max blum

Durum: 1300 - 0 - 0 - 0 - 22.07.2017 01:49

Puan: 29732 - Sözlük Kaşarı

14 yıl önce kayıt oldu. 2.Nesil Yazar.

you can have your dreams but you cant have me...
  • /
  • 65

serdar ortaç şarkılarındaki mükemmel sözler

bir zamanlar sevdiğin, aşkı bildiğin günler oldu mu?

bana güller verdiğin tatlı nameler gerçek oldu mu?

hiç yüzünden alınmak, her güzel şeye darılmak, bitik ve mutsuz anılmak alın yazımsa sildim çoktan

.....
yüreğinden yaralı bizim hikayemiz, kaderimden kalanı silsem de gitmiyor,
iki sohbet aralık bütün mesafemiz
.....

90 lar müzesi

pek şükela bir blogdur efendim. nostaljik olaylara sarkastik yaklaşarak beni benden almasını bilmektedirler. ne yazık ki oldukça uzun bir zamandır yeni yazı yayınlamaktadırlar.

mahallenin muhtarları

copy + paste yapmak gerekirse:

kandemir konduk’tan yüreklerinizi ısıtacak, sıcacık veya monoton ve sıkıcı bir hikaye: mahallenin muhtarları. maltepe’de kendi halindeki bir mahallenin muhtarı, muhtarın cazgır kızı ve müstakbel damatları çevresinde geçen bu dizi, 90′larda türk televizyonlarındaki korkunç boşluktan faydalanıp bir şekilde dönemin en akılda kalan yapımlarından biri olmayı başardı.

ana hikaye şudur: mahallenin herkes tarafından sevilen ve saygı duyulan bir muhtarı vardır. muhtarın kızı fadime ise canı sıkılan, her işe burnunu sokan, sinirli ve agresif bir “genç” kızdır. fadime’ye aşık olan temel de kahve işleten, maymunuyla kahvede takılan, yine herkes tarafından sevilen, saf bir karadeniz gencidir. işte dizinin konusu kabaca budur. bu konu kısırlığı ise diziye hiçbir bir engel teşkil etmeyecektir…



fadime anlaşılması güç, karmaşık bir karakterdi. karakterinin ipuçları dizinin jeneriğinde açıkça veriliyordu. daha en başta fadime’nin temel’e karşı olan sebepsiz agresif tutumu izleyiciye sunuluyordu. oysa ki temel, fadime’nin bu tatlı sert tutumunun tek nesnesi değildi. fadime, babasının muhtarlığıdan aldığı özgüvenle midir bilinmez, herkese karşı ziyadesiyle sertti. sertti sert olmasına ama herkesin gönlünü bir şekilde, muhtemelen de sevgiyle almasını da bilirdi. jenerikte de “babasından daha beter muhtar” olmakla suçlanan fadime de tek koluyla tutunduğu ağaç gövdesinin arkasından


"uyy benden şikayetçi misiniz? oysa ben sizi çok seveyrum!"

sarkarak geliyor, “uuuyyy benden şikayetçi misuğuz? oysa ben sizi çok seveyrum” gibi bir sempatiklik yapıyordu. fakat babası dünyanın en güzel türkçesi’ni konuşurken fadime’nin bundan neden birazcık olsun bir şey kapmadığı yıllarca gizemini koruyacaktı.

aslında fadime ile temel’in kavuşamaması için hiçbir sebep yoktu. iki sokak arayla oturuyorlardı, düşmanları yoktu, herkes tarafından sevilip sayılıyorlardı ve isteseler ertesi gün evlenebilirlerdi. temel’in aşkı o kadar kabul görmüştü ki muhtar’a “muhtar babacuğum” diye hitap edebiliyordu. ancak 1990′lardaki dizilerinde, özellikle de mahallenin muhtarları’nda bir eğiticilik, bir halka örnek teşkil etme kaygısı mevcuttu. dizinin bu didaktik ruhu sonucunda da örnek insan fadime kendisine talip olan gençlere yüz vermiyordu. fadime, temel’in bütün iyi niyetiyle kendisine aldığı çiçekleri kafasında parçalıyordu; ancak aslında o da temel’den (“ula kilçuk!”) hoşlanıyordu. fadime’nin bu oturmuş karakteri ve kanıksanmış tutumu hiç değişmedi; fazla naz ne aşık, ne de izleyici usandırmadı. ancak şüphesiz fadime’nin bu bakireliğini koruyuculuğu abartılmış, neredeyse mezara bekar girse sevinecek bir hal almıştı. fadime’nin korkunç bir trajedi olan ölümü de bunu doğrular nitelikteydi: fadime, temel ile olan düğününden bir gün önce kendi gelinliğini ütülerken çıkardığı yangında yanarak feci şekilde can verecekti…




temel de ziyadesiyle tuhaf bir karakterdi. bütün günlerini kahvesinde evcil maymunu çaydanlık ile geçiriyor, fadime’yi etkilemeye çalışıyor, artan zamanda mahalleliye çay götürüyor, dostu olan mahalle esnafın kendisine sempatik bir şekilde takılmasına izin veriyordu. ancak fadime’yi tavlama çabaları bir türlü nihayete eremiyordu; zaten temel, çok sevdiği fadime’sine dünya gözüyle hiç kavuşamayacaktı… temel fadime’nin ölümünü atlatınca şirin adlı yeni bir manita yaptı. şirin, fadime'ye kıyasla normal bir insandı. fadime’ye göre daha sevecen, daha anlayışlı ve daha az cazgır olan şirin ile mutlu bir beraberliği oldu.

dizi fadime ile temel’den ibaret değildi tabii ki. ilk bölümündeki oyuncuların neredeyse hiç birinin son bölümünde oynamadığı böyle mi olacaktı kadar olmasa da mahallenin muhtarları da “ bir dizideki karakter sayısı” rekorunu zorluyordu. yüzbinlerce “yan” karakter (iğneci handan, müzevvir müzeyyen, kemikkıran kadriye, ali, behiye, haydar paşa, annem annem, kart zampara emlakçı, mahallenin delisi ve daha niceleri) hikayeye renk katıyor, veya gereksizce uzatıyordu.

ancak mahallenin muhtarları’nı mahallenin muhtarları yapan şey, daha önce de değindiğimiz didaktik yapısı ve bunu desteklemek için seri üretim halinde yazılan şarkılarıydı. bu şarkıların kalitesine yönelik fikri jenerikten edinmek mümkündü: “dar gelirli insanlar / bir arada yaşarlar / … / tartışmalar çıksa da / dönmez asla kavgaya / işi tatlıya bağlar / biri girip araya” gibi dizeler, dizinin taşıdığı sosyal mesaj kaygısının sinyallerini veriyordu. dizi içerisinde de en ufak olayda yazılan, toplumsal ders veren şarkılar veya “ulan deli diyoruz ama, hepimizden akıllı be” gibi replikler babaannelerimize “tabi ya, doğru” dedirtiyor ve dizi evrenini sosyal bir ütopya kılıyordu. mahallenin muhtarları, absürtlükte sınır tanımayan kaygısızlar'ın aksine akıl, mantık, karşılıklı anlayış ve toplumsal sağduyu üzerine kurulmuştu.

bu dizi, 90′lardaki çoğu dizi gibi sıradan insanları konu alıyordu. yansıtılan olaylar ve kişiler orta sınıfın kendi başına gelenlerdi, veya doğrudan kendisiydi. geçim derdi, aile ve komşu ilişkileri gibi konular işleniyordu. zengin karakter veya zengin ailenin başına gelen talihsizlikler gibi olaylar dizinin bel kemğini oluşturmak şöyle dursun, çok aşırı bir durumdu. orta sınıftaki türk izleyicisi henüz ekranda kendini görmekten sıkılmamış, zenginlerin, ağaların hayatına merak salmamıştı.

1990′ların hiçbir şey hakkındaki uzuuuun dizilerinin en manasızlarından biriydi mahallenin muhtarları. ancak bunu pek sorgulamıyor, kadın erkek genç yaşlı, kızlar delikanlılar, ve sevimli çocuklar olarak yerimizi alıyor, sanki gerçek hayatta yaşayan bu mahallenin birbirinden sıkıcı maceralarını keyifle izliyorduk.

kaynak: 90larmuzesi.com

çocukken anne babanın öldüğünü düşünüp ağlamak

en az çocuğun varken öleceğini düşünüp ağlamak kadar içtendir. hele de çocuğunuz henüz okul çağına gelmemiş bir çocuksa içinizi birgü sizi unutacağı korkusu kaplar. ve bazen unutulma korkusu çocuğunuzun olacağı o buruk olma halinden daha çok kor size.

özel üniversite

efendim ben devlet üniversitesine gittim. pek şukela okulumun inşaat mühendisliği okuyan manken kızlar, kimya mühendisliği öğrencisi dizi başrol oyuncuları, ferrarili gayler, rnge rover'lı çıtı pıtı kızlar, makine mühendisliği okuyan evli&türbanlı kızlar ve daha birsürü şey vardı. hatta bir tane kız ki çok güzeldi, dizilerdi, reklamdı derken çok ünlü bir yapımcıdan iyi gişesi olacağı kesin bir filmde başrol için teklif alımıştı. sonrasında "benim stajım var bu yaz" diyerek teklifi reddetmiş, mini cooper'ına binip uzaklaşmış diye anlatmışlardı.

lakin en piç, en uzak durmak isteyeceğiniz kişiler bunların arasından o kadar da çok çıkmıyordu. orospu çocuğu olmak parayla değil çünkü.

olayın akademik boyutuna hiç girmeyeceğim, zira piyasadaki işlerin yüzde sekseninde ms office programlarına hakimiyet ve ingilizce yeterliyken ve milyonlarca genç ufkunu genişletmek için eğil iş bulmak için üniversite okurken akademiye değinmek biraz abesle iştigal oluyor.

esas sorun şu ki o kadar para dökülen özel okulların büyük kısmı ms office'i kavrayacak analitik bakış açısını ve orta düzey ingilzceyi bile vermekten aciz öğrencilerine, aynı devlet okullarının %90'ı gibi...

burda da eleştirilen bu olmalı gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var

bearcity 2

adeta bir ayı pornosu olmasının yanısıra esasında eğlenceli bir film ama carlos'a o uzun saçlar olmamış. ben onu kısa saçlarıyla sevmiştim. bir de ekipte en güldüğüm adam olan simon'a biraz daha fazla bişeler yazabilirlerdi. iyi malzeme kendisi. roger efendi bazen çekici bazen itici geliyor bana lakin iyice gıcık oldum kendisine, ty desen hiç sevmem. sonu da bok gibi oldu ne bçim de oldu, türkiyede olsa kesn kan çıkar, o ne genişlik, ne anlayışlılık öyle...

abdullah öcalan

(bkz: tuzluk modeli)

gerçekten hiçbir siyasi amacım yok lakin br ara tüm çarşı pazar apo modeli tuzluklarla doluydu. hatırladınız mı? şu kapağı bıyıklı aşçı kafası olanlar?

kevbear

maddi açıdan zor zamanlar geçirdiği şu günlerde yersiz özgüveniyle bir anda pazara sunduğu cazibesinin beş kuruş etmemesi bir tokat gibi yüzüne çarptığında ağlaya ağlaya beni arayan yazarımızdır. canım biz sana hep şöyle güzelsin, böyle güzelsin diyoruz ama kuzguna yavrusu kartal işte...

ayı sözlük yazarlarının spoiler ibaresi kullanmaması

yıllardır anlayamadığım konuyu bana yeniden düşündürtmüş başlıktır. dizi ya da film izlemenin amacı gizem, bir anda dönen şeyler, vesaire midir? şaşırmak için mi izleriz film ve dizileri? şahsen sonunu bilmenin filmi bozacağı en fazla 3-5 dizi ya da film olduğu kanısındayım ki herhalde o filmlerin de başka numarası yok zira sonunu bilince bok oluyorlarsa tekrar tekrar izlenen filmlerin yanında esameleri okunmamalı.

sözlüklerde kürtçülerin artması

kafamı karıştıran başlıktır. kürtçü derken kürt satanlardan mı bahsediyoruz yoksa kürt yapanlardan mı? yani simitçi gibi kürtçü mü yoksa şakacı gibi mi?

bizim okul

yardım edin!!!!!!!!!! çığlıklarıyla evden koşuşturmama yol açan dizidir. ne yapacağımı bilemedim. televizyonu açıp kanalları karıştırırken bir denk geldim ki kumandayı korkuyla fırlatıp kanal da değiştiremedim. şu an hala duyuyorum seslerini. müziği hababam sınıfını hatırlatıyor, gençler pis yedilinin bile çakması, pis yedilinin bile! öğretmenler ise akasya durağı. aslen komedi ama arada mahsun kırmızıgül temaları da giydirmişler.

çok büzücü. başta beynim, her tarafım büzüldü...

bümk

efendim okuyorlarsa beni affetsinler ama defalarca sarhoş gecelerimde birinci erkeğe gitmeye üşendiğim için kapılarının önüne işediğim kulüptür.

ahmetonski

hem sempatik hem yakışıklı, doğrusu çok mert bir delikanlı fakat kendisinin alametifarikası ne bunlar ne gri saçları ne de hoş sohbet olmasıdır.

kendisinin alameti farikası yolun ortasında ayaklarını ayranla yıkamasıdır.

yalnızlık

kimilerinin yaşamak zorunda olduğu beraberliğidir yalnızlık,
kimilerinin canıdır, kanıdır, vazgeçilmezidir...

binnaz toprak

efendim kendisi bu ne boktan bir sistem böyle diyen öğrencilere "şekerim devlet bize para vermiyor. anamızdan babamızdan kalmasa evimiz bile olmayacak. hocalarımızın pek çoğu çok daha iyi paralara özel okullarda çalışabilecekken sizin için buradalar" gibisinden bir şeyler gevelemiş, kısaca "ne kadar ekmek o kadar köfte, bu paraya anca bu kadar akademisyenim" demeye getirmiş, istisnasız her biri herhangi bir özel üniversiteyi seçmesi durumunda akademisyen maaşı kadar burs alabilecek öğrencileri kendisinden soğutmuştur.

neyse ki sonrasında bahçeşehir üniversitesine geçip paralanmıştı sonrasında.

siyasi hayatını takip etmiyorum lakin meclisin en aklı başında 3-5 kişisinden biri olma ihtimali bu anlattıklarıma rağmen hayli yüksektir.

gegen die wand

güzel filmdir hoştur lakin birazdan yazacağım spylordor:

spoiler
bence filmin en güzel sahnesi klüpte kadının erkeğe göğüslerini gösterip "bunları görüyor musun? ben yaşamak istiyorum" demesidir. laf arasında ingilizce konuşacağım ancak kadın orda kendi vüudunu claim etmiştir. yaşamak var yaşamak var. kimi yaşayanlar aslında hayatta kalmaktalar. bu söz üzerine 3 cilt kitap yazılır diye düşünüp bir de üşengeç olduğumdan entrimi sonlandırıyorum. tüm okurları da yaşamaya davet ediyorum.

matematikten anlayan erkek ibnedir

toplamda 15 dakika, o da giyinmek babında hazırlandığım öss'de matematiği ful çıkarma nedenimi açığa çıkarmış önermedir.

peki biri bana neşeli matematikten nasıl f aldığımı açıklayabilir mi?

sallan yuvarlan

vurur

birden aklıma geldi yazayım dedim
baktım pony yazmış. çok hüzünlendiriyor bu şarkı beni. ama sözlerini yazmaya kalkınca aslında ahım şahım değiller. ama yine de çok hüzünlendiriyor...

daha dün "gibi"ydim
bugün oldum
şimdi gün gibiyim,yarın oldum
koşarak üstünden yıldızların
karıştım aylara
sene oldum

bir dokunuş ki yarım kaldı
ateşlerin yerini kül aldı
asırlarin nice yalnızlığı
sanki boynumda asılı kaldı

vurur
gözlerime acımasız zamanlar
nefretle
vurur gölgeleri sınırsız her yere
beni bekler

gereksiz yere yabancı dilde konuşma ve yazışma ihtiyacı duyan insan

kimileri için iş hayatının getirisidir. her gün sabahlara kadar ingilizce rapor yazan, mailleşen insanlar kendilerini yabancı bir dilde ifade etmeyi daha kolay bulmaya başlayıp anadillerini eskisi gibi kıvrak kullanamazlar. bundandır ki mesela ben ve pek çok iş arkadaşım türkçe rapor yazmamız istendiğinde istediğimizi bir türlü anlatamayız.

bir anımdan alıntı yaparsak, bir satışı "drive" etmenin türkçesini 15 kişi bulamamıştık. tetiklemek desek değil, önderlik etmek desek değil. çünkü türkçesi drive etmek. lütfen aranızda alternatif türkçe bir karşılık öneren varsa buyursun...
  • /
  • 65
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 1300

eşcinselliğin beş şartı

elbette ki ilk ve en önemli şartı kendinden başka diğer eşincilleri beğenmemek, tasvip etmemek ve kötülemektir.

ikinçi şartı ise senin gibi yaşamayan, davranmayan, giyinmeyen eşcisel grupları küçümsemek, kötülemek ve onlarla alay etmektir.

üçüncü şartı hayatında bir kere en avam gay sitelerinden birine şöyle de olsa bir bakmaktır. ülkeye göre değişen sitelere türki için gable örnek verilebilir.

dördüncü şartı ise daima en iyiyi hak ettiğine inanmaktır. 3 liralık ürün 300 liralık performansını vermeli, sokağa çıktığında çocukların ağlaşarak kaçışmasına sebep olacak kadar çirkin olsan da sen dorian grayi hak ediyorsun. sakın ha altına prim verip götünü kaldırma.

son şartı ise her şeyin en iyisini yaptığının bilincinde olmaktır. her şeyin en iysini bilen, en güzel dizileri izleyip en güzel müzikleri dinleyen ve tabi ki fikirlerini en güzel artiküle eden sensin.

yazarken farkına vardım ki ben bir eşcinsel değilim. sadece 4 şarta uyuyorum. uymadığım şart sizi meraklandırsın lütfen. hem zaten arkadaşlarımın dediğine göre hiçbir erkeği beğenmediğim için benden ibne olmazmış.

elit gay kriterleri

beni kaygılara sürükleyen başlıktır. görünen o ki yazarlarımızın pek çoğu sokaktaki paçozu elit gay sanmaktadır. lakin öyle değildir. bu durum adeta bir çinlinin gidip gün görmemiş kabilelere kendini ingiliz asilzadesi olarak tanıtması gibidir. zira ortada elit gay yoktur. kendini diğerlerinden farklılaştırıp elit diye kakalamaya çalışan palyaçolar vardır.

elit olmak için, en azından biraz "classy" olmak için yapılması gerekenlere gelince:
-ilk önce bir hayat edinin
-sonra bir iş edinin, bir okul ya da kurs da olur. boş durmayın.
-arada sırada dşünün. ama çıplak erkekleri, ya da dedikodu potansiyeli taşıyan şeyleri değil. ilişkileri, insanları, olayları... yanlış düşünseniz bile algınız açılır biraz.
-seçici olun ve seçimlerinizi kendinize meşrulaştırın. illa iyi ya da güzel olanı seeçmek zorunda değilsiniz. ama seçtiğinizin arkasında durun ve kend içinizde bu kararınızı meşrulaştırın, kendinizi kandırmayın.
belki bunları yapınca elit falan da olmazsınız ama bir adım leri gideceğiniz kesin.

pipi ve popo arasındaki benzerlik

pee-pee* ve poo-poo* arasındaki benzerliğin de kaynağıdır.

hetero ortamda sosyalleşmek

h,ç de zannedildiği kadar zor olmayan hadisedir. burada yazılanlardan anladığım sadece meme göt futbol araba motor tandansında konuşan bir heteroseksüel güruh var galiba ama ben kendileriyle pek haşır neşir olamadım sanırım. hetero arkadaşlarımla daha çok yaşamın günlük zorlukları, gelecek hayalleri, geçmiş sancıları, hobileri, şuları, buları üzerinden sosyalleştik şimdiye kadar. arada tabi futbol da konuştuk. gay arkadaşlarımlaysa daha çok onu tanıyor musun* bunu beğendin mi? bu buna böyle demiş üzerinden sosyalleşmek daha kolay gibi geliyor. ama onu da bu konuları açık açık konuşacak çok fazla kişileri olmadığından bulmuşken döküleyim hissiyatlarına veriyorum.

diğer gayleri çekemeyen mutsuz gay

dört bir yanımızı sarmış haset tutkunu gaylerdır. gay oldukları için kendi kendilerini içten içe suçlamaları olasıdır.

bunlar gay olmayı pek de dert etmeyen kendi halinde gayleri cekemezler. nasıl bu ibneler de benim gibi kendilerinden nefret etmiyorlar diye kudururlar.

diğer gaylerin istedikleri kişiyle seks yapmalarini istediği kişiyle flört etmelerini beğendikleri kişiye beğendiğini belli etme cesaretini bulmalarını gururuna yediremez.

çünkü kendisi gayliginden ve dolayısıyla bu tür olaylardan utanmakta, utanmayanlara gıpta etmek yerine içten içe kurulmaktadır.

halbuki bu gay kendini sevse sevisebilir flortlesebilir ilişki yaşayabilir beğendiğine yürüyebilir içinden geliyorsa feminen olabilir ya da feminen olmayabilir ama feminen gaylerle benı açık edecek diye korkmadan selamlaşip vakit geçirebilir.

hayat böyle çok daha kolay çünkü olması gereken bu lan.

ayı sözlük yazarlarının askerlik anıları

ben ve tertibim pisuvardaki schmeical bir gün çarşı iznine çıkmış idik. elazığda da gidecek pek bir yer yok. psk dedi ki beni keban barajına götür, biraz yüzüp akşam esen elazığ rüzgarını ıslak bedenimde hissetmek istiyorum dedi. ben de arkadaşımı kıracağıma kafamı kırarım dedim ve hemen el kaldırıp bir taksi durdurdum. 175 boylarında, 25 yaşlarında, atletik, esmer, kirli sakallı bir taksici kullanıyordu taksiyi. yol uzun, havadan karadan sohbet ederken konu sekse ve kızlara geldi.

atletik taksici iştahlı iştahlı yediği kızları anlatıyordu. önündeki sertlik giderek daha belirgin bir hal almıştı. psknın gözleri zaman zaman taksicinin önündeki kabarıklığa takılıyor, taksici onu yakalayınca pembeleşen yanaklarıyla hemen önüne dönüyordu.

sonra taksici çok açık bir insan olduğunu, fantezi çok sevdiğini, hatta elazığdaki üniversitedeki bazı erkek öğrencilerle ilişkiye girdiğini anlatmaya başlamıştı. ben hiç oralı olmazken psk hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladı.

psk 180 noylarında, kumral, hem kızların hem de erkeklerin beğeneceği tipte bir çocuktu. uzun zamandır var olan dürtülerine rağmen hiç bir erkekle ilişkiye girmemişti, ya da en azından ben öyle zannediyordum. kendisini defalarca yatakhanede ve duşta olmadık hallerde yakalamış olmama rağmen hepsine mantıklı bir açıklama getirebilmişti sonuçta.

neyse, taksici bize kızlarla aramızın nasıl olduğunu sordu, ben aha sikecek bizi valla diye korkarken psk hemen atladı. bizim kızlarla aramız yok dedi. taksicinin yüzünde seksi bir tebessüm oluştu. nasıl yani diye sordu.

psk da anlattıkça anlattı, anlattıkça anlattı. taksici artık dayanamayacağını söyleyerek fermuarını açtı ve beton gibi sem sert ve 21 cm damarlı penisini çıkarıp sıvazlamaya başladı.

psknın hayran hayran baktığını gören taksici onu buyur etti.

...
...
...
...
*
tüm bunlar olurken ben sadece izliyordum, ne ısrarlarına rağmen onlara katılabilmiş, ne de oradan uzaklaşabilmiş idim.

ne taksicinin, ne de psknın kollarını kaldıracak halleri kalmamıştı. taksici ve psk telefon numaralarını değiştikten sonra taksici, ben seni sık sık ararım. binin de gideceğiniz yere bırakayım sizi dedi.

bunu duyan psk, kendinden beklenmeyen bir üslupla "yavaşşş, yerler yaşşş! dedi. sonra da tşaşkın şaşkın bakan taksicinin yanına gidip "uçlan paraları üzmeyeyim ananın tatlı canını" dedi.

o an kahkahayı patlattım. benden cesaret alan taksici de kıkır kıkır gülüyordu. hepimiz psk şaka yapıyor zannediyorduk. ama o ciddiydi, param da param param da param diye öğlene kadar söylendi.

dedim ki" psk, paranın ne önemi var? mühim olan insanlık. ikiniz de ihtiyacınızı giderdiniz. daha dünekadar duvarlara koltuk kenarlarına sürtüyordun taurda" dedim. o da

- ekmek param bu benim. hayrına yapmıyoruz bu işi. profesyonelim ben, diyerek çirkin çirkin laflar etmeye başladı.

yaradanıma sığınıp bir tokat aşk ettim ona, yere düştü. tam o sırada müezzinin yanık sesiyle okuduğu ezan duyuldu. psk yol kenarındaki derede gusül abdesti alıp namaza durdu. ve o gün bugündür bedenini parayla satmadı....

yazarların hatırladıkları en eski anıları

efendim ben çocukken de herkesten akıllı, müthiş zeki bir çocuktum. arkadaşım arda ise tam bir maldı. ikimizin de en sevdiği çizgi dizi tabi ki thunder catsti. bu salak arda tandır ketz başlasın diye saati falan ileri alırdı, o kadar salaktı. ben ise çok farklı bir sebepten, kökenlerimi öğrenmek, tanımak için izliyordum. çünkü 4 yaşımda kedilerin soyundan geldiğimi, birgün tüm kedilerin başına geçeceğimi, kaplanları aslanları kulum köpeğim edeceğimi daha 4 yaşında falan anlamıştım.

öyle özel güçlerim olmadığını biliyordum. fiziksel olarak kendimi güçlendirmem ve uçmak için bir alet geliştirmem gerekiyordu. bunları yaptıktan sonra tüm kediler bana biat edecekti ve ben de uyuşturucu tacirlerine ve terröristlere karşı savaşacaktım.

birinci sınıfın yazında bu işin böyle gitmeyeceğine karar vermiştim. okumayı öğrenmiştim ve artık okula gitmeme gerek yoktu. hem de çok sıkılıyordum ve böylece evden kaçmaya karar verdim. böylece sokakların bilimini öğrenecek ve uçmamı sağlayacak olan aletleri toparlayacaktım.

öyle ha deyince evden kaçılmaz. hazırlık yapmalıydım. fiziğimi güçlendirmeye karar verdim. küvette nefesimi tutuyor, 3 metre yükseklikteki duvarlardan atlıyor, hergün kendimi biraz daha geliştiriyordum. artık evden çıkarken kapıdan çıkmıyor, birinci kattaki balkondan atlıyor, geri de oradan tırmanıyordum.

birgün sıkıntı canıma tak etti ve o an kaçmam gerektiğini anladım. hızlıca kapıya yöneldim, sinsice açıp merdivenleri koşar adımlarla inerken paldır küldür düştüm ve ağlama sesimi duyan herkes geldi. ben de planımı ertelemek zorunda kaldım.

birkaç gün sonra, akşam üzeri tekrar evden kaçmaya karar verdim. ama bahçede komşunun gerizekalı kızı elife rasladım. elif çok korkak bir kızdı. ikinci sınıfı bitirmesine rağmen hayalet avcılarının jeneriğinde ekrana doğru uçan hayaletlerden korkuyordu. ben de onu korkutmaya bayılıyordum. işte kah kaç kız çalıların arasında hayalet var, koş kız bahçeye köpek girmiş, dur kız sessiz ol cinler peşimizde derken elifi annesi akşam yemeğine çağırdı.

yalnız kalınca yine sıkıldım ve planımı hatırladım. hemen apartmanın bahçe kapısına yöneldim. evet, işte dışarıdaydım. ama hava kararıyordu ve korktuğum için az ilerideki bakkala girdim. 2 tane tombi aldım. parasını sonra verecem dedim. eve geldim ve tombilerimi yedim.

sonraki günlerde tek başına kaçmanın çok sıkıcı olacağına karar verdim ve benden 2 yaş küçük arkadaşım tahsini de benimle kaçmaya ikna ettim. bu tahsin ile bir öğlen çıktık apartmanın bahçesinden, biraz gittik, bu salak korktu ve ben geri dönecem dedi. sus dedim tahsine, yoksa seni çingenelere satarım. çığlık çığlığa ağlamaya başladı angut. zor sakinleştirdim. mersin'de, yazın öğle sıcağında sokakları arşınlıyorduk. tam bir daire çizmiş, keşif gezimizi tamamlamıştık. bunu isteyerek yapmamıştık. hep sağa dönerek devam ettiğimiz için yolumuza, arka sokağı dolanıp apartmanın önüne çıkmıştık yine. çok yorulmuştuk ve dinlenmeye karar verdik. sonra bu salak tahsin'in burnu kanadı. bu gerizekalının burnu kışın kuruluktan yazın sıcaktan habire kanardı. burnu kanayınca çığlık çığlığa ağlamaya başladı yine. anası da duydu bunu, balkona çıkıp eve çağırdı. ben de kendi evimize gittim çünkü karnım acıkmıştı.

ertesi gün, topluma yararlı bir birey olmaya karar verdim. apartmanın dış cephesi toz olmuştu ve benden başka kimse bunu hortumla yıkamayı akıl edemiyordu. aldım bahçe hortumunu, açtım bahçe musluğunu, başladım duvarları yıkamaya. zemin katta oturanların balkonlarını da yıkıyor, asılı çamaşırlarını, balkon masalarını, masa örtülerini bir de ben temizliyordum. sonra sıra camlara geldi. ben hortumu cama tutunca açık camdan evin içini de temizlemiş oluyordum ki salak karı çıktı bas bas bağırdı bana. sonra da gelip tokat attı. ben de ağlaya ağlaya eve gittim anneme anlattım.

annem de beni suçlu bulunca dünyam yıkılmıştı. kesin evden kaçacaktım. sinsice atladım balkondan. apartmanın bahçesinden çıktım, yolun karşısına geçtim. 2-3 saat dolaştıktan sonra çok susadım. salaklarla geze geze ben de salaklaşmış, yanıma su almamıştım. gideyim de bizim apartmanın yanındaki parkın çeşmesinden su içeyim dedim. o kadar yolu geri yürüdüm. parkta babamı gördüm. nerdesin lan eşşoleşek dedi. şoka girmiştim, yakalanmıştım.

seni arıyoruz saatlerdir falan filan bu tarz şeyler söylüyor. hızlıca bir plan yapmalıydım. ona duymak istediklerini söyleyecek, sonra da bir zayıf anını yakalayıp koşa koşa uzaklaşacaktım.

beni kaçırdılar dedim. ter içinde kalmışsın eşşoleşek dedi. tam kaçmak için bir an kolluyodum ki, dondurma yemeye gidiyoruz, yürü eve de üstünü başını temizle dedi. koşa koşa eve gittim.

ertesi gün kuzenim geldi, sonra falanca geldi, filanca gitti derken okul açıldı, bizim kaçma işi başka bahara kaldı...

ayı sözlük magazin

efendim birazdan aşağıya görülmemiş, duyulmamış, fantastik dedikodular yazacağımdır. aslında büyük bir kısmı alternatif süreyya plajı zirvesi dahilinde gerçekleştirdiğim gözlemlere dayanmaktadır. lakin, farklı okazyonlar hakkında da şok edici malumatlar bu entride...

bankacibear benden hoşlanıyormuş.

meşhur, efendi, kendi halinde sandığımız kevbear sübyancı sapık çıkmıştır. bir kafenin tuvaletinde sıkıştırdığı genç çocuktan ulu orta, utanmadan bahsetmektedir. kendisine karşı koyan çocuğu "burası bizim mekan, kimse sana inanmaz, döve döve attırırım seni buradan" diyerek sindirdiğini bizzat kendisi açıklamıştır. hiç yakışmadı kev!!! bir de unutmadan, kevbear benden hoşlanıyormuş...

medyum fettish netlenmiş. sınıf atlayıp bana açılma cesaretini bulma ümidiyle yeni aldığı blackberrysi vasıtasıyla bis'in tadını çıkarmaktaymış haspam. ah medyum ah!!! unutma ki, zengin olunu ama soylu doğulur. asla izdivacıma talip olamayacaksın...

pisuvardaki siyah kil 3'ün ailesiyle gittiği tatil kabusa dönmüş. meğer ailesi kendisini görücüye çıkarmak niyetindeymiş. gittikleri tatil beldesinin eşrafından, eşini bir süre önce kaybetmiş geçkince bir adam ile dünya evine girmesi yolunda telkinde bulundukları evlatları psk'yı, bu izdivaçın gerçekleşmemesi durumunda sokağa atmakla tehdit etmişler.

bunun üzerine kendisini otelin lobisindeki tuvalete kitleyen psk, bir an için tuvaletin temizlikçisiyle göz göze gelmiş. başından geçenleri anlatıp "nden ben? neden? neden?" diye ağlamaya başlamış. temizlikçi ise "neden, neden. kağlumbağa deden!" deyince, bu şakayı komik, komik erkekleri ise çekici bulan psk, hijyen kurallarını alt üst ederek oracıkta bu şanslı komik genç adamın olmuş.

lakin bu genç adam aslında otelin sahibinin ta kendisiymiş ve psk'ya muazzam para harcamaktaymış. gel zaman git zaman, otelci psk'yı ankara pavyonlarına satmaya kalkıncam psk'da değirmenin suyunun nereden geldiğini öğrenmiş. şanslı ki pavyoncu psk'nın eski patronuymuş da " psk bizi aşar çünkü tam bir kaşar" demiş de otelci pezevenk psk'nın para etmeeyceğini anlayıp onu azad etmiş. bu arada, psk'nın da bana vurgun olduğunu biliyorsunuzdur...

şimdi gelelim alternatif zirve dedikodularına...

efendin biraz geciktim, meraktan ölüyoruz diye aradılar. gider gitmez ağlayan sakallı ve gözlüklü br genci fark ettim. neden ağladığını sordum. "seninle gerçekten aynı ortamda bulunma şansımın olacağını hayal bile edemezdim. bunlar mutluluk gözyaşları"dedi. bu genç hestia idi. yanında ise trajedi, coqueteria, narin ve bir arkadaşları vardı. dark ise zirveye geç katıldı. teker teker dedikoduları dökecek olursak:

coqueteria tam bir kadın. zırıl zırıl tabir edileninden... sözlük zirvesine bile uzun boyalı saçları ve etekle gelmiş. ama esas bomba kollarındaki sıra sıra trabzon burmaları. heyecanlanmayın, pazar işiymiş... benden hoşlanan yazarımız üç saat boyunca bana güzel görünmek için hangi kolyeyi takacağına karar verememiş.

efendim tra jedi adlı yazar bir an olsun yüzüme bakmadı. ama bir benim değil kimsenin... kendisi sürekli etrafı kesip sık sık tuvaleti ziyaret etti. bir ara yanındaki arkadaşıyla 15 dakika ortadan kayboldu. ama sıkı durun, esas bomba: bakkala gitmek için bile sevgilisinden izin alamayan tra jedi ve hestia geceyi birlikte geçirmişler. hestia bim'den aldığı ürünleri milanodaki dayım gönderdi diyerek kandırmış tra jediyi. sevişirken ikisi de karşılıklı olarak bana olan aşklarını itiraf etmişler...

lakin gecenin sabahında hestia'nın başı bağlanmış ve yasak ilişki sona ermiş.

ayyy!!! naringergedan susmak bilmeden anlattı. bana olan hoşlantısından tutun, evinde düzenli, sabit biri olmamasına, spor salonu maceranlarından sitelerindeki yakışıklı güvenlik görevlilerine anlatmadığı kalkmadı.

sonra dark bear geldi. uzaktan daha bizi görmeden "ayyyyyhhh!!! kadınım ayol!!!!" diye bağıran darkın bu hareketine bir anlam veremiyordum ki kolumu dürten hestia beni uyandırdı. meğer narinin sıkıcı hikayelerinden içim geçmiş.

sonrasında gerçekten gelen dark plajın eski plaj olmadığını, her tarafın genç ve fit erkeklerle dolu olduğunu, ama beni görmenin onca yolu gelmesine değdiğini belirttmiş. ben kendisine yüz vermediğim için duymadım.

hepsi bu kadar sanmayın. lakin ne sözlüğü kapattırmak, ne de sözlükte kan dökülmesine neden olmak istemiyorum....

ayı sözlük'ten heteroseksüel erkeklere tavsiyeler

etrafınızdaki tüm gayler sizinle yatmak için deli olmuyor. denersen seni reddeden kızdan daha fazla seni reddeden gay olacağını görürsün.

bir de homofobik olma, kızlar da sevmiyor homofobik erkekleri. ilerde oğlun kızın gay olursa görmezden gelme, sana açılması konusunda destekle ve ona sahip çık.

ayı sözlük iftira

türbanlı cd olup kevser adıyla çeşitli tartışma programlarında büyük tartışmalara yol açııp prim yapma hayalleri kuran gencimiz ağdanın acı veren, kilo vermenin ise sevimsiz bir şey olduğunu anladığında kendini koyvermiş ve hızlıca cd kevserden kevbear adına geçiş yapmış.

zamanında kariyerine fuhuş sektöründe devam etme kararı alan yavrubear, o gençliğine güvenerek yaptığı onca promosyon ve ücretsiz ürün tanıtımına rağmen müşteri adayı bile bulamayınca topuklayarak kaçtığı ana evine geri dönmüş.

hayatında hiç sinemaya gitmedği gibi uzay yolundan bir haber olan renkli gözlü yazarımız sokakta jedi diye bir şey duyup almış tra jedi adını.

aslında sadece 64 kilo olan hestia plastik makyaj mucizesiyle kavuştuğu dev cüssesiyle endam etmekteymiş esasında.

genç yaşından beri fırıncının yanında ara kediliğinden un hamallığına kariyer basamaklarını tırmanan ahmetonski un serpili saçlarını bize seksi/ cool diye yutturmakta hiçbir beis görmemekteymiş.

zannedildiği gbi bilimsel bir kişilik olmayan astral gay söylentiye göre kendi berber dükkanında tüm gün çay içen ustural bir karaktermiş.

nikine güvenip kredi başvurusunda bulunan bankacibear sadece kendi bankasından o da 250tl kredi kullandırma teklifi alabilmiş.

tüm gençliği boyunca sevgi dolu bir insan olan naringergedan en mutlu gününde topu inşaata kaçınca da yıkılmamış da bunu duyan mahalleli kadınların ağzındani mahalleli amcaların ise altından kurtulamayınca sekse tövbe etmiş.

mahallenin bakkalinin kocasi meğer muhasebecide sekreter, bakkal diye bahsettiği kişi de tyler durden'miş.

kız istemeye elinde bir tencere boyozla giden izmirli

kızın ailesi de izmirli ise çok doğru bir karar vermiş izmirlidir. izmirliler boyoza çok değer veriyorlar. ama boyoz öyle bir şey olmaya da bilir. öyleyse sıçtığının resmidir. yemedim. bilmiyorum.

vakkodan yılbaşı boyozu

bu sene yılbaşının en trendy objesi olması muhtemel boyozdur. vakkonun nişantaşı ve cadde dükkanlarının vitrinlerini süslemektedir.

zeytinyağlı boyoz haşlama

olmadığından emin olduğumu düşündüğüm, olmadığı konusunda iddialı olduğum boyoz türüüdür. ama ola da bilir. yemedim. bilmiyorum.

ben max blum

zamanında insanların duyduklarında önümde secde ettikleri tümcemdi. lakin artık söylediğimde insanlar bön bön yüzüme bakmakta, beni bir meczupmuşumcasına süzmektedirler.

bu günlerin geleceğini biliyordum lakin bu kadar çabuk değil...

sözlükte takip edilesi çok az yazar olması sorunsalı

çok büyük bir sorunsaldır. sözlükte "aman acaba bişe yazmış mı? vay bakayım ne yazmış" ve tarzı ifadelerde bulunmaya olanak verecek, boş zamanlarımızda değil, zaman ayırarak okuduğumuz yeterince yazar olamamasından kaynaklanmaktadır.

yeni başlayanlar için önerilerim:
(bkz: pisuvardaki siyah kil 2)***
(bkz: naringergedan)
bir de okumadan direk hoş verin, belki arkadaş olursunuz. çok zevkli arkadaşlıkları vardır:
(bkz: medyum fettish)
(bkz: kevbear)