arz-talep meselesi bir yana, kişi kendi olarak egolu ya da burnu havada bir tip ise sıklıkla karşılaşılan durum. gerek hetero gerek gay ne yazık ki genlerimize işlendiğinden mi bilinmez bir şekilde göze seksi gelen kas olgusu, sıradan ya da ortalama bir tipi bile yükseklere çıkarabiliyor. böyle olunca haliylen kişiye talep olmasa bile çevreden gördüğü az-buz bi geri dönüşle bile dünya'nın en mütevazı insanı ufak bir göt kalkması yaşayabilir...
gelelim dananın kuyruğunun koptuğu yere... hayatı spor olmuş, haşlanmış tavuk-brokoli-protein tozu şeytan üçgenine ait beylerde ise bir ebru gündeş-ben seçilmem seçerim tribi mevcut, öyle olmasa bile sorduğunuz da "vücuduma saygı duyuyorum" minvalinde kişiliğinden öte vücuduna tapılması arzusu öne çıkıyor, yoksa hani benim masaya koyduğumun karşılığını almak istiyorum gibi bir şey olduğunu düşünmüyorum, zira belli bölgedeki kas görüntüsü 3 aşağı 5 yukarı benzer görünümde olan bir şey. o yüzden burada *ego tatmini* vku buluyor. "vücudum benim tapınağım" tribinde olup sağlıklı yaşamla kafayı bozanlarda bugüne kadar böyle bir ukalalık görmedim mesela.
ha bir de, şahsi favorim olanlar eski obez ama şimdiden kaslı kusluları var ki... onlar işte, ah onlar eğlenilecek değil, evlenilecek adam. neden? çünkü birçok kilolu gibi gerek kendi gerekse toplumun güzellik normları yüzünden bir seviyede özgüven problemi yaşayan bu arkadaşlar, sonralarda 30 kilo da verse dahi içlerinde bir yerde, bir nebze o "şişman çocuk" hissiyatı kaldığından bir tık daha ayakları daha yere basan, güzelliğin gelip geçiciliğinin farkında olanlardan. hele bir de biraz güzel bir karakteri varsa, işte o üzgün kaslı profili ideal sevgili olabilitesi yüksek bey tipi gözlemlerime göre.
labirentliği bir yana, menü kavramına karşı olup "menü benim!" diyen garsonu ile fine cuisine çizgisi ile öne çıkan, beklenmedik derece fütüristik ötesi mekan.
her anadolu yakası zirvelerinde kombinlerinden gözümüzü alamadığımız, sözlüğün high fashion yazarlarından. umarım kendisiyle stil savaşlarına girip bir gün şu hale düşmeyiz:
herkesin bahsettiği üzere, bu havada o kombini ile içeri geçene kadar nasıl üşümediğine(en azından gördüğüm kadarıyla üşüse de uzun bir süre çaktırmadı)inanamadığım, sohbeti güzel yazar. ha bir de,
beyonce'nin pat diye ortaya bıraktığı, her saniyesinden buram buram r&b fışkıran son parçası. illuminati bağlantısından met gala'da giydiği meşhur givenchy elbisesine, son birkaç yılda fazlasıyla artan siyahilere yönelik polis şiddetine kadar her şeye ayar verdiği klibi baş tacı edilesi.
efendim, ayı sözlük üçüncü anadolu yakası zirvesi'nde gerek masanın sol tarafının, gerekse (tahminen) sağ tarafının da büyük ilgisini çeken ve beğeni toplayan, sağı-solu bu ülkede ender biçimde yan yana getiren, karl lagerfeld'den dahi "tarzsın" alabilecek kedili yüksek moda aksesuarı.
haute couture bir parça olduğunu düşünmemden temsili görseli elimizde mevcut değil. naringergedan, kolyesini yine kedili olan bilekliği ile match ederek 2016 aksesuar modasına klasik ama bir o kadar da farklı bir çizgiden yön vermekte.
"(aynada çekilmiş memeler açıkta spor atletli fotosuyla birlikte) biz kimi istersek onla oluruz haddini ve standartlarını bilmeden metrobüsle dolaşıp bize yazanlara acırız."
6.sezonu bomba gibi başlayan, değil kaldığı yerden çıtayı alıp daha da yükseğe koymuş mükemmel yapım. özellikle de geçen haftanın bölümü "the f word" epey iyiydi.
kenya'daki yetim yavru fillerle alakalı belgeseli izledikten sonra kesinlikle destekleyebileceğim gerçek. dünya'nın en tontiş hayvanlarına bu yapılır mı, onlar orada aptal aptal kendilerimi çamurlara atmak isterken avcılıktı bilmemne şu güzelim hayvanlara kıyılıyor; çoğu üzüntüden, kendine bakamamaktan göçüp gidiyor.
kanada çıkışlı, şimdilik 10'ar bölümlük 3 sezonu bulunan bilim kurgu dizisi. öyle koltuğa kilitleyecek, kanınızı çekecek, woaaaw tepkisini verdirtmese de; ciddi anlamda çok iyi, kendini aradan belli eden muazzam bir dizi.
konusu, sarah diye dizideki tabiriyle "punk roll ho" dolandırıcı bir kızımız var, kendisi kişisel meselelerini halletmek için kaçtığı şehrine geri dönerken, tren istasyonunda intihar etmeye hazırlanan bir kadın görür, yaklaşır ve bu adın tıpatıp kendisine benzemektedir ki sarah daha algılayamadan kadın raylara atlar. bunun üzerine, kısa günün karı diyerek kadının çantasını alır ve evine yerleşir ki-esas olaylar silsilesi başlar.
1.sezon tanıtım,
2.sezon tanıtım,
ilk bölümlerde bana black mirror'dan etkilenmiş gibi gelse de-ki yine bir bbc yapımı-epey güzel, farklı bir şeyler izlemek isteyenler için ilaç niteliğinde dizi.
klon konusu önceden birçok yapımda irdelense de, bu kadar çeşitli ve güzel biçimde işlendiği azdır herhalde. izlemeden önce aksiyonu bol bir şey beklerken aksiyon sahneleri az, ancak inanılmaz derin, güçlü ve bağlantılı bir hikaye/senaryayo sahip yapım kısa sürede kendini izletiyor. bunda tabi yaklaşık 9 karakteri canlandıran tatiana maslany kızımızın da rolü büyük zira kendisi takdir-e şayan, döktürüyor resmen. özellikle de herkesin favorisi helena ve şahsi favorim alison ile. bunların yanısıra, sarah'ın gay üvey kardeşi olan felix tamamen ayrı bir kişilik, kendisinin sahneleri için bile izlenebilir sadece.
2.sezon finalinden şöyle güzel bir "klon dans partisi" bulunmakta,
"resimlerine bakarken şunu gördüm bazı insanlar yüzler silüetler vardır bakınca hemen altına yatmak istersin waww adama bak dersin bazen de o'na bakınca bir kedi yavrusu gibi kolunun altına yatıp uyumak huzur istersin bence sen o insanlardansın."
eğlenilecek değil, evlenilecek adamsın diyor sanırım zat.
yazarın notu: kedi sevmiyorum.
yazarın notu 2: şu an bunu yazarken fark ettim acaba birçok gayin kedisi olduğu ve benim kedilerden haz etmememden ötürü mü yalnızım. bazinga!
bıktım. 4 yıldır bitmek bilmeyen okuldan, adaletin olmadıgı ülkede bi şeyler yapmaya çalışmaktan, romantik ve arkadaşlık bazında yalnız olmaktan, insanların hep 2. tercihi olmaktan bıktım. annemin mükemmeliyetciliginden ötürü hicbir zaman en iyi olamamaktan, surekli başarısız surekli kilolu surekli insanların arkasından konuştuğu insan olmaktan bıktım. her ne kadar önemli olan önem verdigin insanların ne dediğise de ilkokul 1den beri insanların fısır fısır konuşmasından bıktım. insanların ağzı torba degil ki buzesin ama yıllardır olabildiğince kendim olup da doğru durust bir yeteneğim vs olmamasından bıktım.
kısacası, özellikle de bitmek bilmeyen bu cehennem final haftasında, bir kez daha her seyi herkesi "neden?" diye sorguluyorum. bu da boş bir zaman kaybından başka bir sey degil
sokak ortasında esneme-gerilme yaparken görülmüş kendisi. hayatımda böyle güzel bir esneme hareketi görmedim, pilates lastiğin ebru şallı'n olayım chris!!!
her hafta farklı bir komedyen/oyuncunun sunduğu amerika'nın 1975'ten beri "cumartesi gecesi eğlencesi" komedi programı. bizdeki olacak o kadar vari, zaman zaman gündemdeki bazen de sırf güldürme amaçlı epey de başarılı skeçlerden oluşur şov, her hafta ünlü bir konuğun monologu ile açılması yanısıra müzisyen konukları da barındırır.
kadrosundan bu zamana kadar hollywood'da günümüz komedisinde epey yer edinmiş kristen wiig, andy samberg, seth rogen, will ferrell birçok komedyen/oyuncuya ev sahipliği yapmıştır.
skeçlerin yanısıra, müzikal performanslar konusunda da hatrı sayılacak şekilde başarılılardır.
lady gaga, justin timberlake ve andy samberg'in üçlüyü anlatan "golden rule" -
cameron diaz'lı tatil için eve dönen gençlerin hükümdarlığını anlatan "back home ballers" -
adam levine'li 70 milyon hitli "yolo" -
natalie portman'ın yoldan çıktığı rap performansı -
başrollerde yılların felicitysi keri russell ve matthew rhys'in rol aldığı, 2013 yılından beri yayınlanmakta olan suç/polisiye-drama dizisi.
konusu ise şöyle: 80lerin başlarında washington'da yaşayan, ilk bakışta sıradan bir "amerikan" ailesi olarak gözüken jenningsler aslında hiç de o kadar sıradan değillerdir. elizabeth (russell) ve philip (rhys) aslen sscb'ye istihbarat sağlamak amacıyla erken yaşlarda bir amerikan gibi eğitilmiş ve 22 yaşında amerika'ya gelerek "araya karışmaları" emredilen kgb ajanlarıdır. bu doğrultuda elizabeth ve philip, sahibi oldukları paravan seyahat acenteleri ile sıradan insanlar gibi gözükürken yeri gelince türlü türlü kılıklara girerek amerika'ya karşı bilgi toplarlar her bölümde. öyle ki philip taktığı peruğuyla fbi sekreterinden bilgi alacağım diye kadınla yatmaktan, hatta evlenmeye kadar gider... bir de çiftimizin birbirinden gereksiz iki çocuğu bulunmakta, hele de kızları sümsük paige tam evlerden ırak da...neyse daha fazla spoiler vermeyelim.
soğuk savaş dönemleri sevenlerin epey beğeneceği, keri russell'ın her bölümde güzellikten öldüğü ve dahası, her bölümde 80lerin enfes müziklerini de barındıran 8.3 imdb puanına ait bir dizi, izlenesi izlettirilesi.
(sanırım henüz 3 şarkısını bilen coldplay hayranı arkadaşların keşfetmediği) slow ve biraz da depresif olsa da, dinlendirici ve biraz kasvetli coldplay parçası.
those who are dead are not dead
they're just living in my head
and since i fell for that spell
i am living there as well, oh
time is so short and i'm sure
there must be something more
those who are dead are not dead
they're just living in my head, oh
and since i fell for that spell
i am living there as well, oh
time is so short and i'm sure
there must be something more
ohhhh-oh-oh-ohhh
[instrumental]
you thought you might be a ghost
you thought you might be a ghost
you didn't get to heaven but you made it close
you didn't get to heaven but you made it close
you thought you might be a ghost
you thought you might be a ghost
you didn't get to heaven but you made it close
you didn't get to heaven but you, oh, oh, oh, oh
those who are dead are not dead
they're just living in my head, oh
twitter'da rastladığım 4 fotoğraflık bir öyküyü, ve siz sevgili sözlükçüler için olduğunca çevirdim. sanırım esasen bir tumblr postu, epey de gülümsetti beni.
bir anne, ev arkadaşıyla beraber yaşayan oğlunun evine yemeğe gider. yemek sırasında, anne oğlunun ev arkadaşının ne kadar yakışıklı olduğunu fark etmiştir. oğlunun cinsel yönelimi hakkında şüpheli olan anne, iyi bir anne olarak doğru zaman gelince oğlunun kendisine açıklayacağını düşündüğünü için sesini çıkartmaz. ancak bu durum kendisini daha da meraklandırır. yemeğin devamında anne, oğlu ve ev arkadaşı arasındaki iletişimi, bakışmalarını izlerken dahası olup-olmadığını düşündü. annesinin bakışlarını hisseden oğlu ''aklından geçenleri biliyorum anne ve içini ferah tut, biz sadece ev arkadaşıyız ve dahası yok.'' der. bir hafta sonra, ev arkadaşı diğerine ''anne buraya geldiğinden beri gümüş servis tabağı/tepsi kayboldu, sence o almış olabilir mi?'' der. bunun üzerine oğul ''onun almadığına eminim ama yine de bi sorayım'' der ve mail atar annesine:
''merhaba anne,
sen aldın demiyorum, sen almadın da diyemiyorum ama durum o ki sen bizim eve yemeğe geldiğinden beri gümüş tepsi kayıp.
sevgiler -oğlun. ''
birkaç gün sonra oğul, annesinden yanıt alır:
''sevgili oğlum,
ev arkadaşınla yatıyorsun demiyorum ama ev arkadaşınla yatmıyorsun da demiyorum. seni sevdiğimi biliyorsun ve durum ne olursa olsun ki seni daha az önemsemem ama eğer ev arkadaşın yatağında yatıyor olsaydı gümüş tepsiyi yastığının altında bulurdu.
güzeldi. muazzam değil ama mükemmeldi. bunun en büyük sebebi de konsere gelen kitlenin hakikaten alakasızlığıydı.
gaga'nın o kusursuz sesi, performansı, içtenliği ve bitmek bilmeyen enerjisi ile şov harikaydı; öyle ki set list'in dışına çıkıp you & i söyleyerek mest etti. bir an olsun eğlenip-eğlenmekten durmadı, durdurmadı. sahaiçindeydim, gitmeden önce diyordum ki ''herhalde tıklım tıkış, herkesin tek vücut olduğu bi şey olur'' ama öyle olmadı, çılgınlar gibi dans ettim. hele de bad romance'e sıra gelince kendimi kaybettim. en öndeki aşırı little monster arkadaşlar dışında öyle her şarkıya eşlik edilmediğini duyunca açıkcası benim bile moralim bozuldu, anca paparazzi, alejandro ve bad romance'te biraz tüm kalabalık da eşlik etti. bad romance zaten başlı başına efsaneydi (harajuku olaylarından hoşlanmasam bile), resmen 6 yıl beklediğime değdi diyebilirim.
sadece müzik değil, her ne kadar bir pazarlama stratejisi de olsa gaga gerçekten bir kez daha neden bu kadar benimsendiğini gösterdi. o iran'lı hayranını sahneye çıkartıp hepimizi kıskançlıktan çatlatırken ona sarılması, born this way söylemeleri... hangi şarkıda hatırlamıyorum ama o yaptığı ''farklı olmaktan korkmayın!'' konuşması ve ''bu gece buradaki gaylerin ellerini kaldırmalarını istiyorum, bu dünyada farklı olmak zordur ve ne olursa olsun tanrı sizi seviyor'' diyerek gönlümü bir kez daha fethetti. hani gerçekten, belki çok banal gelicek ama o an orada hissettiğim o kabul edilme, o huzur hissini, o samimiyeti anlatamam."tonight we celebrate acceptance, tolerance, and love" diyerek pride bayrağını daha da yükseğe kaldırmasını söyledi.
ölmeden önce yapılması gerekenler listesinden bir tanesini daha sildik, bir dahakine en önden bilet alıp gaga'yla karşılıklı dans etmek daha harika olur!
ilk başta bekleyenlerdendim, daha doğrusu ikinci sınıf bir romantik komedi tadında onun ''gelip'' beni bulmasını falan bekliyordum. ne bileyim insan az-çok hak ettiğini düşünüyor, kimler kimleri buluyor yani. baktım kimsenin geldiği yok, moralman tam gaz düşüşteyim ufak ufak, kendimce atılımlar yaptım ama değil erkeklere, insanlığa olan inancım sıfırın altına düştü. zaten ölsem ilk adımı atacak ya da birilerine yürüyecek biri değilim, kısa sürede doğru dürüst bir şey yaşamadan ilişkilerden falan her şeyden soğudum. hayır zaten insanlar nereden, nasıl tanışıyor da böyle aşık oluyor falan onu da bilmiyorum, ıskarta mı oldum acaba diye düşünmüyor değilim ara sıra.
birazdan söyleyeceklerim için tahminen (yine) aforoz edileceğim ama çok "renkli" bir sözlük olmamız sebebiyle, konu hakkındaki fikrimi söyleme ihtiyacı duydum buradaki birçok birey gibi.
öncelikle, haftalardır troll diye eleştirdiğiniz yazarlar gibi karşıt demeyeyim ama aynı paydada olmayınca hemen bir şeyin "düşmanlık" diye adlandırılmasını ne bileyim, doğru bulmuyorum. birini kendinize düşman ilan etmeniz için gerçekten bir şeylere kast etmesi ve karşılıklı bir süregelen çekişme, baskı olması gerektiği kanaatindeyim. öyle ki, sözlükteki birçok birey de gayet hdp'yi destekliyor-ki bunda negatif bir şey görmüyorum çünkü herkesin istediği şekilde hareket etme hakkı var, ben kimim ki diğerlerini düzeltme ihtiyacına gireyim daha doğrusu, düzeltme doğru bir kelime değil ama diğerlerine kendi düşüncemi kabul ettirmeye çalışayım? nasıl güzellik göreceli bir kavramsa, iyi-kötü de belirli sınırları olsa da kendi içerisinde yine göreceli bir kavram benim gözümde. sonuçta (sözümona) burası özgür bir ülke, keza bu platform da.
siyasetten hoşlanan birisi değilim çünkü benim için başa kim çıkarsa çıksın aynı güç savaşından, açlık oyunlarından başka bir şey değil. evet, şu anki 12 yıldır süregelen durum gerçekten iyi değil ama keza bundan önce de(çok önce de) öyle belirli bir refah seviyesine ulaşmış bir ülke değildik. neyse, hayatım boyunca ırkçı bir insan olmadım keza kendimi de böyle görmüyorum çünkü ırk, aynı insanın ailesini seçememesi gibi kan yoluyla atanan bir bağdır. bununla ne kadar ilgili olacağınız sizin elinizde (kültürünüzü bilmek vs) olan bir şey. benim nezlimde insan ne olursa olsun insan olsun, karakteri düzgün olsundur.
sırf desteklemediğim için sanılanın aksine hdp'den nefret etmiyorum, ama hoşlandığımı da söyleyemem; bu konuda nötrüm. saygı duyuyorum ama benim değer yargılarıma veyahut doğrularıma oturmuyor, keza diğer hiçbir parti de böyle. böyle düşünmemin de birkaç sebebi var. ilk olarak, ırkın bir insanı saf bir şekilde tanımlayabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. (bilgim dahilinde) eğer osmanlı torunu değilseniz ya da türkmenistan kökenli değilseniz, teknik olarak kimse türk değil. aynı amerika'da italyanı, ispanyolu birçok farklılığın bulunması gibi ülkemizde de kürt,çerkes,macır,boşnak birçok koldan insan var. büyüdüğünüz ülkenin çerçevesinde, türk milletine mensup oluyorsun, ırkına değil-keza amerika'da doğup büyüyen anne-babası türk olan bir türk amerikan olarak adlandırılır mı? bence adlandırılamaz. insanların bu ırkçılık yüzünden dünya'nın her yerinde ne acılar çektiği aşikar, keza ülkemizde de öyle. bunu anlıyorum. benim bu konuda anlamadığım ve anlatamadığım, bir ülke içerisinde, özellikle de ırk ayrımı ile bir ayrıma gidilmesi. birçok devlet, çok uluslu yani a,b,c birçok ırktan insanı barındırıyor. böyle bir oluşumda, herkes kendi kültürü çerçevesinde bir şeyler gerçekleştirmek isterse, o zaman her şeyin çok farklı yönlere gidebileceğini düşünüyorum.
çerkesim, bu kültürle hayli içli dışlı, bilimciyle büyüdüm. benim de annemler yeri gelir evde çerkesce konuşur, paylaşımlar yapılır. benim yaptığım çıkarımla, o zaman haydi çerkes'i de laz'ı da macır'ı da hepimiz bir kendi içimizde içselleşmeye gidelim. türkiye gibi "medeniyetler beşiği" diye anılan ülkede bu kadar farklı insanın olması çok normal bir şey. insanların haklı olarak hakkını arama ihtiyacını anlıyorum ama o zaman iş bir süre sonra yine, daha da beter bir bölünmeye yol açacağı kanaatindeyim. o zaman biz de hakkımızı talep edelim, x'de etsin y'de böyle gider.
yazdıklarım da aksi anlaşabilecek olsa da, gerçekten kendimi turancı, milliyetçi biri olarak görmüyorum. sadece dediğim gibi, türkiye gibi her devlet altında birçok farklı milleti barındırıyor ve bence bu devletin bir kurum olması gereğinden olağan bi yapı.
ikinci olarak, sırf kürt/gay ya da herhangi bir azıklıktasın diye ille de "hdp benim partim hörörörö" dümdüz gitmeni anlamlandıramıyorum. evet, diğer partiler de baktın mı hiçbiri ne benim ne senin tamamen düşüncelerini, ideallerini karşılamıyordur ama zaten işte olay burada ortaya çıkıyor, kendini bir şeye ait hissetme zorunluluğu. evet, vatandaş olarak senin mecliste, ülke yönetiminde söz sahibi olman en doğal hakkın ve kendine-en yakın diyelim-partiyi destekleyerek bunu onlar üzerinden yapıyorsun diyelim, ama gerçekte o adam seni ne kadar temsil ediyor? toplumun geneliyle birlikte senin iraden, senin ideallerin orada ne denli hayata geçiyor? bu zamana kadar hiçbir milletvekilinin toplumun birebir aynası olduğunu göremedim (hatalıysam seve seve öğrenmeye açığım). eğer hdp öncelikli olarak lgbtileri savunsa, gerçekten sözlükteki bu denli yoğunluğu anlayabilir, bizzat destekler ve önlerinde şapkamı çıkartabilirdim ki ancak "halkların, azınlıkların" hakkını savunma adı altında biz yine ikinci, hatta üçüncü plandayız. değil hdp hiçbir parti bence en az önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde(ki kimse bu kadar beklememeli) seni sevdiğin adamla evlendirebilecek, seni anayasada ve hukukta, gerçek hayatta herkesle aynı seviyeye koyacak, öyle erkek arkadaşınla beyaz çitli ev ve 3 çocuk gibi toz pembe hayallerini gerçek kılmayacak. sözde özgürlükler ülkesi amerika'da bile böyle bir kabullenme ortamı yok, avrupa'nın da biraz daha iyi olduğu söylenebilir. o yüzden "hdp'ye oy vermeyen eşcinsel" dışlaması, kötülemesini doğru bulamıyorum.
üçüncü olarak, bunların hepsi bir yana, bir bebek katilini öncü edinen bir oluşumu ben kabul edemem, hayatım boyunca da edebileceğimi sanmıyorum. her ne kadar hakkında çıkan şeylere rağmen demirtaş'ın birçok söylemini, politikacılığını bir yere kadar doğru, beğenilir bulsam da "apo'nun heykelini dikeceğiz"den sonra bende film koptu. evet, barajı geçmelerini, iktidara karşı olmalarını gerçekten takdir ediyorum ama özgürlük kisvesi altında köyleri tarayan, nicelerini katleden, terör örgütünün başıyla ilişik olan bir yapılanmayı ben kabul edemiyorum ne yazık ki. eğer öcalan ile bu bağ olmasa, barış sağlanması yolunda etkisi azalan pkk'ya rağmen hdp'yi gerçekten anlayabilir ve kabul edebilirdim bir yere kadar sözlük. ama edemiyorum. aklıma çocukken o dönen haberler, üst üste kadın cesetleri, kucağında bebeğiyle anne ve duvarda apo, pkk yazıları geliyor. diyeceksiniz ki, kürtler'in canı yanmadı mı? yandı, hem de allah bilir nasıl , hele de şu son birkaç senede, ama cana karşı can alarak özgürlük kazanılmaz, adalet sağlanmaz benim düşüncem. doğru demek bana düşmeyebilir ama en azından makul değil bu olanlar.evet geçmiş geçmişte kaldı, önemli olan geleceğin neler getireceğidir ama benim gözümde geleceği şekillendiren de geçmişteki etkilerin tepkisidir.
eğer bıkmayıp, sonuna kadar okuduysanız ve kendimce bakış açımı bir nebze de olsa anlatabildiysem; düşünceniz ne olursa olsun yine de teşekkürler.
arkadaşlık anlamında, biriyle gerçekten bitmişse hiç tereddüt etmeden sildiğim, benim için önemsiz olan bir konudur, çünkü o resim artık geçmişte kalmıştır ve her bakışta o zamanları hatırlayıp iç çekmek-hatırlamak bana geçmişe takılmak gibi geliyor. hele de o kişi bu durumda suçlu olan ise.
eğer resimde çok iyi çıktığımı düşünüyorsam resmin kendim olan bölümünü kesip ayırma bencilliğini de yapmışlığım vardır...
nedensizce birçok arkadaşımın biz gaylerin bunu her zaman, çok kolay yaptığımızı düşünmesini sağlayan eylem. neredeyse 2,5-3 yıldır aynı ve epey de gay nüfusun yüksek olduğunu düşündüğüm bir spor salonuna gidiyorum, değil adam kaldırmak herhangi bir insan ile etkileşime giriştiğim olmadı, hatta kaldırılan bile olmadım.
neden? çünkü kaslı beyler yine kendi gibi kaslı maslı, fit, boylu-poslu beylere gidiyor arkadaşlar. hayat bir amerikan filmi değil ki bicepli beyler göbeğe bakmaksızın sizi kabullensin. ne bileyim, bir anlam da haksız da bulmuyorum aslında: seksi olsun olmasın herkes karşısında seksi(en azından kendisi düzeyinde) birilerini istiyor, hak ettiğini düşünüyor falan. bunlar hep daha fazlasını istemenin sonucu bazen insan kendisi için en iyisi-yeterli olanı kabullenmeli oysa ki.
yaşadığım onca başarısız date sonrası geçen sene bu zamanlar son çare ''bi de burayı deneyeyim'' derken pek de bir şey yaşamayıp; son 3 ayda beni allak bullak eden arkadaşla tanıştığım mecra olmasından da yeri bende ayrı. canımsın tinder. her açtığımda '' it's going down, i'm yelling tindeeeeeer'' diye bağırasım geliyor bir ke$ha'ymışcasına. kendimi ne zannediyorsam.
bu arada algoritmasında mı neyindeyse bi sorun olduğunu düşünüyorum zira %100 masc, saglamtip, gaybro bir errrkek olmama rağmen karşıma bazen kadınlar, hetero hetero abiler falan çıkıyor bir kendimi sorgulamama neden oluyor. gereğinin yapılmasını rica ediyorum yetkililerden.