sabah çok erken kalkacağımı bile bile gecenin köründe mesaj atıp ısrarla cevap beklemesi, olmadı bir mesaj daha, bir mesaj daha uyku kaçana kadar çabalaması. kendisi öğleye kadar uyuyacak ya, senin uykusuz kalman bir tarafında değil tabi.
dış politika iflas etti, iç politika zaten iflah olmaz halde- açılım maçılım iyice yüzlerine gözlerine bulaştı- ceza evlerinde çocuklara tecavüz ediliyor, işkence yapılıyor, aldığın maaşla açlık sınırında yaşıyorsun, demokratik hak yok, hakkını arayan herkes terörist muamelesi görüyor, eğitim sistemi moronlaştırma üstüne kurulmuş, her gün sağlık çalışanlarına şiddet uygulanıyor, bombalar patlıyor 150'nin üstünde insan ölüyor ama bu, halktan gizleniyor, çağdaş tüm değerler yok ediliyor, ülke ve toplum yüzyıllar gerisine çekilmek isteniyor... oy! şiştim! ama istikrar devam ediyor şükür! buradan genç arkadaşlara sesleniyorum. üniversiteyi bitirmeden kendinize bir yurt dışı seçeneği ayarlayın. bu gemi dibe vurdu vuracak. bir yıla kalmadan ekonomik kriz de patlarsa bildiğin cehenneme döner ülke. kaçın kurtarın kendinizi. bizden geçti de siz kurtulun bari!
imrendiğim insandır. ne güzel bölümde aşık olacak kadar yakışıklı, karizmatik hocaları varmış. bizimkiler naftalin kokardı. öyle muhafazakar, geleneksel, eski kafalı... hepsinde" baba" imajı vardı. kısmet olmadı şöyle indiana jones gibi bir hoca ki bakıp bakıp hayallere dalalım.
sanal mecraların insanlara bir tür "duygusal mastürbasyon" ya da "gaz çıkarma" olanağı sağlaması sonucu ortaya çıkan ve bir yanıyla yararlı ama bir yanıyla da olumsuz davranış biçimi. insanlara olduklarından farklı olma, istedikleri insan olma fırsatı vererek egolarını rahatlatmalarını, beslemelerini sağlıyor. ancak bir yandan da bir yalanın içinde kendilerini kandırmalarına neden oluyor. sanal ortamda öfkesini, tepkisini kusarak kendince tepkisini ortaya koyuyor- ki bunu hepimiz yapıyoruz- ama iş gerçek bir eyleme gelince ya korkuyor ya da gazı çıktığı için gerek duymuyor. iki yüzü de insanların aleyhine işliyor aslında.
türk sinemasının yüz akı, bir yavuz tuğrul- şener şen filmidir. şu an 100. kez izliyorum. senaryosundan en küçük roldeki oyuncusuna kadar insanı haraptar'a götürüp getirecek kadar gerçek, sıcak, içten, yürekten bir film.
bir nefret toplumu davranışıdır. türk halkı yunus emre'nin, mevlana'nın, hacı bektaş- ı veli'nin mirasını yedi, tüketti. artık o hoş görüden, iyi niyetten, gönül zenginliğinden, tevazudan, insan sevgisinden eser kalmadı. öyle sanayi toplumlarına özgü bir bireysellik de değil. bildiğin bencil, nefret dolu, tahammülsüz, agresif bir halk haline geldi. bunun nedenlerini sosyologlar, psikologlar daha doğru belirler şüphesiz. ben yalnızca sonuçlarını görüyorum. sana benzemeyen herkes kötü! "ibneler" kötü, solcular kötü, laikler kötü, muhalefet edenler kötü, sorgulayanlar kötü, aleviler hepten kötü, türk ve müslüman olmayanlar zaten hep kötüydü... eeeeeeeeee ne kaldı geriye? iyi olan bir tek %48! çok akıllı ya, bir taşla iki kuş vurdu dingil! bir iddiayla hem atatürk'ü hem de eşcinselleri karalamış oldu. tarih çok kanlı ve trajik bir son hazırlıyor bunlara, çok! artık bunu adım gibi biliyorum. cami duvarına işemenin de bir bedeli var.
çılgın, yetenekli, sevimli bir müzik adamı, değerli bir arkadaştır. daha gitara dokunduğunda farklılığını hissediyorsunuz. kendisini "tutunamayan rockçılar" kulübünde görse de bu onun eksikliği değil, olsa olsa bu ülkede kaliteli müziğe ve müzisyenlere prim verilmemesinin sonucudur. vefalı bir arkadaştır, müthiş esprilidir, pek severiz kendisini.
bir edebiyat öğretmeni arkadaşımın " bazılarının annesi orospu olmasa da kendisi orospu çocuğu oluyor işte." biçiminde açıklama yaparak kullandığı küfür. ben açıklama yapmadan direk ve sık kullanıyorum ama bilen biliyor ki sözüm anasına değil, doğurduğu çocuğa. yoksa haşa! annelere kötü söz söyleyemem, dilerim alınır!
"yaş kompleksim var, lütfen bana genç gösterdiğimi söyle!" demenin başka bir ifadesi. aslında bu yaş krizi bir çok genç insanlarda olur- nedense o yaşlarda insanda bir an önce büyüme hevesi olur- bir de yaşı kemale ermiş insanlarda. bir tür yaşıyla barışık olamama hali.
üniversite yıllarında taaa ciğerimin içinde derin bir keder duyarak dinlediğim şarkıydı. hiç görmemiştim mamak cezaevini ve samsun asfaltını. ankara'da yaşıyorduk ama yolumuz düşmemiş o taraflara. anneannemin evinden hüseyin gazi dağları ve mamak cezaevi uzaktan hayal meyal görünürdü. şarkıyı dinlerken uzaklara bakıp orada insanların yaşadığı acıları anlamaya çalışırdık. sonra öğretmen olarak ankara'nın bir ilçesine atandım ve her gün mamak cezaevi'nin önünden, samsun asfaltını boydan boya geçer oldum ve her gün beynimin içinde bu şarkı çalıyor. kömür deposu yok artık, gecekondular da öyle! ama acılar duruyor yerinde. sonbahardan çizgiler çalıyor cezaevinin tepesinde bangır bangır!
sütlü bir tatlı sanma saflığıyla tatlıcıya girip sütlü şerbetle ıslatılmış baklavayla karşılaşınca dumur olduğum tatlı. içinde badem varmış. süt, şeker, badem, hamur bileşimi lezzetli ama ağırdı. bir daha yer miyim bilmiyorum.
lgbt bireylerinin ezildiklerini düşünmüyorum, diyen; yaşadığı toplumdan bihaber yaşam formu. duyarsızlığı ve bencilliği en homofobik insanı bile dumur edecek düzeyde.
takip etmediğim, tanımadığım bir medya fenomeni. ama ölümü nasıl koydu anlatamam. sonradan baktım videolarına. içim yandı. nasıl hayat dolu, neşeli, güzel bir insanmış. her ölüm erkendir ama bu da çok çok erken oldu, yazık oldu. ışıklar içinde uyu canercim.
kafası kesilmiş tavuk gibi ne tarafa gideceğini bilememek, bazen kendi kendine konuşuyor gibi hissetmek, bazen kenarda durup oynayanları uzaktan izleyen pısırık bir çocuk gibi oyuna girmeye cesaret edememek, bazen de "bu kadar hesapsız insanı nerede bulacaksın, güzel güzel takıl işte!" biçiminde kendi kendine gaz vermektir.
sözlüğe dahil olduğumdan beri uyku haram oldu. sabah altıda kalkıp yedi olmadan evden çıkmam lazım. gözümden uyku akıyor ama "şunu da okuyayım, bunu da okuyayım" derken uyku kaçıyor. yarın yine zombi gibi gezerim ortalıkta. bir hafta rapor alıp bütün başlıkları okuyup öyle mi devam etsem hayata?
ayı sözlük iki yaşında zirvesi için kalkıştığım kurabiye operasyonundan sonra yaşamaya başladığım süreç. daha önce konusu olmadı ya da ailemle yaşamadığım için bilmeleri gerekmedi. ama yazlıkta bir arada bulunduğumuz için telefon görüşmeleri falan derken kurabiyeleri yapan kuzenim dahil anne, baba, kardeş, komşular herkes bir lgbt sözlüğünde yazdığımı, bir sözlük dolusu eşcinsel arkadaşım olduğunu öğrendi. on gündür eşcinsellikle ilgili ne biliyorsam, yanlış kanıları düzeltmek için sayıp döküyorum. heterolar eşcinselleri yok saydıkları gibi onlarla ilgili sorunları, gerçekleri, olayları da konuşmaz, yok sayarlar. benim yakın çevremde bu konu hiç bu kadar açık seçik konuşulmamıştı. yığınla önyargının yanı sıra "aslında özel hayatları onları ilgilendirir." gibi sonuçlara da varıyorlar arada bir. ama hala eşcinselliğin ahlaki bir çöküntünün sonucu olduğunu düşünmeden de edemiyorlar. eşcinsel arkadaşlarım olmasına bir itirazları yokmuş, ama çocuklarından biri eşcinsel olsa ne tepkiler vereceklerini de az çok sezdim bu süreçte. sözlüğe katılmadan önce sizin dünyanızla, sorunlarınızla, mutsuzluklarınızla ilgili çok az fikrim vardı. sözlüğe katıldıktan sonra sizi daha iyi tanıdığımı ve anlamaya başladığımı sanıyordum, meğer hiçbir şey anlamamışım. birebir yaşamadan, o tepkileri, koşullanmaları görmeden insan kavrayamıyor hiçbir şeyi. kimsenin hayatı ve bedeni yalnız kendine ait değil bu toplumda tamam, ama hiç kimsenin hayatına ve bedenine de eşcinsellerde olduğu kadar müdahale edilmiyormuş, bir şeyleri değiştirmek ya da kabul ettirmek için buzdan ve ateşten bir duvara çarpa çarpa amansız bir mücadeleye girmek gerekiyormuş. gördüm, anladım, çok üzüldüm! işiniz ne kadar zor, şimdi daha iyi anlıyorum.
kafası kesilmiş tavuk gibi ne tarafa gideceğini bilememek, bazen kendi kendine konuşuyor gibi hissetmek, bazen kenarda durup oynayanları uzaktan izleyen pısırık bir çocuk gibi oyuna girmeye cesaret edememek, bazen de "bu kadar hesapsız insanı nerede bulacaksın, güzel güzel takıl işte!" biçiminde kendi kendine gaz vermektir.
yok bende fotoğraf falan. zaten sevmem de bear tipli erkekleri. ama birkaç gün önce (bodrum'da) tam bir bear gördüm. " şöyle çaktırmadan bir fotoğraf çeksem de bizimkilere- sizden söz ediyorum- göndersem." dedim gel gör ki izni olmadan bunu yapmak etik gelmedi. sonra düşündüm de sözlüğe gire çıka algımın seçiciliği değişmiş. erkeklere sizin gözünüzle bakmaya başladım, allah sonumu hayır etsin.
acınası olduklarına inananlara inat hayata 5-0 yenik başlamış gibi görünseler de kendilerini yeniden var etme becerisine sahip bir kadına dönüşebilme gücü olan kızlardır.
bu kadarı bardağı taşırır denecek bir haksızlığa maruz kalmıştır.fikir intihali'nin benim bilmediğim bir zararı mı dokundu sözlüğe, yoksa sırf sözlükle ilgili düşüncelerini özgürce paylaştığı için mi kapı dışarı edildi? sözlükte var olabilmek için hep sansürlü ve kontrollü mü konuşacağız? o zaman mecranın düşünce özgürlüğü nerede kaldı? çok bilinmeyenli, acil olarak cevaplanması gereken bir durum!
bir kanuni değildir, bir 4. murat da değildir. bir osman bey, orhan bey hiç değildir! belki biraz yavuz. ama kendini bunların toplamı sanıyor. oysa ola ola zalim, takıntılı, tükenmeye yüz tutmuş, itibarsız bir başbakan oldu.