dracula romanının yazarıdır. irlanadalı yazar, dracula'yı efsanesine en yakın biçimde yazmış, bilinenin dışında dracula'nın da duygulu,insan bir yanı olduğunu hissettirmiştir. bir vampirin insan ve duygulu yanının nasıl olabileceği sorusunun yanıtı da romanda, okumayı sevmeyenler için romandan sinemaya uyarlanan bram stoker's dracula adlı filmde.
asıl adı charles berry olan rock'n roll'un varlık nedeni ve efsanesidir. 1985 yılında grammy tarafından "yaşam boyu başarı" ödülüne layık görüldü, şarkıları rolling stones ve beatles tarafından yorumlandı. müzikte bir ekol yaratmış, kendi döneminde de sonradan yetişen müzisyenlere de ilam vermiş bir fenomendir.
her kış "bu yıl farklı bir şey yapmalıyım." deyip haziran oldu mu da "gümüşlük gümüşlük!" inlemeleriyle 15 yıldır olduğu gibi aile yazlığına gitmekten ibarettir.
kendisi sözlüğün tosun paşasıdır. hayatımda tanıdığım en sıcakkanlı insan, sevgi dolu bir arkadaş, dağ gibi bir dost! hasretle, heyecanla, rakı sofrasıyla bekliyoruz dönüşünü.
başrollerini tarık akan ve müjde ar'ın oynadığı "delikan" filminin tema müziği, aynı zamanda filmde esas oğlan sefer'in takasının adıdır. film türk sinemasının en başarılı filmlerinden biri sayılabilecekken çok az insan tarafından bilinir ve izlenmiştir. ama sinemaseverler ve türk filmlerini yakından takip edenler tarık akan'ın sefer'i mahalleden tanıdığımız biriymiş gibi doğal canlandırmasını, müjde ar'ın pavyon kadınını canlandırmadaki üstün performansını iyi bilir. şarkıya gelince bir selim atakan bestesi. hakkında sayfalar dolusu entry girsek ustalığına ve yeteneğine söz yetmeyecek bir üstattır kendisi. o da tıpkı film gibi ancak meraklısının tanıdığı, asla popüler kültüre teslim olmamış, alçak gönüllü bir duruşla ön plana çıkma çabası göstermeden yeteneğini damarlarımıza ince ince zerk etmiş ve türkiye'nin gelmiş geçmiş en başarılı müzisyenlerindendir. şarkıda burada efendim. gece gece iyi gelir. böyle bahar rüzgarı gibi, nane aromalı limonata gibi bir şarkı:
yazı makinesi olarak bilinen ve halka okumayı sevdirmek için dönemine göre sade ve günlük bir dille birçok eser veren ahmet mithat efendi'nin izinden gitmiş, o ekolün temsilcisi olmuş efsane yazardır. halkın batıl inançlarıyla ince ince kafa bulur (bkz: gulyabani), sokaktaki insanın günlük yaşam kaygılarını içten bir üslupla aktarır. türk edebiyatının en sevilen ve tanınan yazarlarındandır.
mp3'üm- içindeki şarkıları tekrar yükleyemem-, telefonum - numaraları tekrar yükleyemem-, cilt bakım kremlerim- dermotolojik her yerde bulunmuyor- kıştan "bunları yazın okurum." diye ayırdığım kitaplar- gittiğim yerde büyük bir kitabevi olmayabilir- çok sevdiğim gümüş hamaylim- yenisi bulunabilir ama bunu özel yaptırdım, pek severim-.
alttaki yazarcan acıkınca aklına gelen ilk yiyecek ne?
satanın pazarlama becerisine bakacak bir iş. asıl alanın zeka düzeyine bakmak gerek. hiç mi anlamıyorsun maldan birader. eline alıp bakmadın mı nasıl bir şey diye? 50 kuruşluk malla 8 bin liralık mal arasındaki farkı göremiyor musun? herkes bir biçimde dolandırılabilir o ayrı. ama bu da cennetten tapu satın almak kadar akla zarar.
atatürk mecliste bir konuşma yapmak için kürsüye çıktığında kadınlarla erkeklerin ayrı oturduğunu görünce erkeklere dönüp:" beyler neden hanımlardan ayrı oturdunuz? kendinize mi güvenmiyorsunuz yoksa hanımların iffetinden şüpheniz mi var?" demiş.
anlayana derin mesajlar veren bir şiir, şiirin ruhuna uygun aynı derinlikte bir melodi. insana" ben çemberin neresindeyim?" biçiminde sorgulamalar yaptıran nefis şarkı.
öğrencilerimin dersi dinlemeyip geyik yapması; suratsız, nemrut müdürümün özene bezene yaptığımız projeler için bir teşekkür bile etmemesi, behzat ç'nin final yapması, kardeşimin ve arkadaşlarımın mangal partisi düzenleyip bana en son ve geç haber vermeleri... sakin bir gündü, bu kadarıyla bitti gitti.
sinema tarihinin en kült korku filmlerindendir. 1973 yılında yapılan filmi william friedkin yönetmiş. baş rollerinde linda blair, ellen burstyn ve max von sydow yer almış. filmin soundtrackı tek başına bir klasiktir.
william peter blatty'nin aynı adlı romanından uyarlanmış. küçük bir kızın ruhuna şeytanın girmesi ve duygusal sorunları olan bir rahiple şeytan arasında geçen mücadeleyi anlatan film nereden baksanız buz gibi bir hristiyanlık ve katoliklik propagandası yapıyor, ama bu onun korku sinemasının kült filmlerinden olmasına engel değil tabi. kendisinden sonra yapılan korku filmlerine ilham veren, birçok sahnesi sonrasında yapılan filmlerde taklit edilen film, 10 dalda akademi ödülü'ne aday oldu ve "en iyi ses" ve "en iyi uyarlama senaryo" ödüllerini aldı. "en iyi film" başta olmak üzere 5 dalda altın küre ödülü aldı. filmin yapımı sırasında tuhaf olaylar da olmuş : iki kere set yanmış, ışıkçı ve görüntü asistanı ölmüş, üç tane figüran kalp krizi geçirmiş, başrol oyuncusu regan'ı canlandıran linda blair yataktan düşerek kolunu kırmış ve kostümler çalınmış. artık rastlantı mıdır, yoksa şeytanın gazabına mı uğradılar bilemem. eeeeee fazla da üstüne gitmemek gerek. karanlıklar prensi bu! boru mu? öyle kafana göre maymun edemezsin! filmin- o günkü teknolojik olanaklara göre- korku unsurları oldukça başarılı verilmiş. yatağın havalanmasından, regan'ın kafasını tam daire çevirmesine kadar bir dizi sahne insanı yerine çivilemeye yeter de artar bile. bir korku filmi klasiği olan the exorcist benim için farklı bir öneme de sahiptir. zira filmi 13 yaşımda sinemada izlemiştim. sonrasında çok ciddi sıkıntılar yaşadım. "13 yaşında ne işin vardı korku filminde?" diyebilirsiniz, haklısınız da ama bir grup arkadaşla eve yalan söyleyip sinemaya kaçak gitmemiz, sonra da körün taşı gibi bilmeden bir korku filmi klasiğine denk gelip kafayı yememiz ayrı bir entry konusudur.
edit büdüt: dün gece izlemeye başladım. gece gece tırstım, devam edemedim. şimdi izleyip bitirebildim. yalnız o şeytandaki özgüven, hazır cevaplık, ukalalık, meydan okumalar nedir arkadaş? çok tanıdık bir tavır ya nereden bilemedim?
bu benim. aslında tam da değilim, çünkü kulaklıktan dışarı ses gittiğine eminim. gitmiyorsa bile ben gittiğinden eminim. birkaç kez sert bakışlara maruz kaldım, bir kere de otobüste bir kadın sert bir üslupla uyardı. şimdi kısık sesle dinliyor muyum? hayır, bildiğimi okuyorum. kısık sesle de hiç keyfi olmuyor müziğin. duyma eşiğini düşürmesine rağmen - kibarlık edip sağır olmaya başldım demedim- yüksek sesle müzik dinlemekten vazgeçemeyenlerdenim.
lgbt bireylerinin ezildiklerini düşünmüyorum, diyen; yaşadığı toplumdan bihaber yaşam formu. duyarsızlığı ve bencilliği en homofobik insanı bile dumur edecek düzeyde.
takip etmediğim, tanımadığım bir medya fenomeni. ama ölümü nasıl koydu anlatamam. sonradan baktım videolarına. içim yandı. nasıl hayat dolu, neşeli, güzel bir insanmış. her ölüm erkendir ama bu da çok çok erken oldu, yazık oldu. ışıklar içinde uyu canercim.
kafası kesilmiş tavuk gibi ne tarafa gideceğini bilememek, bazen kendi kendine konuşuyor gibi hissetmek, bazen kenarda durup oynayanları uzaktan izleyen pısırık bir çocuk gibi oyuna girmeye cesaret edememek, bazen de "bu kadar hesapsız insanı nerede bulacaksın, güzel güzel takıl işte!" biçiminde kendi kendine gaz vermektir.
sözlüğe dahil olduğumdan beri uyku haram oldu. sabah altıda kalkıp yedi olmadan evden çıkmam lazım. gözümden uyku akıyor ama "şunu da okuyayım, bunu da okuyayım" derken uyku kaçıyor. yarın yine zombi gibi gezerim ortalıkta. bir hafta rapor alıp bütün başlıkları okuyup öyle mi devam etsem hayata?
ayı sözlük iki yaşında zirvesi için kalkıştığım kurabiye operasyonundan sonra yaşamaya başladığım süreç. daha önce konusu olmadı ya da ailemle yaşamadığım için bilmeleri gerekmedi. ama yazlıkta bir arada bulunduğumuz için telefon görüşmeleri falan derken kurabiyeleri yapan kuzenim dahil anne, baba, kardeş, komşular herkes bir lgbt sözlüğünde yazdığımı, bir sözlük dolusu eşcinsel arkadaşım olduğunu öğrendi. on gündür eşcinsellikle ilgili ne biliyorsam, yanlış kanıları düzeltmek için sayıp döküyorum. heterolar eşcinselleri yok saydıkları gibi onlarla ilgili sorunları, gerçekleri, olayları da konuşmaz, yok sayarlar. benim yakın çevremde bu konu hiç bu kadar açık seçik konuşulmamıştı. yığınla önyargının yanı sıra "aslında özel hayatları onları ilgilendirir." gibi sonuçlara da varıyorlar arada bir. ama hala eşcinselliğin ahlaki bir çöküntünün sonucu olduğunu düşünmeden de edemiyorlar. eşcinsel arkadaşlarım olmasına bir itirazları yokmuş, ama çocuklarından biri eşcinsel olsa ne tepkiler vereceklerini de az çok sezdim bu süreçte. sözlüğe katılmadan önce sizin dünyanızla, sorunlarınızla, mutsuzluklarınızla ilgili çok az fikrim vardı. sözlüğe katıldıktan sonra sizi daha iyi tanıdığımı ve anlamaya başladığımı sanıyordum, meğer hiçbir şey anlamamışım. birebir yaşamadan, o tepkileri, koşullanmaları görmeden insan kavrayamıyor hiçbir şeyi. kimsenin hayatı ve bedeni yalnız kendine ait değil bu toplumda tamam, ama hiç kimsenin hayatına ve bedenine de eşcinsellerde olduğu kadar müdahale edilmiyormuş, bir şeyleri değiştirmek ya da kabul ettirmek için buzdan ve ateşten bir duvara çarpa çarpa amansız bir mücadeleye girmek gerekiyormuş. gördüm, anladım, çok üzüldüm! işiniz ne kadar zor, şimdi daha iyi anlıyorum.
kafası kesilmiş tavuk gibi ne tarafa gideceğini bilememek, bazen kendi kendine konuşuyor gibi hissetmek, bazen kenarda durup oynayanları uzaktan izleyen pısırık bir çocuk gibi oyuna girmeye cesaret edememek, bazen de "bu kadar hesapsız insanı nerede bulacaksın, güzel güzel takıl işte!" biçiminde kendi kendine gaz vermektir.
yok bende fotoğraf falan. zaten sevmem de bear tipli erkekleri. ama birkaç gün önce (bodrum'da) tam bir bear gördüm. " şöyle çaktırmadan bir fotoğraf çeksem de bizimkilere- sizden söz ediyorum- göndersem." dedim gel gör ki izni olmadan bunu yapmak etik gelmedi. sonra düşündüm de sözlüğe gire çıka algımın seçiciliği değişmiş. erkeklere sizin gözünüzle bakmaya başladım, allah sonumu hayır etsin.
acınası olduklarına inananlara inat hayata 5-0 yenik başlamış gibi görünseler de kendilerini yeniden var etme becerisine sahip bir kadına dönüşebilme gücü olan kızlardır.
bu kadarı bardağı taşırır denecek bir haksızlığa maruz kalmıştır.fikir intihali'nin benim bilmediğim bir zararı mı dokundu sözlüğe, yoksa sırf sözlükle ilgili düşüncelerini özgürce paylaştığı için mi kapı dışarı edildi? sözlükte var olabilmek için hep sansürlü ve kontrollü mü konuşacağız? o zaman mecranın düşünce özgürlüğü nerede kaldı? çok bilinmeyenli, acil olarak cevaplanması gereken bir durum!
bir kanuni değildir, bir 4. murat da değildir. bir osman bey, orhan bey hiç değildir! belki biraz yavuz. ama kendini bunların toplamı sanıyor. oysa ola ola zalim, takıntılı, tükenmeye yüz tutmuş, itibarsız bir başbakan oldu.