biz onları yeterince semeleştiriyoruz, bir de alkolün etkisi çarpabilir. burada biri kafa yapacaksa ben yaparım biçiminde devam etmesi gereken beyanat. artık adımlar hızlandı. türkiye'ye şeriat gelmez diyenler hala bu tezi savunabiliyorlar mı merak ediyorum. süreç tamamlanmaya başladı. 90 yılın kazanımlarını tüketmenin sonuna geliyoruz. hepimize geçmiş olsun efendim. bir memlekete sahip çıkamadık!
"peki peki anladık" şarkısının ithaf edildiği çok bilmiş. kendine özgü bir tarzı var ve keyifli bir adam. "hastasıyız!" bir ara herkesin dilindeydi slogan gibi. tarz sahibi vesselam!
hiç sakıncası olmayan durum bence. benim açımdan ayı sözlükte olmak saklanması gereken bir durum değil. ayrıca burnunun dikine gitmekten ve doğru bildiğini dosdoğru yapmaktan gurur duyan biri olarak zerre kadar gocunmam. varsa bir rahatsızlığı bu da onun sorunu.
sigarayla mücadelede halka ücretsiz hizmet vererek toplum sağlığı için yararlı işler yapan bir hat. gel gör ki halkım ikna olmadı henüz sigarayı bırakması gerektiğine. çoğu benim gibi şu kafada:
kişisel gelişim kitaplarının insanların egosunu zıvanadan çıkardığını, insanları kibirli ve bencil yaptığını ve bunların da bizim toplumsal değerlerimize aykırı olduğunu iddia eden, anti- kişisel gelişim kitabı.
iran'da yaşayan 18 yaşında bir tıp öğrencisi kendisi. öyle bir yarışmayla falan tescillenmiş bir yakışıklı değil. paşam kendi kendini "gezegenin en yakışıklı erkeği" ilan etmiş. hayır erkek deyince insanın gözünde başka bir şey canlanıyor, ama buna baksan bildiğin çocuk. internetten durumu arz etmiş, her hıyarım güzel diyenin peşine bir avuç tuz alıp seyirten binlerce hayranı olmuş. nasıl bir ego varsa çocukta artık!
davranış bozukluğu, geniş bir kontrolsüz davranışlar yelpazesini içerir. bunlar, karşımızdaki kişilerin en temel haklarının ve genel olarak toplumsal normarın ihlal edildiği davranışlardır. bu tip davranışlar, çoğunlukla, kanunlar önünde de suç teşkil eden tutum ve hareketlerdir.
en temel semptomatik davranışlar, saldırganlık ve şiddet (insan ve diğer canlılara), mala zarar verme, yalan söyleme ve çalma olarak tanımlanabilir. bu davranışların oluş sıklığı ve ciddiyeti, çocuk ve ergenlerin sergilediği benzer tutum ve davranışlarının çok ötesindedir. iki durumu birbiri ile karıştırmamak gerekir. davranış bozukluğunda yapılan davranıştan pişmanlık duymak yoktur ve aşırılık söz konusudur. kişi yaptığı davranışların vehameti karşısında hissiz ve vurdumduymaz bir tutum sergiler. bu da, davranış bozukluğunu, anti-sosyal kişilik bozukluğunun tanı kriterlerinden biri haline getirmektedir. ( nöro bilim tıp merkezi'nin veb sitesinden alıntıdır.)
davranış bozukluğu bizim gibi bilimin gelişemediği toplumlarda sık görülen, görmezden gelinen, bu nedenle de sağlıksız bir toplum olma konusunda her zaman liste başı olmaya neden olan bir sorundur. duygusal ve psikolojik sorunların önemsenmemesi, tedavisi için bir uzmandan yardım almanın utanılacak bir durum sayılması, tedavinin yapılması için bilimsel yöntemlerden yararlanılmaması, halkımın bu tür sorunlarla karşılaştığında bir hocaya ya da üfürükçüye giderek onlardan meded umması sorunu daha da derinleştirir. hemen hemen hiçbirimiz duygusal ve psikolojik yönden %100 sağlıklı değiliz. ancak günlük hayatımızı ve ilişkilerimizi sürdüremeyecek boyuta geldiğinde yardım almak şarttır. yukarıda verilen bilgilerin ışığında küçük bir değerlendirme yapılırsa - özellikle şiddet uygulama- ülkemizde davranış bozukluğunun ne kadar yaygın olduğu kolayca görülebilir. sorunu çözmekten yana mıyız, yoksa üstüne örtmekten yana mı? elbette örtmekten yanayız. çünkü biz türkler ayrıntılarla uğraşmaktan hoşlanmayız, bilime inancımız tam değildir, deli diye yaftalanmaktan ödümüz kopar. oysa çağdaş ve aydın her insanın bir psikoloğu olmalıdır ve sorunlarını konuşarak çözmeyi öğrenmek zorundadır, hem sağlıklı bir birey olmak hem de sağlıklı bir toplum oluşturmak için.
fortçu dayı kadar sevimli değil şüphesiz. ancak tam bir "şirazeyi şaşırma" örneğidir. şişede durduğu gibi durmuyor zıkkım. eeee bir de hanım abla çok iyi hissediyor kendini! "güzelim, harikayım, herkes bana bakıyor! hadi biraz da direk dansı!"
çocukken almanya'da bir toplama kampını gezdiğim için izlemekten büyük rahatsızlık duyduğum, ama bir yandan da izlemekten kendimi alamadığım savaş filmleri içinde en dokunaklısı, en sarsıcısı ve en yürek dağlayanı film. nefes almadan izledim, frederic chopin'in nocturne in c-sharp minor'ü ile büyülendim, nazilerin saditsliğiyle sarsıldım... büyüksün roman polanski. sapıklığın tescillendi ama bu, büyük bir yönetmen olmana engel değil işte!
4. murat'ın kendini paralarcasına uygulamaya çalıştığı, ancak halkın bir biçimde delmeyi başardığı sonu başından belli zırvalık. yasakladıkça halk daha çok içecek. hatta - çarşı taraftarları gibi- "şerefine t............, şerefine!" diye nisbet yapacaklar. malum ağa da kendini bir nevi 4.murat sanıyor. o efelenmeler, meydan okumalar, "ben dedim oldu!"lar... ama kazın ayağı öyle değil işte. insanın hür iradesinin önüne geçemiyor hiçbir şey. 4.murat'ın içki, afyon, tütün gibi keyif verici maddeleri yasakladığı günlerde yer altı meyhanelerinde halk bildiği gibi içmeye devam etmiş. afyon kullanmak ve taşımak yasak olduğu için insanlar afyonu kağıdın arasına kat kat sarıp yutarmış. mide asitleri kağıdı eritip afyonlar pıt pıt patladıkça bizimkinin kafası bütün gün güzel gezermiş. yanında afyon var mı? yok! ama kafa bir ton! uykusu açılmamış, mahmur insanlar için kullanılan "afyonu patlamadı." deyimi buradan gelir. o yıllarda içki içerken ya da afyon kullanırken yakalananlar oracıkta ağaca asılırmış. bugün için ağa nasıl bir cezai yaptırım düşünüyor acaba? bir bekri mustafa da zat-ı şahanelerinin karşısına çıkar bir ayar verir diye umuyorum. hem zaten herkes çok iyi bilir ki türk halkı yasaklara tepki vermez, ama iplemez de. bir biçimde bildiğini okur, kafasına koyduğunu yapar. sökmez o yasak halkıma. dediydi, dersiniz.
özgürlüklerin kısıtlanmasına gelince:" özgürlük verilemez, alınır." boş laf değildir. ya çok değerli kıçımızı kaldırıp özgürlüklerimiz için savaşırız ya da elimize verilenle yetinmeyi öğreniriz.
takip etmediğim, tanımadığım bir medya fenomeni. ama ölümü nasıl koydu anlatamam. sonradan baktım videolarına. içim yandı. nasıl hayat dolu, neşeli, güzel bir insanmış. her ölüm erkendir ama bu da çok çok erken oldu, yazık oldu. ışıklar içinde uyu canercim.
lgbt bireylerinin ezildiklerini düşünmüyorum, diyen; yaşadığı toplumdan bihaber yaşam formu. duyarsızlığı ve bencilliği en homofobik insanı bile dumur edecek düzeyde.
ayı sözlük iki yaşında zirvesi için kalkıştığım kurabiye operasyonundan sonra yaşamaya başladığım süreç. daha önce konusu olmadı ya da ailemle yaşamadığım için bilmeleri gerekmedi. ama yazlıkta bir arada bulunduğumuz için telefon görüşmeleri falan derken kurabiyeleri yapan kuzenim dahil anne, baba, kardeş, komşular herkes bir lgbt sözlüğünde yazdığımı, bir sözlük dolusu eşcinsel arkadaşım olduğunu öğrendi. on gündür eşcinsellikle ilgili ne biliyorsam, yanlış kanıları düzeltmek için sayıp döküyorum. heterolar eşcinselleri yok saydıkları gibi onlarla ilgili sorunları, gerçekleri, olayları da konuşmaz, yok sayarlar. benim yakın çevremde bu konu hiç bu kadar açık seçik konuşulmamıştı. yığınla önyargının yanı sıra "aslında özel hayatları onları ilgilendirir." gibi sonuçlara da varıyorlar arada bir. ama hala eşcinselliğin ahlaki bir çöküntünün sonucu olduğunu düşünmeden de edemiyorlar. eşcinsel arkadaşlarım olmasına bir itirazları yokmuş, ama çocuklarından biri eşcinsel olsa ne tepkiler vereceklerini de az çok sezdim bu süreçte. sözlüğe katılmadan önce sizin dünyanızla, sorunlarınızla, mutsuzluklarınızla ilgili çok az fikrim vardı. sözlüğe katıldıktan sonra sizi daha iyi tanıdığımı ve anlamaya başladığımı sanıyordum, meğer hiçbir şey anlamamışım. birebir yaşamadan, o tepkileri, koşullanmaları görmeden insan kavrayamıyor hiçbir şeyi. kimsenin hayatı ve bedeni yalnız kendine ait değil bu toplumda tamam, ama hiç kimsenin hayatına ve bedenine de eşcinsellerde olduğu kadar müdahale edilmiyormuş, bir şeyleri değiştirmek ya da kabul ettirmek için buzdan ve ateşten bir duvara çarpa çarpa amansız bir mücadeleye girmek gerekiyormuş. gördüm, anladım, çok üzüldüm! işiniz ne kadar zor, şimdi daha iyi anlıyorum.
sözlüğe dahil olduğumdan beri uyku haram oldu. sabah altıda kalkıp yedi olmadan evden çıkmam lazım. gözümden uyku akıyor ama "şunu da okuyayım, bunu da okuyayım" derken uyku kaçıyor. yarın yine zombi gibi gezerim ortalıkta. bir hafta rapor alıp bütün başlıkları okuyup öyle mi devam etsem hayata?
kafası kesilmiş tavuk gibi ne tarafa gideceğini bilememek, bazen kendi kendine konuşuyor gibi hissetmek, bazen kenarda durup oynayanları uzaktan izleyen pısırık bir çocuk gibi oyuna girmeye cesaret edememek, bazen de "bu kadar hesapsız insanı nerede bulacaksın, güzel güzel takıl işte!" biçiminde kendi kendine gaz vermektir.
lgbt blok'u, kaosgl'yi, cinsel ayrımcılıkla mücadele lobisi'ni takip eden, her türlü ayrımcılığa karşı biri olarak, lgbt bireylere destek olmak için kayıt oldum. burada eşcisellerin sözlük aracılığıyla kamuoyunun dikkatini çekerek insanlara seslerini duyuracaklarını sanıyordum ama gördüm ki çok az yazarın böyle bir amacı ve çabası var. sıcak ve içten arkadaşlarım, dostlarım var şimdi burada. evim gibi seviyor ve benimsiyorum. ancak son günlerde sıkça şikayet edilen antidemokratik uygulamalar burada bulunma nedenimi çok sert sorgulatıyor bana.
acınası olduklarına inananlara inat hayata 5-0 yenik başlamış gibi görünseler de kendilerini yeniden var etme becerisine sahip bir kadına dönüşebilme gücü olan kızlardır.
bu kadarı bardağı taşırır denecek bir haksızlığa maruz kalmıştır.fikir intihali'nin benim bilmediğim bir zararı mı dokundu sözlüğe, yoksa sırf sözlükle ilgili düşüncelerini özgürce paylaştığı için mi kapı dışarı edildi? sözlükte var olabilmek için hep sansürlü ve kontrollü mü konuşacağız? o zaman mecranın düşünce özgürlüğü nerede kaldı? çok bilinmeyenli, acil olarak cevaplanması gereken bir durum!
ülke tarihine adı utançla yazılacak! tarihin karanlık sayfalarına gömülecek ama bu ülkeye verdiği zarar yüzyıllar boyu nefretle anılacak.
edit büdüt: genellikle entryime eksi verilmesini iplemem ama zamanında yazdığım bu entryi eksileyen arkadaşlar içinden geçtiğimiz şu zor günlerde hala haksızlık ettiğimi düşünüyor mu çok merak ediyorum.
burada katliamdan ve tehcirden canı yanmamış insanlar olarak acısını yüreğimizde pek duyamayacağımız yıldönümüdür. siz şimdi gidin doğu ve güneydoğu'da asimile edilen, kürt ve türk ailelerce evlat edinilmiş, müslüman gibi yetiştirilmiş, ama asıl kimliğini 30'undan sonra öğrenmiş arada derede kalan insanlara sorun. ermeni olduğu için müslümanlarca dışlanan, asimile edildiği için kendi halkı tarafından sevilmeyen insanlara sorun. eğer yalnız 98 yıl önce insanların hayatları ellerinden alındı sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. sadece diyarbakır'da hayatı elinden alınan onlarca insan var. o insanlar bilir soykırımın acısını. bizimki hariçten gazel okumak!