bir ara kamera şakası sandığım felaket. küresel ısınma ne hale geldiyse ve doğanın ayarı nasıl bozulduysa çölü sel götürüyor. birkaç yıl sonra çölde kutup ayısı geyiği de gerçekleşecek. aha, buraya yazıyorum. dediydi, dersiniz.
15 yaşında ve 3,5 aylık hamile gülistan'ın -bir çocuk kadın- başına gelen, ad bile verilemeyen vahşi olay. zorla evlendiril, 15 yaşında hamile kal, kocandan eziyet gör, baba evine dönmek iste, ama hamile olarak döndüğün için töreye kurban git! vuran kuzeni. it o kadar serin kanlı ki olaydan sonra silahla poz verdiği fotoğrafı facebbok'ta paylaşmış. arkama bakmadan, koşarak kaçmak istiyorum artık bu ülkeden.
babamın memleketinde vuku bulan hadise. kangal tutuculuğuyla ünlüdür. mahalle baskısının en ağır biçimde yaşandığı bir ilçede bütün riskleri göz alıp bunu yaptılarsa adamlarda mangal gibi yürek var demektir. yarın gelsinler cesaret madalyalarını takalım!
anne olsaydım farklı mı hissederdim bilmiyorum ama şu kafayla çok anlamsız, gereksiz bulduğum, tüketime teşvik günü. annesi olan var, olmayan var, uzakta olanı var, ailesi tarafından reddedilmiş ya küs olan, görüşmeyeni var.... var da var! insanların ciğerine hançer gibi saplanır böyle bir gün. ama işte gel de kutlama. annem sultan burnumuzdan fitil fitil getireceği için hediye alınacak, yemeğe götürülecek, gönlü edilecek. sanki bütün bunlar yılın diğer günleri yapılmıyormuş gibi!
iki gündür nedenini anlayamadığım bir yüksek ateş var. canımı okudu. gizli bir hastalığım mı var, ölecek miyim, ölsem geride ne bırakırım diye karanlık, lüzumsuz düşünceler içindeyim. şöyle güçlü bir biçimde "ölmek istemiyorum!" demedim ya!
çocukken rahmetli necdet evliyagil'in trt'de yaptığı şiir programlarında tanıyıp sevdiğimiz şair. rahmetlinin dişleri de yoktu ya da eksikti. böyle peltek peltek bir "annabel lee" okuyuşu vardı, sanırsın ölümsüzlüğün sırrını açıklıyor. şiire öyle bir saygı, sevgi duyardı. sonra sonra edgar allan poe'yu tanıyınca evliyagil'in poe şiirlerine neden bu kadar büyük bir tutku beslediğini anladık.
"şey"in hiçbir sözcükle birleşmemesi nedeniyle yanlış yazılan sözcüklerin efendisi, açık ara birincisidir. herşey, hiçbirşey, çokşey, azşey toptan yanlıştır ayrı yazılmalıdır. bir de yanlız- yalnış meselesi var. yalnız yalından gelir ve "yalnız" biçiminde yazılır. yanlış "yanılmaktan gelir ve "yanlış" biçiminde yazılır.
ilk filmi aşan tek devam filmi olma özelliğini elinde tutan başyapıt. muhteşem oyunculuklar, tutkulu, çarpıcı bir hikaye, büyüleyici bir müzikleriyle bilemem kaçıncı kez beni fethetti. onlarca yıl sonra teknoloji bu kadar gelişmiş, ilerlemişken ve onca muhteşem film yapılmışken bu filmi aşacak bir başka mafya filmi yapılamadı. dahası aynı yönetmen francis ford coppola neredeyse aynı oyuncu kadrosuyla ikinci filmin yanından bile geçemeyecek bir filmle kötü bir final yapmış oldu. işte filmin büyüleyici soundtrackı:
zor bir annenin kızı olmaktan da kaynaklanacak talihsiz durum. kızını kusursuz bir ev hanımı olacak biçimde yetiştirme takıntısı olan bir anne küçücük kızı daha ilkokul 4. sınıftan itibaren eve kapatıp ev işlerini öğretmeye başlar, çocuğun yaşıtlarıyla, gönlünce oynamasına ve çocukluğunu yaşamasına engel olur. bununla da gurur duyar. aklımın, gönlümün bir kenarında derin bir özlemle yaşıyorum. çocukluğunun tadını çıkaranlara imrenerek...
türk adalet sisteminin lanet bakış açısına ve bazı yetişkinlerin " ama o da istemiş canım!" duyarsızlığına bakarak pek de trajik bir olay olarak kabul edilmeyecek haber. ne var ki? çocuk gönüllü işte. bütün dünyası penisinin çevresinde dönen bir grup hayvana gün doğar. "bu bir çocuk, istiyor olsa bile bu doğru değil, ben insansam bu kötülüğü ona yapmamalıyım." sağduyusu, erdemi de olmayınca memleketin her yerinden böyle insanı insanlığından utandıracak haberler yağmur gibi geliyor. çocuk kışın ortasında paltosuz sokağa çıkmak ister, olmayacak nesneleri yutmak ister, pencereden izlediği süper kahramanlar gibi atlayıp uçmak ister. çocuk bu ister! sen bu fırsattan yararlanmak zorunda mısın hayvan! yok mu vicdanın, aklın? yatacak yetişkinlerin köküne kıran mı girdi? bu uzar gider. burada bir kere daha başka bir entryimde sözünü ettiğim "erkeğin karanlık yüzü" adlı kitabı okumanızı öneririm. bütün düğümler o karanlık yüzde duruyor.
kitaptan küçük bir alıntı: "insan yalnız genetiğinin bir ürünü değildir. aynı zamanda içinde yetiştiği kültürün, aldığı eğitimin ve seçimlerinin de ürünüdür."
seçimlerimiz bizi insan yapar ya da insanla hayvan arasında bir noktada tutar.
iki tekerlekli bisikletin üstünde durmayı bir türlü becerememiş bazı çocuk ve ergenlerin de * yapacağı saçmalıktır. bisikletin üstüne binilir, balkon demirlerine tutuna tutuna bir ileri bir geri gidip gelinir. sanki öyle yapınca bisiklet sürmeyi başarmış gibi hisseder kendini saf!
paçoz, köylü, hımbıl, çirkin, bir de üstüne fermuarı açık çıkmasından kat kat hoş bir durumdur. adam ben odaya girdiğimde tuvaletteydi. odaya bir girdi fermuar açık. hayır, fantezilik bir durum da adam da yok ortada. beyaz donu aradan çıkmış görünüyor. iri laflarla ahkam kestikçe pıskırarak gülmemek için zor tuttum. şans mı var da yakışıklı çıksın karşıma!
dönüş yok (irreversible) adlı filmde en acı ve sert biçimde gözler önüne serilerek nasıl bir insanlık suçu olduğu gözler önüne serilmişti. bir film eleştirmeni yönetmenin neden böyle sert bir film yapma ihtiyacı duyduğunu sorgularken tecavüzün çok büyük bir suç olduğunu, bazılarının bunun şakasını yapacak kadar hafife aldığını herkese göstermek istediği söylemişti. yaşayanlar kadar duyamazsınız bunun acısını. ancak acılarına hürmeten en azından espri ya da fantezi konusu yapmayabilirsiniz. bu konun geyiğini yapmak bile başlı başına bir suç ve mağdurlara hakarettir.
gerçek aşkın habercisidir. haydar dümen'in mantıklı bulduğum tek sözü: " aşk beyinde başlar ve bu işin %50'sidir." bundan sonrası cesaret, ataklık, kararlılık meselesidir.
entrysi en çok düzeltilenler listesine beşinci sıradan giriş yapmış yazarımızdır. uzun zamandır ülkesinden ve türkçeden uzak olmasına bağlıyoruz bu durumu. kullanmadıkça köreliyor dil malum! içerikteki toplumsallık ve duyarlık içinse tebrik ediyoruz.
insanların hiçbir şeyden korkmadan, özgürce, dürüstçe düşüncelerini, duygularını, kendini ortaya koyabilmesidir. uygar toplumlarda bu en temel haktır. ancak bozuk bir demokrasi ve üstü örtük faşizmle yönetilen ülkelerde bu bir suç unsuru olarak bile kabul edilebilir. ülkemde insanlar kendilerini ne kadar rahatça ifade edebiliyor? işte durum:
kendini rahatça ifade edemeyenler:
homoseksüellik gibi başkalarından farklı cinsel yönelimi olanlar %72
ateistler %59
müslümanlıktan başka dini inancı olanlar %28
müslüman olduğu halde ibadetini yerine getirmeyenler %28
toplumda itibarı düşük bir mesleğe sahip olanlar %23
müslüman olduğu halde farklı bir mezhepten olanlar %21
türklükten farklı bir etnik kökten gelenler %19
yoksullar %18
iyi eğitim almamışlar %16
bir müslüman olarak dini inancınıa uyugn biçimde yaşayanlar %11
laik bir hayat tarzı ve dünya görüşüne sahip olanlar %7
lgbt bireylerinin ezildiklerini düşünmüyorum, diyen; yaşadığı toplumdan bihaber yaşam formu. duyarsızlığı ve bencilliği en homofobik insanı bile dumur edecek düzeyde.
takip etmediğim, tanımadığım bir medya fenomeni. ama ölümü nasıl koydu anlatamam. sonradan baktım videolarına. içim yandı. nasıl hayat dolu, neşeli, güzel bir insanmış. her ölüm erkendir ama bu da çok çok erken oldu, yazık oldu. ışıklar içinde uyu canercim.
kafası kesilmiş tavuk gibi ne tarafa gideceğini bilememek, bazen kendi kendine konuşuyor gibi hissetmek, bazen kenarda durup oynayanları uzaktan izleyen pısırık bir çocuk gibi oyuna girmeye cesaret edememek, bazen de "bu kadar hesapsız insanı nerede bulacaksın, güzel güzel takıl işte!" biçiminde kendi kendine gaz vermektir.
sözlüğe dahil olduğumdan beri uyku haram oldu. sabah altıda kalkıp yedi olmadan evden çıkmam lazım. gözümden uyku akıyor ama "şunu da okuyayım, bunu da okuyayım" derken uyku kaçıyor. yarın yine zombi gibi gezerim ortalıkta. bir hafta rapor alıp bütün başlıkları okuyup öyle mi devam etsem hayata?
ayı sözlük iki yaşında zirvesi için kalkıştığım kurabiye operasyonundan sonra yaşamaya başladığım süreç. daha önce konusu olmadı ya da ailemle yaşamadığım için bilmeleri gerekmedi. ama yazlıkta bir arada bulunduğumuz için telefon görüşmeleri falan derken kurabiyeleri yapan kuzenim dahil anne, baba, kardeş, komşular herkes bir lgbt sözlüğünde yazdığımı, bir sözlük dolusu eşcinsel arkadaşım olduğunu öğrendi. on gündür eşcinsellikle ilgili ne biliyorsam, yanlış kanıları düzeltmek için sayıp döküyorum. heterolar eşcinselleri yok saydıkları gibi onlarla ilgili sorunları, gerçekleri, olayları da konuşmaz, yok sayarlar. benim yakın çevremde bu konu hiç bu kadar açık seçik konuşulmamıştı. yığınla önyargının yanı sıra "aslında özel hayatları onları ilgilendirir." gibi sonuçlara da varıyorlar arada bir. ama hala eşcinselliğin ahlaki bir çöküntünün sonucu olduğunu düşünmeden de edemiyorlar. eşcinsel arkadaşlarım olmasına bir itirazları yokmuş, ama çocuklarından biri eşcinsel olsa ne tepkiler vereceklerini de az çok sezdim bu süreçte. sözlüğe katılmadan önce sizin dünyanızla, sorunlarınızla, mutsuzluklarınızla ilgili çok az fikrim vardı. sözlüğe katıldıktan sonra sizi daha iyi tanıdığımı ve anlamaya başladığımı sanıyordum, meğer hiçbir şey anlamamışım. birebir yaşamadan, o tepkileri, koşullanmaları görmeden insan kavrayamıyor hiçbir şeyi. kimsenin hayatı ve bedeni yalnız kendine ait değil bu toplumda tamam, ama hiç kimsenin hayatına ve bedenine de eşcinsellerde olduğu kadar müdahale edilmiyormuş, bir şeyleri değiştirmek ya da kabul ettirmek için buzdan ve ateşten bir duvara çarpa çarpa amansız bir mücadeleye girmek gerekiyormuş. gördüm, anladım, çok üzüldüm! işiniz ne kadar zor, şimdi daha iyi anlıyorum.
kafası kesilmiş tavuk gibi ne tarafa gideceğini bilememek, bazen kendi kendine konuşuyor gibi hissetmek, bazen kenarda durup oynayanları uzaktan izleyen pısırık bir çocuk gibi oyuna girmeye cesaret edememek, bazen de "bu kadar hesapsız insanı nerede bulacaksın, güzel güzel takıl işte!" biçiminde kendi kendine gaz vermektir.
yok bende fotoğraf falan. zaten sevmem de bear tipli erkekleri. ama birkaç gün önce (bodrum'da) tam bir bear gördüm. " şöyle çaktırmadan bir fotoğraf çeksem de bizimkilere- sizden söz ediyorum- göndersem." dedim gel gör ki izni olmadan bunu yapmak etik gelmedi. sonra düşündüm de sözlüğe gire çıka algımın seçiciliği değişmiş. erkeklere sizin gözünüzle bakmaya başladım, allah sonumu hayır etsin.
acınası olduklarına inananlara inat hayata 5-0 yenik başlamış gibi görünseler de kendilerini yeniden var etme becerisine sahip bir kadına dönüşebilme gücü olan kızlardır.
bu kadarı bardağı taşırır denecek bir haksızlığa maruz kalmıştır.fikir intihali'nin benim bilmediğim bir zararı mı dokundu sözlüğe, yoksa sırf sözlükle ilgili düşüncelerini özgürce paylaştığı için mi kapı dışarı edildi? sözlükte var olabilmek için hep sansürlü ve kontrollü mü konuşacağız? o zaman mecranın düşünce özgürlüğü nerede kaldı? çok bilinmeyenli, acil olarak cevaplanması gereken bir durum!
bir kanuni değildir, bir 4. murat da değildir. bir osman bey, orhan bey hiç değildir! belki biraz yavuz. ama kendini bunların toplamı sanıyor. oysa ola ola zalim, takıntılı, tükenmeye yüz tutmuş, itibarsız bir başbakan oldu.