fatgalcga

Durum: 1905 - 0 - 0 - 0 - 05.10.2016 22:59

Puan: 27518 - Sözlük Kaşarı

11 yıl önce kayıt oldu. 4.Nesil Yazar.

dağlar dağlar.
  • /
  • 96

sözlük yazarlarının ruh hallerini yansıtan şarkılar

robbie williams - supreme




lykke li - love me like i'm not made of stone

ben whishaw

çok duru bir havası olan, ayrı bi çekiciliğe sahip bey. 20 kilo duruşu ve börek saçlarıyla james bond'da kendisinde gay titreşimi almamla ve gay olduğunu öğrenmemle de epey havalara uçurtmuştu. tabi evli olduğu görünce bir hayaller yıkılmadı değil, mutluluklar diliyoruz.

.jpg&imgrefurl=http%3a%2f%2fwww.trendus.com%2fben-whishaw-freddie-mercury-rolunde-15590&docid=7tzzeunfdvadmm&tbnid=gy5n9tp_mafkjm%3a&w=600&h=908&client=safari&bih=647&biw=1240&ved=0ahukewjb6dkmhftoahuqıcakhyb9dnsqmwgwkaawaa&iact=mrc&uact=8)





kedi canını senin ya!

dianna agron

glee'deki rolü ile yıldızı parlayan 86 doğumlu amerikalı aktristir kendileri.

hiç de fena sayılmayacak oyunculuğu bulunmasının yanısıra; epey dramatik-50ler güzelliğinde, ice queen duruşu var kanımca. zaten sam smith-i'm not the only one'da sonuna kadar hakkını vererek oynamıştır. bunun yanında, the killers'ın just another girl klibinde de görülmekte.



glee'de lea michele'in gölgesinde kalmış olsa da, epey güzel bir sesi ve başarılı performansları bulunmakta. özellikle it's a mans mans mans world, just give me a reason ve lucky coverları fazlasıyla iyi.

it's a mans mans mans world :


papa don't preach:


just give me a reason:


lucky:


never can say goodbye:

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

banshee

methini ofistekilerden duyduktan sonra 1,5-2 hafta içerisinde 4 sezonunu da detaylı bir biçimde izlediğim, abartıldığı kadar bulmadığım ama gerçekten epey iyi olan güzide yapım. bunda en çok da hikayenin ilk 1,5 sezondaki gidişatı ve çokçok ünlü olmayan oyuncularla karakteristik özellikleri belirgin iyi çizilmiş karakterlerin olmasının da payı büyük diye düşünüyorum. zaten açılışında alan ball'u görünce her şey anlam kazandı. sanırım reytingten falan değil dizi kendisi 4 sezon olarak yapılmış ve öyle bitmiş.

--- spoiler ---

dizi çok farklı bir hikayeyle başlamıyor ancak hikayenin gidişi, hood'un hood olması ve devamı diziyi güzel kılanlardan. ana'nın hayatına çökmek için gider gibi yapıp bir yandan hem onu hem kızını gözetmesi, üzerine de ciddi ciddi şerifliğe öyle böyle sarması falan epey tadındaydı. 2.sezonun ortasına kadarki gidişatı çokçok beğendim; hikaye, rabbit'in kızını bir affedip bir öldürmeye çalışması, ana'nın carrie olma çizgisinde gidip gelirken köklerine dönmesi gibi gibi. ama ne banshee imiş yani hood bir geldi allah allah ne kadar ipini koparan sapık/katil/suçlu varsa akın etti, adeta bir mysctic falls, bir bon temps falan.

aynı zamanda hikayeye amishleri katmaları ve bunu güzel yedirmeleri de hoş oldu, bir anlam kazandırdı ama kızılderili muhabbetlerinin falan artık çeşitliliğin sonu olduğunu düşündüm. bi yandan amishler bi yandan kızılderililer bi yandan proctor falan biraz fazla alt kollara ayrıştı gibi. kaldı kı, hikayenin başından beri köşeden gelen kızılderili faktörü 3.sezonda tavan yaptı, ama koca kötü chayton'ın da iki silah darbesiyle ölmesi de biraz yavandı o kadar kovalamacadan sonra. kaldı ki, tüm sezonlar arasında bence en başarılı kötü adam kesinlike rabbit'ti her şeyiyle. son sezondaki seri katil hikayesini böyle güzel ve dolu dolu giden bir dizi için vasat buldum, sezon ortasında katili ortaya atıp 2 bölümde çözümlemek vs bu diziye yakışmadı. kaldı ki, finalde biraz buruktu.

uzun zamandır kadın popülasyonu en güzel/sağlam diziydi ayrıcana. ivana milicevic'i 2-3 yapımdan hatırlarken burada (özellikle de 3.sezondan sonra derileri çekip ''nikita'ya bağlamasıyla'') epey tuttum, ilk başlarda köşede gibi duran siobhan sezonlar ilerledikçe devleşti (ayrıca da harcandı), rebecca sürpriz yumurta gibi zaten, böyle bir güzellik öyle bir ifadesizlik yok. ama favorim kesinlikle nola'ydı. burton'la araçtaki dövüş sahnesi kanımca dizideki en iyi dövüş sahnesiydi:



hood'u hiç sevemedim, sürekli bir her şeyi dümdüz edip gitme olgusu fazlasıya kopuk geldi zaman zaman. eliza dushku'yu görünce ekrana yapıştım, karakteri de bir o kadar sağlam gibi gözükse de biraz tırt çıktı diye düşünüyorum. brock dizinin en gereksiz karakteriydi, orijinal kadrodan herkes öldü bi bu yaşadı ironik bir şekilde. emmett belki de takımın en sağlam duruşuyken senaryo uğruna heybeye gitti, aynı şekilde siobhan'da öyle. şu dizideki en başarılı karakter job idi, zaten 4 sezonu sırf o, tepkileri ve korseleri için izledim diyebilirim. böyle bir oyunculuk, böyle bir tavır yok. ayrıca ''job's drag race'' diye bir spin off yapılırsa en ön sıralardan izleyeceğim.




dövüş sahnelerinin abartıldığı kadar iyi olduğunu düşünmüyorum, kötü değildi ama bana kalırsa agents of shield, nikita, alias vari performanslar daha etkileyici, buradakilerde biraz hep 3-5 köşeye savrulma, yumruklaşmalar, iki silah... gidiyor. kaldı ki, dizinin ana karakteri hood hemen hemen girdiği her kavgada dayak yedi(kendinden tıfıl olanları saymazsak), keza ana o kadar minik bir bad ass gezerken anca 3.sezonda kavga kazandığını gördük-ama silahşörlüğü dizinin en iyisiydi. kaldı ki, kilise sahnesini hatırlarsak bu konuda yine kimse job'ın eline su dökemezdi.


--- spoiler ---

how to get away with murder

22 eylül'de 3.sezonuyla dönüyor.

promo, crazy 101 -

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

anastacia - i'm outta love:

pretty little liars

çıktığı günden beri her bölümünü dört gözle beklediğim, bir kere olsun beni hayal kırıklığına uğratmamış mükemmel dizi. ancak gel gör ki her güzel şeyin sonu var. sezon başında son bir final sezonu ve tahminen bir sinema filmi söylentileri varken dün yapılan açıklama ile bu akşamki yaz finali ardından nisan 2017'de geri dönecek 10 bölüm ile 7.sezon sonunda büyük final yapacağı duyurulmuştur. kalan 10 bölümün bomba gibi olduğu söylenmekte, ucu açık hiçbir soru bırakılmadan 2 saatlik bir final ile dizi bitirilecekmiş.

http://www.buzzfeed.com/tahliapritchard/...

the truman show

içinde birçok önemli olguya ev sahipliği yapan filmdir ayrıca da.

kelimenin tam anlamıyla truman'ın hayatını yöneten yönetmenin tanrıcılık oynaması, truman'ın her adımının birçok kamera ve çalışanla gözetlenmesi üzerinden panopticon ve george orwell'ın 1984'üyle bağlanması, başta bir diktatör(yönetmen) olması, popüler kültürün hayatın her alanında bulunması ve istense de istenmese de etkisinde kalmak gibi gibi. tüketim çılgınlığının ve medyanın etkisinin, kitleler üzerindeki algı gücünü gösteren ender yapımlardandır kanımca.

rings

2000lerin ortalarında amerikan remake'i ile oldukça adından söz ettiren the ring ve the ring 2'dan sonra, bu sonbaharda izleyeceğimiz serinin üçüncü filmi.

ilk iki filmlerin üzerinden neredeyse 10 yıl geçmesine rağmen hikaye bu sefer, günümüz koşulları ve teknolojisi dahilinde gelişiyor. samara internete sızmanın bir yolunu bulmuş, fragmandan görülen filmin yarısını izlediğimiz hissiyatı uyandırsa da bakalım film nasıl olacak bekleyip göreceğiz.

fragman -

hornet kezbanlarından inciler

geçenlerde yabancı bir beyde gördüğüm bioyu olabildiğince aynı şekilde çevirerek:

''her şey kimyamızın uymasına bağlı, belirli bi tipim yok ama ne istediğimi biliyorum, bunlar:

iyi tip, mükemmel karakter, yaşına göre olgun davranışlar, ciddiyet, fit vücut, iyi sohbet/girişkenlik''

ee canısı saymadığın şey kalmamış,bunların hepsi zaten bir adamda olsa; öyle bir adam olsa ne bileyim, hangimiz üzerine atlamaz? ütopyana sağlık.




''benim sevgilim olmayı göze alabilecek adam(capsli) bana yüzük takabilmeli''

gurrrrl ! -

ayı sözlük yazarlarının şu an okuduğu kitaplar

anne frank'in hatıra defteri

drake and josh

buradaki josh sonra büyüdü, bi serpildi bayağı fena sayılmayacak taş bir beye dönüştü falan. severek yan rollerde izliyoruz kendisini. vine fenomeni falandı zamanında da.

https://www.instagram.com/p/BJn9g22BKjC/

https://www.instagram.com/p/BIvbsaGB66x/

https://www.instagram.com/p/BFhgIeTAx7k/

a lot like love

başrolde ashton kutcher ve amanda peet'in yer aldığı 2005 yapımı epey güzel bir romantik komedi.

los angeles'tan new york'a yaptığı bir uçuş sırasında uzaktan kestiği kızla uçak tuvaletinde ''tanışma'' şansına nail olan oliver (kutcher), adını bile bilmediği bu kıza anında kapılır. gel gör ki, oliver daha uçaktan iner inmez ''1.darbeyi'' yemiştir. sonrasında şehirde emily (peet) ve oliver birbirlerine rastlarlar, beraber egzantrik bir gün geçirirler ve bir iddiaya girerler: oliver 6 yıl sonra ev,araba,eş,iş her şeyi olacağını ve o zaman araması üzerine emily'e numarasını verir. piç heriflerden uslanmayan emily, bir zaman sonra son dakika kavalyesi olarak oliver'ı bir partiye davet eder ve olaylar gelişir.

6 yıl boyunca belirli zaman aralıklarıyla birbirinin hayatına ışık tutan bu ikili, ne olur ne oldurur- ne de oldurmaz. dönemin klişe romantik komedilerine nazaran bir tık alternatif ve bir o kadar güzel havasıyla epey iyi hissettiren filmlerden. müzikleri de bir o kadar başarılı.

fragman -

beyonce

dün geceki mtv vma 2016'de 8 astronot kazanarak madonna'yı ''en çok vma alan sanatçı'' ünvanından etmiş, hem müzikal hem de politik açıdan epey konuşulacak 15 dklık medley performansı ile allah allah dedirmiştir.

http://www.justjared.com/2016/08/28/beyo...

true detective

bilhassa ilk sezona bayılmasam da, ikinci sezonunu bir o kadar beğendiğim, 3.sezonu hala muallakta olan güzide yapım.

http://www.independent.co.uk/arts-entert...


--- spoiler ---

ilk sezonda aktif bir seri katilin peşinden koşarken bu sefer california'da gerçekleşmiş ancak kimin, neden yaptığı bilinmeyen ve araştırdıkça daha da derinleşen bir hikaye izledik. şahsi rachel mcadams beğenim bir yana; colin farrell, vince vaughn hepsi döktürmüş resmen her bölümde. her yerde olduğu gibi amerikan sistemindeki yozlaşmayı, iyinin ne kadar iyi-kötünün ne denli kötü olduğunu ince bir çizgide gitgellere güzel sunmuşlar 2.sezonda. birinci sezondaki efsane açılışını bu sezonda yine bir o kadar başarılı, sözleri dikkatle dinlenesi bir açılış ile devam ettirmiş.

ayrıca lera lynn gibi bir mükemmel sesten beni haberdar eden yapımdır. dinleyin, dinlettirin!

--- spoiler ---

gaylerin heterolardan daha iyi oldukları şeyler

bizi kızdırmamalarını öneriyorum.

behind the candelabra

liberace'nin hayatını anlatan, yönetmenliğini ocean's serisi ve daha birçok başarılı filmden hatırlayabileceğimiz steven soderberg'ün yaptığı 2013 yapımı hbo filmi.

film, bahsedildiği üzere amerika'nın zeki müren'i diye tanımlayabileceğimiz liberace ile çalkantılı aşkı scott thorson'la ilişkisini ve o süreci anlatıyor. aslında hikaye klasik: liberace gözüne kestirdiği yakışıklı ve ''genç'' erkeklere öncelikle arkadaşça yaklaşır, bu arkadaşlık jakuziye daha sonra yatağa devam eder; bir süre sonra liberace bu erkekleri yavaş yavaş kendisine benzetir (gerçekten) ve sıkılınca da hiçbir şey olmamış gibi bir köşeye atar.

ikisini de çok beğenmesem de gerek michael douglas ve matt damon'ın başarılı oyunculuğu, gerekse dönemin işlenişi-görsellerin göz dolduruşuyla güzel bir film ortaya çıkmış. aşkın doğuşu, yükselişi ve artık büyünün bozulmasını gerçekçi bir biçimde anlatmasıyla da acı bir gülümsetmesi var.

fragman -

scream

vasat ilk sezonu ardından netflix'e geçmesiyle fena sayılmayacak bir ikinci sezon izleten ve sonunda diğer ghostface'in de kim olduğunu geçenlerde öğrendiğimiz yapım. her ne kadar reytinglerinin yine pek yüksek olmamasından ötürü 3.sezon uzak gözükse de, cadılar bayramı'nda 2.sezonda ucu açık bırakılan konuların ve tüm film-dizi bağlantısını sağlayacak 2 saatlik bir özel bölüm yayınlanacağı söylentileri dolaşmakta.

http://www.itechpost.com/articles/25959/...



--- spoiler ---

geçen sezonda nasıl piper'ın esas katil olduğu bir nebze barizse de, bu sezon kadroya katılan yeni oyuncular ve kanımca emma kızımızın gelişen oyunculuğuyla sezon ortasına kadar güzel bir hava izledi. son 2 bölüme doğru börek kafa kieran'dan gelen kokular doğru çıkmasıyla, çok da büyük bir şaşırtmaca olmadı-kaldı ki dizinin film serisiyle bağlantısını ara ara hatırlatmasıyla da katilin erkek arkadaş çıkması iyi bir hareketti.


--- spoiler ---

başlıkları alt alta okumak

.olgun gay
.yazarların son pişmanlıkları
  • /
  • 96
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 1905

ayı sözlük itiraf

bıktım. 4 yıldır bitmek bilmeyen okuldan, adaletin olmadıgı ülkede bi şeyler yapmaya çalışmaktan, romantik ve arkadaşlık bazında yalnız olmaktan, insanların hep 2. tercihi olmaktan bıktım. annemin mükemmeliyetciliginden ötürü hicbir zaman en iyi olamamaktan, surekli başarısız surekli kilolu surekli insanların arkasından konuştuğu insan olmaktan bıktım. her ne kadar önemli olan önem verdigin insanların ne dediğise de ilkokul 1den beri insanların fısır fısır konuşmasından bıktım. insanların ağzı torba degil ki buzesin ama yıllardır olabildiğince kendim olup da doğru durust bir yeteneğim vs olmamasından bıktım.

kısacası, özellikle de bitmek bilmeyen bu cehennem final haftasında, bir kez daha her seyi herkesi "neden?" diye sorguluyorum. bu da boş bir zaman kaybından başka bir sey degil

kalıplaşmış yalanlar

(fikrim sorulduğunda) ya çok güzel, zaten senin beğenmen önemli, sen beğendiysen sorun yok

chris hemsworth

sokak ortasında esneme-gerilme yaparken görülmüş kendisi. hayatımda böyle güzel bir esneme hareketi görmedim, pilates lastiğin ebru şallı'n olayım chris!!!

joe manganiello

one tree hill ve spider man'deki roller ile öne çıksa da; esas ününü true blood'daki alcide karakterine ve magic mike'daki vücudunun bilimum santimetrekaresine borçlu olan yarı italyan yarı ermeni kökenli amerikalı aktör. ayrıca modern family'in sofia vergara'sı ile beraber.

kendisini unutmak mümkün değil ama hala hatırlamayanlar varsa,

kanada

ilk başta master için gitmeyi düşünürken daha istanbul'da 1 derecede dünyanın kaç bucak olduğunu gördükten sonra değil içlik vs, kafaya ugg geçirsem bile hayatıma devam edemeyeceğimi tahmin ettiğim soğuklar ülkesi, adeta frozen - let it go. oysa ne güzel gölleri, ormanları, beyleri falan vardı...

aileye açılmak

twitter'da rastladığım 4 fotoğraflık bir öyküyü, ve siz sevgili sözlükçüler için olduğunca çevirdim. sanırım esasen bir tumblr postu, epey de gülümsetti beni.

bir anne, ev arkadaşıyla beraber yaşayan oğlunun evine yemeğe gider. yemek sırasında, anne oğlunun ev arkadaşının ne kadar yakışıklı olduğunu fark etmiştir. oğlunun cinsel yönelimi hakkında şüpheli olan anne, iyi bir anne olarak doğru zaman gelince oğlunun kendisine açıklayacağını düşündüğünü için sesini çıkartmaz. ancak bu durum kendisini daha da meraklandırır. yemeğin devamında anne, oğlu ve ev arkadaşı arasındaki iletişimi, bakışmalarını izlerken dahası olup-olmadığını düşündü. annesinin bakışlarını hisseden oğlu ''aklından geçenleri biliyorum anne ve içini ferah tut, biz sadece ev arkadaşıyız ve dahası yok.'' der. bir hafta sonra, ev arkadaşı diğerine ''anne buraya geldiğinden beri gümüş servis tabağı/tepsi kayboldu, sence o almış olabilir mi?'' der. bunun üzerine oğul ''onun almadığına eminim ama yine de bi sorayım'' der ve mail atar annesine:

''merhaba anne,

sen aldın demiyorum, sen almadın da diyemiyorum ama durum o ki sen bizim eve yemeğe geldiğinden beri gümüş tepsi kayıp.

sevgiler -oğlun. ''

birkaç gün sonra oğul, annesinden yanıt alır:

''sevgili oğlum,

ev arkadaşınla yatıyorsun demiyorum ama ev arkadaşınla yatmıyorsun da demiyorum. seni sevdiğimi biliyorsun ve durum ne olursa olsun ki seni daha az önemsemem ama eğer ev arkadaşın yatağında yatıyor olsaydı gümüş tepsiyi yastığının altında bulurdu.

ikiniz ne zaman bana yemeğe geliyorsunuz?

sevgiler, annen.''

16 eylül 2014 lady gaga istanbul konseri

güzeldi. muazzam değil ama mükemmeldi. bunun en büyük sebebi de konsere gelen kitlenin hakikaten alakasızlığıydı.

gaga'nın o kusursuz sesi, performansı, içtenliği ve bitmek bilmeyen enerjisi ile şov harikaydı; öyle ki set list'in dışına çıkıp you & i söyleyerek mest etti. bir an olsun eğlenip-eğlenmekten durmadı, durdurmadı. sahaiçindeydim, gitmeden önce diyordum ki ''herhalde tıklım tıkış, herkesin tek vücut olduğu bi şey olur'' ama öyle olmadı, çılgınlar gibi dans ettim. hele de bad romance'e sıra gelince kendimi kaybettim. en öndeki aşırı little monster arkadaşlar dışında öyle her şarkıya eşlik edilmediğini duyunca açıkcası benim bile moralim bozuldu, anca paparazzi, alejandro ve bad romance'te biraz tüm kalabalık da eşlik etti. bad romance zaten başlı başına efsaneydi (harajuku olaylarından hoşlanmasam bile), resmen 6 yıl beklediğime değdi diyebilirim.

sadece müzik değil, her ne kadar bir pazarlama stratejisi de olsa gaga gerçekten bir kez daha neden bu kadar benimsendiğini gösterdi. o iran'lı hayranını sahneye çıkartıp hepimizi kıskançlıktan çatlatırken ona sarılması, born this way söylemeleri... hangi şarkıda hatırlamıyorum ama o yaptığı ''farklı olmaktan korkmayın!'' konuşması ve ''bu gece buradaki gaylerin ellerini kaldırmalarını istiyorum, bu dünyada farklı olmak zordur ve ne olursa olsun tanrı sizi seviyor'' diyerek gönlümü bir kez daha fethetti. hani gerçekten, belki çok banal gelicek ama o an orada hissettiğim o kabul edilme, o huzur hissini, o samimiyeti anlatamam."tonight we celebrate acceptance, tolerance, and love" diyerek pride bayrağını daha da yükseğe kaldırmasını söyledi.

ölmeden önce yapılması gerekenler listesinden bir tanesini daha sildik, bir dahakine en önden bilet alıp gaga'yla karşılıklı dans etmek daha harika olur!

hornet kezbanlarından inciler

''ben vodafone gibi anı yaşatmayı, turkcell gibi hayata bağlatmayı ve avea gibi ohhh be dedirtmesini bilirim...''

çocukken hayal edilen tanrı şekli

doğru insanı beklemek

ilk başta bekleyenlerdendim, daha doğrusu ikinci sınıf bir romantik komedi tadında onun ''gelip'' beni bulmasını falan bekliyordum. ne bileyim insan az-çok hak ettiğini düşünüyor, kimler kimleri buluyor yani. baktım kimsenin geldiği yok, moralman tam gaz düşüşteyim ufak ufak, kendimce atılımlar yaptım ama değil erkeklere, insanlığa olan inancım sıfırın altına düştü. zaten ölsem ilk adımı atacak ya da birilerine yürüyecek biri değilim, kısa sürede doğru dürüst bir şey yaşamadan ilişkilerden falan her şeyden soğudum. hayır zaten insanlar nereden, nasıl tanışıyor da böyle aşık oluyor falan onu da bilmiyorum, ıskarta mı oldum acaba diye düşünmüyor değilim ara sıra.

hayaller :
vs gerçekler:


özetle -

sözlükteki hdp düşmanlığı

birazdan söyleyeceklerim için tahminen (yine) aforoz edileceğim ama çok "renkli" bir sözlük olmamız sebebiyle, konu hakkındaki fikrimi söyleme ihtiyacı duydum buradaki birçok birey gibi.

öncelikle, haftalardır troll diye eleştirdiğiniz yazarlar gibi karşıt demeyeyim ama aynı paydada olmayınca hemen bir şeyin "düşmanlık" diye adlandırılmasını ne bileyim, doğru bulmuyorum. birini kendinize düşman ilan etmeniz için gerçekten bir şeylere kast etmesi ve karşılıklı bir süregelen çekişme, baskı olması gerektiği kanaatindeyim. öyle ki, sözlükteki birçok birey de gayet hdp'yi destekliyor-ki bunda negatif bir şey görmüyorum çünkü herkesin istediği şekilde hareket etme hakkı var, ben kimim ki diğerlerini düzeltme ihtiyacına gireyim daha doğrusu, düzeltme doğru bir kelime değil ama diğerlerine kendi düşüncemi kabul ettirmeye çalışayım? nasıl güzellik göreceli bir kavramsa, iyi-kötü de belirli sınırları olsa da kendi içerisinde yine göreceli bir kavram benim gözümde. sonuçta (sözümona) burası özgür bir ülke, keza bu platform da.

siyasetten hoşlanan birisi değilim çünkü benim için başa kim çıkarsa çıksın aynı güç savaşından, açlık oyunlarından başka bir şey değil. evet, şu anki 12 yıldır süregelen durum gerçekten iyi değil ama keza bundan önce de(çok önce de) öyle belirli bir refah seviyesine ulaşmış bir ülke değildik. neyse, hayatım boyunca ırkçı bir insan olmadım keza kendimi de böyle görmüyorum çünkü ırk, aynı insanın ailesini seçememesi gibi kan yoluyla atanan bir bağdır. bununla ne kadar ilgili olacağınız sizin elinizde (kültürünüzü bilmek vs) olan bir şey. benim nezlimde insan ne olursa olsun insan olsun, karakteri düzgün olsundur.

sırf desteklemediğim için sanılanın aksine hdp'den nefret etmiyorum, ama hoşlandığımı da söyleyemem; bu konuda nötrüm. saygı duyuyorum ama benim değer yargılarıma veyahut doğrularıma oturmuyor, keza diğer hiçbir parti de böyle. böyle düşünmemin de birkaç sebebi var. ilk olarak, ırkın bir insanı saf bir şekilde tanımlayabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. (bilgim dahilinde) eğer osmanlı torunu değilseniz ya da türkmenistan kökenli değilseniz, teknik olarak kimse türk değil. aynı amerika'da italyanı, ispanyolu birçok farklılığın bulunması gibi ülkemizde de kürt,çerkes,macır,boşnak birçok koldan insan var. büyüdüğünüz ülkenin çerçevesinde, türk milletine mensup oluyorsun, ırkına değil-keza amerika'da doğup büyüyen anne-babası türk olan bir türk amerikan olarak adlandırılır mı? bence adlandırılamaz. insanların bu ırkçılık yüzünden dünya'nın her yerinde ne acılar çektiği aşikar, keza ülkemizde de öyle. bunu anlıyorum. benim bu konuda anlamadığım ve anlatamadığım, bir ülke içerisinde, özellikle de ırk ayrımı ile bir ayrıma gidilmesi. birçok devlet, çok uluslu yani a,b,c birçok ırktan insanı barındırıyor. böyle bir oluşumda, herkes kendi kültürü çerçevesinde bir şeyler gerçekleştirmek isterse, o zaman her şeyin çok farklı yönlere gidebileceğini düşünüyorum.

çerkesim, bu kültürle hayli içli dışlı, bilimciyle büyüdüm. benim de annemler yeri gelir evde çerkesce konuşur, paylaşımlar yapılır. benim yaptığım çıkarımla, o zaman haydi çerkes'i de laz'ı da macır'ı da hepimiz bir kendi içimizde içselleşmeye gidelim. türkiye gibi "medeniyetler beşiği" diye anılan ülkede bu kadar farklı insanın olması çok normal bir şey. insanların haklı olarak hakkını arama ihtiyacını anlıyorum ama o zaman iş bir süre sonra yine, daha da beter bir bölünmeye yol açacağı kanaatindeyim. o zaman biz de hakkımızı talep edelim, x'de etsin y'de böyle gider.

yazdıklarım da aksi anlaşabilecek olsa da, gerçekten kendimi turancı, milliyetçi biri olarak görmüyorum. sadece dediğim gibi, türkiye gibi her devlet altında birçok farklı milleti barındırıyor ve bence bu devletin bir kurum olması gereğinden olağan bi yapı.

ikinci olarak, sırf kürt/gay ya da herhangi bir azıklıktasın diye ille de "hdp benim partim hörörörö" dümdüz gitmeni anlamlandıramıyorum. evet, diğer partiler de baktın mı hiçbiri ne benim ne senin tamamen düşüncelerini, ideallerini karşılamıyordur ama zaten işte olay burada ortaya çıkıyor, kendini bir şeye ait hissetme zorunluluğu. evet, vatandaş olarak senin mecliste, ülke yönetiminde söz sahibi olman en doğal hakkın ve kendine-en yakın diyelim-partiyi destekleyerek bunu onlar üzerinden yapıyorsun diyelim, ama gerçekte o adam seni ne kadar temsil ediyor? toplumun geneliyle birlikte senin iraden, senin ideallerin orada ne denli hayata geçiyor? bu zamana kadar hiçbir milletvekilinin toplumun birebir aynası olduğunu göremedim (hatalıysam seve seve öğrenmeye açığım). eğer hdp öncelikli olarak lgbtileri savunsa, gerçekten sözlükteki bu denli yoğunluğu anlayabilir, bizzat destekler ve önlerinde şapkamı çıkartabilirdim ki ancak "halkların, azınlıkların" hakkını savunma adı altında biz yine ikinci, hatta üçüncü plandayız. değil hdp hiçbir parti bence en az önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde(ki kimse bu kadar beklememeli) seni sevdiğin adamla evlendirebilecek, seni anayasada ve hukukta, gerçek hayatta herkesle aynı seviyeye koyacak, öyle erkek arkadaşınla beyaz çitli ev ve 3 çocuk gibi toz pembe hayallerini gerçek kılmayacak. sözde özgürlükler ülkesi amerika'da bile böyle bir kabullenme ortamı yok, avrupa'nın da biraz daha iyi olduğu söylenebilir. o yüzden "hdp'ye oy vermeyen eşcinsel" dışlaması, kötülemesini doğru bulamıyorum.

üçüncü olarak, bunların hepsi bir yana, bir bebek katilini öncü edinen bir oluşumu ben kabul edemem, hayatım boyunca da edebileceğimi sanmıyorum. her ne kadar hakkında çıkan şeylere rağmen demirtaş'ın birçok söylemini, politikacılığını bir yere kadar doğru, beğenilir bulsam da "apo'nun heykelini dikeceğiz"den sonra bende film koptu. evet, barajı geçmelerini, iktidara karşı olmalarını gerçekten takdir ediyorum ama özgürlük kisvesi altında köyleri tarayan, nicelerini katleden, terör örgütünün başıyla ilişik olan bir yapılanmayı ben kabul edemiyorum ne yazık ki. eğer öcalan ile bu bağ olmasa, barış sağlanması yolunda etkisi azalan pkk'ya rağmen hdp'yi gerçekten anlayabilir ve kabul edebilirdim bir yere kadar sözlük. ama edemiyorum. aklıma çocukken o dönen haberler, üst üste kadın cesetleri, kucağında bebeğiyle anne ve duvarda apo, pkk yazıları geliyor. diyeceksiniz ki, kürtler'in canı yanmadı mı? yandı, hem de allah bilir nasıl , hele de şu son birkaç senede, ama cana karşı can alarak özgürlük kazanılmaz, adalet sağlanmaz benim düşüncem. doğru demek bana düşmeyebilir ama en azından makul değil bu olanlar.evet geçmiş geçmişte kaldı, önemli olan geleceğin neler getireceğidir ama benim gözümde geleceği şekillendiren de geçmişteki etkilerin tepkisidir.

eğer bıkmayıp, sonuna kadar okuduysanız ve kendimce bakış açımı bir nebze de olsa anlatabildiysem; düşünceniz ne olursa olsun yine de teşekkürler.

breaking bad

hemen hemen birçok yabancı diziyi izlediğim halde bir turlu isinamadigim ve herkesin bu kadar bayılmasının da biraz abartı olduğunu düşündüğüm dizi...

geçmişe dair silmeye kıyamadığınız fotoğraflar

arkadaşlık anlamında, biriyle gerçekten bitmişse hiç tereddüt etmeden sildiğim, benim için önemsiz olan bir konudur, çünkü o resim artık geçmişte kalmıştır ve her bakışta o zamanları hatırlayıp iç çekmek-hatırlamak bana geçmişe takılmak gibi geliyor. hele de o kişi bu durumda suçlu olan ise.

eğer resimde çok iyi çıktığımı düşünüyorsam resmin kendim olan bölümünü kesip ayırma bencilliğini de yapmışlığım vardır...

tinder

yaşadığım onca başarısız date sonrası geçen sene bu zamanlar son çare ''bi de burayı deneyeyim'' derken pek de bir şey yaşamayıp; son 3 ayda beni allak bullak eden arkadaşla tanıştığım mecra olmasından da yeri bende ayrı. canımsın tinder. her açtığımda '' it's going down, i'm yelling tindeeeeeer'' diye bağırasım geliyor bir ke$ha'ymışcasına. kendimi ne zannediyorsam.

bu arada algoritmasında mı neyindeyse bi sorun olduğunu düşünüyorum zira %100 masc, saglamtip, gaybro bir errrkek olmama rağmen karşıma bazen kadınlar, hetero hetero abiler falan çıkıyor bir kendimi sorgulamama neden oluyor. gereğinin yapılmasını rica ediyorum yetkililerden.

ayı sözlük yazarlarının ucuz zevkleri

söylemeye çok utanıyorum, taylor swift.
Henüz takip ettiği biri yok.