fatgalcga

Durum: 1905 - 0 - 0 - 0 - 05.10.2016 22:59

Puan: 27558 - Sözlük Kaşarı

12 yıl önce kayıt oldu. 4.Nesil Yazar.

dağlar dağlar.
  • /
  • 96

the kids are all right

annette bening ve julianne moore'u çok sevdiğim halde filmi bir türlü beğenemedim. 2010 oscars'da en iyi film adayıydı ancak ödülü alamadı, hafızam beni yanıltmıyorsa annette bening golden globe aldı filmdeki oyunculuğuyla.

smellycat

çok güzel bir phoebe buffay şarkısı ki yanlış hatırlamıyorsam 3.sezonda da çok harika, arkada siyahi vokallerle çekilmiş bir klibi de bulunmaktadır.

günün sözü

' a moment on the lips, forever on the hips. ' yani diyor ki yerken bir daha düşün.

not defteri

bence en üst seviye sevgili filmidir. yani bunu sizinle izleyebilen ve anlayan birini bulabidiyseniz ona sıkı sıkı sarılın.

gece serinliğinde yapılan şeyler

yürümek. neden bilmiyorum, bügün bebek'ten kabataş'a kadar durmadan yürüdüm. sanırım düşüncelerimle yalnız kalmaya ya da en azından yürürken dinlenen müzikle kafama kulak asmama ihtiyacımı bu güzel serinlik tetikledi

alkol alınan gece yapılmaması gerekenler

2 bardaktan sonra giden arkadaşlarınızla gece çıkmamak. her gece çıkmasında grubun velisi olmaktan, kusanları toplamak, kaybolanları müge anlıymışcasına aramaktan bıktım usandım 22 yaşında. sonra bi de bunun ağlama, seni seviyorum vs gibi hezeyanlarla dönüşü var ki allahım bir gece daha ne kadar yorucu olabilir dedirtir.

nefret

insanın içten içe yiyendir, hele bunu biraz da olsa sindirip kine dönüşünce...insanların hayatta iyi-kötü ne yaparlarsa yapsın karşılığını bulmalarını/sorumluluğunu almaları gerektiğini düşünüyorum. hani bir insandan nefret edebilirsiniz, bu içinizi yiyip bitiriyorsa bir problem ancak bunla yaşayabilirsiniz de, bu belki sizi hep ayağınızdan bağlı tutar ancak kendi görüşüm hayatta bazı insanlar da var ki affedilmeyi,bırakıp gitmeyi o nefreti hak etmiyorlar.

şahan gökbakar

dikkat şahan var! zamanları gerçekten çok iyiydi, hani böyle kendini izlettiriyordu. ne zaman recep ivedik'i yaptı ve hele buna doymadı, devamını getirdi, hani bence orada kendini bitirdi diye düşünüyorum. evet recep ivedik halk tarafından izlenen bir iş, 2 saat boyunca anavrat küfretmekten hoşlanıyorsanız ve ne yazık ki de toplumumuzn büyük bir bölümü de bunu 'gülerek' izlemekte. işin acı yanı, bu kitlenin herhangi bir sosyo-kültürel sınırlaması da yok aam şöyle üzücü bir yanı da var ki, yönetmenin 2 saat boyunca küfrettirdiği karaktere gülüyorsunuz, yönetmenin cebi, o imrendiğiniz 'vay be' dediğiniz hayatı da yine sizin sayenizde doluyor. bu da zaten türkiye'de özellikle de sinema anlamında piyasanın durumunun ne kadar içler acısı olduğunu göstermekte

hafta sonu balkonda yapılan kahvaltı

benim için ideali, büyükada'da ya da böyle sessiz,sakin masmavi denizi, yeşilliği gören ufak ama yeterli bir balkonda, yanınızda sevdiğinizle olandır.

yıllardır da hayal olarak kalması pek de bir üzücü. tek başıma gerçekleştirsem acaba çok mu yalnızlığın dibine vurmuş olurum diye düşündürmüyor değil

ayı sözlük yazarlarından iyi görünme taktikleri

1. kesinlike kendinize uygun, sizi abes göstermeyen bir saç kesimi.

2. kesinlikle ama kesinlikle içi gözüken t-shirt, gömlek vs içine atlet giymeyin, çok ama çok kıro. hani %5 yağ oranlı bir vücudunuz bile olsa, hayır.

3. proporsiyonunuzu bilin. aynada kendinizi inceleyin, ona göre özellikle de jean alırken dikkat edin. zira gövdesi uzun bacak boyu kısa olanların düşük bel giymesi tam bir facia.

4. kusurlarınızı bilin. bilin ki onları zevkli bir şekilde örtmek daha eğlenceli-kolay hala gelsin. örneğin kiloluysanız, v yaka sizi her zaman bir tık daha iyi gösterir, yine slim kesim pantolonlar da öyle.

5. doğru pantolonu bulmak, mr right'ı bulmaya benzer derler, üşenmeyin ve deneyin. özellikle ağ ve popo kısmının sıkması ve ayrıca da içinde iyi gözükmeniz etken faktör.

6. ki en önemlilerinden, kesinlikle ayakkabı. beyaz çorap, bence kesinlikle olmamalı. ayakkabı olarak da şu krem rengi converse/tiger vs furyası artık bir kenara bırakılmalı zira çok 2011. son yıllarda sneaker daha da bir revaçta, kendinize güzel, şık ve rahat bir sneaker alın, bu anlamda nike'ın air max serisi ideal. böylece hem rahat hissedip hem de şık olabilirsiniz.

7. çok kremlenen/bakım yapan biri değilim ama bence duş vs den sonra gözenekleriniz açılmışken en azından bir nemlendirici kullanmaya özen gösterin, cildinizin değerini bilin.

ayı sözlük yazarlarından iyi görünme taktikleri

klişe de olsa ' always dress like you're going to meet your worst enemy', yani her zaman en kötü düşmanına rastlayacakmış gibi giyinin. zira yaşayıp kanıtlandı 3-4 kere, en paspal halimle can düşmanlarımın arasından karışık saçlarım ve 2,5 gün uykusuzluk yüzünden kızaran gözlerle alnım açık başım dik yürümek zorunda kaldım

eğer bu mottoyu beğenmiyorsanız, ' dress everyday like you're going to get murdered in those clothes ' , yani her gün o kıyafetler içerisinde öldürülecekmişsiniz gibi giyiyin ki inanın bu böyle sizi hayata bağlayan, yaşama sevincinizi bir gıdım da olsa tetikleyen bir hareket, kimse çirkin gözüktüğü şeyler içerisinde ölmek istemez bence.

kafası kel kulağı küpeli ve top sakallı erkek

1. amerikan filmlerindeki belalı tipleri aklıma getiriyor, içim bi hoş oluyor.

trouble trouble trouble

2. aklıma action man'in can düşmanı dr x'i hatırlatıyor.

yazarların kendinden geçtiği anlar

biraz materyalist bir insanım, hani dürüst olalım. çok beğendiğim bir sneakerı, bulamayıp günlerce-haftalarca kovalayıp en sonunda bulunca, hele de o en beklenmeyen şubeden vs çıkması ile içimi kocaman bir sevinç kaplıyor, göğsüm kabarıyor. hani böyle legally blonde'da elle staja kabul edildiği zaman, listede adını bulup ilerler ve elini yukarı kaldırarak gözleri dönmüş bir şekilde ' me ! ' yapar ya, işte aynen o.

seri eksi oy veren ezik

daha üye oluşumun 1 ayı bile dolmamışken kendisini çok merak ettiğim, müge anlıymışcasına bulmak istediğim seri eksici

karizmatik erkek isimleri

cem ve özellikle serdar isimleri beni baya ama baya etkilemekte.

reddedilince çemkiren eşcinsel modeli

amsterdam'da bir leather barda, yanımdaki 40küsür türk olduğuma bir türlü inandıramadığım, alkolden yüzü sarkmış fransız amcanın 2 yan sandalyedeki çocukları da katarak üzerimden gerçekleştirdiğidir, zira kendileriyle çok iyi arkadaş olup beraber 2 gün geçirdik...amca ufaktan asılmalarına yüz vermeyince 2 arkadaştan utangaç olanıyla aramızı yapmaya çalıştı sürekli bir babaymışcasına bizi tokuşturmalar(!) ama gel gör ki altta bir hareketlenme olmadı, zira bir ara muhabbet ' ya bizim otele gelmek ister misine' kadar döndü.

allahtan namuslu çocuğum da gitmedim.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

yine böyle kendi kendime depresifleştiğim bir gecede,

angie hart - blue

mutsuz ama neşeli insan

içinizde kopan fırtınaları kimse bilmez. herkes kendi hayatında bitmek bilmeyen anlamsız dramalarıdnan dert yakınırken yanınızda sizin kafanızdan neler geçer neler...

olgun erkeklerden hoşlanan genç erkek

2 entry sonra itiraf ediyorum, dilf gruba girenler, şöyle kendine bakan, 42-43 yaşlarında, hafiten saçları kırlaşmış genç görünümlüler benim de çok hoşuma gitmekte.

ama böyle olgun kapsamında 50+ ise bana babayla alakalı/ait hissetme/etken bir erkek figürü olmama eksikliğinin sonucu gibi gelmekte.

ayı sözlük itiraf

konuşmayı, daha doğrusu anlatmayı seven biriyim. her ne kadar neşeli-dışa dönük gözüksem de tanımadığım insanların yanında ise utangacımdır,neyse. aylar önce çok alakasız bir anda taksim'de 3-4 sene önceden dersaneden bir arkadaşımı gördüm, daha doğrusu o beni buldu, oturduk kahve içtik vs...derken bir arkadaşıyla buluşacağını söyledi, bense gitme taraftarıyken kal, beraber devam ederiz diye rica etti. arkadaşı benim uzaktan sadece ismini duyduğum, böyle şirin, sanki aynı kafadanmış gibi bir arkadaş, tahminene de gay (eğer radarım beni yanıltmıyorsa). zaten kilo sebebiyle öyle kendime güvenim tepelerde olmadığından, out da olmadığımdan bütün akşam sohbet, muhabbet (aynı lise çevresinde insanları tanımakla) ilerledi 3müz baya bir eğlendik. bende ufaktan bi gülücükler,sırıtmalar ama hani neden bilmiyorum böyle bi şeyler olabilir hissi...tabi ne yazık ki benim out olmamamı geçelim, o kadar çok konuştum ki susunca ben bile bir rahatsız oldum, hani içimden 'böyle belki de bi şey olacaksa da olma ihtimali başlamadan bitti.' oldum. hani cidden çocuğun başını öyle bir şişirdim ki olur da onu bir gıdım bile etkileme şansım varsa oda koca çenem sayesinde yok oldu.

ara ara aklıma geliyor bu, çok üzülüyorum.

zaten bunun üzerinden 6-7 ay geçti, zaten öyle bi şey olacağı da varsa bu zamana kadar kontakt kurardı. kendi kendime sarmam üzücü.
  • /
  • 96
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 1905

unbreakable kimmy schmidt

başrolünde the office'ten hatırlanabilecek ellie kemper'ın oynadığı 2015 yapımı komedi dizisi.

konusu ise: kimmy, 15 yaşındayken evinin önünden, kıyamet günü geldiği ve artık kimsenin hayatta kalmadığını iddia eden papaz tarafından kaçırılır ve kendisi gibi 3-4 kadınla bir yer altı sığındağında yaşamaya başlar. tabi bu hapsedilen kadınlar, 1800lü yıllardaki gibi bir hayat sürmeye mahkum kalıp dışarıdaki hayattan mahrum kalırlar. 15 sene sonra fbi tarafından kurtulan bu "köstebek kadınlar"dan olan kimmy, kendisini büyük bir pozitiflikle new york'a atar ve olaylar gelişir.

gerek kimmy ve ne kadar kötü olursa olsun durum her şeye pozitif yaklaşımı, gerek kimmy'nin ev arkadaşı titus'ın mükemmelliği ile epey komik, eğlenceli bir yapım. öyle ki, 13 bölümlük netflix yapımı olmasına rağmen hemen 2.sezon onayını almış bulunmakta. bu kadar iyi bir senaryoda herhalde tina fey'in de olmasının etkisi büyük. ayrıca inanılmaz komik, anında insanın beynine kazınan bir açılış müziği bulunmakta, izlenilesi!

sezon 1 -


sezon 2 -

still alice

julianne moore'a kazandığı oscar'ı sonuna kadar hak ettiğini gösteren, enfes bir drama. alice (moore), columbia üniversitesinde dil bilimi üzerine uzmanlaşmış, bu konuda kaynak sayılan bir kitap yazmış profesördür. bir gün üniversite kampüsünde koşarken kaybolduğunu hisseder. bunun ve birkaç şeyin üzerine doktora giden alice'e erken alzheimer teşhisi konur ve devamında alice ve ailesinin yaşadıklarına tanık oluruz filmde.

--- spoiler ---

julianne moore'u her filminde ayrı bir sevsem de, hep the hours'taki rolünün yeri bende ayrıydı ta ki alice'e kadar. julianne moore'un o güzelliği, hikayenin de epey iyi olmasıyla film boyunca ilginç bir etki doğuruyor insanda-ki alice pek de öyle süslü püslü bir kadın değilken. dahası, linguistik yani hayatı konuşmak üzere olan bir kadının anılarını unutması(alice kendisini anıları ile ifade ediyor) dahası filmin sonunda neredeyse konuşmayı bile unuttuğunu görüyoruz, epey sert bir yerden vuruyor insanı. ayrıca film boyunca alice'in annesi ve kardeşini içeren o anısından izlenen kesitler filmin sonunda beyaz bir ekran ile sonlanarak aslında alice'in film boyunca hep tutuntuğu o anısını da artık unuttuğunu göstererek bir kez daha üzüyor.

ve tabiki o alzheimer derneği'ndeki konuşması, her şeye bedel.



--- spoiler ---

transseksüel

onedio postlarını çaladursun, buzzfeed'in transseksüellere yönelik farkındalık yaratma yolunda çok güzel videoları bulunmaktadır.

bir insana trans olduğunuzu söylediğinizde neler olur? -


açılma süreci -


basmakalıp/ önyargılara ilişkin -

chris hemsworth

sokak ortasında esneme-gerilme yaparken görülmüş kendisi. hayatımda böyle güzel bir esneme hareketi görmedim, pilates lastiğin ebru şallı'n olayım chris!!!

ray stevenson

rome, thor, book of eli gibi birçok yapımda rol alan, gözüme ise dexter'daki duygusal ama belli etmeyen, gay mafya babası isaak sirko olarak giren 64 doğumlu irlanda asıllı ingiliz aktör.

kendisi dünyadaki en üzgün ama bir o kadar da güzel bakışlara sahip beylerden. buna bir de ingiliz aksanını ekleyince kendisi daha da bir çekici hale geliyor. biz türkler'in ''karizma'' dediğimiz şeyin sözlük karşılığı kendisi.











aileye açılmak

twitter'da rastladığım 4 fotoğraflık bir öyküyü, ve siz sevgili sözlükçüler için olduğunca çevirdim. sanırım esasen bir tumblr postu, epey de gülümsetti beni.

bir anne, ev arkadaşıyla beraber yaşayan oğlunun evine yemeğe gider. yemek sırasında, anne oğlunun ev arkadaşının ne kadar yakışıklı olduğunu fark etmiştir. oğlunun cinsel yönelimi hakkında şüpheli olan anne, iyi bir anne olarak doğru zaman gelince oğlunun kendisine açıklayacağını düşündüğünü için sesini çıkartmaz. ancak bu durum kendisini daha da meraklandırır. yemeğin devamında anne, oğlu ve ev arkadaşı arasındaki iletişimi, bakışmalarını izlerken dahası olup-olmadığını düşündü. annesinin bakışlarını hisseden oğlu ''aklından geçenleri biliyorum anne ve içini ferah tut, biz sadece ev arkadaşıyız ve dahası yok.'' der. bir hafta sonra, ev arkadaşı diğerine ''anne buraya geldiğinden beri gümüş servis tabağı/tepsi kayboldu, sence o almış olabilir mi?'' der. bunun üzerine oğul ''onun almadığına eminim ama yine de bi sorayım'' der ve mail atar annesine:

''merhaba anne,

sen aldın demiyorum, sen almadın da diyemiyorum ama durum o ki sen bizim eve yemeğe geldiğinden beri gümüş tepsi kayıp.

sevgiler -oğlun. ''

birkaç gün sonra oğul, annesinden yanıt alır:

''sevgili oğlum,

ev arkadaşınla yatıyorsun demiyorum ama ev arkadaşınla yatmıyorsun da demiyorum. seni sevdiğimi biliyorsun ve durum ne olursa olsun ki seni daha az önemsemem ama eğer ev arkadaşın yatağında yatıyor olsaydı gümüş tepsiyi yastığının altında bulurdu.

ikiniz ne zaman bana yemeğe geliyorsunuz?

sevgiler, annen.''

16 eylül 2014 lady gaga istanbul konseri

güzeldi. muazzam değil ama mükemmeldi. bunun en büyük sebebi de konsere gelen kitlenin hakikaten alakasızlığıydı.

gaga'nın o kusursuz sesi, performansı, içtenliği ve bitmek bilmeyen enerjisi ile şov harikaydı; öyle ki set list'in dışına çıkıp you & i söyleyerek mest etti. bir an olsun eğlenip-eğlenmekten durmadı, durdurmadı. sahaiçindeydim, gitmeden önce diyordum ki ''herhalde tıklım tıkış, herkesin tek vücut olduğu bi şey olur'' ama öyle olmadı, çılgınlar gibi dans ettim. hele de bad romance'e sıra gelince kendimi kaybettim. en öndeki aşırı little monster arkadaşlar dışında öyle her şarkıya eşlik edilmediğini duyunca açıkcası benim bile moralim bozuldu, anca paparazzi, alejandro ve bad romance'te biraz tüm kalabalık da eşlik etti. bad romance zaten başlı başına efsaneydi (harajuku olaylarından hoşlanmasam bile), resmen 6 yıl beklediğime değdi diyebilirim.

sadece müzik değil, her ne kadar bir pazarlama stratejisi de olsa gaga gerçekten bir kez daha neden bu kadar benimsendiğini gösterdi. o iran'lı hayranını sahneye çıkartıp hepimizi kıskançlıktan çatlatırken ona sarılması, born this way söylemeleri... hangi şarkıda hatırlamıyorum ama o yaptığı ''farklı olmaktan korkmayın!'' konuşması ve ''bu gece buradaki gaylerin ellerini kaldırmalarını istiyorum, bu dünyada farklı olmak zordur ve ne olursa olsun tanrı sizi seviyor'' diyerek gönlümü bir kez daha fethetti. hani gerçekten, belki çok banal gelicek ama o an orada hissettiğim o kabul edilme, o huzur hissini, o samimiyeti anlatamam."tonight we celebrate acceptance, tolerance, and love" diyerek pride bayrağını daha da yükseğe kaldırmasını söyledi.

ölmeden önce yapılması gerekenler listesinden bir tanesini daha sildik, bir dahakine en önden bilet alıp gaga'yla karşılıklı dans etmek daha harika olur!

hornet kezbanlarından inciler

''ben vodafone gibi anı yaşatmayı, turkcell gibi hayata bağlatmayı ve avea gibi ohhh be dedirtmesini bilirim...''

doğru insanı beklemek

ilk başta bekleyenlerdendim, daha doğrusu ikinci sınıf bir romantik komedi tadında onun ''gelip'' beni bulmasını falan bekliyordum. ne bileyim insan az-çok hak ettiğini düşünüyor, kimler kimleri buluyor yani. baktım kimsenin geldiği yok, moralman tam gaz düşüşteyim ufak ufak, kendimce atılımlar yaptım ama değil erkeklere, insanlığa olan inancım sıfırın altına düştü. zaten ölsem ilk adımı atacak ya da birilerine yürüyecek biri değilim, kısa sürede doğru dürüst bir şey yaşamadan ilişkilerden falan her şeyden soğudum. hayır zaten insanlar nereden, nasıl tanışıyor da böyle aşık oluyor falan onu da bilmiyorum, ıskarta mı oldum acaba diye düşünmüyor değilim ara sıra.

hayaller :
vs gerçekler:


özetle -

çocukken hayal edilen tanrı şekli

sözlükteki hdp düşmanlığı

birazdan söyleyeceklerim için tahminen (yine) aforoz edileceğim ama çok "renkli" bir sözlük olmamız sebebiyle, konu hakkındaki fikrimi söyleme ihtiyacı duydum buradaki birçok birey gibi.

öncelikle, haftalardır troll diye eleştirdiğiniz yazarlar gibi karşıt demeyeyim ama aynı paydada olmayınca hemen bir şeyin "düşmanlık" diye adlandırılmasını ne bileyim, doğru bulmuyorum. birini kendinize düşman ilan etmeniz için gerçekten bir şeylere kast etmesi ve karşılıklı bir süregelen çekişme, baskı olması gerektiği kanaatindeyim. öyle ki, sözlükteki birçok birey de gayet hdp'yi destekliyor-ki bunda negatif bir şey görmüyorum çünkü herkesin istediği şekilde hareket etme hakkı var, ben kimim ki diğerlerini düzeltme ihtiyacına gireyim daha doğrusu, düzeltme doğru bir kelime değil ama diğerlerine kendi düşüncemi kabul ettirmeye çalışayım? nasıl güzellik göreceli bir kavramsa, iyi-kötü de belirli sınırları olsa da kendi içerisinde yine göreceli bir kavram benim gözümde. sonuçta (sözümona) burası özgür bir ülke, keza bu platform da.

siyasetten hoşlanan birisi değilim çünkü benim için başa kim çıkarsa çıksın aynı güç savaşından, açlık oyunlarından başka bir şey değil. evet, şu anki 12 yıldır süregelen durum gerçekten iyi değil ama keza bundan önce de(çok önce de) öyle belirli bir refah seviyesine ulaşmış bir ülke değildik. neyse, hayatım boyunca ırkçı bir insan olmadım keza kendimi de böyle görmüyorum çünkü ırk, aynı insanın ailesini seçememesi gibi kan yoluyla atanan bir bağdır. bununla ne kadar ilgili olacağınız sizin elinizde (kültürünüzü bilmek vs) olan bir şey. benim nezlimde insan ne olursa olsun insan olsun, karakteri düzgün olsundur.

sırf desteklemediğim için sanılanın aksine hdp'den nefret etmiyorum, ama hoşlandığımı da söyleyemem; bu konuda nötrüm. saygı duyuyorum ama benim değer yargılarıma veyahut doğrularıma oturmuyor, keza diğer hiçbir parti de böyle. böyle düşünmemin de birkaç sebebi var. ilk olarak, ırkın bir insanı saf bir şekilde tanımlayabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. (bilgim dahilinde) eğer osmanlı torunu değilseniz ya da türkmenistan kökenli değilseniz, teknik olarak kimse türk değil. aynı amerika'da italyanı, ispanyolu birçok farklılığın bulunması gibi ülkemizde de kürt,çerkes,macır,boşnak birçok koldan insan var. büyüdüğünüz ülkenin çerçevesinde, türk milletine mensup oluyorsun, ırkına değil-keza amerika'da doğup büyüyen anne-babası türk olan bir türk amerikan olarak adlandırılır mı? bence adlandırılamaz. insanların bu ırkçılık yüzünden dünya'nın her yerinde ne acılar çektiği aşikar, keza ülkemizde de öyle. bunu anlıyorum. benim bu konuda anlamadığım ve anlatamadığım, bir ülke içerisinde, özellikle de ırk ayrımı ile bir ayrıma gidilmesi. birçok devlet, çok uluslu yani a,b,c birçok ırktan insanı barındırıyor. böyle bir oluşumda, herkes kendi kültürü çerçevesinde bir şeyler gerçekleştirmek isterse, o zaman her şeyin çok farklı yönlere gidebileceğini düşünüyorum.

çerkesim, bu kültürle hayli içli dışlı, bilimciyle büyüdüm. benim de annemler yeri gelir evde çerkesce konuşur, paylaşımlar yapılır. benim yaptığım çıkarımla, o zaman haydi çerkes'i de laz'ı da macır'ı da hepimiz bir kendi içimizde içselleşmeye gidelim. türkiye gibi "medeniyetler beşiği" diye anılan ülkede bu kadar farklı insanın olması çok normal bir şey. insanların haklı olarak hakkını arama ihtiyacını anlıyorum ama o zaman iş bir süre sonra yine, daha da beter bir bölünmeye yol açacağı kanaatindeyim. o zaman biz de hakkımızı talep edelim, x'de etsin y'de böyle gider.

yazdıklarım da aksi anlaşabilecek olsa da, gerçekten kendimi turancı, milliyetçi biri olarak görmüyorum. sadece dediğim gibi, türkiye gibi her devlet altında birçok farklı milleti barındırıyor ve bence bu devletin bir kurum olması gereğinden olağan bi yapı.

ikinci olarak, sırf kürt/gay ya da herhangi bir azıklıktasın diye ille de "hdp benim partim hörörörö" dümdüz gitmeni anlamlandıramıyorum. evet, diğer partiler de baktın mı hiçbiri ne benim ne senin tamamen düşüncelerini, ideallerini karşılamıyordur ama zaten işte olay burada ortaya çıkıyor, kendini bir şeye ait hissetme zorunluluğu. evet, vatandaş olarak senin mecliste, ülke yönetiminde söz sahibi olman en doğal hakkın ve kendine-en yakın diyelim-partiyi destekleyerek bunu onlar üzerinden yapıyorsun diyelim, ama gerçekte o adam seni ne kadar temsil ediyor? toplumun geneliyle birlikte senin iraden, senin ideallerin orada ne denli hayata geçiyor? bu zamana kadar hiçbir milletvekilinin toplumun birebir aynası olduğunu göremedim (hatalıysam seve seve öğrenmeye açığım). eğer hdp öncelikli olarak lgbtileri savunsa, gerçekten sözlükteki bu denli yoğunluğu anlayabilir, bizzat destekler ve önlerinde şapkamı çıkartabilirdim ki ancak "halkların, azınlıkların" hakkını savunma adı altında biz yine ikinci, hatta üçüncü plandayız. değil hdp hiçbir parti bence en az önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde(ki kimse bu kadar beklememeli) seni sevdiğin adamla evlendirebilecek, seni anayasada ve hukukta, gerçek hayatta herkesle aynı seviyeye koyacak, öyle erkek arkadaşınla beyaz çitli ev ve 3 çocuk gibi toz pembe hayallerini gerçek kılmayacak. sözde özgürlükler ülkesi amerika'da bile böyle bir kabullenme ortamı yok, avrupa'nın da biraz daha iyi olduğu söylenebilir. o yüzden "hdp'ye oy vermeyen eşcinsel" dışlaması, kötülemesini doğru bulamıyorum.

üçüncü olarak, bunların hepsi bir yana, bir bebek katilini öncü edinen bir oluşumu ben kabul edemem, hayatım boyunca da edebileceğimi sanmıyorum. her ne kadar hakkında çıkan şeylere rağmen demirtaş'ın birçok söylemini, politikacılığını bir yere kadar doğru, beğenilir bulsam da "apo'nun heykelini dikeceğiz"den sonra bende film koptu. evet, barajı geçmelerini, iktidara karşı olmalarını gerçekten takdir ediyorum ama özgürlük kisvesi altında köyleri tarayan, nicelerini katleden, terör örgütünün başıyla ilişik olan bir yapılanmayı ben kabul edemiyorum ne yazık ki. eğer öcalan ile bu bağ olmasa, barış sağlanması yolunda etkisi azalan pkk'ya rağmen hdp'yi gerçekten anlayabilir ve kabul edebilirdim bir yere kadar sözlük. ama edemiyorum. aklıma çocukken o dönen haberler, üst üste kadın cesetleri, kucağında bebeğiyle anne ve duvarda apo, pkk yazıları geliyor. diyeceksiniz ki, kürtler'in canı yanmadı mı? yandı, hem de allah bilir nasıl , hele de şu son birkaç senede, ama cana karşı can alarak özgürlük kazanılmaz, adalet sağlanmaz benim düşüncem. doğru demek bana düşmeyebilir ama en azından makul değil bu olanlar.evet geçmiş geçmişte kaldı, önemli olan geleceğin neler getireceğidir ama benim gözümde geleceği şekillendiren de geçmişteki etkilerin tepkisidir.

eğer bıkmayıp, sonuna kadar okuduysanız ve kendimce bakış açımı bir nebze de olsa anlatabildiysem; düşünceniz ne olursa olsun yine de teşekkürler.

breaking bad

hemen hemen birçok yabancı diziyi izlediğim halde bir turlu isinamadigim ve herkesin bu kadar bayılmasının da biraz abartı olduğunu düşündüğüm dizi...

geçmişe dair silmeye kıyamadığınız fotoğraflar

arkadaşlık anlamında, biriyle gerçekten bitmişse hiç tereddüt etmeden sildiğim, benim için önemsiz olan bir konudur, çünkü o resim artık geçmişte kalmıştır ve her bakışta o zamanları hatırlayıp iç çekmek-hatırlamak bana geçmişe takılmak gibi geliyor. hele de o kişi bu durumda suçlu olan ise.

eğer resimde çok iyi çıktığımı düşünüyorsam resmin kendim olan bölümünü kesip ayırma bencilliğini de yapmışlığım vardır...

slim fit kesim gömlek giyen göbekli erkek

göbeğine rağmen iyi gözükmek için elinden geleni yapan erkektir. kendi beden ölçüsüne göre olduktan sonra slim fit ile olduğundan bir nebze de olsa zayıf gözükebilir kişi(ki 120 kiloyu görmüş ve o zaman bile slim fit giyebilen bir kişi olarak söylüyorum). çiroz ve skinny gömlek içindeki dar gömlek beylerden olmaktansa, en kötü senaryo azıcık göbeğiniz belli olsun daha iyi!

tinder

yaşadığım onca başarısız date sonrası geçen sene bu zamanlar son çare ''bi de burayı deneyeyim'' derken pek de bir şey yaşamayıp; son 3 ayda beni allak bullak eden arkadaşla tanıştığım mecra olmasından da yeri bende ayrı. canımsın tinder. her açtığımda '' it's going down, i'm yelling tindeeeeeer'' diye bağırasım geliyor bir ke$ha'ymışcasına. kendimi ne zannediyorsam.

bu arada algoritmasında mı neyindeyse bi sorun olduğunu düşünüyorum zira %100 masc, saglamtip, gaybro bir errrkek olmama rağmen karşıma bazen kadınlar, hetero hetero abiler falan çıkıyor bir kendimi sorgulamama neden oluyor. gereğinin yapılmasını rica ediyorum yetkililerden.
Henüz takip ettiği biri yok.