marsmüridi

Durum: 158 - 0 - 0 - 0 - 28.01.2024 01:21

Puan: 2536 - Sözlük Kezbanı

1 yıl önce kayıt oldu. 13.Nesil Yazar.

0
  • /
  • 8

yeşil sol parti

ödp'den tasfiye edilen ufuk uras grubunun yeşiller ve sol gelecek partisi adıyla kurduğu partidir, aynı zamanda kuruluşunda behice boran'ın 2.tip'inden kalma kadrolar da etkin olmuştur, sonraki süreçte ise "yeşil sol parti" adını almış hdp'nin kuruluşundan bu yana bileşeni olarak faaliyet göstermiştir.

son süreçte ise hdp'nin kapatılma ihtimali gündeme gelince oradan yeşil sol parti'ye üye kaydırma yoluyla partinin seçim yeterliliği alması sağlanmıştır. görünene bakılırsa hdp'liler ve bileşenleri bu partinin ismiyle seçime katılacak.

uykusuzluk

en az dört senedir değişmeyen rutin, haftada beş gün uyuyan bir canlıyım. kalan iki gün de karambole gidiyor, o iki güne de ekseriyetle paranoya, bir anda çılgınlar gibi gülümseyen arkadan da asık suratla süren saatler eşlik ediyor.

antalya

içinde kaldığımızdan sövsek de saysak da ayrı düşer düşmez özlediğimiz şehirdir. tabi temmuz ve ağustos hariç. kışları ise ayrı güzel denebilir, hem ekstrem soğuğu yoktur hem de kimi lokasyonlarda portakal ve turunç kokan sokaklar sizi karşılar. merkezden ayrı olarak sahil kenarında insanların ölmeye geldiği şirin ilçeler de mevcuttur.

aileye açılmak

sene 2016, ergenlik gümbür gümbür. yine sinir krizi geçirip farkında olmadan kız kardeşin ödünü bokuna karıştırdığım bir günün sonunda anne beni çekti, anlattım böyle böyle, "çok normal" karşıladı, ya da ben öyle sandım, o ara odamda canan tan'ın eşcinsellik üzerine bir romanı vardı adını hatırlamıyorum, iki gün sonra o roman artık yoktu, baya gestapo gibi yırta yırta imha etmişler, işte efendim ben etkileniyor muşum falan, üstelemedim yemedi. aradan iki sene geçti, ergenlik yine tavan, kafa da güzel çıktım karşılarına "ben topum ulannn, aha buyum" diye sayko gibi konuştum, o ara baba ağlıyordu. ertesi gün baktım ortam çok gergin, "içkiliydim vs" ayağıyla geçiştirdim onların da işine geldi tabi. şimdi yaş oldu 22, iki gün önce kafa güzel yine çıktım babanın karşısına "lan oğlun bu yaşına kadar koluna iki kız takmadı hiç mi şüphelenmedin" diye başladım, adam kalktı "etken misin edilgen misin?" diye sordu amk ona göre oğluna cinsiyet atayacak. şimdi o enteresan diyalog hiç yaşanmamış gibi rol kesiyoruz, her neyse, böyle döngü gibi gidiyor işte. ne ben tam cesaret ediyorum ne onlar tam kabullenebiliyor, ara ara patlamalı, ortaya saykodeli manzaralar çıkartmalı bir ilişki.

kitap okumak

şimdi buraya kadar epey güzelleme yapılmış bir de işin öte tarafına bakalım, eğer soyadınız koç, sabancı ya da benzeri bir şey değilse bokunu çıkarmak zarar verecektir, yıllardır günde en az 250 sayfa okuyabilen, bir yanda defter diğer yanda kitap günde 8-10 saat mesai yapar gibi oturan bir insanım. yıllar boyu gelinen süreçte antik yunan'da sınıf mücadeleleri üzerine sabaha kadar konuşurum, ama elime iki çivi verseler çakamam, haliyle dışarıda para kazanacak bir işim de yok. kitapları da raflarıyla beraber g.tüme sokarım artık.

platonik aşk

hoşa giden bedenin içindeki ruha olmadık anlamlar yükletir, artık karşınızdaki suret boş bir kap gibidir ve siz hoşunuza giden tüm nitelikleri, duyguları ve karakteri o kabın içine doldurursunuz, sevdiğiniz kişi o kişi değil arkadaşlar yol yakınken dönün. gerçi demesi kolay, iki sene önce bu konuda "mantıklı" bir yazı döşemişken sonraki iki seneyi aynı duyguyla piç etmeyi başarmış adamım, tanrı, yüce tin ya da her ne haltsa işte o hepimize kolaylık versin.

facebook'ta isminin başına tc koymak

ha bir de chp'de öne çıkan isim de emine ülker tarhan. öyle bir dönem yani, şimdi bakınca bu ülkede cidden ulusalcı bir rüzgar esmiş. benim durduğum siyasi hat bu tayfayı yine eleştirirdi falan ama kimsenin hakkını yemeyelim, şimdilerde pıtrak gibi çoğalan yamtarlara göre kaliteliydi ve daha bi insana benziyordu bunlar, en azından oturup tartışabiliyorduk.

facebook'ta isminin başına tc koymak

sene 2012, tgb istiklal'de eylem yapıyor, ayaklı aydınlık bayisi gibi gezen ulusalcı teyzeler ve sözcü okuyan dayılar dört bir yanı sarmış, herkes "metin feyzioğlu başbakan olsun" diyor, iyisiyle kötüsüyle öyle bir dönem işte.

ahtapot

salatası birayla harika gider, gelgelelim önceleri kısa süreli çalıştığım bir restorantta ahtapotun haşlandığı tencereyi yıkama gibi bir talihsizlik yaşadım, tanrı sevdiği kuluna yaşatmasın...

benim hala umudum var

lise yıllarımda kafam güzelleştikçe dinlediğim şarkıdır, vaziyet beter ama umut diriydi, daha sonraları umut da motivasyon da geriye doğru çekildi. şimdi ise? sanırım bu ülkede bir şeyler değişecek, çok zor olacak ama bu sefer olacak gibi, haliyle ben de değişeceğim, ondandır ki bugünlerde benim için daha da dinlenesi bir parça.

ayı sözlük yazarlarının hayat fonunda çalan şarkılar

5 mart 2023 bursaspor amedspor maçı

bu maçta gördüğümüz sahneler karşımızdaki düşmanın islamcılardan ibaret olmadığını da gösteriyor. "seküler" sıfatıyla sağın ucuna yerleşen ve militanlaşma tehlikesi barındıran akımlar mevcuttur, gerçek anlamda demokratik ve özgür bir türkiye'den bahsedeceksek eğer bunu arzulayan kuvvetlerin hepsini birden bastıracağı bir aşamaya gelmesi gerekiyor, o da sosyal medya mecralarında yakınarak gerçekleşmiyor.

gelecekteki sevgiliye not

olum içimde iki gram insanlık kaldı o da uçup gitmeden çık gel lan, bak vallaha terminatöre dönmek üzereyim amk aloooo, nerdeysen çık gel lan!

bir de gelirken sabır çekerek gel, karşında psikolojik vaka duruyor.

aşık olmak

güzeldir güzeldir de, bizim mahalleye doğru geldikçe pek yaramıyor sanki, hemen sapıtıyoruz efendim.

en son birine bi tutuldum, yalan yok ilk iki ay polyanna gibi geziyorum, çiçek böcek derken kampüsü güneşi keşfettim bir anda, cengizin moğol süvarisi gibi dolaşan allah'ın yabanisi oldu size frankafon beyefendi! hani böyle kafamda hayali insanlar var ben onlara hayatın yaşamaya değer olduğunu, önemli olanın iyiye güzele doğru kanat çırpmak olduğunu falan anlatıyorum, tedx konuşmacısı gibi nutuk çekiyorum amk.
sonra tabi "hayallerle yaşayanı gerçeklerle sikerler" cümlesi yeryüzündeki en hakkaniyetli cümle olduğunu kanıtlıyor, bir bakıyoruz herif hetero, taktı koluna sevgiliyi geziyor. iki aylık çiçek böcek faslı bıraktı yerini dört aylık komaya, uyku düzeni falan hak getire, panjurdan azıcık ışık girsin vampir gibi tıslayabilirim. tutmadı yani boş yere bi de samimi olduk daha da nah koparım burdan.

velhasıl kelam bir döngüdür gidiyor, üç beş sene sonra da peş peşe eskilerden düğün davetiyeleri alırız, onu da atlattık mı havada karada ölüm yok.

en yakındaki kitabın 45. sayfasının 5. satırı

"...yeniden üreterek fıkıh temelli bir ideoloji ortaya koymuş oluyordu: reaya sulta-..."

siyasal düşüncelerin toplumsal tarihi ıı (ateş uslu)

ekşi sözlüğün erişime engellenmesi

sosyal medyada ekşi sözlük hakkında kimi yanlışlarına değinen ifadeler dolaşıyor, ancak bunun sırası değil, maalesef ekşi sözlük sarı öküz olabilir, seçime doğru gidildiğinde ise twitter'dan instagram'a hatta whatsapp'a kadar bizi bir dizi kısıtlama bekliyor, bütün muhalefeti sosyal medyadan ibaret olan çevreler de oturup düşünsünler bir zahmet, orası bütünüyle devletin avuç içinde duruyor şu an.

köy çeşmesi

kimi köylerde belli saatlerde ev kadınlarının, belli saatlerde gençlerin, belli bir saatten sonra ise sevgililerin buluşma noktası olagelmiştir. meydan ve camiyle birlikte köylerin kamusal mekanıdır.

14 yaşında hornet kullanmaya başlamak

bu tür hadiseler cinsellikten toplumsal cinsiyete kadar bir dizi eğitimin özellikle okullarda verilmesi gerektiğini gösteriyor sanırım, özellikle lgbti+ bireyler ergenliğe adım attıkları vakit çevrelerinde sağlıklı bir iletişim bulamayınca kurtlarla dolu bir ormanda bir başına kalır gibi bir duruma evrilebiliyor.

homojen dergi

anladığım kadarıyla pandemi sırasında bütün işleyiş durdurulmuş. bir daha diriltilmesi veya da benzer bir çabaya girilmesi durumunda her türlü katkıyı yapmak istediğim dergidir. hoş, şu vakte kadar bilimum ufak dergi+sitelerde heteroseksüel ayağına yazıp çizdik, bir kere de kendi temamızın altında derdimizi meramımızı olduğumuz gibi paylaşalım.

bir stres atma yöntemi olarak alışveriş

can sıkkın, kafada kırk tane tilki dönüyor, hiç uyumamışım, yorulduğum günün sonunda ise soluğu baba kardeş ve ben olarak metroda almıştık. tabi başlarda düşündüm ki içim açılır, rahatlarım, hoş ve durgun bir müzik eşliğinde bir akşamlık da olsa kendimi bir b.k sanarım vs vs... elde sepet gezdiğim anda ise rahatlamak bir yana aklıma çılgınlar gibi sevdiğim kişi geldi, aynı evde yaşıyoruz, beraber alışveriş yapıyoruz tabi benim gözler jery gören tom gibi şarap reyonunu kesiyor o da diyor bi dur artık amk! ertesinde ise olanaksızlıklar tablosu kafama dank ediyor, baba ve kardeş alışverişe devam ederken ben de otoparkta pala dayılar gibi çökmüş sigara yakıyorum.

hikayedeki arkadaş şu aralar hayalini kurduğum şeyi başkasıyla yaşıyor, ben de geçen metrodan aldığım kalamar+mezelerle sofra kurdum, uygunda bir beyaz şarap, o vakit gerçekten stres attığımı söyleyebilirim.
  • /
  • 8

yalnızlık

güzel falan değildir. zaten yalnızlık güzelleyen insanların aslında yalnız değil şımarık olduğunu görürsünüz. aksaya aksaya hastaneye gelen tuvalete bile giderken başkasından yardım istemek zorunda kalan sırf sosyalleşmek için acil kuyruğuna giren yaşlıları görünce sikeyim yalnızlığı diyorum. "biri var mı yanınızda teyze" deyince "allah var"ı duyup göğsünüzde bir kütle öylece kalakalıyorsunuz. o allah mesela teyzenin ilaçlarını gidip eczaneden almıyor hastaneden çıkışta en azından koluna girip yoldaş olmuyor.
sevin sevilin gençler insan insana her zaman ihtiyaç duyar. ilk adımı atan siz olun çay ısmarlayın selam verin insanlar dostlar biriktirin. yardıma ihtiyacı olursa koşun. bir doktor olarak bunu çok iyi anladım belki de en iyi anlayan meslek grubundayım, çünkü insanların en çok birine ihtiyaç duyduğu anlara tanıklık ediyorum. yaşlı olmasına da gerek yok aniden ameliyata almamız gereken adamın arayıp eşyalarını getirtecek bir tane eşi dostu yoktu mesela geçen nöbet. baktım gizlice personele para verip evden getirtmek istiyor o halde ben gidip alayım diyor falan. böyle şeyler beni çok üzüyor etkileniyorum. yalnızlığa sokayım.

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

robbie williams - gary barlow: "shame"

lgbti temalı klipler

sigur ros'un seraph adlı şarkısının videosu benim gözümde diğer tüm gay temalı videolardan üstündür. video'nun yönetmenliğini yine bir eşcinsel olan john cameron mitchell yapmıştır. john cameron mitchell shortbus, hedwig and the angry inch ve rabbit hole gibi filmlerin yönetmenidir. aynı zamanda filmde hedwig karakterini de kendisi canlandırmıştır. videonun animasyonlarını dash shaw adlı çok da ünlü olmayan biri yapmıştır. kendisi tumblrdan takip edilesidir, amatör olsa da çok güzel işlere imza atmaktadır.



"it's hard to look at a love you can't understand."

pinkwashing

pinkwashing (pink: pembe, washing: yıkama/yıkanma/boyama) israil’in filistin’de işlediği suçların üstünü örtmek için başvurduğu yöntemlerden biri. ülkeyi batı’ya “gey dostu” ve “ortadoğu’nun en demokratik ülkesi” olarak lanse eden kampanyalar için israil devleti milyonlarca dolar harcıyor; abd ve avrupa’da tel aviv pride’ın reklamları yapılıyor ve turlar düzenleniyor. devamı:

pinkwashing nedir?
https://velvele.net/2021/05/13/pinkwash...

aileye açılmak

insanı özgürleştiren bir şey. benim ailem eski sevgilimin ondan başka kimsem kalmasın diye beni ifşalaması sonucu öğrenmişlerdi. küçük yer tabii herkese yayıldı. şu an koca ailemden sadece annemle, iki open minded kuzenimle ve bir teyzemle bağımız kaldı. onlarla da eskisi gibi değil tabii. hepimiz yeni yeni öğreniyoruz benim kimliğimle barışmayı, yaşamayı.
artık kimse ne zaman evleneceksin baskısı yapmıyor, gariban kızlara umut verip benimle tanıştırmaya çalışmıyor. ben ailemin hastalıklı genetiği bozuk bir bireyiyim. nasıl ki sendromlu bir çocuğu kimse yadırgamazsa, beni de böyle kabul ettiler anlaşılan. düzeltmeye uğraşmıyorum, açıkçası hastalıklı sanılmanın özgürleştirici bir yanı da var, tıpkı deli olmanın olduğu gibi.
sadece anneme fazla yükleniyorlar biliyorum. özellikle baba tarafı onu suçluyordur, en çok buna üzülüyorum. ben babamı değil annemi rol model aldığım için, annemin çocuğu olmayı seçtiğim için... annemin suçlarından biriyim.
bir gün beni doğururken bir suç yumağı doğurmadığını, kendi kanıyla beslediği çocuğunun bir canavar olmadığını anlayacak. sadece zamana ihtiyaç var biliyorum, biraz daha zaman.

şehir hatları

velvele'nin yeni podcast serisi.

sunuş yazısında şöyle demişler:

"velvele’nin 'göçü konuşmak' dosyası için hazırladığımız şehir hatları podcast’inde türkiyeli göçmen lgbti+’ların hikayelerinin peşine düşüyoruz. ülkeden neden ayrıldılar, yeni şehirlerinde neler yaşadılar ve yaşıyorlar, göçmen bir lubunya olarak deneyimledikleri hayatlarında neleri değiştirdi ya da etkiledi gibi sorulara yanıtlar arıyoruz. en önemlisi de türkiye ile ve ülkede sürmekte olan lgbti+ mücadelesiyle ilişkileri nasıl bir seyir izledi, kendilerinden dinliyoruz.

göçü konuşmak dosyamızın sunuş yazısında da belirttiğimiz gibi ülkeden göçmek zorunda kalmış ya da kendine yeni bir hayat kurmuş lgbti+’ların türkiye’deki hak mücadelesinin ne denli bir parçası olduğu, türkiye’de yaşananlara dair ne ölçüde söz söylediğine ilişkin hararetli, zaman zaman da heves kırıcı tartışmalar var. bu tartışmalar yeni önyargıları doğurmaya devam ediyor. bu podcast serisinde hem bu olumsuz ve dışlayıcı algıyı değiştirmeyi arzuluyor hem de diasporadaki lubunyaların hikayelerinin ve mücadelelerinin ülkede sürmekte olan mücadeleden neden ayrı düşünülemeyeceğini anlatmak istiyoruz. ve bunun için sözü gidenlere veriyoruz."

sunuş yazısı ve dinlenebilecek platformlar linkte https://velvele.net/2023/07/09/sehir-ha...

tüm podcast dinlenen platformlardan ulaşabilirsiniz. ilk bölümü dinledim, keyifli ve aslında faideli olmuş. türkiye'den giden lubunyaların hikayelerini duymaya daha çok ihtiyacımız var.

17 eylül 2023 homofobik aile buluşması

bu iğrenç gösteriye alternatif olarak kaos gl canlı olarak büyük hayat buluşması temasıyla youtubeda dört buçuk saatlik geniş katılımlı yayın yaptı.

Toplam entry sayısı: 158

havada asılı kalmak

aklıma jack london'un "ademden önce" kitabında anlattığı bir durumu getirdi. yazar, insan henüz uzun kollarıyla ağaçtan ağaca atlayan bir "maymun"ken, kimi talihsizlerin bir ağaçtan diğer ağaca yetişemeyerek aşağıya düştüğünden bahsediyor, ve bunun sonu ekseriyetle ölüm, sonra devam ediyor, yükseklik korkusu buradan başımıza bela olan bir şey, ve çoğumuz rüyalarımızda dahi düşüyoruz, ancak rüyada bir yükseklikten düşerken tam yere çakılacağınız anda bedeniniz yer ile temas etmeden uyanırsınız, neden o beden yere temas etmez? çünkü bu tecrübe ettiğiniz bir şey değil, etseydiniz zaten çoktan ölmüştünüz.

sabiha gökçen'de öpüşen heteroseksüel gençlere tepki gösteren kadın

kıssadan hisse

islamcıların "ahlak", "edep", "haya" kelimeleri üzerinden kurdukları anlatıya bir kere prim verirseniz, o prim verdiğiniz şey azınlıklara karşı bir silah olarak başlar, sonra o silah size de füze olarak döner. bir zaman sonra bakarsınız ki "millet-i hakime", kendisinden olmayan herkese diz çöktürmüş yalnız kendi değerlerini egemen kılmıştır.

bazen osmanlı dağılma devri gibi geliyor insana, kimliklere bölünmüş toplum, ama sadece bu kadarı değil, millet-i hakime olan müslimler bir de nasıl ne şekilde doğarsa doğsun resmi ideoloji (ama sadece resmi ideoloji değil, artık bu toplumun bir unsuru da sosyal konumu ne olursa olsun bir suç ortağı) tarafından gayrimüslim konumuna getirilenler (ama onlarda çeşit çeşit, diyorum ya geç dönem osmanlı prototipi). düşünmüyor değilim, bu topraklar hepimizi birden kaldıramayacak, varlığımız sürecekse kavgadan öte gırtlak gırtlağa savaşmamız lazım, ama metafordan daha çok antagonistik bir çatışma bu!

sözlük yazarlarının depresyon nedenleri

aslında bende olan muhtemelen psikoloji biliminin tanımladığı anlamda "depresyon" değil, öyle olsa işin sonu çok farklı yere çıkar, ama yine de buraya yazıyorum çünkü daha uygun bir başlık bulamadım. ondan buradaki depresyonu halk arasındaki anlamıyla ele alayım.

tarihe bugünden bakanlar geçmişi dönemlere ayırır, ben de bunu kişisel olana indirgeyecek olursam eğer, tüm bu günler geçtiği vakit 15-16 yaşlarımdan bu yana yaşadığım dönemi "uzun depresyon" olarak adlandırmayı tercih edeceğim. aslında tüm mesele kendimi gerçek anlamda kabullenmemle başlıyor, daha doğrusu yönelimimi ve bunun etrafında şekillenen karakterimi. kabullenmek fark etmekle aynı değildir, fark edebilirsiniz ama bunu bastırır ve karanlık dehlizlere savuşturabilirsiniz de, ama kabullenmek acı verici olandır, çünkü siz artık "farklı"sınız. ve en kötüsü kabullenmek ile "kendini sevmek" aynı şey değil maalesef bunları çok birbiriyle iç içe görürüz ki maalesef herkes için öyle değil. ilk 15'den 16 yaşıma doğru gelirken kendimi kabullendim, yani ben olduğum kişiydim ve yaşamım istesem de istemesem de buna bağlı gelişecekti, ama kendimi sevebildim mi noktasında durum değişir çünkü bunu kabullendiğim an ben bir "ucube"ydim. burada işin içine toplumsal yaşamın kendisi girdi tabi, "şimdi ben kendimi bu topluma nasıl kabul ettireceğim?", ya da "beni yadırgayacak bunca kuvvetle nasıl başedeceğim?". sonrasında açıldığım insanlar oldu, hepsinde başımı eğe eğe utana sıkıla konuştum, o en meşhur sorumuz var ya hani "ya yadırgarlarsa?".

ve yıllar yılları kovaladı, bu süreçte sevdim, hem de çılgınca sevdim. aslına bakarsanız nefes aldığım ve alacağım süreç içinde kendim için çok küçük ama toplum için çok büyük isteklerim var, nedir bunlar? yanında mutlu olup dünyamı paylaştığım bir adet sevgili ve huzurlu bir ev! bütün toplumsal yargıları bir köşeye atıp insanı en çıplak haliyle ele aldığınız vakit basit bir istek, ancak işin içine toplumu ve düzenin kendisini koyduğunuz vakit büyük bir hayal, dahası bildiğin ütopya gibi bişey lan! ya da beklentiler o kadar düştü ki artık buna bile inanamayacak hale geliyorum.

bundan böyle yaşım 23, önce ne olduğumu anladım, sonra kendi içimde kabul ettim, ama belki de kendimi hala sevemedim, ve geçen yıllar içinde belki de ömrüm boyunca geçen yıllara dönüp "keşke daha cesur olsaydım" diyerek kendimi yargılayacağım, ve muhtemelen her gece! bunun yanında teşhisi koymak da çözüm yolunda giden önemli bir adımdır ancak yetmez, hareket etmek gerekir, yani yol belli artık görebiliyorum ancak o yolu yürümek fazlasıyla acı verici, üstüne sonu da belli değil ve insanı yaşamadığı korkutur, oysa yaşadığı da pek iç açıcı şeyler değildir, bu durumda insan ne kaybedebilir?

şimdi saadete gelelim... dışarıya karşı bir savaşım var, toplum, düzen, ataerki ya da her ne haltsa işte. ancak dışarıdaki kasırgadan kaçıp sığınacak bir limanım yok, çünkü içeride dışarıdakinden de beter bir savaş var! en kötüsü budur işte, insan başını yastığa koyduğu her gece kendiyle boğuşur ve artık kaçacağı bir yer de yoktur.

çanakkale

bayramiç'in dağ köylerinin birinde bir başıma oturmaktan horasan erenlerine döndüğüm memleket. sen yıllarca geyikli-kumkale arasında sahillerde gez, yazlıkçı gibi takıl, günün birinde "dede toprağı" diyerek kodumun dağına evi yapsınlar, ekonomik özgürlük de olmadığından kafeste muhabbet kuşu gibi takıl! güneşli bir yaz günü daha aşağıdaki sahilin tadına varamadan dedenizin çocukluk arkadaşlarıyla bir kahvede bakışmıyorsanız anlayamazsınız ey sözlük.

ve son olarak boğazın dibine kadar gelip karşıya geçmek, olmadı sahile yakın bir ovada mesken edinmek yerine dağın dibine yerleşen atalara selam olsun, yörüğün dağdan aldığı hazzı ben sevdiğimden alamadım amk.

yeşil sol parti

ödp'den tasfiye edilen ufuk uras grubunun yeşiller ve sol gelecek partisi adıyla kurduğu partidir, aynı zamanda kuruluşunda behice boran'ın 2.tip'inden kalma kadrolar da etkin olmuştur, sonraki süreçte ise "yeşil sol parti" adını almış hdp'nin kuruluşundan bu yana bileşeni olarak faaliyet göstermiştir.

son süreçte ise hdp'nin kapatılma ihtimali gündeme gelince oradan yeşil sol parti'ye üye kaydırma yoluyla partinin seçim yeterliliği alması sağlanmıştır. görünene bakılırsa hdp'liler ve bileşenleri bu partinin ismiyle seçime katılacak.

kitap okumak

şimdi buraya kadar epey güzelleme yapılmış bir de işin öte tarafına bakalım, eğer soyadınız koç, sabancı ya da benzeri bir şey değilse bokunu çıkarmak zarar verecektir, yıllardır günde en az 250 sayfa okuyabilen, bir yanda defter diğer yanda kitap günde 8-10 saat mesai yapar gibi oturan bir insanım. yıllar boyu gelinen süreçte antik yunan'da sınıf mücadeleleri üzerine sabaha kadar konuşurum, ama elime iki çivi verseler çakamam, haliyle dışarıda para kazanacak bir işim de yok. kitapları da raflarıyla beraber g.tüme sokarım artık.

liseli eşcinsellere tavsiyeler

kendini iyice keşfettiğin bir çağda özellikle yaşanılan yer dolayısıyla kimliğini saklamak çok yıpratıcı olabiliyor, bu durumda hayat üçgeni oluşturmak lazım. düşünsel olarak da açık bir dostuma, ilerici olduğunu çok iyi bildiğim bir rehberlik öğretmenime ve psikoloğa açılmıştım. doldukça, canım sıkıldıkça birinden biriyle konuşuyordum, en azından insanı rahatlatıyor. kimliğinizi açık ya da yarı açık sürdürme şansınız yoksa eğer bu türlü bir harekette bulunun, psikolojik olarak sizi de rahatlatır.

bunun yanında ben hiç bir zaman cesaret edemedim, ama yapabiliyorsanız ve mevcutta varsa genç lgbti+'ların olduğu bir ortama yanaşın, daha doğrusu örgütlenin. yıllar geçtikçe kayıp giden senelere küfrediyorsunuz.

aşık olmak

güzeldir güzeldir de, bizim mahalleye doğru geldikçe pek yaramıyor sanki, hemen sapıtıyoruz efendim.

en son birine bi tutuldum, yalan yok ilk iki ay polyanna gibi geziyorum, çiçek böcek derken kampüsü güneşi keşfettim bir anda, cengizin moğol süvarisi gibi dolaşan allah'ın yabanisi oldu size frankafon beyefendi! hani böyle kafamda hayali insanlar var ben onlara hayatın yaşamaya değer olduğunu, önemli olanın iyiye güzele doğru kanat çırpmak olduğunu falan anlatıyorum, tedx konuşmacısı gibi nutuk çekiyorum amk.
sonra tabi "hayallerle yaşayanı gerçeklerle sikerler" cümlesi yeryüzündeki en hakkaniyetli cümle olduğunu kanıtlıyor, bir bakıyoruz herif hetero, taktı koluna sevgiliyi geziyor. iki aylık çiçek böcek faslı bıraktı yerini dört aylık komaya, uyku düzeni falan hak getire, panjurdan azıcık ışık girsin vampir gibi tıslayabilirim. tutmadı yani boş yere bi de samimi olduk daha da nah koparım burdan.

velhasıl kelam bir döngüdür gidiyor, üç beş sene sonra da peş peşe eskilerden düğün davetiyeleri alırız, onu da atlattık mı havada karada ölüm yok.

aileye açılmak

sene 2016, ergenlik gümbür gümbür. yine sinir krizi geçirip farkında olmadan kız kardeşin ödünü bokuna karıştırdığım bir günün sonunda anne beni çekti, anlattım böyle böyle, "çok normal" karşıladı, ya da ben öyle sandım, o ara odamda canan tan'ın eşcinsellik üzerine bir romanı vardı adını hatırlamıyorum, iki gün sonra o roman artık yoktu, baya gestapo gibi yırta yırta imha etmişler, işte efendim ben etkileniyor muşum falan, üstelemedim yemedi. aradan iki sene geçti, ergenlik yine tavan, kafa da güzel çıktım karşılarına "ben topum ulannn, aha buyum" diye sayko gibi konuştum, o ara baba ağlıyordu. ertesi gün baktım ortam çok gergin, "içkiliydim vs" ayağıyla geçiştirdim onların da işine geldi tabi. şimdi yaş oldu 22, iki gün önce kafa güzel yine çıktım babanın karşısına "lan oğlun bu yaşına kadar koluna iki kız takmadı hiç mi şüphelenmedin" diye başladım, adam kalktı "etken misin edilgen misin?" diye sordu amk ona göre oğluna cinsiyet atayacak. şimdi o enteresan diyalog hiç yaşanmamış gibi rol kesiyoruz, her neyse, böyle döngü gibi gidiyor işte. ne ben tam cesaret ediyorum ne onlar tam kabullenebiliyor, ara ara patlamalı, ortaya saykodeli manzaralar çıkartmalı bir ilişki.

sözlük yazarlarının depresyon nedenleri

aslında bende olan muhtemelen psikoloji biliminin tanımladığı anlamda "depresyon" değil, öyle olsa işin sonu çok farklı yere çıkar, ama yine de buraya yazıyorum çünkü daha uygun bir başlık bulamadım. ondan buradaki depresyonu halk arasındaki anlamıyla ele alayım.

tarihe bugünden bakanlar geçmişi dönemlere ayırır, ben de bunu kişisel olana indirgeyecek olursam eğer, tüm bu günler geçtiği vakit 15-16 yaşlarımdan bu yana yaşadığım dönemi "uzun depresyon" olarak adlandırmayı tercih edeceğim. aslında tüm mesele kendimi gerçek anlamda kabullenmemle başlıyor, daha doğrusu yönelimimi ve bunun etrafında şekillenen karakterimi. kabullenmek fark etmekle aynı değildir, fark edebilirsiniz ama bunu bastırır ve karanlık dehlizlere savuşturabilirsiniz de, ama kabullenmek acı verici olandır, çünkü siz artık "farklı"sınız. ve en kötüsü kabullenmek ile "kendini sevmek" aynı şey değil maalesef bunları çok birbiriyle iç içe görürüz ki maalesef herkes için öyle değil. ilk 15'den 16 yaşıma doğru gelirken kendimi kabullendim, yani ben olduğum kişiydim ve yaşamım istesem de istemesem de buna bağlı gelişecekti, ama kendimi sevebildim mi noktasında durum değişir çünkü bunu kabullendiğim an ben bir "ucube"ydim. burada işin içine toplumsal yaşamın kendisi girdi tabi, "şimdi ben kendimi bu topluma nasıl kabul ettireceğim?", ya da "beni yadırgayacak bunca kuvvetle nasıl başedeceğim?". sonrasında açıldığım insanlar oldu, hepsinde başımı eğe eğe utana sıkıla konuştum, o en meşhur sorumuz var ya hani "ya yadırgarlarsa?".

ve yıllar yılları kovaladı, bu süreçte sevdim, hem de çılgınca sevdim. aslına bakarsanız nefes aldığım ve alacağım süreç içinde kendim için çok küçük ama toplum için çok büyük isteklerim var, nedir bunlar? yanında mutlu olup dünyamı paylaştığım bir adet sevgili ve huzurlu bir ev! bütün toplumsal yargıları bir köşeye atıp insanı en çıplak haliyle ele aldığınız vakit basit bir istek, ancak işin içine toplumu ve düzenin kendisini koyduğunuz vakit büyük bir hayal, dahası bildiğin ütopya gibi bişey lan! ya da beklentiler o kadar düştü ki artık buna bile inanamayacak hale geliyorum.

bundan böyle yaşım 23, önce ne olduğumu anladım, sonra kendi içimde kabul ettim, ama belki de kendimi hala sevemedim, ve geçen yıllar içinde belki de ömrüm boyunca geçen yıllara dönüp "keşke daha cesur olsaydım" diyerek kendimi yargılayacağım, ve muhtemelen her gece! bunun yanında teşhisi koymak da çözüm yolunda giden önemli bir adımdır ancak yetmez, hareket etmek gerekir, yani yol belli artık görebiliyorum ancak o yolu yürümek fazlasıyla acı verici, üstüne sonu da belli değil ve insanı yaşamadığı korkutur, oysa yaşadığı da pek iç açıcı şeyler değildir, bu durumda insan ne kaybedebilir?

şimdi saadete gelelim... dışarıya karşı bir savaşım var, toplum, düzen, ataerki ya da her ne haltsa işte. ancak dışarıdaki kasırgadan kaçıp sığınacak bir limanım yok, çünkü içeride dışarıdakinden de beter bir savaş var! en kötüsü budur işte, insan başını yastığa koyduğu her gece kendiyle boğuşur ve artık kaçacağı bir yer de yoktur.

ayı sözlük yazarlarının yattığı erkek sayısı

game of thrones gece nöbeti... gerçi aseksüel eğilimi yüksek herifim çok da dert ettiğim şey değildir, ama bazen insan düşünüyor incel femcel gibi saçma sapan hesaplar çıktı piyasaya, elemanlar hayvan gibi para kazanıyor ulan kur bu tarz bi lgbti+ temalı hesap sen de yolunu bul amk! tabi toplum içerisinde genel sığırlaşmaya hizmet edeceksin ama o çok övdükleri piyasanın mantığı da bu değil midir? neyse biz yine de efendi efendi takılalım efenim.

kısa bir ek: olum kafam güzelken maytap geçiyordum hemen eksilemeyin lan!

pinkwashing

haklar ve özgürlükler de bugün pazarlama stratejisi olabilir, çünkü dünyada öyle "sekülerler" ile "köktendinciler" arası bir fantastik kavga verilmiyor, çelişkiler ve bunlardan doğan çatışmalar daha farklı.

mesela batı devletleri ne kadar özgürlükçü ve demokrat olduklarının propagandasını 45 sonrası dönemden beri yapmıştır (bir ölçüde olması kaydıyla öyledirler de), bugün ise medyaya bolca trans, gay ya da lezbiyen hava kuvvetleri personeli servis edilir. hikayenin diğer yanında ise afganistan'da taliban'ı kimlerin besleyip büyüttüğünü soracak olursanız cevap gelmez. peki o seküler suriye'de öso, el nusra, hatta kuruluş dönemlerinde işid kimlerden destek almıştır? bu cihatçı örgütler ilerlerken şam'ı ve golan tepelerini kimler bombalamıştır? türkiye'den devam edelim, madımak katilleri yurt dışına çıktıktan sonra onlara oturum iznini hangi ülke verdi ve şu an çoğu nerelerde yaşıyor? bugün o islamcı olan ortadoğu'da çok da uzak olmayan bir geçmişte gayet seküler bir birikim de yaşandı, peki coğrafyanın içinden geçen o müslüman kardeşleri yani ihvan çetesini kimler himaye etti ve kimlere karşı kullandı? bu soruları istediğimiz kadar uzatabiliriz.

o yüzden açıkça bir taraf seçilecekse bu makyajlamaya göre olmaz, ilk önce sorulması gereken şudur: bugün "özgürlük" ile "medeniyet" pazarlayan kuvvet o ilkeleri size layık görüyor mu? bulunduğunuz coğrafyada kimlere kucak açtığına bakarak anlarsınız, "ama efendim hamas" falan diyecek olursanız yine bir soru gelir: uzun bir dönem filistin mücadelesi fhkc, fkö ve el-fetih gibi gayet seküler unsurlarca temsil edilirken hamasın dünkü çocuktan bir anda gürbüz bir delikanlıya dönüşmesinde kimlerin etkisi olmuştur?

düşünün işte, düşündükçe gerisi çorap söküğü gibi gelir, aksi halde o trans pilotlar ortadoğu'yu bombalarken kimseyi queer mi değil mi diye ayırt etmiyor, sonra padişaha kızıp rum çeteciye sığınmak gibi olmasın halimiz.

israil'in gazze'yi vurması

on gündür yaşananları sağır sultan duydu, ilk üç dört günde yaşanan kafa karışıklığı da "radikal" ergenler hariç herkeste üç aşağı beş yukarı durulmuştur, o yüzden meseleden ziyade işin söylem ve ideoloji düzeyine dikkat çekmek lazım.

bu tür olaylar olduğunda genellikle devletler kötü kalpli teröristleri öldürdüğünü ve bunun aslında oradaki sivil halka da yarayacağını söylerler, ancak ilk günlerde netanyahu doğrudan sivil yerleşimlerin bombalandığı görüntüleri paylaştı, iktidardaki sağcı likud partisinin bir vekili ise bununla tatmin olmamış gibi görünüyor, arkadaş direk atom bombası atılması gerektiğinden bahsediyordu. sonra kabinedeki görevini hatırlamadığım bir bakan "karşılarında insana benzeyen hayvanların olduğunu ve ona göre davranacaklarını" söyledi, sorun şuradaki burada bahsedilen "insansı hayvanlar" hamas militanları değil, bunu derken tüm filistin halkını kastediyordu. sonra da buna göre davrandılar.

yine de israil güçleri bir noktadan sonra geri adım atmak zorunda kalacak, çünkü bu katliamlar sonucu baştaki algı tersine döndü, israil gazze'yi vururken başta bunun meşruluğundan bahseden batıdaki siyasiler oradaki kamuoyu baskısıyla daha "ılımlı" söylemler kullanmaya başladılar. ancak daha bir kaç hafta önce kanada parlamentosunda eski bir nazi subayı "özgürlük savaşçısı" olarak alkışlanmıştı, bir buçuk sene önce başlayan rus-ukrayna savaşında ise azov üzerinden neo-nazi cihadının nasıl desteklendiğini zaten biliyoruz. doğrusu demokrasinin beşiğinde söylem ve hareketler ııı.reichs ayarına doğru kayıyor, ama bunun için illa bildiğimiz führer görünümünde olan sincap gibi bir herife ihtiyaç yok, yeni nazilerimiz gayet güler yüzlü hatta yer yer rishi sunak gibi elemanlardan çıkacak. başka türlü çıkar yolları da yok zaten, bir tarafta kriz büyüyor diğer yanda kurumlar eski gücünü yitiriyor ve yeni bir "kavimler göçü" durmadan sürüyor, o mazideki "old but gold" günler bitti yani, devir canavarların devri.

peki biz ne yapacaz?

doğrusu lafa gelince batıyla aşık atmaya kalkan cihatçı yaratıkların canı cehenneme, bugün vuruşurlar yarın makul bir anlaşmayla satmayacakları şey yoktur, kaldı ki bunlar eski dostlardır, bir dövüşür bir barışırlar hatta başları sıkışınca batının koynuna da sokulmasını gayet iyi bilirler. bizler ise bu coğrafyanın çifte yalnızlarıyız, bir yanda kellemize talip islamcı barbarlar var, diğer taraftakilerin bahsettiği özgürlük ise o beyaz adamın özgürlüğü, bu topraklarda iç savaş finanse edilirken kimse ölenler ilerici mi gerici mi, islamcı mı seküler mi diye ayırt etmiyor yani.

kısaca islamcıyla çatışırken neo nazinin boynuna enişte diye sarılmayacağız, mümkünse kendi göbek bağımızı kendimiz keseceğiz. kolay mı? valla işimiz çok zor, ama adam akıllı tarihe bakanlar kolay diye bir şey olmadığını biliyor.

önemli bir ek: altta güzel güzel yazı girip "şımarık" diye yaftayı basan sonra da silen kardeşim, gel hele gel, vallaha bak anlaşamayacağımız bir şey yok :)