insanevladi

Durum: 222 - 0 - 0 - 0 - 14.06.2016 22:12

Puan: 3200 - Sözlük Kezbanı

12 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

aşağı mahallede 3 liraya 5 liraya erkeklere gülümseyen erkek modeli
  • /
  • 12

upper east side

newyork city, manhattan adası'nın creme de la creme mahallesi.

selahattin hamamı

kayseride bir hamam, aldığım duyumlara göre burada entry açmaya uygun gördüm. artık bir zirve yapılır burada da.

aynur

çürük domates ödüllerinde sahneye çıkmasıyla tüm upper east side'lı gayleri özüne döndüren bayan şarkıcı. **

içinde hiç boş şarkı olmayan albümler

pamela - eğer dinlersen
ayşe hatun önal - sustuysam
hande yener - nasıl delirdim?
sophie ellis-bextor - make a scene
şebnem ferah - kadın

gaybükü

gaybükü; bodrum, gümbet'teki değirmenlerin konumlandığı yarımadanın devamındaki ikinci tepenin sonundaki kayalıklara verilen addır. isminden de az çok anlaşılacağı gibi, bu kayalıklar yaz boyunca türkiye'nin dört bir yanından ve yurt dışından gelen eşcinsel turistleri ağırlar. özellikle bikini izinden hoşlanmayan eşcinseller için emsali olmayan, gizli kalmış bir hazinedir gaybükü. gaybükü'nün kayalıklarında gün boyu çıplak bir şekilde güneşlenmeyi tercih edebileceğiniz gibi, kayalıkların tepesinde bekleyen bodrum'un yerlisi veya esnafı olan genç ve balamoz laçolarla çalılıklar arasında iş pişirebilirsiniz. serinlemek istediğinizde ise, akdeniz'in tuzlu suları, bir adım ötenizde.

gaybükü'ne gidecekler için öneriler;
*gaybükü kayalıklarına ulaşmak için çoğunluğun aksine kendinizi kezban gibi değirmenlerden aşağı dimdik salmayın. değirmenlere giden asfalt yolun devamında, değirmenleri geçtikten sonra, bodrumda örneğine fazlasıyla rastlayabileceğiniz tarihi su rezervlerinden biri sağ tarafınızda belirecek. rezervin önündeki çelik telle çevrili kapıdan geçerek patikayı izleyiniz. patika, taşla örülmüş alçak bir duvarla sonlandığında, duvarı aşın ve deniz seviyesine inene kadar yolculuğunuza devam edin. karşınızda duran tepenin sağ kıyısından yürümeye devam ettiğinizde, gaybüküne varmış olacaksınız.
*gaybüküne giderken karşılaşacağınız engeli yollar ve dikenli çalılardan sakınmak için parmak arası terlik ya da sandalet giymek gibi bir hataya asla düşmeyin. bir treaking ya da sneaker, bu yolu güvenli bir şekilde tamamlamanıza yardımcı olur.
*giderken yanınıza erzak ve bol bol su almayı asla unutmayın. yanınıza alacağınız kepekli ekmekle ve yeşilliklerle hazırlanmış bir kaç sandviç ve taze meyve, bu kadar yolu kat ettikten sonra tükenen enerjinizi toplamanıza yardımcı olur, hem de birbirinden nadide ve çeşitli çıplak erkek vücudu arasında formuna özen gösteren gay imajı çizerek takdir toplarsınız. asla ama asla çekirdek çitleme gibi bir hataya düşmeyin, hem şık durmadığı gibi hem de sizi fazlasıyla susatacaktır. ayrıca suyunuzu mutlaka idareli kullanın, çünkü bu yolun bir de dönüşü var.
*yola çıkmadan önce mutlaka güneş kremi, şapka ve gözlüğünüzü yanınıza aldığınızdan emin olun. yoksa unuttuğunuzu fark ettiğiniz anda geri dönmeniz gerekebilir ve bunu hiç tavsiye etmem. mayonuzu unutsanız da bir şey farketmez. hatta bilerek evde unutabilirsiniz bile.
*sevişme potansiyeli gördüğünüz kişinin tuzluluk oranını ölçmek için mutlaka yanınıza salinometre alınız. güneş sırtını dönüp, giderken romantizm diye bağıran pembe gökyüzünün altında sevişmeye başladığınızda ağzınız, diliniz, damağınız tuz içinde kalabilir.
*genellikle yüzeysel sohbetlerin döndüğü bu kayalıklarda, muzunuzu paylaşırken (gerçek anlamda muz) açılan bir muhabbetle hayatınızın aşkını bulabilirsiniz belkide.

şimdiden iyi tatiller hepinize.

ayrıca çükbükü olarakta bilinir.

çaldırmak

azeri türkçesinde sakso çekmek anlamına geliyor. böylece, türk lubun literatürüne yeni bi deyim daha katmış oldum.

hayattan ve her şeyden bir anda soğutan şeyler

kurye olarak gidilen bir evin kapısında * beyaz atletle * * karşılanmak. o anda hayattan, seksten, ereksiyondan, orgazmdan, her şeyden bir süreliğine soğuyabilir insan.

gabile.com

gün geçtikçe üyeleriyle türkiye gay komünitesinin toplam iq'sunu toptan düşüren arkadaşlık sitesi.

folloş

artpop

ayısözlük yazarlarının kaileye alıp, hakkında entry bile girmeye tenezzül etmediği lady gaga albümü.

hindistan

son bir aydır hindistan kıyılarına sıkışıp kaldığımdan, sıkıntıdan arkadaşlarıma hediye diye aldığım kınalardan bi dövme yapmadığım kaba etim kaldı, o derece bi sıkışıp kalınan, limanlarından kurtulunamıyan ülke.

her pantolonun altına uyan ayakkabı

bence manolo ya da loubitton marka stilettolar çok uygundur. her gayde en az 1 çift olmalıdır.

artık dolaba sığamayan gay modeli

her ne kadar başlığın madde anlamına bakıldığında bu gayceğiz yavrumuzun aşırı kilolarından dolayı artık dolaba giremediği gibi bir anlam çıksada, anlatılmak istenen, toplum tarafından aşağılanma, yalnız bırakılma, küçük ve hor görülme korkularını bir kenara bırakıp, heteroseksüel maskesini indirip, gerçek benliğiyle tanınmak istemesidir.

başlığı biraz daha öznelleştirirsem, bu durum bende artık sinir yapmaya başladı. annemin "evladım öyle, böyle mi, bozuk mu?" düşüncelerinden, ablamın bana sürekli dünya güzeli kız arkadaşlar bulmasından, çalışma arkadaşlarımdan bazılarının homofobik tavırlarından * illalah edip, yeter be deyip, "gayim ve gay olmaktan gurur duyuyorum." diye bağırmak istiyorum. şu anda seferimin 3. ayındayım ve 3 ay daha seferde olacağım. ailemi aramak içimden dahi gelmiyor. telefonlarım kapalı, twitter ve facebooktan bana ulaşmaya çalışsalar bile, bir hayalet gibi girip çıkıyorum sosyal ağlara. benden haber alamadıkları için çok üzgünler, ama biraz bensiz hayat nasıl oluyormuş, öğrenmeliler. seferden döndüğümde bir karar vermek zorundalar! bu durumla yüzleşecekler ve kabul edecekler ya da ben onlara sırtımı döneceğim. artık dolaba sığamıyorum. sinir yapıyor bende artık, sinir!

tree bombing

ağaçları renkli iplerle dolama sanatı. ilk icramı yoğurtçu parkında gerçekleştirmiştim. singapur'da elime geçen bir türk gazetesinin kitap ekinde ağacımı görünce çok duygulandım. * )

queer as folk

final bölümüyle beni hüsrana uğratan dizi. hikaye apar topar toplanmaya çalışılmış ama batırılmış.

ama 3. sezon finali gönlümde taht kurmuştur, o ayrı.

glee

glee öyle bir dizi ki, queer as folk izlerken bile kendimi daha fazla gay hissetmemişimdir. hele ki sarah jessica parker'ın let's have a kiki icrası, günlerce çalışırken kırıtmama sebep olmuştur.

gusül abdesti alan geyler

geçen gün bir takvim sayfasında okuduğum "bir kanunun bir kısmını görmezden gelmek, tamamından vazgeçme zorunluluğunu getirmez." sözünü hatırlatan durum. allah kabul etsin.

eski sevgiliden gelen mesaj

bana gele gele ya "höyt" gelir ya da "naber lan?"... ne yanlış seçimler yapmışım... *

yalan olmasın

hande yener'in akıl almaz tarzda sözleri ile dikkat çeken muhteşem şarkısı.

enka

bundan 3 sene önce çektikleri russian rulette klibi ile ev arkadaşlarımla beni dumura uğratmış eğlenceli topluluk. *
  • /
  • 12
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 222

sevişirken söylenmesi hoş olmayan şeyler

-zevk alıyor musun?

özgüven eksikliği yaşayan her partnerden duyabileceğiniz bir cümle. böyle amatörleri yatakta bırakıp, kaçın.

aileye açılmak

size ilham vermesi dileğiyle...

annem yıllarca "oğlum ibne" endişesi ile yaşadı... annemin bu tavrı artık canıma tak etmişti. ben senin evladınım, erkek, kız, gey, lezbiyen, biseksüel, trans ya da interseks olmam ne farkeder? sen beni doğurmuşsun, ama allah kaderimi böyle yazmış. her evlat bir sürprizdir, ben de böyle bi hediyeyim, üstelik değiştirme kartımda yok, rahmine de geri sokamazsın, oğlunu olduğu gibi kabul etmeyi bırak, minnet etmelisin.
yıllardır anneme bunu anlatmaya çalışıyorum: "senin içselleştirdiğin bir evlat var, bi de sahip olduğun bir evlat var. artık bu ikisini ayır. ayarlarımla oynama. dengemi bozma. benim hayatımda her şey yolunda. sırtım dik, anlım pek. mutluyum. işimdeyim, gücümdeyim. işimde, sosyal çevremde güzel anılıyorum. gördüğün gibi yanlış bir şey yok hayatımda.". yıllardır anlatıyorum, bir iki gün dalgalı denizsiz geçiyor, ardından sil baştan. "niye onu giydin, niye bunu yaptın, sen narsistsin, sen bencilsin, sen öylesin, sen böylesin, sen sıfırsın, sen hayal kırıklığısın..."
artık yetmişti. tahammül seviyem artık dayanamıyordu. yalnız kaldığım her an müziği son sese açıp, çığlık çığlığa ağlıyordum. arabayla boğaziçi köprüsünden geçerken, arabayı sağa çekip, atlamayı bile düşündüm. ve zurnanın zırt dediği an, o an oldu benim için. bir sorunum vardı ve üstesinden tek başıma gelemiyordum. ertesi gün, haftalar öncesinden alınmış bir randevum vardı.
annemle aramızı düzeltmek için aile terapisi almaya karar vermiştik. ama o kadar berbat haldeydim ki, annemin suratını bile görmek istemiyordum. yapılacak tek doğru şey vardı, terapiye yalnız gitmek. tek başıma, kendim için!
gece beni yıllardır hayatta sapasağlam durmam için yıllardır destekleyen, en can dostum, hatta can yoldaşım, arkadaşımda kaldım. ertesi gün oldu, ablamda benimle gelmek istedi. beraber gittik. psikoterapistin karşısına tüm gece ağlamaktan mosmor gözlerle çıktım. ve terapist sordu, neden burdasın? ben eşcinselim ama bu sebepten dolayı burada değilim. annemle olan problemlerimden dolayı buradayım dedim ve yarım saat içinde hayatımda olup biten her şeyi özetle anlattım. ardından ablamla yalnız konuştu. terapist ikimizi de karşısına aldı ve "bu adam tamamen normal, aklı başında, zeki, farkındalığı herkesten yüksek, düzgün bir adam. sizin bu adamla ne alıp, veremediğiniz var?" dedi. saygısız ablam, karşısında türkiye?nin en iyi uzmanı olduğunu göz ardı edip, ama?larıyla defalarca adamın sözünü kesip, benim aslında yanlış yaptığımı anlatmaya çalıştı. terapistim artık dayanamayıp ablama, bu çok faşist bir yaklaşım, sen bir faşistsin, yetişkin bir adamın bireylik haklarını elinden alamazsın diye çıkıştı. ayrıca bir anne olduğunu, bu şekilde çocuk büyütemeyeceğini, başka bir zaman kendisiyle başbaşa görüşmek istediğini ekledi. seansımız bittiğinde terapistim "buraya annenle değil, tek başına gelmekle en iyi kararı vermişsin. anneni artık unut. anlattıklarına göre annenle aranın düzelme şansı yok. seni kurtarmaya bakalım." dedi.
ilk terapinin sonunda biraz da olsa rahat nefes alıp verebilmeye başlamıştım.
ama ablam. ah o ablam. terapinin sonunda bir uzmana bok atmaya başlamakla kalmayıp, o kadar affedilmez, ipe sapa gelmez şeyler yaptı ki, başta ben olmak üzere, can dostlarım ve terapistim şok içinde izledik. en yakın kız arkadaşıma, "kardeşim seni seviyor, seninle evlenmek istiyor." demesi üzerine bardak taştı. o gece onu gırtlaklamak istedim. kendime hakim oldum. bunu yapabildiğim için kendimi ayrıca kutluyorum. o günden beri de ne suratını gördüm, ne sesini duydum. bir daha da allah ona benim suratımı görmeyi nasip etmesin, adımı ağzına dahi alamasın inşallah. ona karşı öfkem ve nefretim bu kadar fazla. jedi olsam, çoktan karanlık tarafa geçip, darth vader olmuştum.
ablamla köprüleri böylece atmıştık. yakında iş dolayısıyla yurt dışına çıkacaktım, aylarca dönmeyecektim. yıllardır her yurt dışına çıktığımda koca bir bavul taşımaktan artık sıkılmıştım. dananın kuyruğu ya kopacak, ya da 3. dünya savaşı çıkacaktı.
hakkımdaki gerçekleri, yaşadıklarımı ve özellikle "kendi hatalarını" anneme anlatmam gerekiyordu. üstelik bunları terapistim "annen sağır olmuş, hiçbir şey duymaz. kaç, kendini kurtar o aileden." demesine rağmen yapmalıydım. ben olabileceğim en mükemmel evlat, en dört dörtlük bir adam olmaya çalışırken, onun bunları görmezden gelip, sadece benim götümün derdine düşmesinden dolayı sahip olduğum ama asla anlatmadığım asıl öfkemin nedenini anneme açıklamalıydım. bunu doğru bir şekilde yapabilmemin tek şartı vardı. sakin olmak. hiç sahip olamayacağımı düşündüğüm dinginlik ve sakinlikte olmak.
aslında bu sefer o evden bir daha dönmemek üzere ayrılacaktım. sessiz sedasız. bir yolculuğa çıkacak ve bi yerlerde bir ailemin olduğunu unutacaktım. bavulumu son dakikaya kadar hazırlamamıştım. planlanladığım annem evde yokken, bavulumu hazırlayıp, kimseyle vedalaşmadan havaalanına gitmekti. bavulumu hazırladım. henüz bu evi tamamen terk etmeye hazır olmadığımı hissettim. gözüm arkada kalmamalıydı. bu evde yaşadıklarım bir mutlu sona bağlanmalıydı. yıllarca içimde yanan ateş, bir anda kor haline geldi ve söndü. yüzümde bir tebessüm oluştu, elim telefona uzandı, annemi aradım. "ben gidiyorum, gel."... gitmeme bi kaç saat vardı, annem karşımdaydı, ben ise tamamen hafiflemiş. içim huzur doluydu. birazdan yıllarca konuşmaktan kaçtığım, sonuçlarından korktuğum her şeyi konuşacaktım.
olaylar nerden, nereye, nasıl geldi, çocukluğumdan itibaren olan biten her şeyi anlatmaya başladım. inkar etti, sen şizofren olmuşsun dedi, bunların hiçbiri olmadı, aklın oyun oynuyor sana dedi. eskiden olsa ve bunları duysam hiddetlenirdim. ama o an iç huzurumu koruyabildim. yaşananların hepsinin gerçek olduğunu, şahitlerine ve suçlularına kadar verdim. bana bunu niye yapıyorsun dedi. kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu, terlemeye başladı, bayılmak üzereydi. anne dedim, sana bi şey olduğu yok, olan bana oldu hep, sen kocanın ardından ağlarken, ben çocukluğumda bunlarla uğraşıyordum, şimdi karşımda hiç acıtasyon yapma dedim. neden anlatmadın dedi. evde ablam bazı şeylerden haberdarken ve üstüne üstük beni hizmetçisi gibi kullanmak için bildikleriyle sanki ben suçluymuşum gibi tehdit ederken nasıl anlatabilirdim dedim. beyninden vurulmuşa döndü. yapabileceğim bir şey yoktu. 20 küsür yıldır ben bunlarla uğraştım, tek başıma, al birazda sen uğraş, ben artık yoruldum dedim. gördüğün gibi beni erkek olmakla bi problemim yok, ki olsa da ne olur? ben sadece senin çocuğunum, oyuncağın değil. ve ben sadece bir adamla yaşayacağım bir beraberlikten mutluluk duyan bir adamım dedim. söyleyecek hiçbir sözü yoktu. kartlar açık oynanınca zamanında yerine getiremediği sorumluluklarından dolayı, tüm annelik haklarını kaybetmişti. bundan sonra kararlarım, bedenim, hiçbir şeyin üstünde söz hakkı olmadığını, olamayacağını, tüm bu yaşadıklarına rağmen, bu adamın bu noktaya kendi başına gelmesinden kendine iyi krediler çıkaramayacağını, aslında hiçbir zaman gerçek anlamda yanımda olmadığını farketti. bunu anlıyordu. pişmanlığı gözlerinden okunuyordu.
artık gitme zamanı gelmişti, geriye 4 duvar arasında bir kadını, binlerce düşünceyle bırakıyordum. odama gittim, kitaplıktan "benim çocuğum" belgeselini aldım, çalışma masamın üstüne koydum ve üstüne izlemesi gerektiğini yazan bir not bıraktım ve odamın kapısını kapattım. bunun anneme yardımcı olacağını düşündüm.
hafiflemiş bavulumu aşağı indirdik. annem taksi çağırdı. gözleri yaşlı. vedalaştık. arkamdan su döktü.

-nereye abi?
-atatürk havaalanı.

şimdi her telefonla konuşmamızda "göreceksin, en büyük destekçin ben olacağım. seni döndüğünde çok güzel bi hayat bekliyor. söz veriyorum." diyor, günah çıkarmaya çalışıyor, bazen keşke ile başlayan bir cümle kurmaya yelteniyor, ama hemen ardından "keşke" yok diyor, bundan sonra yapabileceklerimize bakalım diyor. tabi ben lafa değil, icraata bakarım.
57 yaşında bi kadından şimdiye kadar bir anne olarak yapmadığı her şeyi telafi etmesini beklemiyorum tabiki de ama bu yükten kurtulmak var ya, işte bu paha biçilemez. :)

aileye açılmak

size ilham vermesi dileğiyle...

annem yıllarca "oğlum ibne" endişesi ile yaşadı... annemin bu tavrı artık canıma tak etmişti. ben senin evladınım, erkek, kız, gey, lezbiyen, biseksüel, trans ya da interseks olmam ne farkeder? sen beni doğurmuşsun, ama allah kaderimi böyle yazmış. her evlat bir sürprizdir, ben de böyle bi hediyeyim, üstelik değiştirme kartımda yok, rahmine de geri sokamazsın, oğlunu olduğu gibi kabul etmeyi bırak, minnet etmelisin.
yıllardır anneme bunu anlatmaya çalışıyorum: "senin içselleştirdiğin bir evlat var, bi de sahip olduğun bir evlat var. artık bu ikisini ayır. ayarlarımla oynama. dengemi bozma. benim hayatımda her şey yolunda. sırtım dik, anlım pek. mutluyum. işimdeyim, gücümdeyim. işimde, sosyal çevremde güzel anılıyorum. gördüğün gibi yanlış bir şey yok hayatımda.". yıllardır anlatıyorum, bir iki gün dalgalı denizsiz geçiyor, ardından sil baştan. "niye onu giydin, niye bunu yaptın, sen narsistsin, sen bencilsin, sen öylesin, sen böylesin, sen sıfırsın, sen hayal kırıklığısın..."
artık yetmişti. tahammül seviyem artık dayanamıyordu. yalnız kaldığım her an müziği son sese açıp, çığlık çığlığa ağlıyordum. arabayla boğaziçi köprüsünden geçerken, arabayı sağa çekip, atlamayı bile düşündüm. ve zurnanın zırt dediği an, o an oldu benim için. bir sorunum vardı ve üstesinden tek başıma gelemiyordum. ertesi gün, haftalar öncesinden alınmış bir randevum vardı.
annemle aramızı düzeltmek için aile terapisi almaya karar vermiştik. ama o kadar berbat haldeydim ki, annemin suratını bile görmek istemiyordum. yapılacak tek doğru şey vardı, terapiye yalnız gitmek. tek başıma, kendim için!
gece beni yıllardır hayatta sapasağlam durmam için yıllardır destekleyen, en can dostum, hatta can yoldaşım, arkadaşımda kaldım. ertesi gün oldu, ablamda benimle gelmek istedi. beraber gittik. psikoterapistin karşısına tüm gece ağlamaktan mosmor gözlerle çıktım. ve terapist sordu, neden burdasın? ben eşcinselim ama bu sebepten dolayı burada değilim. annemle olan problemlerimden dolayı buradayım dedim ve yarım saat içinde hayatımda olup biten her şeyi özetle anlattım. ardından ablamla yalnız konuştu. terapist ikimizi de karşısına aldı ve "bu adam tamamen normal, aklı başında, zeki, farkındalığı herkesten yüksek, düzgün bir adam. sizin bu adamla ne alıp, veremediğiniz var?" dedi. saygısız ablam, karşısında türkiye?nin en iyi uzmanı olduğunu göz ardı edip, ama?larıyla defalarca adamın sözünü kesip, benim aslında yanlış yaptığımı anlatmaya çalıştı. terapistim artık dayanamayıp ablama, bu çok faşist bir yaklaşım, sen bir faşistsin, yetişkin bir adamın bireylik haklarını elinden alamazsın diye çıkıştı. ayrıca bir anne olduğunu, bu şekilde çocuk büyütemeyeceğini, başka bir zaman kendisiyle başbaşa görüşmek istediğini ekledi. seansımız bittiğinde terapistim "buraya annenle değil, tek başına gelmekle en iyi kararı vermişsin. anneni artık unut. anlattıklarına göre annenle aranın düzelme şansı yok. seni kurtarmaya bakalım." dedi.
ilk terapinin sonunda biraz da olsa rahat nefes alıp verebilmeye başlamıştım.
ama ablam. ah o ablam. terapinin sonunda bir uzmana bok atmaya başlamakla kalmayıp, o kadar affedilmez, ipe sapa gelmez şeyler yaptı ki, başta ben olmak üzere, can dostlarım ve terapistim şok içinde izledik. en yakın kız arkadaşıma, "kardeşim seni seviyor, seninle evlenmek istiyor." demesi üzerine bardak taştı. o gece onu gırtlaklamak istedim. kendime hakim oldum. bunu yapabildiğim için kendimi ayrıca kutluyorum. o günden beri de ne suratını gördüm, ne sesini duydum. bir daha da allah ona benim suratımı görmeyi nasip etmesin, adımı ağzına dahi alamasın inşallah. ona karşı öfkem ve nefretim bu kadar fazla. jedi olsam, çoktan karanlık tarafa geçip, darth vader olmuştum.
ablamla köprüleri böylece atmıştık. yakında iş dolayısıyla yurt dışına çıkacaktım, aylarca dönmeyecektim. yıllardır her yurt dışına çıktığımda koca bir bavul taşımaktan artık sıkılmıştım. dananın kuyruğu ya kopacak, ya da 3. dünya savaşı çıkacaktı.
hakkımdaki gerçekleri, yaşadıklarımı ve özellikle "kendi hatalarını" anneme anlatmam gerekiyordu. üstelik bunları terapistim "annen sağır olmuş, hiçbir şey duymaz. kaç, kendini kurtar o aileden." demesine rağmen yapmalıydım. ben olabileceğim en mükemmel evlat, en dört dörtlük bir adam olmaya çalışırken, onun bunları görmezden gelip, sadece benim götümün derdine düşmesinden dolayı sahip olduğum ama asla anlatmadığım asıl öfkemin nedenini anneme açıklamalıydım. bunu doğru bir şekilde yapabilmemin tek şartı vardı. sakin olmak. hiç sahip olamayacağımı düşündüğüm dinginlik ve sakinlikte olmak.
aslında bu sefer o evden bir daha dönmemek üzere ayrılacaktım. sessiz sedasız. bir yolculuğa çıkacak ve bi yerlerde bir ailemin olduğunu unutacaktım. bavulumu son dakikaya kadar hazırlamamıştım. planlanladığım annem evde yokken, bavulumu hazırlayıp, kimseyle vedalaşmadan havaalanına gitmekti. bavulumu hazırladım. henüz bu evi tamamen terk etmeye hazır olmadığımı hissettim. gözüm arkada kalmamalıydı. bu evde yaşadıklarım bir mutlu sona bağlanmalıydı. yıllarca içimde yanan ateş, bir anda kor haline geldi ve söndü. yüzümde bir tebessüm oluştu, elim telefona uzandı, annemi aradım. "ben gidiyorum, gel."... gitmeme bi kaç saat vardı, annem karşımdaydı, ben ise tamamen hafiflemiş. içim huzur doluydu. birazdan yıllarca konuşmaktan kaçtığım, sonuçlarından korktuğum her şeyi konuşacaktım.
olaylar nerden, nereye, nasıl geldi, çocukluğumdan itibaren olan biten her şeyi anlatmaya başladım. inkar etti, sen şizofren olmuşsun dedi, bunların hiçbiri olmadı, aklın oyun oynuyor sana dedi. eskiden olsa ve bunları duysam hiddetlenirdim. ama o an iç huzurumu koruyabildim. yaşananların hepsinin gerçek olduğunu, şahitlerine ve suçlularına kadar verdim. bana bunu niye yapıyorsun dedi. kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu, terlemeye başladı, bayılmak üzereydi. anne dedim, sana bi şey olduğu yok, olan bana oldu hep, sen kocanın ardından ağlarken, ben çocukluğumda bunlarla uğraşıyordum, şimdi karşımda hiç acıtasyon yapma dedim. neden anlatmadın dedi. evde ablam bazı şeylerden haberdarken ve üstüne üstük beni hizmetçisi gibi kullanmak için bildikleriyle sanki ben suçluymuşum gibi tehdit ederken nasıl anlatabilirdim dedim. beyninden vurulmuşa döndü. yapabileceğim bir şey yoktu. 20 küsür yıldır ben bunlarla uğraştım, tek başıma, al birazda sen uğraş, ben artık yoruldum dedim. gördüğün gibi beni erkek olmakla bi problemim yok, ki olsa da ne olur? ben sadece senin çocuğunum, oyuncağın değil. ve ben sadece bir adamla yaşayacağım bir beraberlikten mutluluk duyan bir adamım dedim. söyleyecek hiçbir sözü yoktu. kartlar açık oynanınca zamanında yerine getiremediği sorumluluklarından dolayı, tüm annelik haklarını kaybetmişti. bundan sonra kararlarım, bedenim, hiçbir şeyin üstünde söz hakkı olmadığını, olamayacağını, tüm bu yaşadıklarına rağmen, bu adamın bu noktaya kendi başına gelmesinden kendine iyi krediler çıkaramayacağını, aslında hiçbir zaman gerçek anlamda yanımda olmadığını farketti. bunu anlıyordu. pişmanlığı gözlerinden okunuyordu.
artık gitme zamanı gelmişti, geriye 4 duvar arasında bir kadını, binlerce düşünceyle bırakıyordum. odama gittim, kitaplıktan "benim çocuğum" belgeselini aldım, çalışma masamın üstüne koydum ve üstüne izlemesi gerektiğini yazan bir not bıraktım ve odamın kapısını kapattım. bunun anneme yardımcı olacağını düşündüm.
hafiflemiş bavulumu aşağı indirdik. annem taksi çağırdı. gözleri yaşlı. vedalaştık. arkamdan su döktü.

-nereye abi?
-atatürk havaalanı.

şimdi her telefonla konuşmamızda "göreceksin, en büyük destekçin ben olacağım. seni döndüğünde çok güzel bi hayat bekliyor. söz veriyorum." diyor, günah çıkarmaya çalışıyor, bazen keşke ile başlayan bir cümle kurmaya yelteniyor, ama hemen ardından "keşke" yok diyor, bundan sonra yapabileceklerimize bakalım diyor. tabi ben lafa değil, icraata bakarım.
57 yaşında bi kadından şimdiye kadar bir anne olarak yapmadığı her şeyi telafi etmesini beklemiyorum tabiki de ama bu yükten kurtulmak var ya, işte bu paha biçilemez. :)

ülkem geylerinin avam merakı

sen 2 üniversite oku, genel kültür diye konser, sinema, kitap ne varsa hepsini sindir, şık olayım diye her ay bütün moda dergilerini arşınla, ayılıktan çıkmayayım ama yine de derli toplu olayım diye spor salonuna git, bir tane sıradışı spor yap, ondan sonra tüm iyi tipler daha da sahte diesel pantolonlu, daha da sahte airmax ayakkabılı üçer beşer gruplar halinde gezen maksimum meslek yüksek okul mezunu (o da en iyi ihtimalle) heteroseksüellere baksın. resmen intihar sebebi.

ayı sözlük

istanbul burnumda tüterken, hangi hamam açık, hangi hamam kapalı diye googlelarken bulduğum sözlük. bir kaç başlığa bakayım dedim, mizah gayet yerinde. genel olarak sığır zihniyetli, düşük profilli ayıların olduğu bir ülkede, mizahtan anlayan ayıların da olduğunu görmek beni şaşırttı. nerdeymişsiniz siz yıllardır? nerelerde saklanmışsınız? yoksa kolay av olmak için yıllarca kezban rolüne mi büründünüz? beni mi kandırdınız? ne çektim ben de...

pasif görünümlü aktif gay

gün gelir devran döner, aktif domalır, pasif siker diye boşuna dememiş atalarımız. gerçi domalmayan aktif mi kaldı artık? domalmayan aktif istiyoruz.

1.68 boyunda olup 1.75'im diyen erkek

kilosunu 5 kilo az yazan erkekle aynı kafada olan erkektir, yadırgamamak gerek, kilosunu eksik yazan belki bir gün zayıflayacaktır, ama boyunu uzun yazan? ağır travma aslında bu boy kompleksi.

azerbaycan

eziklikleri, içten pazarlıkları, 5 kuruş etmeyen akılları, köylü kurnazlıkları, algı kapalılıkları, görgüsüzlükleri vs. gibi tüm sıfatları milletinin büyük çoğunluğunca barındırılan, acınası ülke.

sevişirken söylenmesi hoş olmayan şeyler

-zevk alıyor musun?

özgüven eksikliği yaşayan her partnerden duyabileceğiniz bir cümle. böyle amatörleri yatakta bırakıp, kaçın.

ülkem geylerinin avam merakı

sen 2 üniversite oku, genel kültür diye konser, sinema, kitap ne varsa hepsini sindir, şık olayım diye her ay bütün moda dergilerini arşınla, ayılıktan çıkmayayım ama yine de derli toplu olayım diye spor salonuna git, bir tane sıradışı spor yap, ondan sonra tüm iyi tipler daha da sahte diesel pantolonlu, daha da sahte airmax ayakkabılı üçer beşer gruplar halinde gezen maksimum meslek yüksek okul mezunu (o da en iyi ihtimalle) heteroseksüellere baksın. resmen intihar sebebi.

eski sevgili ile olan mesajlaşmaları okumak

böyle boş işlerle uğraşacağınıza, kırın dizinizi de iki sure ezberleyin dedirttiren bi durum.

tarkan tevetoğlu

poposuna silikon yaptırmış diyollar, insan neresiyle para kazanıyorsa oraya yatırım yapıyormuş diyollar. *
Henüz takip ettiği biri yok.