hızlı geçen cumanın, akabinde gelen cumartesinin, alınan alkolün, atılan kahkahaların, sevişirken harcanan eforun, yol, köprü ve baraj olarak çalışan insana geri dönmesidir.
viktor horsting ve rolf snoeren adlı iki moda tasarımcısı tarafından kurulmuş moda evi. hollanda'lı olan ikili 90'ların başından beri yaptıkları ile epey bir ilgi çekmiştir. her zaman belirli konseptleri vardır. kendileri de çok güzel giyinen bu beyler minimalist tarzlarını h&m için hazırladıkları koleksiyona yansıtıp üstüne üstlük bir de butik açınca biraz daha pret a porter bir tarza bürünmüşlerdir. velhasıl yine de yaptıkları tasarımlar fevkaladedir..
the big lebowski, reservoir dogs, con air gibi filmlerle resmen oyunculuk dersi veren, the sopranos için yönettiği bölümlerle takdiri bir kez daha kazanan, lou reed'in bir albümünde kendisine eşlik eden, coen kardeşler tarafından çok sevilen, gözlerine pörtlek diyenlere inat varşova film festivalinin açılışında havaya lens atıp gözüyle yakalayan, yazan, yöneten, oynayan ve tüm bunların yanı sıra profesyonel bir itfaiyeci olan, adının geçtiği her filmin koşulsuz izlenmesi gerektiğine inandığım elli yaşını devirmiş aktör..şu günlerde boardwalk empire ile yine, yeni, yeniden yardırıyor..
yüzü aşkın filmde rol alan, akademi, bafta, altın küre gibi pek çok ödüle sahip, kendine has oyunculuğu ve kariyerindeki başarısına rağmen sergilediği serin duruş ile insanı kendine hayran bırakan 1943 doğumlu aktör. özellikle pulp fiction filminde butch'a getirdiği aile yadigarı saatin babası ve dedesi tarafından nasıl zor şartlarda sakladığını anlattığı sahneler gerçekten harikadır. tüm bunların yanı sıra madonna'nın, david fincher tarafından çekilen bad girl adlı şarkısının video klibinde izlenildiği zaman kendisine aşık olmamak elde değildir..
1970 doğumlu ingiliz video yönetmen. stanley kubrick ile çalışmaktan sıkıldığı için video klip çekmeye başladığı söylenir. çektiği her video klip mutlaka bir yerlerden sansür yer. güzel işleri arasında şunlar sayılabilir,
the horrors - sheena is a parasite
placebo - 36 degrees
portishead - only you
madonna - frozen
insan ruhuna ian curtis tarafından atılan imza..binlerce coverı olmasına rağmen, joy division versiyonunun iki ayrı kaydı bulunmaktadır. ilki 1979 senesinde, bir diğeri de 1980 senesinde kaydedilip, ritim olarak birbirlerinden farklıdırlar. ama iki hali de olağanüstüdür. post punk için bir başyapıt sayılır. grubun nisan 1980'de yayınlanan substance albümünde yer alır ve ian curtis bu şarkıyı karısı deborah curtis için yazmıştır. kısa bir süre sonra da intihar etmiştir. orjinal video klibinde joy division'un stüdyo olarak kullandığı hangarda çekilen rastgele görüntüler vardır. parça, pek çok filmde soundtrack olarak kullanılmıştır lakin, en çok donnie darko'nun evinde verilen partide, kapı çalınıp da donnie'nin kapıyı açıp, şarkının çalmaya başlaması ile vurucu olmuştur. ayrıca ian curtis'in mezar taşında yazan sözdür..
deborah curtis'in kitabı kaynak alınarak senaryosu oluşturulan ve anton corbijn tarafından yönetilen, ian curtis'i zaman zaman gerçekten o mu acaba diye düşünmemize neden olacak kadar başarılı bir şekilde sam riley'nin canlandırdığı, siyah beyaz olması, anton corbijn'in kareleri yakalamasında gösterdiği ustalık, mükemmel oyunculuk ve doğru yerde doğru müziğin kullanılmasıyla joy division severler için kutsal bir yapıt haline gelip, önünde şapka çıkarılabilecek kadar güzel olan film. eğer joy division veyahut ian curtis ile en ufak bir ilginiz ve bilginiz yoksa bile, sadece love will tear us apart'ın çaldığı ayrılık sahnesi bile izlenebilir. nasıl insanın içini yakar, nasıl burukluk yaratır..
fox mulder' a beslediği derin duyguları bir türlü istediği karşılığı bulamayan, bir şekilde ucundan kıyısından clarice starling'e benzeyen, yanında uzaylılar halay çekse bile inanmadığını iddia edebilecek kadar bilimsel fakat aynı zamanda da ölümsüz olan, dizi ilerledikçe resmen bir evrim geçirip, zeki, vatkalı, donuk kadından, ateşli kızıla dönüşen, the x-files karakteri.
kendileri yine ada'dan, daha da fenası manchester'ın bağrıdan kopup gelen ve yine ada'nın bir nimeti olarak kabul edebileceğimiz the last shadow puppets'dan beri şahsımı en çok heyecanlandıran gruptur. wonderful life ile çarpıldım theo ve adam'a. önce parça, sonra da parçaya ait iki ayrı video klip, klipteki renkler ve dans eden kadınların estetikliği de beni benden aldıktan sonra ''oha dave gahan bunlara el vermiş'' gibi cümleler kurdum.. better than love, akabinde stay derken happiness'in tamamına el atmaya karar verdim. çok ama çok şahsi fikrim olarak söyleyebilirim ki, son iki buçuk sene içerisinde dinlediğim gerçekten emek ve yetenek ile kotarılmış yegane albümdür happiness.
albümün iyiliğinin yanı sıra adam anderson gerçekten çok güzel..yakışıklı demek pek kifayetsiz burada..bildiğimiz güzel adam..ama theo hutchcraft denen o adam var ya..o adam işte bakışlarıyla, ellerinin hareketleriyle ve özellikle de kaşını kaldırmasıyla insanın içine işliyor..hani tüm bunlardan geçtim bu adam nasıl bu kadar muhteşem giyiniyor onu da hala sorguluyorum..
sözün özü adamlar iyiler işte. çok iyiler..
şu ara heyecanla kendilerinin 11 martta çıkacak yeni albümü exile için gün saymaktayım.
the kills'in, ''hotel'' olarak da bilinen yarısı. evrenin görüp görebileceği en güzel şeylerden biri olan kate moss'un kocası. giyimi kuşamı, bakışları, sesi kısacası her şeyi ile erkekte son nokta olabilecek kadar mükemmel olan ender adamlardan..
skinhead haline ayrı, misfits haline ayrı hasta olunan ingiliz oyuncu. neden bilmiyorum ölümüne eğlenceli bir adam gibi görünüyor bana. elleri ve ses tonu da pek güzel. seviyoruz kendisini.
bu sene porcelain black gibi harikulade bir kadınla evlenen, dövmenin kimi adamlara ne kadar yakıştığının canlı bir kanıtı olan, beyaz tişört ve blue jean dendiği anda aklıma düşen tek isim olmaya adım adım yaklaşan ve en önemlisi lana del rey'in blue jeans ve born to die kliplerinde pek bir güzel arzı endam eden adam. bildiğiniz taş ocağı.
evet çok güzel. evet çok karizmatik. evet ses tonunun hastasıyız. ama gelin görün ki overrated be kardeşim. bu kızı bu kadar it girl yapmanın nedeni nedir biri bana açıklasın yahu. bu hanım abla evet mehmet turgut ile sevgili olmuştur, güzel güzel fotoğraflar çektirmiştir ve kendisi gibi bir hayli overrated olan memocan'ı bir nevi aksesuar olarak yanında taşımıştır, ehh işte denebilecek bir oyunculuğa sahiptir, iyi kötü üç beş kelam etmekte, iki üç satır karalamaktadır. amma velakin bu kızcağız bir dönem kalp gözü, sır kapısı, yetmiş ikinci boyut vari dizilerde, filmlerde boy göstermiştir. hele, kuzeniyle evlendirilmeye çalışılan bir varoşellayı oynadığı bir bölüm vardır ki, oradaki oyunculuğu gerçekten içler acısıdır.
gözünüzü seveyim şu gerekli gereksiz insanları abartıp, göklere çıkarma tavrınızı bir kenara bırakın yahu..
toplum içinde görünmez olduklarından bahsediliyor ama gaydarı yüksek insanlar tarafından rahatça algılanabiliyorlar. özellikle butchlar direkt algılıyor lipstickleri. ve evet bahsedildiği gibi oldukça rağbet görüyorlar. şahsen bir lipstick olarak lipsticklerin ilişkilerde her daim pasif olduğu inancına katılmıyorum. evet belki yatakta daha çok femme bi portre çiziyorlar ama bu durumlar öyle çok da keskin çizgilerle belirlenebilecek durumlar değil. öyle ki hayatımda gördüğüm en yoğun butch ve femme dinamiğine sahip çiftin femme kısmının ilişkinin her anlamda lokomotifi olması bir hayli şaşırtıcı olabiliyor..o yüzden her lipstick lezbiyene aynı gözle bakmamak gerekiyor sanırım..
marquis de sade hayranı, let it rock'la başlamış, sex ile devam etmiş, kraliyet usulü kıyafetleri kesip biçip, çengelli iğneler takıp tabuları yıkmış, sex pistols'a oradan buradan ''çalmamaları'' için bedava kıyafetler vermiş, punk'ın sembolü olmuş, sistemle sevişmiş, yaratıcı ruhunu hala kaybetmemiş moda tasarımcısı.
god save the queen westwood!
kıpırdanmaları 80s ortalarında ingiltere'de başlayan, alternatif rock melodilerine eklenen bol reverb'lü, kısık vokallerin, rüyalar, hayaller, sanrılar üzerine yazılan sözlerlerle harmanlanmasıyla ortaya çıkan bir müzik türü.. bu tarzla uğraşanların sahnedeyken sürekli gitarların pedallarını kontrol etmek, çeşitli efekt ve ayarları yapmak için yerlere bakmasıyla bu ismi almışlardır. en önemli temsilcileri arasında cocteau twins, the jesus and mary chain, my bloody valentine sayılabilir. lakin yeni dönemden de asobi seksu, a sunny day in glasgow takip edilesi isimler...
morrissey'in first of the gang to die adlı şarkısına bir hayli benzediği kısmına değinmeden geçmek gerekirse, ne birbirlerine, ne de başkalarına ait olabilenlerin dinledikçe birbirlerini hatırladıkları zakkum şarkısıdır. neşeli gibi durur bu şarkı, oysa adamın amına koyması gayet muhtemeldir. bir kez dinlersiniz iç burkar, hadi bir daha dinleyeyim dersiniz, içinizde bir türlü kapatamadığınız o boşluğu fark edersiniz, bir kez daha dinlediğinizde de ''gömleğim beyaz olsun...'' bölümünde ağlamaya başlarsınız..
sunday morning, praise the dawning
it's just a restless feeling by my side
early dawning, sunday morning
it's just the wasted years so close behind
watch out, the world's behind you
there's always someone around you who will call it's nothing at all
sunday morning and i'm falling
i've got a feeling i don't want to know
early dawning, sunday morning
it's all the streets you crossed, not so long ago
watch out, the world's behind you
there's always someone around you who will call it's nothing at all
watch out, the world's behind you
there's always someone around you who will call it's nothing at all
sunday morning
sunday morning
sunday morning
sürekli kafamda dönüp duran ed sheeran şarkısı. çok iyi bir şarkı değil ama video klibi öyle güzel ki..alın işte hem sözleri hem de klibi..
give me love like her,
'cause lately i've been waking up alone,
paint splattered teardrops on my shirt,
told you i'd let them go,
and that i'll fight my corner,
maybe tonight i'll call ya,
after my blood turns into alcohol,
no, i just wanna hold ya.
give a little time to me or burn this out,
we'll play hide and seek to turn this around,
all i want is the taste that your lips allow,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love.
give me love like never before,
'cause lately i've been craving more,
and it's been a while but i still feel the same,
maybe i should let you go,
you know i'll fight my corner,
and that tonight i'll call ya,
after my blood is drowning in alcohol,
no i just wanna hold ya.
give a little time to me or burn this out,
we'll play hide and seek to turn this around,
all i want is the taste that your lips allow,
my, my, my, my, oh give me love,
give a little time to me, or burn this out,
we'll play hide and seek to turn this around,
all i want is the taste that your lips allow,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my my, my, my, oh give me love.
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover.
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover,
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover (love me, love me, love me).
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover (give me love),
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover (give me love),
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover (give me love, love me),
m-my my, m-my my, m-my my, give me love, lover (give me love).
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love,
my, my, my, my, oh give me love
of all the money that e'er i had
i've spent it in good company
and all the harm that e'er i've done
alas it was to none but me
and all i've done for want of wit
to memory now i can't recall
so fill to me the parting glass
good night and joy be with you all
of all the comrades that ever i had
they are sorry for my going away
and all the sweethearts that ever i had
they would wish me one more day to stay
but since it falls unto my lot
that i should rise and you should not
i'll gently rise and i'll softly call
good night and joy be with you all
a man may drink and not be drunk
a man may fight and not be slain
a man may court a pretty girl
and perhaps be welcomed back again
but since it has so ought to be
by a time to rise and a time to fall
come fill to me the parting glass
good night and joy be with you all
good night and joy be with you all
björk'ün vespertine albümünün beşinci şarkısı.
sanırım björk'ün bugüne kadar yaptığı en güçlü ve şiddetli eseri..kaotik, esrik, saplantılı ve bir o kadar da sado mazoşist bir aşkı anlatan şarkının video klibi de tüm zamanların en iyi kliplerinden biri sayılabilir kanımca. videonun başında soyutlanmış bir cinsel ilişkiden sahneler vardır ve bu ilişki björk ve sevgilisi matthew barney arasında geçmektedir. video da björk'ün nipple piercinglerini de görebiliriz..
her şey bir yana, tek bir dokunuşla aşık olabilmeyi, kendi kendine kırılmayı anlatan, zedelenmiş ruhları iyice kanırtan, kendini korumayı bilmeyenlerin kalplerini ve ruhlarını şiddetle uzak tutması gereken şarkıdır.
italyan yönetmen dario argento'nun, kendisi gibi yönetmenlik, oyunculuk hatta dj'lik yapan, dikkat çekici hiç bir özelliği olmamasına rağmen akıl almaz bir seksapaliteye sahip, babası tarafından yönetilen trauma ve the phantom of the opera filmlerinde aldığı rolleri, marilyn manson'a çektiği video klibi, enteresan dövmeleri, brian molko ile yaptığı je t'aime moi non plus düeti, this picture video klibinde yer alması ve beraber yayınlanan fotoğrafları ile kısa zamanda alt kültürün ikonlarından birine dönüşmüş harika ve bir o kadar da arıza olan kadın..
pek çok kişinin haklarında biraz da olsa yanıldığı lezbiyenlerdir.
halet-i ruhiye ve görüntü bakımından aktif lezbiyen olan bir sevgilim ve etrafımda da sayıları pek de az olmayan aktif lezbiyen arkadaşlarım var. gerek kendi ilişkimden gerekse arkadaşlarımdan ve onların ilişkilerinden yola çıkarak net bir şekilde söyleyebilirim ki, aktif lezbiyenler öyle pek de ''çüküm olsun, tüm kızları düdükleyeyim'' tarzında insanlar değiller. ve pek çoğu bu aktif - pasif lezbiyen durumunu saçma buluyor.
örneğin aktifler kendilerine dokunulmasından hoşlanmaz, sevişirken soyunmaz diye bir düşünce var. birincisi bu külliyen yalan. çünkü birbirini seven ve bu sevgiyle sevişen insanlar -normal olarak- birbirlerine dokunmak, temas etmek, öpmek koklamak isterler. bu durumda da kalkıp size ''ay mememi elleme'' mi diyecek allasen. karşındaki insanı seviyorsan, istiyorsan o insan her şeyiyle senindir zaten.
ha memelerini bantlayan, bandajla saran, bir kaç adım ileriye gidip memelerini tamamen aldıran aktifler de yok mu, var tabi ki. ancak onların durumunun daha farklı bir durum olduğuna inanıyorum şahsen. çünkü onlar kadın olmaktan memnun değil.
bunu şöyle düşünün, pek çok gay var cinsiyet değiştirmek için her hangi bir arzu duymayan ve erkek olmaktan mutlu olan. ama bir de erkek bedeninde kadın ruhunu taşıyan ve hapsoldukları bedenden memnun olmayanlar var. bu memelerini, popolarını ve vajinalarını kabul etmeyen, edemeyen ve de haliyle en ufak bir temastan bile kaçınan aktifler de onlar gibi daha farklı mental ve ruhsal durumların içindeler..
yine bunların yanı sıra aktiflerin hepsi orange county choppers'da izlediğiniz fat boy'lar gibi değildir. evet kamyoncu lezbiyen dediğimiz bir grup var ama onları epey bir ayrı tutuyorum. neyse konumuza döneyim, gerek dünyada gerekse ülkemizde gayet güzel ve seksi aktifler var. bakın yakışıklı demiyorum, güzel diyorum. aktifler diye hepsi apaçi gibi saçları olan break dansçı komançero oğlan şeklinde gezmiyorlar. geçenlerde bir hayli aktif bir kızla tanıştık. kendisi gayet de taş gibi bir fiziğe sahipti, beline kadar saçları ve renkli gözleri ile de pek çok erkeği kendine çekebilecek güzellikteydi. ha ama dediğim gibi kendisi epey* bir aktifti.
fiziksel görüntünün ve yataktaki durumların da ötesinde aktif veyahut pasif olmak ilişkinin dinamiği ile alakalı bir durumdur. hetero veya eşcinsel olsun hiç fark etmez. bir ilişkide her zaman bir taraf lokomotiftir, ilişkiyi çekip çevirir, sarar sarmalar..
neyse lafı çok uzattım, işin özü öyle aktif lezbiyenlik yataktaki hakimiyetle ya da kısa saçta, götü düşük pantolonda biten bir durum değildir..
aslında the velvet underground ismine sahip olan ama the'sı hep atlanan grup. the velvets olarak da rastlanabilir kendilerine..ahh ahh şimdi nereden başlasam da bunları anlatsam..nico'ya mı değinsem, sayın warhol'un etkisine mi atlasam, yoksa lou reed'in karanlığına mı dalsam..
şimdi efendim esasen the velvet underground yazar michael leigh'in sadomazoşizm hakkında yazdığı bir kitabın adıdır ancak okumak için new york'a giden john cale ile yolu kesişen lou reed kurdukları gruba da bu adı verirler. daha sonra gruba katılan angus maclisa ile grup adının da hakkını vererek underground ortamlarda bir hayli popüler olmaya başlar. ancak gruba sahne alması için para teklif edildiğinde ve grupta parayı kabul ettiğinde angus ''ben sanat için buradayım, para varsa ben yokum'' gibi triplere girer, grubu bırakır ve onun yerine maureen adlı bir kız gruba dahil olur.
underground ve orijinal olan her şeye aç olan andy warhol'un grubu keşfetmesi çok zaman almaz. kendilerini sahneye çıktıkları yerde izler ve henüz hiçbir albümleri bile olmayan bu grubun menajeri olmayı teklif eder. tabi ki warhol o dönem için reddedilemeyecek bir efsanedir ve grup bu teklifi haklı olarak kabul eder.
warhol o dönem kendisi için bir hayli önemli olan nico'yu da gruba katar. ancak lou reed'in egosu, nico ile olan tuhaf ilişkisi ve andy warhol'un kadınlarıyla olan bir o kadar tuhaf bağı grubun üstüne gölge düşürecektir.
warhol'un gücü sayesinde grup bir kaç gün içerisinde the velvet underground and nico albümünü kaydeder.
albüm yaklaşık üç bin civarında satmış olsa bile ''bu albümü dinleyen insanların her biri hemen grup kurma isteğiyle tutuşmuştur" denir bu albüm için..
albümün kapak tasarımını tabi ki de andy warhol yapmıştır. kapakta bir muz vardır ve bu tasarımın adı peel slowly and see'dir. ayrıca 1995 senesinde çıkan toplama albümün adı da bu tasarımdan gelmektedir.
grup pek çok albüm ve single yayınlamıştır. kendileri gibi dahi, deli, hasta, karanlık, kaotik, tuhaf bir müzik yaratmıştır the velvet underground, ancak kendileri bugün müzik yapan onlarca ismi öyle bir etkilemiştir ki dinlediğimiz her güzel şarkıda biraz lou reed, biraz nico vardır kanımca..