bildiğiniz pj harvey'dir bu. hiç bir çaba sarf etmeden model fiziğine sahiptir. makyajlı hali ile makyajsız hali arasındaki tek fark, makyajsızken çok çirkinken, makyajlıyken çirkin olmasıdır. amma velakin bu kadın bakışı olsun, duruşu olsun, el hareketlerinden saçını savuruşuna kadar ölümüne seksidir...
kendisinin sesi 7 oktav ve üstünde falan değildir, hadi biraz zorlarsa 6 oktava yakındır, bas, bariton, tenor, kontrtenor, alto gibi pek çok sesi icra edebilse de genelde kontrtenor olarak şarkı söyler, nota bilmez ama allah'ın torpil geçtiğinin yadsınamaz bir örneği olabilecek kadar iyi bir kulağa sahiptir, başarılıdır, piyasa işi yapmaz canı ne istiyorsa onu yapar, biseksüeldir, ayrıca bahsedildiği gibi eşsiz falan değildir, kendisi gibi ses sınırlarına sahip pek çok sanatçı bulunmaktadır..
büyük ev ablukada'nın belki de en iyi şarkısı. ''ne kadar sevdim seni, ne kadar çok..'' derken derin bir iç çekiyor insan..
yakınlarda bir gezegende
unuttuğum tüm şeyler
hepsi ayrı bir ağrı gibi
uzanıyor yerinden
yakınlarda bir gezegende
unuttuğum tüm şeyler
hepsi ayrı bir ağrı gibi
bağırıyor yerinden
gel beni bul beni bul beni bul
gel beni bul beni bul beni bul
gel beni bul beni bul beni bul
kaçtı bak elinden tuttuğum çocuklar
kimin bugün doğum günü
ne vardı aklımda
geçti bak saatler
uyanmayı unuttum
takside bıraktığım kocaman gitar
kaçtı bak elimden tuttuğum çocuklar
ne kadar sevdim seni, ne kadar çok
hepsini bulucam
bir bir
yerine koyucam
bir bir
seviyorum ben bu kadınları. ki genelde dostane anlamda kadınları sevmeyen bir canlı olarak oldukça enteresan bir durum bu. bugüne kadar tanıştıklarımın büyük bir kısmının saçları ve gözleri gerçekten olağanüstü güzellikteydi. erkekler üstünde yadsınamaz bir etkileri var. yürüyüşleri, bakışları ve dudak hareketleri konusunda aşmış, bitirmiş hatunlardır. ha bir de eklemeden geçemeyeceğim, şimdi darılmaca gücenmece yok ama bugüne dek muhatap olduğum tüm başak burcu dişileri birer cock monster idi. ancak işin hoş yanı, hiç biri de bunu saklama gereği hissetmiyordu. en azından dürüstler yani..
coldplay'in zaman içerisinde geçirdiği evrimi bir kez daha gözler önüne seren şarkıdır. coldplay için ölüp bayılmam ama the scientist ve violet hill gibi şahsım adına değerli şarkılara imza atan grubun rihanna ile ortaklığa girmesi gerçekten komik olmuş. şarkı kötü değil, gerçekten. ama zaten şarkı coldplay şarkısı değil. chris martin'in elinden çıkmış gibi hiç değil. sanki coldplay üzerine bir kaç beden büyük gelen bir elbise giymiş gibi..
ama video klibe gelince bir dur demek istiyor insan. çünkü ''cause you really hurt me'' kısımlarında chris martin'in bakışları gerçekten çok ama çok güzel. insanın içini yakıyor adeta.
sonuç olarak, chris martin yakışıklı imiş de, biz farkedememişiz.
kendisi için söylenecek pek bir şey olduğuna inanmıyorum çünkü bu adam hala tek bir bakışıyla bile tüm dünyaya oyunculuk dersi veriyor. oyunculuğun ne olduğunun hala tam olarak anlaşılamadığı ülkemizdeki ''oyunculara'' bu adamın filmlerini kür olarak vermek lazım. böyle alacaksın bi odaya bizimkileri üçer beşer dayayacaksın jack'in filmlerini. o yüksek egolarını törpülemek için de jack nicholson'a sorulan ''en beğendiğiniz oyuncu kim?'' sorusuna verdiği cevabı ezberleteceksin;
''en beğendiğim oyuncu marlon brando. keşke onun oyunculuğunun onda birine erişebilsem..''
evet, sırf one flew over the cuckoo s nest için hiç çıkmadan on ay boyunca akıl hastanesinde yaşamış, on iki kez akademi ödülüne aday gösterilmiş, üç kez bu ödüle layık görülmüş, altın küre adaylığına artık yetişemediğim ama yedisini kazandığından emin olduğum bu adam gerçekten oyuncudur. adamın hasıdır. ne yapsa izleyeceğim ve izleteceğimdir.
garip bir kadın. madonna'nın 80s döneminde jean-paul gaultier ile işbirliği yaptığı zamanlarını andıran kıyafetler giyiyor. saç ve kaş şekli ile kill your tv tarzındaki tişörtleri birebir agyness deyn kopyası. berlin etkisi üzerinde bir hayli hissediliyor. özellikle müzikal anlamda robots in disguise vari bir şeyler yapmaya çalışıyor. gerek sözleri, gerek tınıları ile. inceden de bir maneater imajı çizmeye çalışıyor. ama olmuyor kanımca. yani o kadar ticari ve sakil duruyor ki..kendisi iyi düzenlenmiş, güzelce kesilip yapıştırılmış bir kampanyadan ibaret. o kadar. daha fazla bir şey yok. ha ayrıca bizce, lezbiyen.
el veya ayak parmaklarının bir kaç tanesinin ya da tamamının doğuştan birleşik bir şekilde olmasıyla ortaya çıkan fiziksel bozukluk. kalıtımsal olan bu hastalık 2000 canlı doğumda bir olarak görülür. erkeklerde daha sıklıkla rastlanmaktadır. sindaktilinin düzeltilmesi operasyonları basit görünen ancak itina isteyen ameliyatlardır. parmakların arasına çeşitli aparatlar yerleştirmek yerine, ameliyat sonrasında gazlı bezler ve tamponlarla ele ideal şeklini verebilmek çok önemlidir.
hatta, nip tuck dizisinde sean'ın oğlu sindaktili ile doğmuştur ve oğlunun sindaktili ameliyatını sean bizzat kendisi yapmıştır.
kimilerimiz için edebi bir ilah iken, kimilerimiz içinse yeraltı edebiyatının türk süprüntülerini üreten adam..hakan günday ile tanışmama vesile olan kitap yani piç'in bir kaç cümlesine denk gelmiştim. ve o cümleleri okuduğum an, kendisiyle aramızda aşık olunan fuckbuddy tarzı bir ilişki doğdu. zihnime akan her cümlesi aynı anda hem bana zevk verip hem de ruhumu parçalamaktan çekinmiyordu. ve kitaplarını başkalarına tavsiye ettiğim zamanlarda onların benim kadar kafayı yakarak okumadıklarını anladım. bir süre sonra da gördüm ki, onun kitaplarından zevk almayanlar hayatlarında cenk, barbaros, afgan, kinyas, kayra, asil, alp ve daha pek çoklarıyla karşılaşmamış, onların hayatlarını alt üst etmesine izin vermemiş, hayata karşı alerjisi olmayan, tutarlı, düzgün ve iyi olmayı meziyetten sanan, kendilerini hiçbir zaman sevdikleriyle savaşırken ve nefret ettiklerinle sevişirken bulmayan, tekmeyi yemeyen yumruğu basmayı akıl edemeyen, matematik denen şeyin saçmalığına hala inanan, mutsuzluklarına hala ama hala çare arayan insanlarmış..onları haklı buldum..çok haklı hem de..
çünkü anladım ki hakan zaten bu kitapları başkalarını öldüresiye üzdükleri, derin mutsuzluklara ittikleri, belki cinayetlerin değil ama intiharların azmettiricileri oldukları için cezalandırılması, hapse atılması gereken insanlar için, benim gibiler için, bizim gibiler için yazıyor..o yüzden de çok fazla su yüzüne çıksın istemiyorum bu adam..sana bana kalsın ki bizler geceleri kinyas ve kayra olup yakalım kendimizi, bizler sabahları birer piçe dönüşüp sahilde spor yapanlara karşı bira ve sigara içelim..
yıllardır mtv ile uzaktan yakından hiçbir alakası olmamış kufala'nın gerçekleştirmediği eylemdir. şöyle bir bakıyorum da, yazdığım girilerde bahsettiğim şarkılar ve grupların büyük bir kısmı gerek yaş gerekse tarz olarak asla mtv yüzü görmemiş veyahut göremeyecek durumdadırlar. çünkü genel anlamda hemen hepsi indie'ye yakın duran işlerdir..neyse bilmemek değil, öğrenmemek ayıp diyor, kendimi trendy müziklerim ve nişantaşı çocuklarından kurduğum post punk grubumla baş başa bırakıyorum.
alsancak, kıbrıs şehitleri caddesinde miko ve alavara'nın arasında kalan sessiz, sakin ve güzel mekan. genellikle lezbiyen ağırlıklı bir müşteri kitlesi var. ancak gayler de bir hayli tercih ediyor burayı. fiyat kalite dengesi bakımından yemekleri çok başarılı. özellikle makarnaları lezzetli oluyor. sadece sıcak içecek konusunda menüsünü biraz geliştirmesi gerekiyor.
24 hour party people ile adını duyuran, daha sonra control adlı filmde kusursuz bir ian curtis performansı sergileyen, aynı zamanda geçtiğimiz yıllarda burberry'nin erkek koleksiyonunun yüzü olan, yakın bir zaman diliminde on the road'un sinema uyarlamasında izleme şansını bulacağımız, 1980 doğumlu, ingiliz aktör..
pek çok kez axl rose'un üzerinde gördüğümüz tişörtünün guido reni tarafından yapılmış çarmıha gerilmiş isa baskısının altında bulunan, sonic youth'un bir albümüne ve amerikalı bir hardcore punk grubuna, aynı zamanda da new york rock'n roll piyasasının son otuz yılını anlatan belgesele adını veren söz öbeği..
amerikan deniz piyadelerinden önce, amerikan kara kuvvetlerinin kullandığı semper fi olarak da bilinen, ''daima sadık'' anlamına gelen bu latince söz, amerikan askerlerinin pek çoğunda dövme olarak bulunur. aynı zamanda nikahta veyahut nişanda takılan yüzüklerin içinde de görülebilir..
1800'lerin sonunda ortaya, 40s'de zirveye çıkan, savaşlarda askerlere dağıtılan takvim yapraklarında yer alan modellerin seksi fotoğrafları, bu modelleri ve yine bu kadınlar örnek alınarak çizilmiş çizgi romanları içeren kültürün genel adıdır. karakteristik saç kesimleri, beyaz tenleri, kırmızı rujları, kuyruklu eyelinerları ile baktıkça insanı kendilerine hayran bırakan pin up'ların en ünlüleri arasında, bettie page, betty grable, bernie dexter ve son bir kaç yıldır artan popülaritesi ile dita von teese sayılabilir..
sunday morning, praise the dawning
it's just a restless feeling by my side
early dawning, sunday morning
it's just the wasted years so close behind
watch out, the world's behind you
there's always someone around you who will call it's nothing at all
sunday morning and i'm falling
i've got a feeling i don't want to know
early dawning, sunday morning
it's all the streets you crossed, not so long ago
watch out, the world's behind you
there's always someone around you who will call it's nothing at all
watch out, the world's behind you
there's always someone around you who will call it's nothing at all
sunday morning
sunday morning
sunday morning
sürekli kafamda dönüp duran ed sheeran şarkısı. çok iyi bir şarkı değil ama video klibi öyle güzel ki..alın işte hem sözleri hem de klibi..
give me love like her,
'cause lately i've been waking up alone,
paint splattered teardrops on my shirt,
told you i'd let them go,
and that i'll fight my corner,
maybe tonight i'll call ya,
after my blood turns into alcohol,
no, i just wanna hold ya.
give a little time to me or burn this out,
we'll play hide and seek to turn this around,
all i want is the taste that your lips allow,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love.
give me love like never before,
'cause lately i've been craving more,
and it's been a while but i still feel the same,
maybe i should let you go,
you know i'll fight my corner,
and that tonight i'll call ya,
after my blood is drowning in alcohol,
no i just wanna hold ya.
give a little time to me or burn this out,
we'll play hide and seek to turn this around,
all i want is the taste that your lips allow,
my, my, my, my, oh give me love,
give a little time to me, or burn this out,
we'll play hide and seek to turn this around,
all i want is the taste that your lips allow,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my my, my, my, oh give me love.
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover.
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover (love me, love me, love me).
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover (give me love),
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover (give me love),
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover (give me love, love me),
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover (give me love).
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love
of all the money that e'er i had
i've spent it in good company
and all the harm that e'er i've done
alas it was to none but me
and all i've done for want of wit
to memory now i can't recall
so fill to me the parting glass
good night and joy be with you all
of all the comrades that ever i had
they are sorry for my going away
and all the sweethearts that ever i had
they would wish me one more day to stay
but since it falls unto my lot
that i should rise and you should not
i'll gently rise and i'll softly call
good night and joy be with you all
a man may drink and not be drunk
a man may fight and not be slain
a man may court a pretty girl
and perhaps be welcomed back again
but since it has so ought to be
by a time to rise and a time to fall
come fill to me the parting glass
good night and joy be with you all
good night and joy be with you all
björk'ün vespertine albümünün beşinci şarkısı.
sanırım björk'ün bugüne kadar yaptığı en güçlü ve şiddetli eseri..kaotik, esrik, saplantılı ve bir o kadar da sado mazoşist bir aşkı anlatan şarkının video klibi de tüm zamanların en iyi kliplerinden biri sayılabilir kanımca. videonun başında soyutlanmış bir cinsel ilişkiden sahneler vardır ve bu ilişki björk ve sevgilisi matthew barney arasında geçmektedir. video da björk'ün nipple piercinglerini de görebiliriz..
her şey bir yana, tek bir dokunuşla aşık olabilmeyi, kendi kendine kırılmayı anlatan, zedelenmiş ruhları iyice kanırtan, kendini korumayı bilmeyenlerin kalplerini ve ruhlarını şiddetle uzak tutması gereken şarkıdır.
italyan yönetmen dario argento'nun, kendisi gibi yönetmenlik, oyunculuk hatta dj'lik yapan, dikkat çekici hiç bir özelliği olmamasına rağmen akıl almaz bir seksapaliteye sahip, babası tarafından yönetilen trauma ve the phantom of the opera filmlerinde aldığı rolleri, marilyn manson'a çektiği video klibi, enteresan dövmeleri, brian molko ile yaptığı je t'aime moi non plus düeti, this picture video klibinde yer alması ve beraber yayınlanan fotoğrafları ile kısa zamanda alt kültürün ikonlarından birine dönüşmüş harika ve bir o kadar da arıza olan kadın..
80s başında steven patrick morrissey ve johnny marr denen iki adamın bir araya gelmesiyle kurulan ve 80s sonuna kadar faaliyet gösteren grup. evet tanımımı da yaptığıma göre içimdekileri dökmeye başlayabilirim. öncelikle the smiths, there is a light that never goes out'dan ibaret değildir. 500 days of summer'ı izleyip akabinde the smiths için ölüp bitenlere bunu belirtmek isterim.
irlanda asıllı olmasına rağmen manchester'da doğan koyu katolik bir ailenin, uyuşturucu bağımlısı, yalnız ve sürekli oscar wilde okuyan, içine kapanık çocuğu morrissey'in ve ne kadar yetenekli olduğunun her daim farkında olan johnny'nin insan ruhunu tarumar etme serüveni 1984 yılının başında piyasaya sürdükleri debut albümleri the smiths ile başlar. post punk ve manchester'ın madchestar olarak anılmasına neden olmaya başlayan rave kültürünün yavaş yavaş yükselmesine rağmen, elektronik her sesten uzak kalarak, morrissey'in melankolik lakin harikulade sözleri ve marr'ın yoğun riffleri ile kotarılan albüm grubun nasıl bir portre çizeceğini ortaya koymuştur. bugün bile müzik tarihinin en iyi albümlerinden sayılan the smiths, pretty girls make graves, this charming man, still i'll, what difference does it make gibi hitler barındırmaktadır. bizzat morrissey tarafından tasarlanan albümün kapağında andy warhol'un flesh filminden bir kare yer almaktadır.
ilk albümün başarısı ile iyice gazlayan ve ilk albüm ile ikinci albüm arasında hatful of hollow adında bir toplama sıkıştıran grup 85 kışında ikinci stüdyo albümleri meat is murder'ı yayınlar. 11 yaşından beri vejeteryan olan morrissey'in tavrı ile grubun politik duruşlarının şarkılara oldukça yansıdığı bu albüm listelerde bir numaraya kadar yükselen hitler çıkarmıştır olmasına rağmen grubun tavrı yüzünden oldukça eleştiri almıştır. fakat yine de hiçbir eleştiri yapılan işin başarısını ve that joke isn't funny anymore, meat is murder, well i wonder, i want the one i can't have gibi hitleri gölgeleyememiştir.
the smiths, 85 sonunda bir sonraki albümleri the queen is dead'i kaydetmiş, bununla da kalmamış amerika ve ingiltere'yi baştan başa turlamıştı. her geçen gün artan popülariteleri ve kendi şirketleriyle yaşadıkları sorunları, albümün yayınlanmasının gecikmesi ile büyük plak şirketlerinin yeni avı olan grup müzikal anlamda yine harika bir albüm yayınlamasına rağmen kendi içerisinde çatırdamaya başlamış, andy rourke gruptan atılmış, yerine craig cannon getirilmiş fakat iki gün sonra rourke gruba geri dönmüştür. bunun yanı sıra morrissey ve johnny arasında her geçen ve gün gün büyüyen ego savaşları grubu yormaya başlamıştır. lakin, 86 yılında kapağında alain delon'un fotoğrafının olduğu albüm satışa çıkmış ve ingiltere listelerine iki numaradan giriş yapmıştır. bu albüm there is a light that never goes out, some girls are bigger than others, cemetry gates, i know it's over, bigmouth strikes again, never had no one ever ve the boy with the thorn in his side gibi en bilinen the smiths şarkılarını bünyesinde barındırır. ve bu albümden sonra grup emi ile anlaşma imzalar..
sene 87'yi gösterdiğinde kendi içlerinde yaşadıkları çatışmalar marr ile morrissey'i iyice birbirinden uzaklaştırmış, marr'ın gruptan ayrılmak istediğini her fırsatta dile getirmesine, sürekli alkole abanmasına neden olmuş, bu durumlar da morrissey'in iyice hırçınlaşmasıyla sonuçlanmıştır. yine de müzikal anlamda üretimlerine devam eden grup shoplifters of the world unite ve sheila take a bow adında iki single ve the world won't listen adındaki ikinci toplama albümlerini yayınladılar. sheila take a bow listelerde iyi bir başarı grafiği çizdi ve bunun ardından morrissey ve marr birlikteliğinin son ürünü olan strangeways, here we come 87 baharında kaydedilip eylül ayında piyasaya çıktığında marr gruptan ayrılalı bir kaç ay olmuştu..marr'ın yerine başkaları geçmeye çalışsa bile mümkün olmadı. genel anlamda bakıldığında da kasvetli bir havası olan albüm resmen iki efsanenin ayrılığını yansıtır. stop me if you think you've heard this one before, i started something i couldn't finish, girlfriend in a coma, last night i dreamt that somebody loved me gibi hitler çıkaran albüm grubun dördüncü ve son albümüdür..
artık ipler kopmuş, geri dönülmez yola girilmiş, hem marr hem morrissey birbirlerine olan öfkelerini her fırsatta dile getirir olmuşlardır.. bu dört albümün yanı sıra 86'da rank adında bir live kayıt ile 2008'de the sound of the smiths adlı bir best of albüm yayınlayan grup bir daha isimlerinin bile yan yana gelmemesi için sonsuz çaba harcamıştır..
johnny marr, smiths sonrasında the pretenders, electronic, the the, johnny marr and the healers ve modest mouse gibi gruplarda karşımıza çıkmasına rağmen 2008'den beri beraber olduğu the cribs ile yollarını ayırmıştır. şu günlerde de the messenger isimli güzel ötesi bir tekli yayınlamıştır, albüm ise şubat 2013 gibi piyasada olacak gibi görünüyor..
morrissey ise, solo kariyerine odaklanmış, dokuz albüm çıkarmış ve johnny marr ile tekrar biraraya gelip gelmeyecekleri sorulduğu zaman ''eğer bir daha johnny ile bir araya gelirsem oturup taşaklarımı yerim. bunu on bir yaşından beri vejeteryan olan bir adam söylüyor, dikkatinizi çekerim.'' demiştir...
pek çok kişinin haklarında biraz da olsa yanıldığı lezbiyenlerdir.
halet-i ruhiye ve görüntü bakımından aktif lezbiyen olan bir sevgilim ve etrafımda da sayıları pek de az olmayan aktif lezbiyen arkadaşlarım var. gerek kendi ilişkimden gerekse arkadaşlarımdan ve onların ilişkilerinden yola çıkarak net bir şekilde söyleyebilirim ki, aktif lezbiyenler öyle pek de ''çüküm olsun, tüm kızları düdükleyeyim'' tarzında insanlar değiller. ve pek çoğu bu aktif - pasif lezbiyen durumunu saçma buluyor.
örneğin aktifler kendilerine dokunulmasından hoşlanmaz, sevişirken soyunmaz diye bir düşünce var. birincisi bu külliyen yalan. çünkü birbirini seven ve bu sevgiyle sevişen insanlar -normal olarak- birbirlerine dokunmak, temas etmek, öpmek koklamak isterler. bu durumda da kalkıp size ''ay mememi elleme'' mi diyecek allasen. karşındaki insanı seviyorsan, istiyorsan o insan her şeyiyle senindir zaten.
ha memelerini bantlayan, bandajla saran, bir kaç adım ileriye gidip memelerini tamamen aldıran aktifler de yok mu, var tabi ki. ancak onların durumunun daha farklı bir durum olduğuna inanıyorum şahsen. çünkü onlar kadın olmaktan memnun değil.
bunu şöyle düşünün, pek çok gay var cinsiyet değiştirmek için her hangi bir arzu duymayan ve erkek olmaktan mutlu olan. ama bir de erkek bedeninde kadın ruhunu taşıyan ve hapsoldukları bedenden memnun olmayanlar var. bu memelerini, popolarını ve vajinalarını kabul etmeyen, edemeyen ve de haliyle en ufak bir temastan bile kaçınan aktifler de onlar gibi daha farklı mental ve ruhsal durumların içindeler..
yine bunların yanı sıra aktiflerin hepsi orange county choppers'da izlediğiniz fat boy'lar gibi değildir. evet kamyoncu lezbiyen dediğimiz bir grup var ama onları epey bir ayrı tutuyorum. neyse konumuza döneyim, gerek dünyada gerekse ülkemizde gayet güzel ve seksi aktifler var. bakın yakışıklı demiyorum, güzel diyorum. aktifler diye hepsi apaçi gibi saçları olan break dansçı komançero oğlan şeklinde gezmiyorlar. geçenlerde bir hayli aktif bir kızla tanıştık. kendisi gayet de taş gibi bir fiziğe sahipti, beline kadar saçları ve renkli gözleri ile de pek çok erkeği kendine çekebilecek güzellikteydi. ha ama dediğim gibi kendisi epey* bir aktifti.
fiziksel görüntünün ve yataktaki durumların da ötesinde aktif veyahut pasif olmak ilişkinin dinamiği ile alakalı bir durumdur. hetero veya eşcinsel olsun hiç fark etmez. bir ilişkide her zaman bir taraf lokomotiftir, ilişkiyi çekip çevirir, sarar sarmalar..
neyse lafı çok uzattım, işin özü öyle aktif lezbiyenlik yataktaki hakimiyetle ya da kısa saçta, götü düşük pantolonda biten bir durum değildir..