belki de ilk çıktığında izlemem ve haliyle küçük olmam sebebiyle, ne zaman boyle bir "ayin" kelimesi geçse, nerede olursa olsun, aklıma hep o maskeli sahne gelir ve hicbir seyden korkmayan bir insan olarak doğru söylemek gerekirse ürkütücü
müziğini dinlemem ancak soyle bir sey var ki beğenmesek de piyasaya yönelik şarkılar yapıyor öyle ki butun yaz gittiğiniz her yerde çalmakta...benim kendisi hakkındaki nacizane düşüncem, müziğini degil ama iyi-kotu olarak davranışlarını biraz takdir ettigim ünlü olmasıdır. sırf unluyum vs diye faulun faul konuşmamasi,ya da kendini dunya starı sanmadan dobraligi bana cok doğal geliyor
neden bilmiyorum ama bu tutumu sayesinde kendisine karsi hep bir sempatim olmustur
yakın bir arkadaşım böyle. ailesiyle, haliylen burada doğup buyumekten aslında bir turk'den farkları yok ( kendisi surekli ispanyoluz biz ehe ehe diye dile getirdiğinden boyle deme ihtiyacı duydum) çoğu gibi hali vakti yerinde, elit sayılabilir tabakadanlar. boyle olunca açıkcası bu dine bağlılık konusunun bu kadar da sıkı olduğunu ( dindar biri degilim belki de ondan) görünce cok şaşırmıştım : arkadaşımın sevgilisi musluman ve baya gereksiz bir tip. hani olur da evlenirseniz gibi varsayımlarımızın hepsi arkadaşımın "ailem katiyen izin vermez" demesi ile bitiyor ve açıkcası boyle eğitimli, kültürlü sayılabilecek insanların sırf din-inanç sebebiyle boyle kısıtlamaları bana cok anlaşılmaz geliyor, hele de zamanında ayrımcılığa bu kadar maruz kalmışlarken kendi çocuklukların mutluluğunu vs boyle şartlamalari...
sanırım kendisini ülkede sevmeyen bir ben varım.
tamamen daddyciginin parasıyla ve pr ile buralara gelip, asırı abartildigini düşündüğüm şarkıcı. surekli bi mizmiz, surekli depresif hani mutlu insanı mutsuz kılar nitelikte biri.
kendisi daha cok, lana seriously needs to get laid...
bıktım. 4 yıldır bitmek bilmeyen okuldan, adaletin olmadıgı ülkede bi şeyler yapmaya çalışmaktan, romantik ve arkadaşlık bazında yalnız olmaktan, insanların hep 2. tercihi olmaktan bıktım. annemin mükemmeliyetciliginden ötürü hicbir zaman en iyi olamamaktan, surekli başarısız surekli kilolu surekli insanların arkasından konuştuğu insan olmaktan bıktım. her ne kadar önemli olan önem verdigin insanların ne dediğise de ilkokul 1den beri insanların fısır fısır konuşmasından bıktım. insanların ağzı torba degil ki buzesin ama yıllardır olabildiğince kendim olup da doğru durust bir yeteneğim vs olmamasından bıktım.
kısacası, özellikle de bitmek bilmeyen bu cehennem final haftasında, bir kez daha her seyi herkesi "neden?" diye sorguluyorum. bu da boş bir zaman kaybından başka bir sey degil
bugün maya angelou'nun vefatıyla aklıma bir kez daha " try to be a rainbow in someone else's cloud" sözü geldi, hüzünlendim. bir yandan belki umut vardır queen'in dediği gibi somebody to love, journey'den don't stop believin' derken de bir yandan da yalnızlığım bir kat daha depreşti
kendi içinde alt kollara inandığım, en azından ülkemizdeki görünümü bu olan 'akım' . bi gerçek hipsterlar var, karı-kız kaldırma maksadıyla hipster takılan/giyinen ağır abiler var, bunları en iyi hipster saçları , badem bıyıkları, aztec desenli gömlekleri ve elde sigara-sürekli saç düzeltme,bıyık burma hareketleriyle tanıyabilirsiniz.. hipster olup bunu kabul etmeyenler var, designer giyen socialite hipsterlar var ki bunlara bobo deniliyor, kaslı hipsterlar var bunlar klasik 50 kilo çıta hipsterların modifiye hali, kendilerini en iyi sporda göğüsler açık h&m atletlerinden tanıyabilirsiniz. şu an aklıma gelen, en yakın arkadaşım yüzünden istanbul'da bütün 'hip' mekanlarda son 3 yılda karşılaşığım,aklımda kalan hipster tipleri bunlar
kendisi yanlış hatırlamıyorsam son 1-2 hafta içerisinde vanity fair türevi bir dergiye, nasıl başarılı anne/iş kadını olunur vs gibisinden bir röportaj vermiştir,hani ironik
e-2'de gece yarısı denk gele gele ilk sezonunu bitirdiğim, filmlere bayıldığım halde dizisini hiç izlemezken mads mikkelsen sebebiyle beni kendine bağlayan, mükemmel dizi
upuzun yazıp kimsenin zamanını ve ahını almak istemem olabildiğince kısa :
hayatımca boyunca iyi bir insan oldum. herkesin her anında elimden geldiğince yanında oldum ama kimse tam anlamıyla benim yanımda olmadı,her zaman cepteki-2.plan arkadaş olarak kaldım...bunu geçtim, öyle insanlar mutluluğu,aşkı tadarken hep neden benim de bunu bulamadığımı düşündüm, düşündüm ve bi cevap bulamadım.. belki açık olmamamdan,belki çevremdekiler gibi iç çamaşırı mankeni gibi gözükmediğimden belki de hak etmediğimden. hayatta bazı insanların aşkı,bazılarının kariyer/parayı vs bulduğunu,bazılarınınsa çok şanslı olup hepsine sahip olduğu inancına sahibim. yıllarca izlenen tonlarca amerikan komediyle hep epik bir aşk yaşayacağım hayalini kurdum ama 23 yaşında ve hala yalnızım..yalnızlık çok fena rahatsız ediyor beni son 2 yıldır...çevrede, filmlerde vs örnekleri görüp iç geçirirken devam etmek baya zor, daha çok günü kurtarmak yaşamak
hayatım boyunca aciz, muhtaç bir insan olmadım hep kendime yetmeyi öğrendim ama bir yerden sonra insan artık hissetmek istiyor. acaba çok mu istiyorum bilmiyorum
geçen sene 6 ay içerisinde 2 kere gittiğim,insanı kendine bağlayan şehir...gecenin bir yarısı tanımadığınız insanlarla singel'deki gay barlarda dans ederken sabahında vondelpark'ya çimenlerde yuvarlanabileceğiniz,alışveriş anlamında river island,topman,urban outfitters ve en son açılan forever 21 ile başınızı döndürecek şehir.
ilk sezonunda beri deli gibi izlediğim,son sezonlarında çıtayı düşürseler de ucundan toparladıkları,bize lea michele gibi bir divayı kazandıran dizi. gives you hell,let's have a kiki, pumpin blood coverları enfestir
twitter'da rastladığım 4 fotoğraflık bir öyküyü, ve siz sevgili sözlükçüler için olduğunca çevirdim. sanırım esasen bir tumblr postu, epey de gülümsetti beni.
bir anne, ev arkadaşıyla beraber yaşayan oğlunun evine yemeğe gider. yemek sırasında, anne oğlunun ev arkadaşının ne kadar yakışıklı olduğunu fark etmiştir. oğlunun cinsel yönelimi hakkında şüpheli olan anne, iyi bir anne olarak doğru zaman gelince oğlunun kendisine açıklayacağını düşündüğünü için sesini çıkartmaz. ancak bu durum kendisini daha da meraklandırır. yemeğin devamında anne, oğlu ve ev arkadaşı arasındaki iletişimi, bakışmalarını izlerken dahası olup-olmadığını düşündü. annesinin bakışlarını hisseden oğlu ''aklından geçenleri biliyorum anne ve içini ferah tut, biz sadece ev arkadaşıyız ve dahası yok.'' der. bir hafta sonra, ev arkadaşı diğerine ''anne buraya geldiğinden beri gümüş servis tabağı/tepsi kayboldu, sence o almış olabilir mi?'' der. bunun üzerine oğul ''onun almadığına eminim ama yine de bi sorayım'' der ve mail atar annesine:
''merhaba anne,
sen aldın demiyorum, sen almadın da diyemiyorum ama durum o ki sen bizim eve yemeğe geldiğinden beri gümüş tepsi kayıp.
sevgiler -oğlun. ''
birkaç gün sonra oğul, annesinden yanıt alır:
''sevgili oğlum,
ev arkadaşınla yatıyorsun demiyorum ama ev arkadaşınla yatmıyorsun da demiyorum. seni sevdiğimi biliyorsun ve durum ne olursa olsun ki seni daha az önemsemem ama eğer ev arkadaşın yatağında yatıyor olsaydı gümüş tepsiyi yastığının altında bulurdu.
yıllardır bana çektirmediği kalmayan, üzerimdeki en büyük lanet (ki karabahtımdan falan bahsetmiyorum bile). normal bir insansanız, alerjiniz ve değerlere göre birtakım ilaçlar kullanabilirsiniz veyahut az sayıda belirli alerjenlere alerjiniz var ise aşı tedavisi öngörülebilir ama... eğer ki hem alerjik bir babanız, hem de beyaz bir ten/hassasiyetiniz varsa (şekil a-1), değil her bahar ayları/yaz, yılın tümünde cehennem azabı yaşatır. öyle ki, birçok alerjene alerjiniz mevcut ve değerleriniz de yüksek ise, doktorunuz size bunun bir tedavisi olmadığını ancak ilaçların etkisini azaltabileceğini söyler.
ama azaltmıyor arkadaşlar. yıllardır denemediğim ilaç kalmazken; en son 3-4 yıldır dikiş tutturduğumuz rupafin de boşa çıktı. en son üst üste 47 kez hapşırmıştım birkaç dakika içerisinde. siz siz olun, evlenirken karşınızdaki alerjik mi ona bakın derim. adamlar cern'de atomu parçalarına ayırıyor ama alerjinin kesin tedavisi yok. bu hayatın mk. kaçın kurtarın kendinizi!
klişe de olsa ' always dress like you're going to meet your worst enemy', yani her zaman en kötü düşmanına rastlayacakmış gibi giyinin. zira yaşayıp kanıtlandı 3-4 kere, en paspal halimle can düşmanlarımın arasından karışık saçlarım ve 2,5 gün uykusuzluk yüzünden kızaran gözlerle alnım açık başım dik yürümek zorunda kaldım
eğer bu mottoyu beğenmiyorsanız, ' dress everyday like you're going to get murdered in those clothes ' , yani her gün o kıyafetler içerisinde öldürülecekmişsiniz gibi giyiyin ki inanın bu böyle sizi hayata bağlayan, yaşama sevincinizi bir gıdım da olsa tetikleyen bir hareket, kimse çirkin gözüktüğü şeyler içerisinde ölmek istemez bence.
1. asla istediğiniz-kafanızdaki kıyafeti bulamamak, bulsanız bile içine sığamamak ya da hayal ettiğiniz gibi durmaması. ha olur da iyi gözükürsünüz ama elbet bi yerden eksisi vardır. genelde yan profilden veya popodan fazlalıklar sizi dünya gibi geoid gösterir.
2. her zaman, istemeseniz de ''sevimli'' olmak. yahu ben belki içten içe annenin dikkat et dediği kötü çocuğum dimi ama yok, hep şiriniz.
3. dahası, sürekli bu sevimlilik üzerine yanak sıkmak, omzunuza yatılmak istenmesi. ben istiyorum sevdiğim adam omzuma başını koysun 2.sınıf bir amerikan filmi tadında anılar olsun ama yok hele de uzun yolculuklarda uyku yastığıyız.
4. siz boğazı sıkıp diyete girersiniz, spora gidersiniz ve bir haftada en iyi senaryo 1,5-2 kilo verirsiniz ama bütün gün obezlik yapıp, yatıp yuvarlanan metabolizmadan şanslı arkadaşlarınız hala zayıf kalır üstüne de kendilerini şişman bulup söylenirler. onları alıp duvara çarpmamak için kendi kendinize öfke kontrolü kazandırırsınız.
5. kilolu olduğunuz için genelde boyunuza göre bir numara büyük ayakkabı alırsınız, herkesin skinny jeanler altına giydiği hafiften sivri burunlu casual ayakkabılar yerine yuvarlak burun ayakkabılara mecbur kalırsınız ki 10 yaş üstünden sonra kocaman bir hayır yani.
6. kilodan kaynaklı bir sağlık problemi yaşarsınız. yoksa bile sürekli bir bel ağrısı, çabuk yorulma- tıkanma. en kötüsü oturduğunuzda göbeğiniz sizi rahatsız eder,dürter.
7. insanların kilolu olduğunuz için sürekli şişko vb sözlerine ek olarak bir da gayseniz bu laflar tam anlamıyla top, toparlak, yuvarlak vb olarak devam ederek 2 katı yaralar.
8. ha bi de kilolu olduğunuz için insanlar duygularınız olduğunu düşünmez, siz onların gözünde ya bir kapı ya da bir oyuncak ayısınızdır. hulk'ın bile duyguları var amk
9. hiçbir zaman, ne kadar ''yüzünüz güzel'' olursa olsun, asla grubun yakışıklılığı/güzelliğiyle öne çıkan olmazsınız. siz böyle düşünmesiniz bile gece çıktığınızda herkes ''iç güzelliğe'' önem verse de arkadaşlarınızın flörtlerini, yiyişmelerini uzaktan izleyip gece sonunda onları toplarak grubun velisi olursunuz.
10. ilk bile binerseniz binin ne zaman asansörde ağır yük yazısı çıksa herkesin istemsizce size bakması sorunsalı.
11. insanların sizi birine anlatırken muhakkak ama muhakkak en geç 3.seferde şişman, daha kibarı ''kilolu'' kelimesini kullanması. kimse kimseye anlatırken zayıf diye belirtmiyor dikkat ederseniz.
12. toplu taşımada yanınızdaki koltuğa normal bir insan sığabilecekken ''bu beni ezer'' vb düşünceler sebebiyle tıklım tıkış otobüste yanınız boş gidersiniz ve insanlar suçluymuş gibi size bakar. buna gerçekten ben değil ama 1 saatik yolculukta yaşlı bir teyzenin maruz kaldığını gördüm, içim parçalandı ( tabi ona böyle davranan kadını da bir parçaladım çenemle, o ayrı konu).
13. hiçbir vasfı/vizyonu olmayan normalde suratına pek bakılmayacak insanlar herkeste olan bir saç kesimi, birkaç ayağa düşmüş giyim trendi ve ortalama veya steroid şişkini kasılmış bir vücutla ''yakışıklı'' veya seksi kategorisine girerken siz buna girebilmek, en azından yaklaşmak için saçınıza, üstünüze başınıza ekstra önem gösterirsiniz, tabi iyi gözükmek isterseniz.
14. nasıl dans hareketleriniz, ritminiz olursa olsun ne yazık ki dans ederken en iyi haliyle böyle gözükürsünüz :
15. ve en kötüsü, yalnızsınızdır. arkadaşlarınız her hafta değişen sevgilileriyle ilgili mızmızlanır,söylenirler ve bir kum torbası gibi sizi dertleriyle boğarlar.halbuki her insanın ihtiyacı bu aptalca aşk-ilişki dramalarını , dahası sevmek-sevilmek, birinin kollarını size dolayıp her şeyin yerli yerine oturduğu duygusunu hissettirmesidir. bu insanı hayal edersiniz, tahminen kendisi hafiften bir film starı-manken görünümdedir ve dürüst olalım eşcinsel camiasında yağ oranı %5 bir iç çamaşırı mankeni gibi değilseniz hayalinizdeki o seksi ama iyi adam tahminen yine kendisi gibi seksapal fışkıran başkasının kollarındadır.
sokak ortasında esneme-gerilme yaparken görülmüş kendisi. hayatımda böyle güzel bir esneme hareketi görmedim, pilates lastiğin ebru şallı'n olayım chris!!!
twitter'da rastladığım 4 fotoğraflık bir öyküyü, ve siz sevgili sözlükçüler için olduğunca çevirdim. sanırım esasen bir tumblr postu, epey de gülümsetti beni.
bir anne, ev arkadaşıyla beraber yaşayan oğlunun evine yemeğe gider. yemek sırasında, anne oğlunun ev arkadaşının ne kadar yakışıklı olduğunu fark etmiştir. oğlunun cinsel yönelimi hakkında şüpheli olan anne, iyi bir anne olarak doğru zaman gelince oğlunun kendisine açıklayacağını düşündüğünü için sesini çıkartmaz. ancak bu durum kendisini daha da meraklandırır. yemeğin devamında anne, oğlu ve ev arkadaşı arasındaki iletişimi, bakışmalarını izlerken dahası olup-olmadığını düşündü. annesinin bakışlarını hisseden oğlu ''aklından geçenleri biliyorum anne ve içini ferah tut, biz sadece ev arkadaşıyız ve dahası yok.'' der. bir hafta sonra, ev arkadaşı diğerine ''anne buraya geldiğinden beri gümüş servis tabağı/tepsi kayboldu, sence o almış olabilir mi?'' der. bunun üzerine oğul ''onun almadığına eminim ama yine de bi sorayım'' der ve mail atar annesine:
''merhaba anne,
sen aldın demiyorum, sen almadın da diyemiyorum ama durum o ki sen bizim eve yemeğe geldiğinden beri gümüş tepsi kayıp.
sevgiler -oğlun. ''
birkaç gün sonra oğul, annesinden yanıt alır:
''sevgili oğlum,
ev arkadaşınla yatıyorsun demiyorum ama ev arkadaşınla yatmıyorsun da demiyorum. seni sevdiğimi biliyorsun ve durum ne olursa olsun ki seni daha az önemsemem ama eğer ev arkadaşın yatağında yatıyor olsaydı gümüş tepsiyi yastığının altında bulurdu.
güzeldi. muazzam değil ama mükemmeldi. bunun en büyük sebebi de konsere gelen kitlenin hakikaten alakasızlığıydı.
gaga'nın o kusursuz sesi, performansı, içtenliği ve bitmek bilmeyen enerjisi ile şov harikaydı; öyle ki set list'in dışına çıkıp you & i söyleyerek mest etti. bir an olsun eğlenip-eğlenmekten durmadı, durdurmadı. sahaiçindeydim, gitmeden önce diyordum ki ''herhalde tıklım tıkış, herkesin tek vücut olduğu bi şey olur'' ama öyle olmadı, çılgınlar gibi dans ettim. hele de bad romance'e sıra gelince kendimi kaybettim. en öndeki aşırı little monster arkadaşlar dışında öyle her şarkıya eşlik edilmediğini duyunca açıkcası benim bile moralim bozuldu, anca paparazzi, alejandro ve bad romance'te biraz tüm kalabalık da eşlik etti. bad romance zaten başlı başına efsaneydi (harajuku olaylarından hoşlanmasam bile), resmen 6 yıl beklediğime değdi diyebilirim.
sadece müzik değil, her ne kadar bir pazarlama stratejisi de olsa gaga gerçekten bir kez daha neden bu kadar benimsendiğini gösterdi. o iran'lı hayranını sahneye çıkartıp hepimizi kıskançlıktan çatlatırken ona sarılması, born this way söylemeleri... hangi şarkıda hatırlamıyorum ama o yaptığı ''farklı olmaktan korkmayın!'' konuşması ve ''bu gece buradaki gaylerin ellerini kaldırmalarını istiyorum, bu dünyada farklı olmak zordur ve ne olursa olsun tanrı sizi seviyor'' diyerek gönlümü bir kez daha fethetti. hani gerçekten, belki çok banal gelicek ama o an orada hissettiğim o kabul edilme, o huzur hissini, o samimiyeti anlatamam."tonight we celebrate acceptance, tolerance, and love" diyerek pride bayrağını daha da yükseğe kaldırmasını söyledi.
ölmeden önce yapılması gerekenler listesinden bir tanesini daha sildik, bir dahakine en önden bilet alıp gaga'yla karşılıklı dans etmek daha harika olur!
ilk başta bekleyenlerdendim, daha doğrusu ikinci sınıf bir romantik komedi tadında onun ''gelip'' beni bulmasını falan bekliyordum. ne bileyim insan az-çok hak ettiğini düşünüyor, kimler kimleri buluyor yani. baktım kimsenin geldiği yok, moralman tam gaz düşüşteyim ufak ufak, kendimce atılımlar yaptım ama değil erkeklere, insanlığa olan inancım sıfırın altına düştü. zaten ölsem ilk adımı atacak ya da birilerine yürüyecek biri değilim, kısa sürede doğru dürüst bir şey yaşamadan ilişkilerden falan her şeyden soğudum. hayır zaten insanlar nereden, nasıl tanışıyor da böyle aşık oluyor falan onu da bilmiyorum, ıskarta mı oldum acaba diye düşünmüyor değilim ara sıra.
birazdan söyleyeceklerim için tahminen (yine) aforoz edileceğim ama çok "renkli" bir sözlük olmamız sebebiyle, konu hakkındaki fikrimi söyleme ihtiyacı duydum buradaki birçok birey gibi.
öncelikle, haftalardır troll diye eleştirdiğiniz yazarlar gibi karşıt demeyeyim ama aynı paydada olmayınca hemen bir şeyin "düşmanlık" diye adlandırılmasını ne bileyim, doğru bulmuyorum. birini kendinize düşman ilan etmeniz için gerçekten bir şeylere kast etmesi ve karşılıklı bir süregelen çekişme, baskı olması gerektiği kanaatindeyim. öyle ki, sözlükteki birçok birey de gayet hdp'yi destekliyor-ki bunda negatif bir şey görmüyorum çünkü herkesin istediği şekilde hareket etme hakkı var, ben kimim ki diğerlerini düzeltme ihtiyacına gireyim daha doğrusu, düzeltme doğru bir kelime değil ama diğerlerine kendi düşüncemi kabul ettirmeye çalışayım? nasıl güzellik göreceli bir kavramsa, iyi-kötü de belirli sınırları olsa da kendi içerisinde yine göreceli bir kavram benim gözümde. sonuçta (sözümona) burası özgür bir ülke, keza bu platform da.
siyasetten hoşlanan birisi değilim çünkü benim için başa kim çıkarsa çıksın aynı güç savaşından, açlık oyunlarından başka bir şey değil. evet, şu anki 12 yıldır süregelen durum gerçekten iyi değil ama keza bundan önce de(çok önce de) öyle belirli bir refah seviyesine ulaşmış bir ülke değildik. neyse, hayatım boyunca ırkçı bir insan olmadım keza kendimi de böyle görmüyorum çünkü ırk, aynı insanın ailesini seçememesi gibi kan yoluyla atanan bir bağdır. bununla ne kadar ilgili olacağınız sizin elinizde (kültürünüzü bilmek vs) olan bir şey. benim nezlimde insan ne olursa olsun insan olsun, karakteri düzgün olsundur.
sırf desteklemediğim için sanılanın aksine hdp'den nefret etmiyorum, ama hoşlandığımı da söyleyemem; bu konuda nötrüm. saygı duyuyorum ama benim değer yargılarıma veyahut doğrularıma oturmuyor, keza diğer hiçbir parti de böyle. böyle düşünmemin de birkaç sebebi var. ilk olarak, ırkın bir insanı saf bir şekilde tanımlayabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. (bilgim dahilinde) eğer osmanlı torunu değilseniz ya da türkmenistan kökenli değilseniz, teknik olarak kimse türk değil. aynı amerika'da italyanı, ispanyolu birçok farklılığın bulunması gibi ülkemizde de kürt,çerkes,macır,boşnak birçok koldan insan var. büyüdüğünüz ülkenin çerçevesinde, türk milletine mensup oluyorsun, ırkına değil-keza amerika'da doğup büyüyen anne-babası türk olan bir türk amerikan olarak adlandırılır mı? bence adlandırılamaz. insanların bu ırkçılık yüzünden dünya'nın her yerinde ne acılar çektiği aşikar, keza ülkemizde de öyle. bunu anlıyorum. benim bu konuda anlamadığım ve anlatamadığım, bir ülke içerisinde, özellikle de ırk ayrımı ile bir ayrıma gidilmesi. birçok devlet, çok uluslu yani a,b,c birçok ırktan insanı barındırıyor. böyle bir oluşumda, herkes kendi kültürü çerçevesinde bir şeyler gerçekleştirmek isterse, o zaman her şeyin çok farklı yönlere gidebileceğini düşünüyorum.
çerkesim, bu kültürle hayli içli dışlı, bilimciyle büyüdüm. benim de annemler yeri gelir evde çerkesce konuşur, paylaşımlar yapılır. benim yaptığım çıkarımla, o zaman haydi çerkes'i de laz'ı da macır'ı da hepimiz bir kendi içimizde içselleşmeye gidelim. türkiye gibi "medeniyetler beşiği" diye anılan ülkede bu kadar farklı insanın olması çok normal bir şey. insanların haklı olarak hakkını arama ihtiyacını anlıyorum ama o zaman iş bir süre sonra yine, daha da beter bir bölünmeye yol açacağı kanaatindeyim. o zaman biz de hakkımızı talep edelim, x'de etsin y'de böyle gider.
yazdıklarım da aksi anlaşabilecek olsa da, gerçekten kendimi turancı, milliyetçi biri olarak görmüyorum. sadece dediğim gibi, türkiye gibi her devlet altında birçok farklı milleti barındırıyor ve bence bu devletin bir kurum olması gereğinden olağan bi yapı.
ikinci olarak, sırf kürt/gay ya da herhangi bir azıklıktasın diye ille de "hdp benim partim hörörörö" dümdüz gitmeni anlamlandıramıyorum. evet, diğer partiler de baktın mı hiçbiri ne benim ne senin tamamen düşüncelerini, ideallerini karşılamıyordur ama zaten işte olay burada ortaya çıkıyor, kendini bir şeye ait hissetme zorunluluğu. evet, vatandaş olarak senin mecliste, ülke yönetiminde söz sahibi olman en doğal hakkın ve kendine-en yakın diyelim-partiyi destekleyerek bunu onlar üzerinden yapıyorsun diyelim, ama gerçekte o adam seni ne kadar temsil ediyor? toplumun geneliyle birlikte senin iraden, senin ideallerin orada ne denli hayata geçiyor? bu zamana kadar hiçbir milletvekilinin toplumun birebir aynası olduğunu göremedim (hatalıysam seve seve öğrenmeye açığım). eğer hdp öncelikli olarak lgbtileri savunsa, gerçekten sözlükteki bu denli yoğunluğu anlayabilir, bizzat destekler ve önlerinde şapkamı çıkartabilirdim ki ancak "halkların, azınlıkların" hakkını savunma adı altında biz yine ikinci, hatta üçüncü plandayız. değil hdp hiçbir parti bence en az önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde(ki kimse bu kadar beklememeli) seni sevdiğin adamla evlendirebilecek, seni anayasada ve hukukta, gerçek hayatta herkesle aynı seviyeye koyacak, öyle erkek arkadaşınla beyaz çitli ev ve 3 çocuk gibi toz pembe hayallerini gerçek kılmayacak. sözde özgürlükler ülkesi amerika'da bile böyle bir kabullenme ortamı yok, avrupa'nın da biraz daha iyi olduğu söylenebilir. o yüzden "hdp'ye oy vermeyen eşcinsel" dışlaması, kötülemesini doğru bulamıyorum.
üçüncü olarak, bunların hepsi bir yana, bir bebek katilini öncü edinen bir oluşumu ben kabul edemem, hayatım boyunca da edebileceğimi sanmıyorum. her ne kadar hakkında çıkan şeylere rağmen demirtaş'ın birçok söylemini, politikacılığını bir yere kadar doğru, beğenilir bulsam da "apo'nun heykelini dikeceğiz"den sonra bende film koptu. evet, barajı geçmelerini, iktidara karşı olmalarını gerçekten takdir ediyorum ama özgürlük kisvesi altında köyleri tarayan, nicelerini katleden, terör örgütünün başıyla ilişik olan bir yapılanmayı ben kabul edemiyorum ne yazık ki. eğer öcalan ile bu bağ olmasa, barış sağlanması yolunda etkisi azalan pkk'ya rağmen hdp'yi gerçekten anlayabilir ve kabul edebilirdim bir yere kadar sözlük. ama edemiyorum. aklıma çocukken o dönen haberler, üst üste kadın cesetleri, kucağında bebeğiyle anne ve duvarda apo, pkk yazıları geliyor. diyeceksiniz ki, kürtler'in canı yanmadı mı? yandı, hem de allah bilir nasıl , hele de şu son birkaç senede, ama cana karşı can alarak özgürlük kazanılmaz, adalet sağlanmaz benim düşüncem. doğru demek bana düşmeyebilir ama en azından makul değil bu olanlar.evet geçmiş geçmişte kaldı, önemli olan geleceğin neler getireceğidir ama benim gözümde geleceği şekillendiren de geçmişteki etkilerin tepkisidir.
eğer bıkmayıp, sonuna kadar okuduysanız ve kendimce bakış açımı bir nebze de olsa anlatabildiysem; düşünceniz ne olursa olsun yine de teşekkürler.
arkadaşlık anlamında, biriyle gerçekten bitmişse hiç tereddüt etmeden sildiğim, benim için önemsiz olan bir konudur, çünkü o resim artık geçmişte kalmıştır ve her bakışta o zamanları hatırlayıp iç çekmek-hatırlamak bana geçmişe takılmak gibi geliyor. hele de o kişi bu durumda suçlu olan ise.
eğer resimde çok iyi çıktığımı düşünüyorsam resmin kendim olan bölümünü kesip ayırma bencilliğini de yapmışlığım vardır...
yaşadığım onca başarısız date sonrası geçen sene bu zamanlar son çare ''bi de burayı deneyeyim'' derken pek de bir şey yaşamayıp; son 3 ayda beni allak bullak eden arkadaşla tanıştığım mecra olmasından da yeri bende ayrı. canımsın tinder. her açtığımda '' it's going down, i'm yelling tindeeeeeer'' diye bağırasım geliyor bir ke$ha'ymışcasına. kendimi ne zannediyorsam.
bu arada algoritmasında mı neyindeyse bi sorun olduğunu düşünüyorum zira %100 masc, saglamtip, gaybro bir errrkek olmama rağmen karşıma bazen kadınlar, hetero hetero abiler falan çıkıyor bir kendimi sorgulamama neden oluyor. gereğinin yapılmasını rica ediyorum yetkililerden.