bu kadını anlatabilecek, hayatımdaki yerini bir nebze olsun dillendirebilecek birsürü kelimem olmasına rağmen neden hâlâ adamakıllı bir şeyler yazamıyorum; bilmiyorum.
her şeyi geçtim; sırf nick seçimiyle bile takdirimi kazandığını söylemeden edemeyecem. bir gaflet anında seçmiş bulunduğum ve sözlükte artık peşim sıra beni takip edip, üzerimden atamayacağım nickimi görünce, "ulan" diyorum "sen de böyle bir şey seçseydin ya. gerok olabilirdi mesela. lost soul. peh!"
karadeniz diyarlarından misler misi müzikler yapan bir grup. grubun adı lazcada değirmen anlamına geliyor. grup albümlerinde türkçe, lazca, hemşince, megrelce, gürcüce şarkılar söylemekte. toplamda da iki albümleri var zaten: nani (2009) ve nayino (2010)
skan maskama dinleyip ( http://ayisozluk.com/lnk/a502a1 ) karmate'ye âşık olabilirsiniz. ama resul dindar'a dokunayım demeyin. o benim.
tam da bir 8 mart günü izlemiştim ilk bu filmi. dünya "emekçi" kadınlar günü ya... trt 1'de gösteriliyordu sanırım. hayal meyal hatırlıyorum. boğaza düğümlenen onbinmilyonmilyaryüzkırksekizmilyon gözyaşı uçurtmayı vurmasınlar. mideye yediğin yüzlerce yumruk. oysa aç değilsin, açıkta bile değilsin. göğe bakıyorsun; masmavi bulutlar gördüğün ve bir tane uçurtma. uçuyor. "uçurtma var! uçurtma var! hadi el sallayalım!" el sallıyorum uçurtmaya, yüzümde koccamaan bir gülümseyiş var. "uçurtma var! uçurtma var!" uçurtmanın rengârenk bir kuyruğu ve gökkuşağından renkleri var.
velhasıl-ı kelam, demem o ki; türk sinema tarahinin en harikulade, en muazzam ve en bir-gün-kazanacağız filmidir bu.
izlenmeli, tekrar tekrar izlenmeli, belleklere kazınmalı, baş tacı edilmeli ve bittabi ki unutulmamalı, unuturulmamalı.
tam olarak bir "atasözü" kalıbında olmasa bile, benim çok sevdiğim bir laf vardır mesela:
birîndar bi birîna xwe zane. yani diyor ki: yaralı kendi yarasını bilir.
bir türlü gitmek bilmeyen. onca insan tarafından sevilmediğini bildiğinden olsa gerek hırsla, hınçla ve olanca heybetiyle "ben burdayım hâlâ. ben de varım." diyor ve gitmiyor.
sevilmek istenen ve aynı zamanda kırgın ve dahi kızgın, üstelik de yorgun ve çokça hüzünlü.
canım sonbahar,
kara bulutlarınla, siyah-beyaz halet-i ruhiyenle, yağmurlarınla ve hüznünle, bendeniz çok seviyorum seni.
üzülmeyesin.
bunun da ötesinde bu güzel şarkıyı lhasa de sela da cover'lamış ki... böyle üç noktalı bir cümle kurmak zorunda kalıyor insan. ama ne yazık ki video sitelerinde bu cover versiyonunu bulamadım. ben yerinize de dinlerim, meraklanmayın.
sözleri olmadan olmaz, değil mi?
come over to the window, my little darling
i'd like to try to read your palm
i used to think i was some kind of gypsy boy
before i let you take me home
now so long, marianne, it's time that we began
to laugh and cry and cry
and laugh about it all again
well you know that i love to live with you
but you make me forget so very much
i forget to pray for the angels
and then the angels forget to pray for us
oh so long, marianne, it's time that we began
to laugh and cry and cry
and laugh about it all again
we met when we were almost young
deep in the green lilac park
you held on to me like i was a crucifix
as we went kneeling through the dark
oh so long, marianne, it's time that we began
to laugh and cry and cry
and laugh about it all again
your letters they all say that you're beside me now
then why do i feel alone?
i'm standing on a ledge and your fine spider web
is fastening my ankle to a stone
oh so long, marianne, it's time that we began
to laugh and cry and cry
and laugh about it all again
for now i need your hidden love
i'm cold as a new razor blade
you left when i told you i was curious
i never said that i was brave
oh so long, marianne, it's time that we began
to laugh and cry and cry
and laugh about it all again
oh, you are really such a pretty one
i see you've gone and changed your name again
and just when i climbed this whole mountainside
to wash my eyelids in the rain
oh so long, marianne, it's time that we began
to laugh and cry and cry
and laugh about it all again
arka kapak yazısı şöyle:
"aynalar şehrine geldim çünkü benim hikâyemin önünü, benden evvel kaleme alınmış bir başka hikâye tıkıyor. aynalar şehrindeyim çünkü bir kez şu bendi yıkabilsem sular çağlayacak, deli deli akacak; hissediyorum."
...bazen, hakikat bütün çirkinliği ve çirkefiyle karşıma dikildiğinde, akıbetimi allayıp pullamak, süsleyip püslemek gelmiyor içimden. böyle zamanlarda gözlerimi kapatıp, usulca arkama yaslanıyorum ve küfre özenen kelimelerin dişlerimin arasında bıraktığı o kekremsi tatla oyalanıyorum."
okuduğum kitaplar arasında onca hikâyesi, anlatmak istediği onca meselesi varken bu kadar havada asılı duran başka bir kitap daha hatırlamıyorum.
270 küsur sayfa boyunca elif şafak anlatıyor da anlatıyor, yazıyor da yazıyor. birsürü kahraman girip çıkıyor sayfalara, bir sürü hikâye hayat buluyor, birsürü mekân zuhur eyliyor. kitap bittiğinde kalıveriyorsunuz öylece.
kötü bir kitap değil. bilakis tekrar tekrar okunabilecek, içinden birsürü altıçizili cümleyle, paragrafla çıkılabilecek bir kitap. ama havada öyle asılı kalmış gibi. konacak dalı yok bu kitabın. konsun ki bir bedeni olsun. ama yok.
elif şafak'ın kitabı yazarken neler düşündüğünü kestiremiyorum elbette. onlarca soru işareti, onlarca "neden?, nasıl?, buraya nasıl geldik ki?, eee?" ve bilimum soru işareti ile biten birsürü cümle ile kalıveriyorsunuz öylece. bunu kasıtlı yaptığını düşünmek istemiyorum. zira böyle bir kitabı bunca gereksiz soruyla, ucu açıklıklarla doldurmak pek akil kârı bir iş değil.
günboyu bir kubar kafası, bir ot kafasında dolanan bu ruh-i yorgunun onca debdebe içinde elbette ki birsürü dalgınlık yapması kaçınılmaz olabiliyor.
su şişesine su bidonu demek bunlardan biri olabilir pekâlâ. ama çok daha acıklı bir tanesinden bahis eylemek niyetindeyim. dinleyin hele.
kardeşim uzak bir şehirde üniversitede okuyor. başarılı ve iyi bir abi olduğum söylenemez. bilakis gayet başarısız ve dahi çokça kötü bir abi olduğum bile söylenebilir. paraya ihtiyacı varmış. annemlere haber vermiş. parayı da benim yollamam gerekiyormuş. ablamın daha önceden para yatırdıktan sonra bankadan aldığı dekontu (ki bu dekontta kardeşimin hesap numarası var) ve parayı alıp bankaya yollanıyorum.
hava güzel. müzikçalarımdan güzelim müzikler çalınıyor kulaklarıma. arka cebimde de sigara paketi. yakıyorum ve dinliyorum ve yürüyorum. kimsenin keyfime karışacak lüksü yok.
çarşı merkezine gelince bankaya doğru seyirtiyorum. halk bankası ahan da karşımda. kapıdan girer girmez kendimi bir ana baba gününde buluyorum. bir banka bu kadar mı kalabalık olur yahu!? şu sıra numarası alınan makineden alıyorum sıra numarasını. küçük emrah bakışlarıyla göz atıyorum işlem gören numaraya: 254 (bunu salladım elbette hatırlamıyorum. ama durumun vehametini ortaya çıkarmak için bunu da not düşmek gerekiyor) elimdeki sıra numarası ise 369. oha! kardeşcağız gurbet ellerde aç biilaç kalmasın istiyorum. ve beklemeye başlıyorum. uzuuuuunca bir bekleyişten sonra sıram geliyor. vakur adımlarla vezneye geliyorum. dekontu ve parayı çıkarıyorum. "iyi günler. kolay gelsin. para yatıracam. hesap numarası burda yazıyor." deyip, dekontu veznedara uzatıyorum. beyefendi bir dekonta bir de bana bakıyor üst üste. "ehm" diyorum "evet, para yatıracam." bir sinsi gülümseme beliriyor beyefendinin dudaklarında. "burası halk bankası" diyor alaycı bir şekilde "vakıf bank bildiğim kadarıyla...."
devamını duymuyorum bile. duyamıyorum. vakıf bank. vakıf bank. vakıf bank. bu iki kelime çınlıyor birkaç saniye boyunca kulaklarımda.
mizaç itibarı ile muazzam bir şirinlikte, harikulade bir tatlılıkta, muhteşem bir sempatiklikte, harika bir yakışıklılıkta olduğumdan, "eööö şeeey" demekle yetiniyorum ve gerisin geri halk bankası'nın kapısından çıkıveriyorum.
bir toplama albüm bu 2010 yılında yayınlanan. içinde birbirinden muazzam neo-folk, doom gruplarının ilk defa yayınlanan şarkıları var. albümde váli, empyrium, october falls, dornenreich, ulver, neun welten, tenhi, bauda gibi gruplar bulunmakta.
bulunmaz hazine gibi bir şey yani.
kim ki duk'un bin jip (boş ev) filmini izlediyseniz ve filmdeki tek müziği de çok sevdiyseniz, bu kadını biliyorsunuz demektir.
boş ev'de gafsa şarkısı ile arz-ı endam eyleyen bu güzel kadın belçika doğumlu mısır asıllı bir hanımefendi.
"yaşamakta olduğumuz birçok olay, üçüncü sayfa ülkesindeymişiz hissi uyandırıyor.
pippa bacca'nın korkunç ölümü ikiyüzlülüğümüzle yüzleşme fırsatı verebilir belki. kadınlara yönelik baskılar ve saldırıların sıklıkla yaşandığı bir ülkedeyiz. pippa t.c. devleti vatandaşı olsaydı, büyük ihtimalle, üçüncü sayfa haberi olarak kalacaktı bu olay. 'ele güne rezil olduk kaygısıyla verilen demeçlerin, yapılan haberlerin her tarafında ikiyüzlülük akıyor.
bu ülkede kadınlar yoğun bir şekilde şiddete ve saldırıya maruz kalıyor, öldürülüyor ve buna birçok kisve bulunuyor.
biz bu kisveleri reddeden erkekler olarak, tepkimizi göstermek için bir yürüyüş/gösteri yapacağız.
'tecavüz etmek erkeklikse biz erkek değiliz!
'namus bekçiliği yapmak erkeklikse biz erkek değiliz!
'öldürmek erkeklikse biz erkek değiliz!
'homofobik olmak erkeklikse biz erkek değiliz!
diyeceğiz ve kara duvaklar takıp yürüyeceğiz. yanlız değiliz; kadınlar da bizimle olacak.
bu siteden naruto'nun 1. sezonundan 9. sezonuna kadarki ve naruto shippuuden'in de yayınlanan bütün bölümlerini ingilizce altyazılı olarak izlemek mümkün.
--- birazcık spoiler ---
son yayınlanan 256. bölüm ile birlikte 4. ninja savaşları başlıyor. heyecan kasırgası olacak, göreceksiniz. manganın savaş bölümleri o kadar heyecanlı, o kadar debdebeli ki animede o bölümleri görecek olmak kalp atışlarımı hızlandırmaya yetiyor da artıyor bile, dattebayo!
--- birazcık spoiler ---
bu ay içerisinde sumud (arapçada "direniş" anlamına geliyor) adını verdikleri yeni bir albüm çıkaracakları müjdesi dolanmakta. merakla bekliyorum ben de.
tam bir yol şarkısı, adı üzerinde tam bir gidiş, ayrılış şarkısı.
mis gibi!
stuart:
i get that leaving feeling
this time it's here to stay
i've been weighing up the pulling
and pushing me away
the past is so heavy
but it's something that i can't leave
and this future's so certain
it just pushes me to my knees
lhasa:
is that your heart talking
or just that we fight over mine
the people that you love
they change when you leave them behind
stuart:
but this rope that is pulling
is whittled down to a thread
and if i don't start climbing
pretty soon it'll be over my head
lhasa:
we all have dreams of leaving
we all wanna make a new start
go and pack a little suitcase
with the pieces of our hearts
all those worries and those sorrows
we can just dust them away
buy a coffee and a paper
and go step on to a train
stuart:
but i've been too long wandering
limping around this town
with everything that's pulling me
it's pulling me further down
lhasa:
go make all your excuses
go say all your goodbyes
but take a look in the mirror
it's the hardest one you'll ever find
all those worries and those sorrows
you can just dust them away
go and find a new tomorrow
and forget about your yesterdays
so you and pat your kids
and kiss your dog goodbye
leave the keys on the nail
with the sadness that's in your eyes
stuart:
maybe tomorrow
today looks like it's bringing rain
and i'll leave everything in order
i don't want nothing standing in my way
there are jobs needing tending
and logs that are waiting to stack
and i'll leave everything in order
i don't want nothing that's gonna hold me back
şöyle bir hikâyesi var:
"tanrı balçıktan yaratmıştı ademle lilithi. ruhlarını kendi nefesinden vermişti. birbirlerine eş olur ademle lilith. ancak adem cinsel ilişkide üstte olmak ister. lilith karşı çıkar ademin bu üstünlük ve ayrıcalık isteğine. "tanrı ikimizi de eşit yarattı" diyerek itiraz eder.
aralarında tartışma çıkar. lilith, ademin kendisine karşı şiddet kullanacağını anlar ve tanrının yanına kaçar.
tanrı, lilithin güzelliğinden o kadar etkilenir ki ona kendi gizli adını söyler. tanrının gizli adını bilmek, artık büyük güce sahip olmak ve istekleri tanrı tarafından mutlaka yerine getirilmek anlamına gelmektedir. bunu bilen lilith, tanrıdan kanat ister. tanrı da verir. lilith artık kanat sahibidir. uçarak kızıldenize gider ve orada yaşamaya başlar.
ancak olay burada böyle bitmez. çünkü adem hâlâ lilithi geri istemektedir.
tanrı üç melek görevlendirir. melekler lilithi geri dönmeye ikna edecektir. kızıldenize gider melekler. önce yumuşaklıkla ikna etmeye çalışırlar. ama kararlıdır lilith. geri dönmeyi kabul etmez. lilithin bu tavrını gören melekler tatlı dili bir yana bırakıp bu kez lilithi kızıldenizde boğmakla tehdit ederler. ama lilith gücünün farkındadır. tanrının gizli adını bildiğini, ona güçlerinin yetmeyeceğini söyler, onu rahat bırakmazlarsa gelecekte doğacak tüm bebekleri öldürmekle tehdit eder.
sorunun çözümünde tek bir yol kalmıştır: uzlaşmak. aralarında bir anlaşmaya varırlar. buna göre lilith çölde yaşamayı sürdürecek, bunun karşılığında da üzerinde "lilith" figürlü nazar boncuğu taşıyan bebeklere dokunmayacak, onları asla öldürmeyecektir.
artık anlaşılmıştır ki lilithten ademe yâr olmayacak. yeni bir kadın yaratmaktan başka bir yol kalmaz ve tanrı, havvayı yaratır. ama tanrının başı lilithten dolayı bayağı ağrımıştır. bu yüzden havvayı lilith gibi ademle aynı maddeden yani balçıktan yaratmaz. ademin kaburga kemiğinden yaratır ki havva, ademe karşı çıkmasın, eşitlik iddia etmesin, itaatkâr olsun. lilith gibi asi olmasın."
"bu davette topuğunuzun ya da kanadınızın
biri kırık olmalı
bu şartı yerine getirmeyenler
kırık ön dişler ya da deşik ciğerlerle de
katılabilirler"
uzun hazırlıklardan geçtik biz
uzakdiyarlara uçtuk: başka çaremiz yoktu
babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
çirkiniz! çirkiniz!
zır deliyiz. güzeller güzeli şüphe
kır kalbimi, alışığım ben
yeşil gözleri babamın: gözleri zehirli yosunlardandır
ince ince proje dokur, gürcü soğuk ve mağrur
babamı hiç görmedim - ki onca yıldır
"bu baloya davetli kızlar
babalarının cenazesinde bulunmayacaklar"
niye seveyim seni
babalarının terk ettiği kızlar, kötülüklerinde cömert
aşklarında hazin ve güvenilmezdirler
babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
öyle birşey koptu ki içimizde
bütün kötü kadınlar bizden sorulur
kaçmayı biliriz biz en iyi
ey cesur! ey sevgili! sıkıysa bak gözlerime
taşa çeviririm seni, mum gibi eritirim
çocukluk acıları pazılarımdır benim
ah ben ne güçlü ne unutkanım bilemezsin.
"balomuz gece yarısını geçe başlayıp
canımız isteyince biter"
kandırdur arabalarıyla dolanmayız biz
cam kırıklarında dans etmek varken
babasız kızlar korosu:
küfredip kavga çıkarırız
çirkiniz! çirkiniz! çirkiniz
babamız bizi sevmedi
cümlenizin hakkından geliriz
yaralarımıza şap dökerek büyüttük kendimizi
göçebeyiz; talan eder tüyeriz
hayat, baskınımıza mazur bir davet yeridir
arka kapıları tekmeler içeri gireriz
yaklaşma yakarım, dumanını üflediğim gibi
keyfime bakarım
ön kapıdan ve sırayla
buyrun kibar hanımlar beyler
babanız sizi sevdi de ne oldu?
korkak, kör ve bok gibisiniz.
ilk girimi 2011 yılında ağustos ayının 14'ünde akşam 5'te yazmışım ayı sözlük'e.
o günün üzerinden 5 yıldan fazla vakit geçmiş.
zaman, pekâlâ, hiç de acımadan patır patır ilerliyor işte.
ben, yeri geldiğinde, gayet duygusal bir insan olabiliyorum sanırım.
gerçi, bazı zamanlar oluyor, dünyanın bütün dertleri omuzlarıma birikmiş gibi hissediyorum
sonra
bazı zamanlar oluyor, dünyanın en huzurlu insanı benmişim gibi hissediyorum.
biz insanlar, bu girift ruh hâllerinden uzaklaşamıyoruz içinde yaşıyor olduğumuz dünya, dünyaya geldiğimiz zaman, zamanı harcadığımız olaylar hasebiyle.
son dönemde hem sözlük içre, hem de içinde yaşıyor olduğumuz ülke içinde olan bitenler beni ziyadesiyle etkilemiş durumda. bu yüzdendir ki uzunca bir süre kendimi soyutlamak niyetindeyim bazı mecralardan.
sözlük de bu mecralardan bir tanesi.
ülkenin içinde bulunduğu ahval dahilinde akıl sağlığımı korumanın en iyi yolu olarak bunu görüyorum:
kendimi müziklere, kitaplara ve filmlere hibe edeceğim.
"insanlardan buz gibi soğudum." diyor cahit külebi,
vardır bi' bildiği.
şu 5 yıl boyunca güzel insanlarla konuştum, güzel insanlarla tanıştım, çirkin insanların yazdıklarını okudum, çirkin insanlardan uzak durdum.
hali hazırda peyderpey konuşuyor/mesajlaşıyor olduğum iki-üç kişi var.
hayatım boyunca, franz kafka ile akıl ve ağız birliği etmişçesine, çevremde hep birkaç insan oldu zaten.
ne demiş: "huzur mu istiyorsun? az eşya, az insan."
şu iki-üç kişi benim için 5 yıl 3 ayın getirisidir; yüreğime basmış, özümsemişim.
kâfidir benim için.
"insan ne için yaşar?"
peki,
"insan ne için yazar?"
ilk sorunun cevabı nezdimde değişmekle beraber,
ikinci sorunun cevabı benim için bellidir:
hayat gailelerimden bir tanesi dünyaya bir iz bırakabilmektir.
o yüzden girilerimi silmiyorum.
burada kalsınlar, okunsunlar.
ingeborg bachmann şöyle yazar pek güzel bir şiirinde*:
"hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle."
kapanışı güzel bir müzikle yapayım.
"like little puffs of smoke
we're here and then we're gone"
ayı sözlük'e yolunda başarılar dilerim.
güzel günler görmek dileğiyle.
*bu arada,
olur a iletişime geçmek isteyen yazar ya da okurlar olabilir.
mail adresi şudur:
_________________
[email protected] _________________
istediğiniz herhangi bir şey hakkında yazabilirsiniz.
okumaktan keyif alırım.
rûdekî* adında bir insan yaşamış şu yıldan bin sene önce**. klasik iran edebiyatının kurucusu olarak kabul ediliyor günümüzde. mesnevileri, gazelleri, kasideleri, rubaileri, şiirleri var günümüze değin ulaşan.
işte, o şiirlerinden bir tanesi dele zâram. türkçe şerhiyle "zavallı gönlüm" yani.
ilk olarak fereydoun farrokhzad*** tarafından müziklendiriliyor. çok zaman sonra mohsen namjoo abé'm kiosk grubuyla beraber tekrardan dillendiriyor.
şimdi...
fars dilinin güzelliği üzre birsürü şey yazabilirim de;
şu ahenge, şu güzelliğe bak hele:
"dele zârem, fegân kem kon
tu eşkez dîdegân kem kon
gam ô nâle ze can kem kon
..."
sesim pek güzel değildir -ne yazık ki.
hele böyle bir şarkıdır, bir türküdür söylemeyeyim; ben bile utanıyorum sesimden.
o derece yani.
ama, işte,
bazı zamanlar oluyor
tawûsê melek'ten diliyorum da
kendimden geçe geçe söyleyebilsem istiyorum.
"...
vay çe nâle hâ ke ez dil be râhet nemûdem men
behre-î ez an be ômrem, be coz hem nedîdem men
..."
bunu dinleyip dinleyip,
sohrab'ın, hâfız'ın, füruğ'un,
hayedeh'in, azam'ın, mohsen'in,
bahman'ın, abbas'ın, ibrahim'in****
yoluna düşesi geliyor insanın.
"
ey zavallı gönlüm, az feryat et
gözlerimden az gözyaşı dök
canıma az hüzün ve gözyaşı kat
ah, ne kadar ağladım yoluna gönülden
bu yüzdendir ki ömrümde kederden başka bir şeye sahip olmadım
beni öldürdü bakışın
yolunu gözlüyorum
senin ay yüzünü göreyim diye
benim secdegâhım, ay'ım, kâbe'm oldu yüzün
gönlüm senin lüle lüle saçlarının büklümünün esiri oldu
gel, biraz otur yanımda
canımdan oldum beklemekten seni, sevgilim
artık bitir küslüğü, ayrılığı
çünkü ağına düştüm ve gönül kuşu senin avın oldu
gönlüm senin için yanıyor ama sen habersizsin
ah, ciğerimi yakan ahım neden gönlünü etkilemiyor, güzel
gel kucağıma, gel ve gör, sensiz başıma ne geldi
ay tenlim, gümüş yüzlüm, gel ve gör, nemli gözlerimi
ey can, ey kadim sanem,
ey can, önceki gece
ey can, rüyama bir ay girdiğinde
ey can, haberdar oldu
ey can, kalbim, ay yüzlü'm,
ey can, senin yanıma geleceğinden.
ey can, bir gel,
ey can, bir gör.
ey can, endamın ne hoş ve ne tatlısın.
ey can, gönlümü
ey can, sen süslüyorsun
ey can, vefanla teselli et gönlümü.
"
her şeyden önce şunu belirtmem gerekiyor ki ayısözlük sade ayıların/bear'ların ve ayıseverlerin/chaser'lerin yazdığı, okuduğu bir sözlük değil. bunun ayırdında olmayanlar var sanırım. eğer ki hâlâ "ay, ayısözlüüüük ^^ ayılaaarrrrrrrr vaaar" modundaysanız, bir silkelenin ve kendinize gelin. sözlük yazarları -ve bittabi ki okuyucuları- arasında ayı ve ayısever olmayan onlarca adam -ve bittabi ki de kadın- var.
aynı zamanda ayısözlük sade bir eşcinsel sözlüğü değil. zira hem yazarlar hem de okuyucalar arasında eşcinsel olmayan adamlar, kadınlar da var. bunun da ayırdına varın.
peki, interaktif sözlük ne demek? ben cevap vereyim: yazarların başlıklar açtığı ve bu başlıkları tanımladıkları entry'ler girdiği bir online ortam.
buraya kadar bir sorun var mı? bence yok. şu yukarıdaki üç paragraf ile ilgili "beybi, bence yanlış düşünüyorsun; haksızsın" dediğiniz biryer varsa, haber eyleyin. bilahare açıklarım karşılıklı iki kahve içerken. sohbetim koyudur.
efendim, onca yazar varken, haliyle farklı farklı görüşler, inanışlar da olacak. bu gayet doğal. benim "beyaz la bu!" dediğime, bir başkası "yooo, ne alaka? o basbaya da siyah" diyebilir. kabulümdür.
işte, sorun burda zuhur eyliyor:
bu gerçeği kabullenemeyenler var.
herkes aynı düşüncede olacak diye bir şey yok. bunu şu muazzam beyinlerimize bir sokalım ilk önce. kimse kimseyle aynı fikirde olmak zorunda değil. bilakis farklılıklar iyidir, güzeldir, candır, canandır. bağrınıza basın.
ben, mesela, kalkıp geçenlerde yiyiştiğim seksi erkeğin göğüs kaslarını nasıl anlatabiliyorsam; bir başkası dün gece arabasına bindiği taksiciyi kolilediğini anlatabiliyorsa; diğeri en sevdiği pornonun linkini verebiliyorsa; bazıları nick altı entry'lerinde birbirlerini yalayıp yutabiliyorsa; kusura bakma ama, bebeğim, öbürü de kalkıp siyasetten, politikadan, kültürden, kürtlerden, araplardan, çerkeslerden, lazlardan, yahudilerden, cenıfır lopez'in amından, colton ford'un sikinden dem vurabilir, bahis eyleyebilir.
demem o ki;
sen nasıl ki dilediğin gibi entry'ler düzebiliyorsan sözlükte, başkası da dilediği konularda yazabilir.
sırf hoşuna gitmedi diye, açılan bir başlık sonrası bir başka yazarı provakatör olarak niteleyemezsin. hayır, beybi, öyle bir lüksün yok ne yazık ki.
cenıfır lopez'in amının ne kadar sulu ve seksi olduğunu yazan bir başlık ve entry hoşuna gitmedi mi? bak, o entry'nin altında bir eksi oy butonu var. oraya tıkla. hayatına mutlu mesut yaşamaya devam et. ha, o da mı kesmedi seni? başlığın altına dilediğin gibi saydırabilirsin. ama unutma; sözlük kuralları var. sevmediğin, hazzetmediğin bir başlık ya da enrty için dilediğini yazabilirsin, sövebilirsin, saydırabilirsin. ama bunu sözlük kuralları çevçevesinde yap. zira cenıfır lopez'in seksi ve sulu amını anlatan o entry'i yazan yazar da aynı şekilde sözlük kuralları çevçevesinde yapıyor yaptığını.
demem o ki;
yazarın biri dilerse kürdistan başlığını da açar, isterse recep tayyip erdoğan'ı göklere çıkarır, dilerse abdullah öcalan'ı yerden yere vurur, canı isterse mustafa kemal atatürk'ü övüp övüp bitirmez, ya da dün yiyiştiği kolinin seksi vücüdunu anlatır. buna kimse karışamaz. ne sen, ne de ben. bunu elbette ki sözlük kurallarını gözardı etmeden yapması gerekiyor, değil mi? ha, baktın ki sözlük kurallarının damına koymuş. ispikçiler var, editörler var, moderatörler var. onlardan biri değilsen, herhangi birine bir mesaj atıp "bak, sözlük kurallarını çiğnemiş bu entry'de." de. gereği yapılır.
çok mu uzattım?
az kaldı.
velhasıl-ı kelâm;
interaktif bir sözlükte farklı görüşlerde, farklı fikirlerde birsürü yazar var. herkes aynı fikirde olmak zorunda değil. derdin "mmm, bence hepimiz aynı şeyleri savunmalıyız. hem burası eşcinsel sözlük. öyle şeyler yazılmamalı"ysa, oturup biraz daha düşün derim.
sen dilediğin kadar ibne/gay/eşcinsel muhabbeti döndürebiliyorsan; adamın biri istediği kadar siyasetten, politikadan, cenıfır lopez'ın amından konuşabilir.
zira farklılıklar herzaman güzeldir. aksi takdirde kendini tekrar eden, hep yerinde duran bir ayısözlük karşılayacak seni ilerde. bu da hiç güzel olmayacak.
öptüm yanacıklarından. mucuk.
"türkiyeliyim... ermeniyim... iliklerime kadar da anadoluluyum. bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip geleceğimi batı denilen o hazır özgürlükler cennetinde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere sülük gibi yamanmayı düşünmedim. kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu.
şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hâlâ ödüyorum." demiş vakt-i zamanında.
sonra, 19 ocak 2007de kalleşçe öldürüldü; bir nefret cinayetine kurban gitti bu güzel insan.
arjantin'deki kirli savaş döneminde hayatını gözaltılarda kaybeden ya da kaybolan çocukları için örgütlenen plaza de mayo madre'den ilham alan güzel anneler.
ilk kez 27 mayıs 1995te galatasaray lisesi önünde toplandılar gözaltında kaybolan ya da işkenceyle hayatını kaybeden oğullarının, kızlarının, canlarının, kardeşlerinin, eşlerinin hesabını sormak için.
hâlâ, yine cumartesi günleri, yine galatasaray lisesi önünde toplanıyor bu güzel anneler.
bu kadının "erkek kadın fark etmez. aşk insanı affetmez. ne gerek var kavgaya. haydi eller havaya.eller havaya" diye giden bir şarkısı vardı. biseksüelliğin kitabını yazmıştı teee yıllar önce. piyasa, değerini bilmedi işte bu kadının. üzülüyorum. duşa girip ağlayacam. giden günlerim oldu. çok.
okuduğunu anlayamayanlar, bakıyorum da, ağızlarından salyalar akıta akıta açığını aramaya çalışıyorlar. şakaysanız komik değilsiniz; yok efendim, ciddiyseniz de çok komiksiniz.
"faşo ağalık yapacağım, ille de nefret kusacağım" diye diye kendinizi heder ettiğiniz bu şerefli* yolda, idrak yollarınız da kapanmaya yüz tutuyor elbette. çok yazık.
ha, ben de seni** insan olarak tanımlamıyorum. ancak, nefes alıyor olduğun için bir organizma olduğunu kabul ediyorum. n'apalım.
*iki ş ve kelime sonuna olumsuzluk son eki eklendiğinde daha manidar oluyor. kıpskıpskıps.
i, here, would like to start a campaign in order to get rid of all those bloody effing bastards that use ayı sözlük and without a glimpse of shame, continue ignoring the fact that they do not know one tiny word from the most wondrous and wonderful language of them all: english.
their level of ignorance disgust me and the ones who agree with me. be it beginner or elementary, unless their level of english is upper-intermediate, those so-called writers should be kicked off from this marvelously interactive online dictionary if we all want to reach the top of encompassing civilizations.
ehm. ikinci random gülüşüm geliyor ve buna götümüm iki seksi yanağı da eşlik ediyor: asdşlfksadşflkasdf.
her şeyden önce ingilizce ilahiyat programının haklılığını savunmak için mısır daki el ezher üniversitesi nin örnek gösterilmesi şaşılacak ve üzerine kahkahalarla gülünecek bir şey. niye? çünkü, sen kalkar üç beş yarrak kafalı adamın yönettiği ve onun bunun uşağı yaptığı mısır ı bana örnek gösterirsen, ben de gülerim.
el ezher üniversitesi lan! ve sen argümanının geçerliliğini savunmak adına bu üniversiteyi (üniversite demeye dilim varmıyor ya, neyse) örnek gösteriyorsun. daha 2010 yılında, bu yerin (kendisine üniversite deyip iltifat etmeyecem) hadis bölümü başkanı şöyle bir fetva veriyor: "kadınlar, aynı işyerindeki erkekleri emzirirse, akrabaya dönüşür, tacize uğramaktan kurtulur." o ye, dis iz naaays!
bu üniversite bozmasının daha birsürü vukuatı var da... konumuz kendileri değil.
"your argument is invalid, babe." diyeyim ben. ingilizce ilahiyat. ohuhuuuv! sanırım yine boşalacam. başka şeyler düşün. başka şeyler düşün.
hayır, o değil de... at gözlüklerinini az çıkarın yahu! kış zaten. güneş de pek yok. caaanım gözlerinize bir şey olmaz. merak etmeyin.
4-5 yıl içerisinde bu bölümden mezun olanlar ingilizce öğretmenliği yapacak. ingilizce öğretmenliği ve ingiliz dili ve edebiyatı okuyanlar da siki yerler artık afiyetle. "mmm, en azından kısa değil."
ulan! siz sanıyor musunuz ki bunlar güzelce okuyup, ilahiyat ile ilgili mezun olduktan sonra ne yapıyorlarsa onu yapacaklarını? sanıyorsunuz demek. valla muazzam. alkışlıyorum. ancak ben sanmıyorum. bu badem bıyıklı filintalara okudukları üniversitelerde formasyon dersleri verilecek. e onlar da bunu can-ı gönülden kabul edecekler elbette. sonra da kalkıp ingilizce öğretmenliği yapacaklar muazzam, harikulade, excellent and fluent ingilizceleri ile.
gazetecilik (ya da daha alakasız) bölümü okuyup, ingilizce öğretmenliği sertifika programına yazılıp ingilizce öğretmenliği sertifikası alan ve sonra da kpss yi geçip (kpss ile ilgili de birsürü şey denir esasında. neyse) ingilizce öğretmenliği yapan adamlar var bu ülkede. bu adamlar, kendi gençlerini ingiliz dili ve edebiyatı ve kültürü ile haşır neşir olmuş ingilizce öğretmenliği ve ingiliz dili ve edebiyatı okuyan gençlere tercih ederler elbette. daha geçenlerde doğunun amına koyan melleleri devlet memuru statüsüne kavuşturmadı mı bunlar? ha? gözünüz mü görmüyor, görmek mi istemiyorsunuz? az öngörülü olun yahu!
ben gidip az virginia woolf okuyayım diyecem ama yasaklanmalı bence hanımefendi. zira intihar dinimizce caiz değil. haksız mıyım? hmmm. oscar wilde? oooooo! asla olmaz. ibne o lan! yassak kardeşiiim! ibnelik dinimizce caiz değildir. cezası idamdır ve ibneler cehennemliktir.
harun yahya okumak varken, virginia woolf, oscar wilde, edgar allan poe de kim oluyormuş? hepsine kafam girsin.
"caiz değildir"in ingilizcesi ne ola ki hem? öğreneyim. ilerde lazım olur. badem bıyık yakışır mı bana sizce?
izninizle entry me random bir gülüş ile başlıyorum: ajsdklfjasdfkljasdf.
şimdiiii...
istanbul üniversitesi nde var bu bölüm. afili bir de adı varmış: theology in english. oh yeah babe, i am coming, i am coming!
bir yıllık ingilizce hazırlık sınıfından sonra dört yıllık lisans eğitimi veriliyormuş.
olay burda. göz atılabilir: http://egitimdeyapilanma.istanbul.edu.tr/mufredat.php?id=469
öyle bir gözüdönmüşlük belirmiş ki adamlarda yakın zamanda "ben ingilizce ilahiyat okudum ve ingilizce öğretmenliği yapıyorum" diyen adamlar türeyecek ortalıkta. bekleyip görün.
erkeklere hiç yakışmadığını düşünüyorum. bunun seksist (siz türkler ne diyor? ammm... ammm... cinsiyetçi?) bir bakış açısıyla alakası yok. yakışmıyor işte.
uzun saç ve erkek ikilisi,
ı ıh, olmuyor, olmuyor, olmuyor!