her 10 şiirden 5'inde geçen mevsim. abartmış olabilirim ama 'kaç bahar geçti' klişesinden kurtulamayan şair ve şiirin yapıştığı mevsimdir. lanet olsun böyle mevsime.
günümüzdeki ne kadar boktan olsa da yarın ya da dünki farklı olmamıştır, olmayacaktır. insan evladı bir tarafa doğru yönelmeye, yani rüzgarı arkasına alıp gitmeye meyillidir. neyse; mevzu özeleştiri mevzusu. yoksa yandaş olmakta ne var canım! aka ak, boka bok demekte mesele. sen o özeleştiriyi yap yine yandaş olmaya devam et.
bir ara haşlanmış mısır satan yerler vardı. pek sevgili saygılı cumhurbaşkanımız gül'ün de çocuğu bu işe girmişti hatırlarsanız. peki nerde o girişimci genç? peki hani nerede o patlayacak olan bardak mısır sektörü?
elbette patladı da kendi çapında patladı gitti. efendime söyleyeyim bu sözlük trolleri de bunun gibi. ilk zamanlar gayet iyi prim yaptılar, okutturdular da kendilerini ama bir daha yeni bir pucca(gerçi blogdu b), otisabi filan gelmeyecek ve hatta hatırlanmayacaklar bile.
sözüm sana sözlük trolü... görüyorum yazdıklarını. pek sallamıyorlar seni farkındaysan. daha sert ol istersen. ıstırırım filan de, ne dersin?
hani şu mobilden etrafınızdaki tüm eşcinsel arkadaşlara bağlanıyorsunuz ya hah işte ona bu tarz yerlerde bağlanılmaz, girilmez, indirilmez. ben indiririm ve takılırım diyeni alkışlıyorum şu anda. ayrıca bu tür yerlerdeki hetero muhabbeti üst seviyededir ve herkes potansiyel ibnedir. doğal olarak onların ibne dediklerine sizin de ibne demenizi beklerler. biraz saygı deyince de siz de ibne olmuş olursunuz. garip bir döngüdür bu mesela.
her ülkenin aynı bizdeki gibi istanbul'u, yozgat'ı, antalya'sı, diyarbakır'ı vardır. amerika da farklı bir ülke değildir. misal teksas'a gidip petrol zenginlerini, milliyetçiliğin dibini görüp nereye geldim ulan diyebilirsiniz ya da new york'a gidicem diye türklerin kümelendiği new jersey'de kendinizi bulabilirsiniz. hani big apple filan derken bakmışsınız ki benzin istasyonunda yağ dolduruyorsunuz.
ananı niyolay isimli über zeka ürünü parçanın söyleyeni. niye 've' eki var onu da hiç anlamadım. and volkannn gibi bir etki yaratmak mı istediler acaba? bilemiyorum. bahsi geçen şarkıda neden takım elbiselidir? saçları neden öyledir? neden kendisi o dönemki tüm renkli gözlü erkek okuyucular gibi tarkan'a benzemektedir? niye?
bizim vücudumuz var ve aha da bunlar kaslarımız türünden klipleriyle hafızamızda-hafızamda kalmışlardır. kah banyo yaptılar, kah denizden çıktılar; amma velakin hep kaslar ortadaydı. birkaç iyi adam ve kasları olarak hatırlıyorum kendilerini. ayrıca kalpli donları filan da görünüyordu. sanırım böyle bir klibi şimdilerde çekmek sağlam don ister. rakipleri olan kızlardan daha kötü sese ve altyapıya sahiptiler. olsun yine de güzel bir deneyimdi.
akp milletvekili neden olmadı acaba dedirtiyor? saksı yüzünden sanırım. halbuki mitinge filan da katılmıştı. hep saksı ve bol küfürlü çocuk yurdu isyanı yüzünden oldu bunlar. laga luga yapmayayım ama çocuk yurdu dönemleri, dışarıda yaşamış olması filan ciddi saygı sebebimdir. bambaşka bir yerde de olabilirdi bugün.
öyrovizyon parçalarına bakarken kendimi doğuş'un uyan isimli parçasında buldum. sahilde bir doğuş ve takla atıp duruyor. bol ritmli ve taklalı parçanın en olabilir doğuş parçası olmasının yanında gözlere nasıl sürme çekilir dersi vermesi de artılarındandır. adam sağlam takla atıyor; 10 dakikadır izliyorum.
1987 yapımı yavuz turgul filmi. başlığın açılmamış olması beni incitti.
şener şen, sermin hürmeriç, uğur yücel, osman cavcı ve daha niceleri. sağlam bir metin, güzel bir müzik (ve müzikler) ve bir daha tekrarlanamayacak olan müthiş yapım.
son 10 dakikası benim ömrü hayatımı mahvetmiştir. şu film yüzünden aslında hayatımı ben mahvettim diyebilirim.
yıllar sonra y. turgul ile yapılan bir röportaj kitabı okuyordum. sormuşlar muhsin kanadıkırık'ı, nasıl bir karakterdi diye. o da aptal olduğunu söylemiş. zamana ayak uyduramaması, saflığı, değerlerine bağlı kalması vs. turgul için aptallıkmış. nasıl kızmıştım anlatamam. doğru ama turgul gibiler uçar gider muhsin gibiler de yok olmaya mahkumdur.
muhsin bey'in de dediği gibi: hani ben kazanmıştım!
bir phil collins şarkısı. şarkı collins'in filmi buster için yapılmıştı sanırım. klibi de tatlıdır aslında. gerçi onun da çok örneği vardır. klibin yani. google'layın uğraştırmayın.
bunun üzerine çok düşündüm. geleneksel ikili cinsiyet sistemine ait değilim. ve bu benim için sorun değil.
keşke ailem ve bu ülke için de aynı şey söz konusu olsa.
burada pek çok kez saçmaladım. bana katlandınız. teşekkürler.
ancak bu konuda samimiyim. cinselliğim her geçen gün değişiyor.
ve bazen buna yetişmekte zorlanıyorum.
şunu farkettim. ben artık erkek olarak tanımlanmak arzusu taşımıyorum. şimdilik dolaptayım. ama bir gün umarım bu dolaptan çıkarım.
sözün özü, beni anlayacağınızı umuyorum. anlayışınız için hepinize teşekkürler.
ben bugun deneyimledim. yukaridaki yazarin dediği gibi, tost bastik. bence cok güzeldi... keçapli ve rus salatali.
tostumu yedim bekliyorum.
tabiiki de seni.
tostumu yedim bekliyorum.
tabikii de seni...
ay faşist actual yine faşistliğine devam ediyor. esad bum bum gitti ama bu insanların evleri yıkıldı nereye gidecek hiç düşünmedin tabi demi bahçeşehir’deki dublexinden klavye faşistliği yapmak kolay geliyor.
bir kaç eylemde gaz yiyip tutuklandıktan sonra avrupa’ya iltica edip biz geride kalanlara akıl veren bireylerdir. kendi dünya görüşlerine aksi bir şey söylediğinizde fobik ve cis diye sizi ötekileştirirler
uzun zamandır yazmak istediğim başlık. kısmet bugüneymiş. konu erkekler olunca tipim yok. genç-yaşlı-ten rengi-zayıf-şişman-kaslı demeden çoğundan hoşlanıyorum, kısacası bir tipim yok. birlikte oluğum erkeklerin yaşı 17-72 arasında boy 150-210 arasında kilo 50-200 arasında, pasaport 50'den fazla şekline. hayatımın bir kısmını da tam bir slut olarak yaşadığım da bir giz değil. neyse, konu bu değil, gel-git 30lu yaşlarımın sonunda kendimden 20 yaş büyük bir adama aşık oldum, hadi bu yetmedim, herifin evlenme teklifine de salya sümük evet dedim. burada yazacamayacağım kadar özel bir teklifti.
eşime 2016'da montreal'de geçirdiğim kısa 3 günde tanıştığımızda aşık olmadım. kinky yanlarıma iyi geliyordu. neyse. hayatımın en güzel yılı olan 2016'dan sonra en zorlu yıllarından 2017'in geleceğinden hiç haberim yok. rené ben hiç bırakmadı. o zorlu zamanımda hep yanımda oldu. mozambik'te yaşadığım 1.5 yıl boyunca hep bir telefon uzağımdaydı. beni dinledi. neyse gel zaman git zaman kanada'ya geldim yerleştim. covid oldu falan. adam beni yavaş yavaş kendine aşık etti. onun olmadığı bir hayatı, ona sarılıp uyumadığım bir geceyi hayal bile etmek istemiyorum.
ancak bir gerçek var, benden 20 yaş büyük. tip 1 diyabet hastası. 61 yaşında. benimle ne kadar birlikte olacak? neyse ki sağlığı 55 yıldan uzun süredir tip 1 diyabet hastası olan biri için çok iyi olsa da, iç organları 61 değil belki 81 yaşında biri kadar tahribat görmüş. bunlar yadırgayamayacağım gerçekler. onu o kadar çok seviyorum, ona o kadar çok bağımlıyım ki... minicik bir adada, dağ başında yapayalnız yaşıyoruz. şu an ondan başka kimsem yok. en yakınmdaki ablam, arkadaşlarım toronto'da benden 2000 km uzakta. ha bu adaya taşınma fikri tamamen benim, yavaş yavaş kafasına işleyip de ikna ettim. hayatı yavaşlattım. çünkü onunla geçireceğim zaman maalesef sonsuz değil. toronto'nun saçma sapan hayhuyuyla, aptal şehir kaosuyla onunla geçireceğim kısıtlı zamanı katletmek istemedim. cennet parçası bir yere aldım getirdim, kısacası pamuklara sardım.
bu entari istediğim gibi olmadı. kafamda beylik paragraflar kurmuş olsam da, olduğu gibi parmaklarıma geleni yazdım onlar yerine.
özetle. kendinizden büyük bir herifi sevin, beraber olun, ama o herifin, o hiç istemese de bir gün sizi bırakıp gideceği gerçeğine, 50'li yaşlarınızda yalnız kalacağınız gerçeğine kendinizi hazırlayın.
hayat, ilişkiler, sürprizler. kimin ne zaman öleceği hiç belli değil, kiloluyum, bakarsın yarın ben kalp krizi geçirip onu yalnız bıramışım. olur mu olur.
o yüzden eğer seviyorsanız arkanıza bakmayın. öününüze bakın ve o adamla birlikte olun. ama önünüzdeki yılların yaşıtınız biriyle olacağından çok daha kısa olduğunu bilincinde, hayatı her anının dolu dolu yaşayarak onunla birlikte olun.
benim için dolu dolu yaşamak, uzak bir adaya taşınıp doğayla iç içe sessiz bir yaşamı seçmek oldu, siz kendinizin ve onun ne istediğini düşünerek yapın seçimlerinizi.
malumunuz cb seçimi 2'inci tura kaldı. başlığımızı açıp siz değerli yazarlarımızın isabetli yorumlarını alalım derim.
ayrıca bugünün bir özelliği var sayın okuyucular. 28 mayıs 2013, gezi parkı direnişinin başlangıcıdır. şimdi tam 10 yıl sonra bizi bir sınav daha bekliyor. hadi bakalım!
korhan futacı ve kara orkestra'ya yasemin mori eşlik ediyor. seviyorum bu parçayı lakin babayı diyorum. aslında parça da size babayı diyor. kısmet diyoruz. yine buluşuruz.
yine buluşuruz günler geçer
aldıklarımız yeter
yine karmaşık geceler bekler beni
bekler bekler yine varoluş
dimdik yokuş yıldızlar ağlıyor kıyılar boyunca
dalgalarla avunuruz sığmıyor aklıma
çekip alsam seni ıssız rüyalarıma
günlerim sensiz düne düşüyor
yine buluşuruz yine amansız
kor ateşler cepheler bekler
zırhını parlatıyor zaman
delip geçmemi bekler
simsiyah atlar çekiyor arabamı
sapsarı ayçiçek tarlaları mızraklar deliyor
okyanus burada bitiyor
bir zaman sonra not: buluşamazsınız. geçin o işi!
çok zaman sonra: ulan acaba o buluşmayı beklediğiniz bir başkası mı? hadi bakalım.
eskiden hafta sonlarında liselerin ortaokulların kursları vardı. cüzi miktarda ücrete ya da durumu olmayanlara ücretsiz verilirdi bu kurslar.
bendeniz de bu kurslara gitmiştim. o kursların birinde, matematik dersinde başımıza hoş olmayan bir şey geldi. hafta sonu çalışmaktan hoşlanmayan, dolayısıyla hafta sonu tatili yenen matematik hocamız garip bir uygulamaya imza atmıştı. kurs sırasında hoşlanmadığı ya da soruları bilemeyen öğrenci oldu mu defterini çıkarır sözlü notunu basardı.
hafta içi yetmiyormuş gibi bir de hafta sonu eksi notları almaya başlamıştık. bir iki şikayet ile hocamız bu uygulamadan vazgeçti. vazgeçti ama defterine geçtiği notlar aynen kaldı ve dönem sonu notlarımızı etkiledi.
ayı sözlük'te de duyduğumuz kadarıyla burasıyla alakasız bir ortamda yapılan muhabbetler yazarların uçurulmasına, banlanmasına sebebiyet vermekte. çok zor bir dönemden geçtiğimiz aşikar. bu yazar yoğunluğunun yarın öbür gün biteceği sözlüğün bekleme salonunda yeller eseceği günler yakın. şu kısa dönemde kişisel buhran ile yazar banlamak çocukçadır. ayrıca tüm bu olanlara rağmen böyle yerlere fazlaca anlam yüklemek de bana göre çocukluğun dik alasıdır. tarafsızlığımızı bir kez daha sorgulamaya davet etmekle beraber canları sıkılan yazarlarımıza her zaman bir yolun olduğu, yeni bir yolun açılacağını da hatırlatmak isterim. saygılar.
bir entry'de anne olurken diğerinde baba olabiliyor. mutlaka 2 çocuğu var. şimdilik gay gibi göründüğü ve 18 cm alete sahip olduğu da söylenebilir. allah şifa versin. az pide bol su.
2 mart 2016 itibariyle (kıvılcım 1 mart 2016'da atılmıştır aslında) atışmaya başlayan ikili, eğitim sistemi üzerinden ilerliyor şimdilik.
araya troll ve trollük kavramları sokuşturularak kavga çeşitlendiriliyor. miacaba green apple'ı sığ ve gerici olmak ile suçluyor ve özelde atıştıklarını alenen ortaya dökmekle itham ediyor. (modlar göreve de dedi)
green apple'ın karşı atakları beklenmekte.
editler editi: green apple dün kendisine salvo yapmış zaten nickaltından. atanamayan öğretmenlerden kadrolu öğretmenlere kadar geniş bir yelpazee çakmalar olmuş. samimiyetsizlikle miacaba suçlanmış ve aman derdinizi filan anlatmayın oradan size çakar denmiş.
miacaba editi: miacaba tdk şubesi gibi çalışıyor. sağlı sollu noktalı virgüllü yapıştırıyor. güzel türkçemiz mahvolmasın diyor (yazar burada acaba mahfolmasın mı diye de düşünüyor)
sözlük yeniden açıldıktan sonra yazan çok az kişi var. belki de yazma motivasyonunu bulamıyorlar bilemiyorum.
ask olsn'u tanımam etmem. fakat gözüme çarptı seri eksilenmiş. ne bok yedi diye baktım. bir halt yediği de yok. fikir belirtmiş ki bu arkadaş 8 senedir hemen hemen aynı şeyleri yazıyor.
mütedeyyin biri; inanan biriyim demiş bir yazısında. akp'yi övmüş ve bunu geri durmaksızın çeşitli mecraları örnek göstererek yapmış; bu da olabilir beni ilgilendirmez.
benim durduğum yer ile ask olsn'un durduğu yer çok farklı. e mübarekler sizin de öyle muhakkak. ask olsn arkadaşımız seneler önce bu kadar göze batmamışken, sözlük içinde bir renk olup gitmişken bu tahammülsüzlük neden? iktidarın hıncını ask olsn'u eksileyerek mi çıkarıyorsunuz? relax!
sizi anlıyorum ve derhal hollywood filmlerinden uzak durmalısınız diyorum. ayrıca artık ilkokul arkadaşlarınızla bu muhabbetleri yapmayın, coin filan konuşun.
oo belalım gelmiş. yoktun kanka kokumu mu aldın? hoş geldin.
hatrı sayılır online yazar görünüyor orada. acaba off olmayı mı unuttular. kim bilir? eskiden gak deseniz eskiyi basan bir ekip vardı. onlar da yok, özledim cidden. arkadaşlar arada hayat belirtisi gösterin. sex yine yaparsanız, ben yapmayın demiyorum. fakat sözlüğü de canlı tutalım yahu.
1977 yapımı 2. dünya savaşı konulu film. yönetmeni richard attenborough ( kardeşi david attenborough).
market garden operasyonunu konu alan film yıldızlar geçididir. james caan, michael caine, sean connery, elliott gould, anthony hopkins, gene hackman, laurence olivier, ryan o'neal, robert redford filan allah ne verdiyse filmdedir.
evet dedem de militarist filandı. eksileyin.
eksileyenler köprüye uzak olanlar. hasetlenmeyin be kardeşim.
youtube'daki önerilen videolarda ido çıktı karşıma. 20-25 cm'den kendisine bakıyorum. 4 küsur milyon kişi izlemiş. bu 4 milyonun en az 500 - 1 milyon arası tekrara girmiştir. diyorum kendi kendime 'ulan toplu ölüm olması lazım şimdiye kadar. olsa duyardık yani'. 4 küsur milyon artı 1 ben mi olayım derken kendimi serdar ortaç'ta buluyorum. bunun izleyen sayısı beni daha ürkütüyor. dna'mdaki yapı taşları lise 2 fen bilgisiyle çatışıyor. ölüyorum ulan kurtarın beni.
not: lan mal bunun neyini beğenmedin? ido ya da serdar ortaç fanı mısın?