ayı sözlük itiraf

  • /
  • 91
dün rakı masasında dertlerimizi meze yapıyorduk yine.
yapıyorduk derken arkadaşlarım yapıyordu doğrusu. herkes çekilen dandik aşk acısı ağlaya ağlaya anlatıyor. dandik diyorum çünkü 1 çift memeye acılarını unutacak insanlar.
anlatıyorlar sözlük, sürekli bir şeyler diyorlar ama duymuyorum. okyanusun dibine çapa atmış gibi boşluğa bakıyorum. o kadar boğluyorum, sıkılıyorum ki anlatamam size.

derdimi anlatamıyorum, nasıl anlatayım ki hepsi kapalı kapılar arasında yaşanmış, yasak elmadan ibaret onlar için yaşadıklarım. içimden sadece siz ne anlarsıniz aşktan demek geçiyor ama yutkunuyorum.
muazzez abacı vurgun çalıyor öyle bir içten söylemişim ki "ulan yorgo derdin mi var sanki keşke senin gibi olsak" diyorlar, gülüyorum "benim derdimde dertsizlik işte" diyip geçiyorum.
çektiğim acının, yaşadıklarımın birazını yaşasalar keşke. keşke beni anlayabilecekleri bir gün olsa.

tanrı varsa şayet neden bu yaşadıklarımı bana reva gördü bilmiyorum. sınavsa şayet neden en zor kağıt bana geldi anlamıyorum. günden güne yok olmak bizimkisi.
sahi yok oluştan kurtuluş var mı?
artık sevginin cinsiyeti olmadığına tamamen inanıyorum sözlük.
hayatımın belki de en büyük itirafını yazacağım. sakladıkça içimde çok fazla yara alan bir durum. alttaki yazara soracaklarım var başlığında sormayı gerek gördüğüm ve cevabını bir türlü alamadığım bir yaşam hikayem aslında.


yaşım o zamanlar daha 6 veyahut 7. rize / çayeli'nin bir köyünde 2 katlı ve göreceli bir müstakil evde oturuyoruz. bizim dışımızda çoğu ailelerin inekleri ve keçileri var. tam olarak hatırlamadığım ama belirginlik olarak varsaydığım öğle ile ikindi vakitleri arasında evden yaklaşık 1 km uzaklıktaki bir evin altında mevcut olan ahırın içindeki inekleri sevmeye gittim ( bu evin sahipleri akrabam oluyor ). güle oynaya içeri girdim ve içerideki orta yaşlı akraba dediğim insana yaklaşarak inekleri sevmek istediğimi belirttim. gözlerimin içine baktı ve biraz bekle beni dedi. adeta dün olmuş gibi hatırlıyordum. eve çıkarken terlikleri ile merdivende çıkarttığı ses aslında çok farklı şeyleri bana anlatmak istiyordu ama anlamadım, anlayamadım. 5 dakika geçmeden elinde çikolatalarla geldi. ben inekleri izlerken birkaç tanesini o anki mutlulukla cebime ve diğer kalanlarıda hızlı bir biçimde ağzıma tıkıştırdım. o esnada " ben şurada tuvaletimi yapacağım sakın arkanı dönme " dedi. tamam amca diyip çikolataların keyfini sürüyordum. içerinin ışığı açıldı ve kapı bir anda o amca tarafından kapatıldı. bel altı çırılçıplak bir halde üzerime doğru geliyordu. korkuyordum ve çaresizdim. elleri ile kafamı tuttuğu anda kitlenip kalmıştım. ağlayamıyor ya da bağıramıyordum. bu benim için büyük bir felaketti. ben ailemin o yaşta yüz karası bir evladı gibiydim... işini görmüştü ve yüzünde koskoca korkunç bir gülümseme vardı. " eğer çikolata istersen dedi, eğer istersen yarın tekrar uğra dedi. " yüzündeki tebessümden ödün vermeden. el kadar çocuğum nasıl karşı koyabilirdim ki? yaşım ilerledi... babamın işi gereği istanbula taşınmak zorunda kaldık. babama libya'dan bir iş teklifi gelmiş ve gerçekten zengin olabileceğimizi düşünmüştü. gitti... babamın gidişinin ardından annem rahatsızlanmıştı ve ev işleri haliyle biz çocuklara kalmıştı. 15 yaşındaydım ve lise sonrası bir fırında tezgaha yardım ediyordum. gecenin bir vakti eve gidip, sabahın en erken saatlerinde kalkıp olan ödevlerimi hazırlıyor ve çalışacağım yerler varsa onlara ağırlık gösteriyordum. liseyi bitirdim. ardından da askerliği. herşeye çok güzel bir kalem çekmiştim. çok sevdiğim bir abime başımdan geçenleri ve asıl kimliğimi anlattım. bir hafta sonra ki gerçekleşecek olan bir sempozyumdan bahsetti. orada açılmamı ve insanlara aslında nasıl zor bir hayat geçirdiğimi anlatmamı istedi. kabul ettim. sempozyum yalova'daydı. sabah erken bir vakitte arabaya atladık ve sempozyumun yolunu tuttuk. kalbim çok hızlı bir şekilde atmakla beraber, gitmemem gerektiğini ve başıma çok daha kötü şeylerin gelebilme olasılığının yüksek olduğunu anlatmaya çalışıyordu. nihayetinde gelmiştik. beynimin az da olsa yoğun düşüncelerden kurtulup rahatlaması gerekiyordu. sempozyumun başlamasına yaklaşık bir saat vardı. oturdum ve 1 saat boyunca yaklaşık 10 sigara içtmiştim. kendime gelmiş ve bana yönelebilecek bütün sorulara karşı ayakta durabilecektim. sahi, en kötü ne sorabilirlerdi ki? onlardan yaşça ufak ve daha masumdum. sempozyum başlamış ve bir kadının sesi ile biyografim anlatılıyordu. yaklaşık 3 dakika süren biyografi sonrası soruları karşılamak için kürsüye davet edildim. sorular ardı arkası kesilmeden geliyordu. sorular o kadar saçma ve o kadar uyduruktu ki cevap verirken bile kahkaha atmak istiyordum. sempozyumun bitmesine hemen hemen 1 saat civarında bir süre kalmıştı. herşey düşündüğümün tam aksine çok daha iyi gidiyordu. ta ki heteroseksüel bir kadının o sorusunu bana yöneltene kadar... " o zaman ki acıyı şu an keyif alarak mı yaptırıyorsun? yoksa o zamanda zevk almış lakin bunu açıklamaktan mı korkmuştun? " dedi. aman allahım! nutkum tutulmuş ağzımı bile açamıyordum. bu nasıl bi soruydu ki o güne beni geri götürdü. o nasıl bi soruydu ki insanlık gözümün önünde bir anda öldü... hiç birşey diyemeden ağlayarak kürsüden ayrıldım... artık kime, neden güvenebileceğimi hiç bilmiyordum.
hayatımın en zor günlerini yaşıyorum sözlük. yarak gibi hissediyorum

sebebi ise annemin ölüyor ve benim hiçbir şey yapamıyor olmam.

daha çocukken kayıt olduğum bu sözlüğe girmez oldum sözlük. yıllardır adam akıllı girmediğim sözlüğe arada bir itirafa birkaç şey yazar içimi döker rahatlarım diyerek girerim ama yazmaya üşenir çıkarım. hiç de ciddi bir şey yazamam, ciddi konuşurum!!! ancak yazarken insan kaybediyor kendini bir yerde. yazsam da beceremiyorum yani. zaten kalmış 3 kişi sözlükte. nerde o eski güllümler? bu sefer harbiden bir şey yazmam gerekti galiba kimseye söylediklerimi. bir şekilde yazmam gerekti.

bundan 2 ay önce 1 yıl uğraşıp bin bir türlü zorluklarla sonunda vize alıp gittiğim brüksel'deydim erasmus için. en çok da annem sevinmişti vizemin sonunda kabul edilmesine en çok da o uğraşmıştı. gidince tabii alışmam zaman aldı çünkü ne evim vardı ne arkadaşım. tam her şey yerine oturdu her şey çok güzel derken birden kuzenim aradı. dedim önemli bir şey değilse sonra konuşalım. çok önemli aç dedi. içimden dedim ki ah be söyleyecek bu sefer lezbiyen olduğunu ovyes. ancak annemin birden bire fenalaştığını ve yoğun bakıma kaldırıldığını, bana söylememe kararı alınmasına rağmen söylemesi gerektiğini düşündüğü için aradığını söyledi. durumunun iyi olmadığını ve kurtulma ihtimalinin düşük olduğunu açık açık söyledi doktor adayı kendisi zaten. inanılmaz şok olmuş bir şekilde toplanıp geri döndüm bolu'ya. annemin 7 tane kız kardeşi vardır. hepsi feryat figan. annemi görene kadar yediremedim de bu durumu zaten. neymiş inanılmaz büyük anevrizması beyin sapına baskı yapıyormuş bu yüzden vücudunu kullanamıyormuş bilinci de açık değilmiş. gördüğüm anda yıkıldım yoğun bakımda. gözlerinin anlamsız bakışı, vucudundaki mor şişikler... bunu hak etmedi ki o. istemeden gözlerine bakamadan ağladım o izin verdikleri 5 dakika boyunca. ama 3 hafta oldu buraya geleli, insan çirkin bir şekilde alışıyor. ya da benim durumum biraz farklı galiba. depersonalizasyon sorunum var bayağı ciddi. bu pozitif bir şekilde patladı ki ayakta duruyorum zaman zaman nasılsa artık. ama benim annem nasıl bu duruma düşebilirdi? koskoca karabeyoğlu kızı güneş nasıl o halde yatabilirdi inanamadım. neler neler atlattı lan o kadın! bypass ameliyatından koşarak çıktı be çok taşaklı kadındır annem! ama her zaman öyle olmuyor işte. beynine bir operasyon da yapamıyorlar daha kötü olur diye. öyle bekleyeceğiz bir ihtimaldir iyi olur diyor doktorlar. ancak belli son kum tanelerinin düşmesini bekliyorlar. ulan en kötüsü de elimden hiçbir şey gelmiyor. istanbul ankara kaç tane doktor dolaştım, hiçbirinde çare yok. nasıl sikko bir durum bu? kendimi suçlu hissedeceğim galiba sonsuza kadar hiçbir şey yapamadığım için. en azından yapmaya çalıştım diyerek içimi rahatlatacağım.

ismi de çok güzel annemin. güneş, sürekli ismini duyuyorum bir yerlerde. hep de duyacağım. hatta güneş dövmesi yaptıracağım her gördüğümde onu hatırlayayım. sanki unutacakmışım gibi. belki muhteşem bir ilişkimiz yoktu. doğruya doğru dünyanın en iyi annesi değildi. onun da psikolojik sorunları vardı ama dünyanın en iyi insanıydı. kimseyi incitmemiş hayatında, yardım isteyenden hiçbir şey esirgememiş. niye böyle bir duruma düştü ki şimdi? aklım hiç almıyor be. yediremiyorum asla. uzun bir süre de yediremeyeceğim ve bu gerçekliği beynim hep bloke edecekmiş gibi geliyor. ancak bu sağlıklı değil.

ha dahası. 100 kişilik aile divanı benim geri dönmemin daha iyi olacağına karar vermişler. galiba döneceğim ben de. burada olmam hiçbir şeyi değiştirmiyor hatta akıl sağlığımı kaybediyorum her geçen gün. en azından anneminde çok istediği gibi giderim derslerimi geçerim, okul hayatıma sıçmamış olurum maybe. gururlandırım onu. birkaç aya iyi olur da kalkar yanıma gelir falan diye düşünüyorum ama nafile. iğrenç iğrenç durumlar. gidiyorum galiba çarşamba. dönüşüm kötü haberle olmaz umarım.

ha dahası da var. 1.5 yıllık ilişkim bok gibi gidiyor. küçük bir problem bu ama şu an. mesafeli ilişki yürümüyor be. neyse siktir et bunu.

en garibi de çok farklı hissediyorum kendimi be sözlük. okumuştum bir yerde babası ölünce büyürmüş insan diye. burada bahsedilen baba rolü babamdan daha çok annemdedir benim için. benim en büyük dayanağım, en güçlü role modelim annem. umarım ölmez de hiç büyümek zorunda kalmam. ölmez de güneşim batmaz hiç. hiç boş, sıradan kalmam. onsuz nafile yaşamam.
sözlüğe dahil olduğumdan beri uyku haram oldu. sabah altıda kalkıp yedi olmadan evden çıkmam lazım. gözümden uyku akıyor ama "şunu da okuyayım, bunu da okuyayım" derken uyku kaçıyor. yarın yine zombi gibi gezerim ortalıkta. bir hafta rapor alıp bütün başlıkları okuyup öyle mi devam etsem hayata?
geçen günlerde arkadaşımla zeytinburnu'nda gezerken arkadaşım beni tavuk pilav satan ayucuğun poposunu keserken yakaladı. gülerek "aklından ne geçtiğini biliyorum" dedi. ananı avradını ne biliyor bu lan diye beş saniyelik bir tırsma anının ardından aslında tavuk pilav yemek istediğimi sandığını anladım. diyet yaptığım için öyle demiş yavrum. aklımdan aslında ne geçtiğini bilse kafayı yerdi herhalde heteroseksüelim benim.
resmen bi herifi yanlışlıkla ankaraya davet ettim ve kalkıp azerbaycandan gelecek . aslında azerbaycanda ne işin var yahu demek istemiştim ama hemen seve seve gelirim felan diye atladı ve bele vaziyete soxam aybalam.
- sonsuz bir sürgünde hissediyorum kendimi. yanımda sevdiğim insanlar -ki çok azlar- olsa bile bu sürgün bitmiyor.

- düşüyorum. en "mutlu" olduğum anlarda bile düşüyorum. bu düşme hissi yakamı hiç bırakmıyor. kurduğum bir dünyam var: karanlık ve dipsiz bir kuyu şimdilik. etrafımda krallarım, kraliçelerim, perilerim ve gölgelerim ve hayaletlerim var. sonsuz bir düşüş içindeyiz.

- gülmeyi pek sevmiyorum. sevdiğim anlar oluyor elbette. ama yukarıda bahsettiğim o "düşme hissi" yüzünden tad alamıyorum. tad alma duyumu kaybettiğimi hissediyorum.

- konuşmak yoruyor beni. o yüzden yazmak daha kolay geliyor bazen. ama ona bile üşeniyorum çoğu zaman. yorgun ve bitkin bir durumdayım.

- üşengeç ve tembel sayılırım. ama bir oblomov değilim elbette.

- hüzün, kekremsi, acı ve zaman en sevdiğim kelimeler arasında...

- korkuyorum. kendimle sesli bir şekilde konuştuğumun ayırdına vardım. düşünsenize: yaşlı bir adam. sol elinde bir baston var ve hava soğuk. sağ elini paltosunun cebine sokmuş ve bir yokuşu çıkıyor. cebindeki bozuk paralar, sigara paketi ve çakmakla oynuyor sağ eli. çocuklar sokakta top koşturuyor. çocuksu bir hüzünle yanlarından geçerken izliyor onları. sonra konuşuyor: "sigara içsem mi? ama şimdi elini çıkar cebinden, sigarayı yak. uzun iş. hem hava soğuk. olsun. sen soğuktan etkilenmezsin. sen mi? hayır, sen. kim demiş? ben soğuğu severim." elini cebinden çıkarıyor ve yakıyor sigarasını...
yan tarafta bir dükkânda iki adam oturmuş iskemlelerde. yaşlı adamı izliyorlar ve duyuyorlar konuşmasını kendiyle. biri, diğerini dürtüklüyor: "adama bak!" diğeri cevap veriyor: "haa. o mu?..."
devamını dinlemiyor yaşlı adam. sigarasından ilk nefesini çekiyor ve burnundan veriyor. bunu hep yapıyor: ilk nefes hep burundan verilir.
yoluna tıngır mıngır devam ediyor...

- özlüyorum. görmediğim yolları ve tatmadığım şehirleri ve dokunmadığım rüzgârları ve tanımadığım insanları özlüyorum.

- ve çok çabuk yoruluyorum.

- ve kelimelerim arada terk ediyor beni.

- işte, yine terk edip gittiler...
bazen çok severek seçtiğim ve yaptığım mesleğimin ağır geldiğini hissediyorum sözlük. deliye vurmak, hayatın her anından, her yaşantıdan mizah çıkarmak ve en kötü görünen şeylerden bile yaşanacak değerli yanlar bulmak benim hayattaki misyonum olarak belirlediğim şeydir ama bazen olmuyor. bireysel ya da çevresel koşulların etkisi ile bazen insan aşırı yoğunlaşır ya bugün sanırım öyle günlerden biri. çocukluk döneminde çocukluk şizofrenisi tanısı almış 29 yaşında bir danışanım ile seansım vardı bugün. annesi hakkında iş yerimdeki çalışanlardan bir kaç şey duymuştum ama kendim görmek istedim. danışanım annesi ile geldiğinde annesinin danışanıma olan tavrı, o bir an önce kurtulmak ister hali, o insan yerine bile koymayışı ve çocuğu hakkında bana yapmış olduğu uyarılar beni dehşete düşürdü. sanki çocuğundan değil, bir eşyadan, objeden, gereksiz bir ayrıntıdan bahsediyordu. biliyorum özel gereksinimli bireylerle yaşamak çok zor. bunun bir yerde farkındayım, o annenin de görev ve sorumluluklarından sıyrılmak isteyişini, bir yerde bezginliğini, birey olarak gereksinimlerini anlıyorum ama danışanımın bunların hepsinden aşırı derecede etkilendiğini bildiği halde buna devam etmesi çok yaralayıcı. seans boyunca danışanım sevilmediğinden, içinde bir acısı olduğundan, değersiz hissettiğinden bahsetti durdu. hiç susturmadım. hiç müdahale etmedim. belki de istediği gibi, bir birey olarak, özgürce ilk defa anlattı, anlattı, anlattı dakikalarca... o an şunu fark ettim o kadar benziyordu ki aslında hayatın karşısındaki itilmişliğimiz ve birilerinin, yedi kat yabancının ya da en yakınlarımız, ailemiz, arkadaşlarımız, eş, dostun izin verdiği kadar kendimiz oluşumuz... bitmesin istedi, bitmesin istedim o seans... keşke anlatsaydık saatlerce, günlerce... hafifleseydik biraz. haykırsak, bağırsak, bir kere daha sizin lütfettiğiniz hayatı değil hakkımız olan hayatı yaşamak istiyoruz diye... keşke...
yeni sevgilim eski sevgilimin yeni sevgilisinin eski sevgilisi çıktı...
facebook'ta rastlantı olarak bulduğum bir adamın fotoğrafıyla growlr hesabı açtım. çok popüler oldum. bugün bir adamla buluşma ayarladım. adam mekana geldi çaresiz gözlerle etrafa baktı garsonlara birşeyler sordu gitti tekrar geldi falan biz de keanu reevesin saskin yuzu ile pis pis gülerek bir yandan da tırsarak adamı izledik. pişman değiliz yine yaparız. *
dipnot: adam benden çok etkilenmiş hala mesaj atıyor yalvarıyor eheh yaşasın kötülük.
itiraf ediyorum sözlük. kendimi aranıza sızmış ajan gibi hissediyorum. belki de yeni olmak bir ortamda böyle bir şey. eşcinsel bir deneyimim olması beni buraya getirdi diye düşünüyorum. hatta düşünmüyorum inanıyorum. batıl bir inanç belki ama insan bazen aklının sınırında karşılaştığı durumlara bir isim vermek istiyor. onun gibi bir şey benimkisi. her neyse itiraf ediyorum ben herhangi bir şey değilim. hayım huya gidiyorum.
dayak yemekten korkuyorum ama; ben sezen aksu yu hiç sevmiyorum, şarkılarından da hiç keyif almıyorum.**
ön edit: bu gerçek bir itiraf olacak.
itiraf ediyorum, ben aslında transsexuelim yani kendimi kadın gibi hissediyorum. ama zaten zor olan hayatımın daha da zorlaşmasını istemiyorum, ayrıca bedenimi o kadar da kötü bulmuyorum. buyüzden sanırım hayatımın sonuna kadar bir erkek olarak yaşayacağım. kılsız olmadığım ve feminen davranmadığım için sesimin ince olması hariç bu belli olmuyor ki zaten belli etmek te istemiyorum. sevişmek istediğim insanlara bunu söylemiyorum genelde çünkü benden soğuyacaklarını düşünüyorum. ama seviştikten sonra söylediğim birkaç kişi oldu ve olumsuz bir tepki vermediler. sonuçta ne kadar kadın gibi hissetsem de şu an bir erkeğim ve tabiki kadınları seven biri yerine erkekleri seven biriyle sevişmem gerekiyor. zaten artık kendimi pasif gay olarak görüyorum.
hamam fantezim var. ankara ve istanbul'dan hamam tavsiyelerini özelden alabilirim. :d
3 gün önce mezuniyetim vardı, ve kepimi havaya değil birinin kafasına fırlatma kararı aldım törende. sonra kime atsam kime atsam diye düşünürken kafama iki tane kep yedim bu arada. sonra bir baktım önümde hiç sevmediğim mutlu bir çift, kız kepini fırlatmış yehuu coşuyor. iyice gerinip kepi kızın kafasına geçirdim. kız ''ağğğh salakmısınız yaa'' dedi arkasına bakıp , tabi benim attığımı bilmiyor benle gözgöze gelince gülümsedi, bende güldüm. sonra bu çok eğlenceli geldi. yanımda da arvellian vardı onun da kepini istedim. ön sırada boş boş duran bir kız vardı zaten 4 sene boş boş durdu bari bi anısı olsun diye arvellian 'ın kepini de onun kafasına fırlattım. kız çığlık attı ve yanındaki kankası da çığlık attı - niye bilmiyorum- işte aldı beni bir gülme buna güldüm 10 dakika işte bu da böyle bir şeyimdi.
korona salgını ile evlere kapandığımız günden beri omar souleyman dinleyip tek başıma odamda halay çekiyorum. zengini yapınca (zumba) spor oluyorda fakirin halayı neden spor olmasın.
ayimiyim neyim acaba ''sayemde evde pineklemekten kurtuldunuz, gözünüz kulağınız sinema gördü'' dedi. <br> yosibear ''en azından bir tarzım var'' açıklamasıyla tüm kıskanç gay bakışlarını üzerine çekti ve ekledi ''göbeğimin popülaritesiyle anılmak istemiyorum''. <br> kardan adam renkli kişiliğinin ipuçlarını yeşil pantolonuyla verdiğini ifade ettiği açıklamasıyla çok konuşulacak. <br> dark bearın yeni yazarların kucağına hoplaması gibi bir gerçekliğin sadece dedikodu olduğunu belirttiği açıklaması sırasında "ne yeni yazarı yahu, sinek avlıyoruz ne yazık ki" dediği öğrenildi. <br> greendayin kısa süre içerisinde hem yiyip hem zayıflama formülünü gay dünyasıyla buluşturabileceği kulislerde çok konuşulan haberlerden biri oldu. <br> naringergedanın ''sözlüğün sadece bilgi birikiminin aktarıldığı, beyin fırtınalarının döndüğü, kültürel ve sanatsal etkinliklerin yaşandığı bir ortam olması ve bunun dışına hiç çıkılmaması ne kadar güzel'' açıklaması ortalığı karıştırdı.
bence kudurmuş alışmıştan beterdir. çünkü alışmış insan görgüsüzlük yapmaz, daha cool davranır. ne yaptığını bilir. ama kudurmuş insanın ne yapacağı belli olmaz ki. ben böyle düşünüyorum yani.
bugün en yakın erkek arkadaşıma gay olduğumu söyledim ve korktuğum gibi bir tepki almadım. "aktif misin pasif misin" sorusu dışında bir öküzlük yapmadı. *
ablamın bilişimci arkadaşları sayesinde bütün yazışmalarımı ip üzerinden tüm veri aktarımlarımı denetlettirerek belgelerle aile meclisinde gay olduğumu kanıtlama gecesiydi sözlük. buna hakkı yoktu, evet özel hayata müdahaleydi ama "artık sen de rahatla biz de ve biz de seni destekliyoruz, yanındayız" demek için bunu yaptığını söyledi. kaldı ki garip olan şuydu annem ve babamın biz zaten biliyorduk sana sorup emin olmak istedik tavrı inanılmaz garip ama bir o kadar rahatlatıcı geldi. bugünden itibaren resmi olarak ailesine açık bir eşcinselim ve çok garip bir his. yılın en uzun gecesiydi hakikaten. çok değişik bir his ilk kez bu evde kendimi kendim gibi hissedip ailemin beni "gerçek" ben olduğum için sahiplendiğini ve sevdiğini anladım.

(bkz: ölüm gibi bir şeydi ama kimse ölmedi)
  • /
  • 91