mesele bunun yazılıp yazılmaması değil cidden. halen almanlara nazi diyen yayınlar var avrupa'da. artık olanak çok, dolayısıyla bu paçavralar da gazete diye satılabiliyor.
asıl mesele hala bunlara inanan ve ciddiye alan insanların olması. örneğin twitter'da gülüp geçtiğimiz troll hesaplar var ya, işte ona cevap veren adam bunu da ciddiye alabiliyor. vizyonu, bakış açısı o kadar çünkü.
dünyanın en büyük ve eğlenceli gay organizasyonundan bihaber olan eşcinseldir. muhtemelen yarışmayı da sıradan ve demode buluyordur. tuhaf kafalar. aynı şekilde drag şovları, gay prideları, life ball etkinliklerini de ya bilmiyor ya gereksiz buluyolardır. mesela conchita için "ne gerek var ki sakala filan" derler.
ayrıca türkiye yok diye izlememek neyin kafası yahu? bildiğin eşcinsel etkinliği bu. milli gurur kabartmak nedir ayrıca allasen...
devlet sempatizanı olmak bir yana, burada lgbt haklarından bahseden arkadaşların vurguladıkları konu, bir orta doğu ülkesinde seküler özgürlükçü ortamı sağlayabilmeleri. diğerleri ise katil, terörist, emperyalist vs konuşmuşlar, sanki diğer devletler çok masummuş gibi. zaten asıl konu da bu. "devlet" olgusunun kendisi pislik zaten. emin olun ki israil'in yaptıklarının benzerini türkiye güneydoğu'ya ve ermenilere, abd tüm ortadoğu'ya, almanya yahudilere, rusya türki orta asyalılara, fransa cezayir ve fas'a ve batı avrupa afrika ve güneydoğu asya coğrafyasına tarihin belli dönemlerinde uyguladı zaten. yani burada kahvedeki emekli amcalar gibi siyonist, katil laflarıyla gerçekten de her malını kullandığın bir ülkenin tüm halkını zan altında bırakıyorsun. hiçbir devlet masum değildir, yeter ki halklar birbiriyle düşman olmasın. hepimiz biliyoruz ki savaşın durmasını isteyen ve birlikte yaşayan israilli ve filistinli insanlar var. burada eleştirilmesi gereken devletin meşru şiddet olgusunun ta kendisi. bir siyaset bilimi öğrencisi olarak özellikle bu noktaya dikkat çekmek istedim ki bundan sonra yapılacak eleştiriler milliyet.com un cahil yorumlarının ötesine geçebilsin... saygılar.
temelde ne isteniyor? lgbti'lerin temel yaşam haklarının resmi olarak tanınması ve her türlü platformda ayrımcılığın ve nefret söyleminin ortadan kaldırılması. hdp bunun için lgbti adayların yanı sıra öteki olarak adlandırılan kesimlere de yer vererek bence samimiyetini ortaya koydu. bazı şeyleri tutarsız eleştirmekten ziyade diğerlerinin bizim için ne sunduklarına bakalım isterseniz. akp, mhp ve bilimum saçma sapan partiler için koca bir sıfır. geriye bir tek chp kalıyor ki onun da tavrı gezi ve onur yürüyüşlerinden sonra değişmeye başladı zaten. hdp de aynı zamanda değişmeye başladı demeden önce öncelik meselesini de göz önünde bulundurmanız gerekiyor, ne de olsa kurumsal parti kimliği öncesinde onlar da bizler gibi kendi temel yaşam hakları için mücadele ediyorlardı. yoksa yine denk zamanlarda diyarbakır gibi bir şehirde lgbtiler yürüyüşler yapıyordu, dicle üniversitesi sosyal bilim alanında konunun çok da dışında değildi, coğrafyanın kozmopolitliği nedeniyle arap, kürt, türk, süryani lgbtiler yine bir şekilde dernek kurmaya başlamışlardı. bugün bakarsak güneydoğu'nun ve türkiye'nin alacağı çok yol var ancak ufak tefek şeylere takılmadan sağlam adımlar atabilmek gerekiyor.
normal değil, aksine akdeniz kuşağında normal-üstü sayılabilecek bir boydur. bize normal gibi gelmesinin sebebi 175 olup 180 olduğunu söyleyen insan sayısının epey fazla olmasıdır ve bu nedenle de 180'lik adamı da 183-185 skalasında sanmamızdır. ne de olsa 3'ün 5'in lafını pek yapan bir toplum değiliz. *
şöyle bir durum var; bu tür kişiler -genelde sporu bir yaşam tarzı haline getirmiş olanların dışındakiler- salon sporlarının yaygınlaşması ile bir hevesle başlıyorlar ve iyi kötü bir netice elde edenler bir anda ne oldum delisine dönebiliyor. hayatlarının belli döneminde çelimsiz olduklarından cinsel hayatları da sönüktü doğal olarak. vücutlarını öyle böyle bir şekle sokunca da muhtemel yaşantılarını "düzgün ilişki, düzenli seks" ile sürdürmek istiyorlar. dolayısıyla zaten bu kadar beklenti içine girmiş birine gidip de "ben eşcinselim ve senden hoşlandım" dediğinde elde ettiği özgüvenle direktman reddediyor. mesela bu duruma bir de tersinden bakarsak o zaman da elden ayaktan düşmüş kelli felli amcaların eşcinsellere düşkünlüğünü anlamlandırabiliriz.
hem kötü hem gamsız olunca 90'larına merdiven dayamıştır ve yaşamının son yıllarını aldığı ahların ızdırabıyla mı geçirdiği merak konusudur. çünkü kendisi ve kendi gibileri bu topraklarda hep iyi ve masum insanların genç yaşta canını almıştır, fakat ne hikmetse kendileri bir türlü geberememiştir. 'ölmesin, uzun yıllar yaşayarak acı çeksin' düşüncesine malesef ki çoğu kişi gibi ben de katılıyorum ve öyle olduğunu umuyorum, lakin gamsızlık ona bunu getirmiş midir onu bilemeyiz. ne de olsa adaletin neredeyse 30 yıldır hiç olmadığı bir coğrafyada yaşıyoruz.
piyasadaki en hoş tasarım işler genelde slim fit kalıplara yapıldığından insanlar bunu almak istiyor doğal olarak. malesef ki geniş bedenler için yapılan tasarımlar 40+ defacto kataloğundaki ürünlerin kalitesinin önüne pek geçemiyor. sonuç olarak bir giyim tarzı olan ama fazla kilosu olanlar için slim fitlerin en geniş kalıplarını giymek bir zorunluluk haline dönüşüyor.
bugün translar ve diğerleri üzerinden biyolojik erkek kavramı dahi sorgulanmaya başlamışken erkeklik veya kadınlık olgularını ancak üreme ve sosyal cinsiyet üzerinden tanımlamak mantıklı duruyor. çünkü kendileri de biyolojik kelimesini doğru bulmuyorlar çünkü bir kadın ve erkek bedenini ayıran tek şeyin xx-xy kromozom farkı olduğunu, onun dışında cinsel organın haricinde her iki cinsiyetin de istenilen bedene ulaşılmasının biyolojik olmakla bir ilgisi olmadığını düşünüyor ve bunu deneyimliyorlar. (kaslı trans erkekler ve göğüsleri olan travesti dediğimiz ameliyatsız translar örnek olabilir.) sonuçta boy-kilo-fizik-uzun,kısa saç-sakal-göğüs-ses kalınlığı veya inceliği gibi faktörler bir cinsiyet rolünü belirliyorsa bunun için biyolojik olanı esas almamız artık çağ dışı ve gereksiz duruyor. dolayısıyla "errrkek şöyle olmalı böyle olmalı" söylemleri de bir noktada çelişkilere takılıp çıkmazlara giriyor.
türkçe ve macarca ural-altay dil ailesine, estonca ve fince de fin-igor dil ailesine mensup. kıtaya dahil olup olmamakla pek alakası yok; daha çok fonetik ve dilbilgisi ile ilgili. düzeltmek istedim.
sanat ve moda akımlarında epey konu edinilmiş, çokça kez dramatize edilmiş ve halen gerek sanat dünyası gerek popüler kültürde yer almakta olan güçlü bir tarihi kadın figürü, günümüzde ise ikondur. bir diğer güçlü kadın ikonası ise frida'dır. politik ve kültürel olarak birbirlerinden epey farklı olsalar da güçlü kadın ve dramatik hayat hikayeleri ile yakın modern tarihe epey ilham vermişlerdir.
ayrıca "ekmek yoksa pasta yesinler" klişesini diyen zattır ancak buradaki pasta bildiğimiz anlamda tatlı değil, makarna hamurudur. yoksa diğer türlüsü "fakirler ölsün porscheden selamlar" demek kadar gaddarca olacaktır.
arkadaşlar, bunlar bana göre oldukça yetersiz önermeler çünkü türkiye halkı yoktur, "türkiye halkları" vardır. kaldı ki bu kavram öyle alelade bir ulus-devlete uyarlanamayacak bir kavram çünkü bu kavram daha çok ulus-devlet maskesi altına sığınmış fakat çok kültürlü, çok etnikli, çok dilli ve çok dinli olan devlet ve toplumlar için kullanılmalıdır. dolayısıyla tarih boyunca çok ulusluluğu yaşamış, fakat her nedense son yüzyıllık tarihinde bunu sürekli inkar edip diğerlerini baskılayıp yok etme yoluna başvurmuş bir coğrafyanın insanlarıyız. mezopotamya, anadolu, kafkas, trakya ve akdeniz gibi farklı alanlara sahibiz ve bu tek tipleştirme inkar ve hiyakarlığını nedense bu son modern(!) yüzyıllarda yaşamaktayız. "türk kökenli alman", "kürt kökenli türk", "ermeni kökenli fransız" gibi kimlikler bu yüzdendir ki ulus-devlet ideolojisinden doğmuştur. e haliyle gitgide melezleşen bir dünya coğrafyasında inadına bu kavramları neden kullanırlar bilmem ama kendi içimizde türkiye halkları dememizin hiçbir sakıncası yoktur bence. fakat uluslararası resmi beyanlarda (veya isterseniz ulusal, zaten onda da t.c. vatandaşı olarak geçiyor) "türk kökenli alman" kimliğini kullanmak zorundasınız. hadi tüm bunları geçtim artık önemli sayıda insan kendine "dünya vatandaşı" veya doğrudan "haymatlos" yani vatansız kimliklerini uygun görürken neden biz "türkiye halkları" kavramına bu kadar takılırız onu anlamak mümkün değildir.
dipnot: ayrıca almanyalı veya türkiyeli denmesinde ne gibi bir sakınca görülüyor anlamıyorum, öyle demek isteyen kullanır. lütfen önce ulus-devlet kavramı ideolojisi nerede ne zaman oluşmuş ve bugünkü ulus-devlet görünümlü çok-uluslu devletler neden bu kimlikleri kullanıyor onu araştırın. sonra bana umarım hak verirsiniz.
insan modeli ne lan? insan dediğin osurur yahut kibar tabirinizle gaz çıkarır. bunu da sevdiceğinin yanında yapması elzemdir. içine girdiğin adamın gazından mı utanıyosun be?
kezo türk kızının komik versiyonu gibi bir hali vardı; son filminde de %100 türk kızı mottosunu damgalamışlar resmen asfdgjh.
kendiliğinden komik olan tiplerden. tolga çevik de öyle keza aynı şovda olmaları doğaçlama komedi unsuru açısından harika bişey.
dünyanın en büyük ve eğlenceli gay organizasyonundan bihaber olan eşcinseldir. muhtemelen yarışmayı da sıradan ve demode buluyordur. tuhaf kafalar. aynı şekilde drag şovları, gay prideları, life ball etkinliklerini de ya bilmiyor ya gereksiz buluyolardır. mesela conchita için "ne gerek var ki sakala filan" derler.
ayrıca türkiye yok diye izlememek neyin kafası yahu? bildiğin eşcinsel etkinliği bu. milli gurur kabartmak nedir ayrıca allasen...
bu kütüphanenin başına gelenin bir benzeri de alamut kalesi için gerçekleşmiş. tıpkı buradaki gibi orada da tarihi değiştirebilecek düzeyde el yazması eserlerin olduğu rivayetleri var. hatta bilenleriniz vardır; kaleyi timur önderliğindeki türk orduları yıkmıştır. bu hareketle iran haşhaşileri sert bir darbe alarak eski güçlerine kavuşamamışlardır, hatta gerileyerek yok olmuş da diyebilirsiniz fakat haşhaşilerin yani suikastçilerin günümüzde de varlığını sürdürdüklerini düşünüyorum. (bunu sadece bir iktidar mücadelesi olarak mı yoksa sünni inancının şii "kültürüne" olan saldırısı olarak mı görmeliyiz o konuda emin değilim.)
yine benzer rivayetler iskenderiye kütüphanesi'nin yıkımı için söz konusudur. fakat bu sefer yükselen semavi dinlerin müritlerinin deli cesareti, antik dönem gelişmiş mısır medeniyetine karşı önemli üstünlük kazanarak yıkılmasını sağlamıştır. kütüphanenin ard arda müslüman ve hristiyan ordularının hışımına uğradığı söylenmektedir. üzücü olan durum bence budur. "dark age" dediğimiz dönemlere girişin göstergelerinden. hatta bu karanlık çağ öylesine uzun sürmüştür ki neredeyse rönesans'a kadar aydınlıkçı pek fikir geliştirilememiş, pek yazma eser yazılamamış ve az çok bir şeyler yapmak isteyen düşünür ve bilim adamları da yine bu ilahi din kurumları tarafından elimine edilmiştir.
tarihte kelebek etkisi dediğimiz şeyin etkisinin olduğuna inanıyorum biraz. ha, tek neden tabii ki bu değildir fakat tarihi değiştiren çoğu şey bu yazma eser kütüphaneleri ve derme çatma bilim evleri-rasathanelerde ortaya çıkmıştır. siz uygulama alanlarını yağmalar ve yok ederseniz sonra neden bu durumdayız deme hakkınız kalmaz. bugün mısır'ın hali bu kadar kötüyse bunda zamanında sahip oldukları eşsiz medeni kültürü yok etmelerinin önemli nedeni olduğunu düşünmekteyim.
öncelikle bir şeyler yazıcam, anlamsız yere eksilemeden bir okuyun bence. yeşil elma nickli milliyetçi ablamız diğer ak-troller ile birlik olurken ve biz ona bir şeyler anlatmaya çalışırken hepimize vatan haini gibi ithamlarda bulundu ve bu aklanma girişimi o aralar yoktu. öncelikle o milliyetçi beyinlerinize şunu sokun: bizler bu ülkede kalıcı barış için uğraşıyoruz. bizler insanın ölmesine üzülüyoruz ve daha fazla kan aksın istemiyoruz. fakat sizin politikalarınız malesef kan ve gözyaşı getirdi bu ülkeye. şimdi herkes barışsın diyorsunuz, fakat biz her barıştan bahsederken ortalarda yoktunuz. bunu gerçekten suçlamak için yazmadım bu arada. neyse.
şimdi diyenleriniz oluyordur bu kadar tartışma kavga neden herkes barışsın bilmem ne diye.. evet, şu sözlüğe bir şeyler yazmak kelebek etkisi gösterebliliyorsa bu bir kazanımdır, ve bu kavga ile olacaksa olsundur. şuraya yazılanlar tartışılmasın mantığı ile kenara atılıp tartışanlar suçlanıyorsa vay halimize. o zaman her sesi çıkana anarşist-terörist damgası yapıştıran devletten ne farkımız kalır?
küsenler varsa onlar da bu başlık altında barışsın, negzel işte güzel fırsat, gerçekten. hazır konuşabilme tartışabilme platformlarımız varken değerlendirmeliyiz; yarın bir gün post-siyasal islam dönemine girersek buralar hep kapalı olacak çünküsü.
struggle is real, my friends. bearhairy beybiliboy kankime selamlars. **
edit: anlamsız veren arkadaş neyi anlamsız bulduğunu yazarsa bi nebze aydınlanırız belki, gofrettin'in ışıkları gibi *.
uzun zamandır bir insan için bu kadar içim yanmamıştı. belki yaşıtım diye kendimi onun yerine koydum, belki kendimi veya onun yerinde olabilecek bir arkadaşımı düşündüm. yaşıtlarımla yaptığım muhabbetler aklıma geldi belki. benim yaşadığım veya çoğu yaşıtımın yaşadığı gelecek kaygısını o da yaşıyordu. geçen yıl benimle aynı vakitlerde üniversite hayalleri kuruyordu belki, ya da sahip olacağı meslek sonrasında gelecek hayalleri vardı. ve ben ilk defa kardeşim gibi gördüğüm bu insan için ağladım...
yazıklar olsun böyle ülkeye, böyle hükümete, böyle adalete...
"biseksüellerin kafası karışık. heterolar tü kaka. ap'ler seksten anlamıyor. full aktiflerin allah cezasını versin zaten."
bunlar benim görüşüm değil, sadece hakim düşüncelerden birkaç örnekti.
diyeceğim o'dur ki; kendi aramızda bile birbirimizden soğumak için eften püften bahaneler bulmaya çalışmayalım. buradan çok komik gözüküyor çünkü.
bir lgbti sözlüğünde bile bu duruma sevinen "oh olsun"cular var ki ben buna diyecek bir şey bulamıyorum.
demirtaş'ı veya hdp'yi hiç sevmeseniz bile empati kurmak zorundasınız. bugün kürtler, yarın laikler, lgbtiler, ulusalcılar diye devam etmesi muhtemel bir senaryoyu görüp de hala nefret dili kullanmak için düşük zekalı olmak gerekiyor.
içen içiyor zaten kısacası umrumda değil milletin tuttuğu oruç. saygı duyarım tamam da onun bunun orucunu ben de mi yaşamak zorundayım bu çöl sıcağında?
bu havada buz gibi bira içilmez de ne içilir siz söyleyin madem.
neyse size hayırlı ramazanlar, göstermelik hoşgörünüzle birlikte. beni olduğum gibi kabul eden ediyorsa tamamdır zaten.
öncelikle bir şeyler yazıcam, anlamsız yere eksilemeden bir okuyun bence. yeşil elma nickli milliyetçi ablamız diğer ak-troller ile birlik olurken ve biz ona bir şeyler anlatmaya çalışırken hepimize vatan haini gibi ithamlarda bulundu ve bu aklanma girişimi o aralar yoktu. öncelikle o milliyetçi beyinlerinize şunu sokun: bizler bu ülkede kalıcı barış için uğraşıyoruz. bizler insanın ölmesine üzülüyoruz ve daha fazla kan aksın istemiyoruz. fakat sizin politikalarınız malesef kan ve gözyaşı getirdi bu ülkeye. şimdi herkes barışsın diyorsunuz, fakat biz her barıştan bahsederken ortalarda yoktunuz. bunu gerçekten suçlamak için yazmadım bu arada. neyse.
şimdi diyenleriniz oluyordur bu kadar tartışma kavga neden herkes barışsın bilmem ne diye.. evet, şu sözlüğe bir şeyler yazmak kelebek etkisi gösterebliliyorsa bu bir kazanımdır, ve bu kavga ile olacaksa olsundur. şuraya yazılanlar tartışılmasın mantığı ile kenara atılıp tartışanlar suçlanıyorsa vay halimize. o zaman her sesi çıkana anarşist-terörist damgası yapıştıran devletten ne farkımız kalır?
küsenler varsa onlar da bu başlık altında barışsın, negzel işte güzel fırsat, gerçekten. hazır konuşabilme tartışabilme platformlarımız varken değerlendirmeliyiz; yarın bir gün post-siyasal islam dönemine girersek buralar hep kapalı olacak çünküsü.
struggle is real, my friends. bearhairy beybiliboy kankime selamlars. **
edit: anlamsız veren arkadaş neyi anlamsız bulduğunu yazarsa bi nebze aydınlanırız belki, gofrettin'in ışıkları gibi *.
bir çorbayı 5 ekmekle yiyen gizli diyabet insan gibidir fakat bunun farkında değildir. zaten yemeği ekmekle yiyerek yemeğin bütün tadını mundar etmektedir, üstüne bir de dibini sıyırmaktadır. ya tanesi kalmasın günah diyen über müslümandır, ya da demin bahsettiğim mundar etmeye bayılan bir tiptir işte. ekmeğe abanmayın yazıktır yahu yemeğin güzelim tadını mahvediyorsunuz.