay mı? valla işimiz çok zor, ama adam akıllı tarihe bakanlar kolay diye bir şey olmadığını biliyor.

önemli bir ek: altta güzel güzel yazı girip "şımarık" diye yaftayı basan sonra da silen kardeşim, gel hele gel, vallaha bak anlaşamayacağımız bir şey yok :)