iğrenilen, tiksinilen, öğğğğk dedirten başlıklar. zengin, yakışıklı, kültürlü, anlayışlı, ...boyunda, esmer, kıllı gibi bir kaç kelimenin kombinasyonlarından kurulmuş başlıklardan gına geldi.
zengin, yakışıklı ve seksi erkek
zengin, yakışıklı ve anlayışlı erkek
1.90 boyunda, zengin ve kültürlü erkek
yakışıklı, kültürlü ve güzel gülen erkek
eğer sağlık ile ilgili bir sıkıntısı yoksa ve bacaklarını açarak oturup yanındakileri rahatsız ediyorsa terbiyesiz ve düşüncesiz bir insandır. toplu kullanılan alanlar kimsenin tekelinde değildir ve insanlar bu yerlerde belirlenen kurallara uymalıdır. bu davranışları sergileyen insanlar kurallara uyma konusunda uyarılmalıdır. adam olun biraz ya.
berke vardar (1934-1989), dilbilim, göstergebilim, edebiyatbilim, çeviribilim, eleştiri eğitim ve atatürkçülük üzerine birçok özgün araştırma yaptığı gibi, çevirileriyle türkçeye birçok yapıtı kazandırdı. meydan larousse ve büyük larousse sözlük ve ansiklopedisi'nin hazırlanmasına katkıda bulundu. istanbul üniversitesi edebiyat fakültesi roman dilleri ve edebiyatları bölümünü bitirerek, aynı bölümde asistan olarak bilimsel araştırmalarını sürdürdü ve profesör oldu.
!972 yılında lütfü güçer, şara sayın, akşit göktürk ve özcan başkan'la birlikte istanbul üniversitesi yabancı diller yüksek okulu'nu kurdu, burada müdürlük ve bölüm başkanlığı yaptı. i.ü. atatürk ilkeleri ve inkilap tarihi enstitüsü müdürlüğü(1989) ve türk dil kurumunda yönetin kurulu üyeliği yaptı.
1978 yılında başarılı çalışmalarından dolayı fransız hükümeti, palmes académiques nişanının "chevalier" ve 1988 yılındaysa "officier" payelerinin yanı sıra, 1985 yılında ordre national de mérite nişanının "chevalier" payelerini verdi.
eserleri:
1. etude lexicologique d'un champ nationnel. le champ nationnel de la liberté en france de 1627 à 1642 (doktora tezi)
2. structure fondementale du vocabularie social et politique en france, de 1815 à 1830 (doçentlik tezi)
3. fransız edebiyatı, 3 cilt, 1965, 1967, 1972, (yeni baskısı multilingual 1998)
4. dilbilim sorunları, 1968
5. semantik akımlar, 1969 (yeni baskısı multilingual , 2001)
6. une introduction à la phonologie, 1975
7. dil devrimi üstüne, 1977
8. xx. yy dilbilimi kuramcılarından seçmeler, 1983 (yeni baskısı multilingual, 1998)
9. açıklamalı dilbilim terimleri sözlüğü, 1988 (yeni baskısı multilingual)
10. aydınlanma çağı fransız yazını, (yeni baskısı fransız edebiyatı multilingual, 2001)
11. dilbilim yazıları
12. dilbilimden yaşama yapısalcılık
çeviriler:
1. dillerin yapısı ve gelişmesi (a. millet-m. lejeune, 1967)
2. dil ve düşünce (j. vendryes, 1968, yeni baskısı multilingual, 2001)
3. anlambilim (p. guiraud, 1975, yeni baskısı multilingual, 1999)
4. genel dilbilim dersleri (ferdinad de saussure, 2 cilt, 1976, 1978, yeni baskısı multilingual 2001)
5. göstergebilim ilkeleri, (roland barthes, 1979)
6. işlevsel genel dilbilim (andre martinet, 1985, yeni baskısı multilingual, 1998)
vardar kitaplarında çok sayıda yeni terim ve öz türkçe kelime de kullanmıştır. bu öz türkçe kelimeler bazen kulak tırmalıyor ve insana tuhaf geliyor. örnek vermek gerekirse dilbilimin temel kavram ve ilkeleri adlı kitapta benim dikkatimi çeken kelimeler şöyle:
bu liste uzatılabilir. berke vardar'ın yolu cemil meriç ile de kesişmiş ve vardar meriç'ten çokça faydalanmıştır. ayrıntılı bilgi için halil açıköz'ün cemil meriç ile sohbetler ve ümit meriç'in babam cemil meriç adlı kitaplarına bakılabilir.
özellikle asl (american sign language) amerkan işaret dili aklıma geliyor. bu işaret diliyle çeşitli şempaze ve gorillere de konuşma öğretilmeye çalışıldı ve bir noktaya kadar da öğretildi.
götçüler amcılara karşı olarak da tercüme edebiliriz. iki gurup arasındaki tartışma anlatılıyor.
gulampâre yaranların (dostların, sevgililerin) ve zenpâre biraderlerin mabeyninde (arasında) olan münazaran (tartışmayı) ve mefâhiratı (övünmeleri) tafsil ve tasvir eyler (açıklar ve anlatır). zenpâre, mahbubeler musahabetinden (kadınlar sohbetinden) hazzedip (zevk alıp) mahbublar mücamaatın menedip (erkeklerle cinsel ilişkiyi yasaklayıp) gulampârelere serzeniş ve tevbih ederler (sitem edip kınarlar) ki, "ey ağızları tadını ve nefisleri murâdını bilmez derdmendler (dertliler) ve iyiden yanlıyı (iyi olanı) farketmez biçareler!. niçin ş'ol (şu) zerdali boylu, yumuşak beypazarı kavunu gibi tatlılığından iki şakk (parça) olmuş garaimi koyup ol mâden-i necaset (pislik madeni) ve menba-i habaset (kötülük kaynağı) ve bais-i kabahat (suç sebebi) dedikleri murdara uyup şöyle yüz karalığın kılarsınız" deyu (diye) yakındığıylan (yakınıp) hitablar ve itablar kılıb nâmeler (mektuplar) ve kitaplar gönderdiler. gulampâre yaranlar, zenpârelerin bu tâ'nım (kınamasını) işidib "göt gibi azîz ve nefis ve bir nesne (birşey) var mıdır" deyip dil uzattıklarına gayet ile (çok) incinib dağda ve taşda ve kuruda ve yaşda ve köyde ve şehirde ne kadar gulampâre var ise cem' olub (toplanıp) sikden alemler kaldırıp ve götden nakkareler (trampeti andırır küçük, vurmalı bir çalgı) çalıp "varalım şu zenpârelerin başına am gibi kik (geniş) dünyayı göt gibi dar ve başların kesip am kapısında taşak gibi berdar edelim (asalım)" deyüp divane oldular. zenpârelere bu haber vasıl olıcak (bu haber ulaşınca), onlar dahi zenançe (kız işi) kaftancıklar giyip ve ibrişim kuşaklar kuşanıp ve kıvracık kırcık ve ucu tellice saçaklar sarınıp ve destmalcikler takınıp şah, paşazade, hanzade, kadıncık kızı gibi düzünüp koşunup bir yere cem' olup (toplanıp) fikirlerin (fikirlerini) bunun üzerine mukarrer kılıp (kararlaştırıp) dediler ki: "gulampârelerin kavli (sözü) kutlu, avâzeleri (sesleri) heybetlû, cümbüşleri merdane (eğlenceleri erkekçe) ve direnişleri pehlivânedir. zira onlar kûh-ı billurun (billur dağ) gibi yaylakda perverde olmuştur (beslenmiştir). bizim dut keser gibi yerde oturmadan benzimizde tendürüstlük (sağlık) yerine zaiflik (zayıflık) ve süstlük (tebellik) arız olmuştur. biz onlar ile mukabele ve mukavemet etmek (bizim onlara karşılık verip karşıkoymamız) kabil değildir. hemân (hemen) çaresi budur ki, "sizinle mukatele (savaş) ve mücadele etmekden safamız yoktur (istemiyoruz, zevk almıyoruz). amma gelin münazara ve muhavere edelim (tartışıp konuşalım), her birimiz medhini delille isbat etsin (övündüğü konuda haklı olduğunu kanıtlasın), her kimin kelimatında (sözlerinde) kuvvet ve istikamet ziyade olursa (güç ve yöneliş fazlaysa), hükm-ü galebe ona müteallik olup (galibiyet kararı onun için verilsin) canibinde niza' mürtefı' olsun (anlaşmazlık ortadan kalksın)" deyu el ağız bir eyleyip bu resme tedbir eylediler (bu şekilde bir çözüm önerdiler). birkaç günden (birkaç gün sonra) gulampâreler askeri erişip saflar ve alaylar bağlayıp durdular. zenpâreler bu hali gördüler ve bildiler, can başlarına sıçrayıp söyledikleri söze peşiman (pişman) oldular. ahiren, (sonra) içlerinden bir cihandîde (dünya görmüş) ve belâdan ve doksan dokuz kazadan arta kalmış, kesret-i zinadan (zina çokluğundan) gönlü kararmış ve am havasından benzi sararmış, çok çalışmaktan beli bükülmüş bir pîr (yaşlı), başında külâh-ı kes (şarap dolu bardaktan yapılmış külah), elinde âsây-i kîr (erkeklik organından âsâ), ayak üzre durup ve bülendâ-vâz (yüksek ses) ile çağırıp ayıttı (dedi) ki, "ey gulampâreler, iki cihanda yüzü kareler ve âvâreler. hadd-ü insaftan (insaf derecesinden) teâdî (çıkmak) ve tecavüz etmek râh-ı delâlete (sapkınlık yoluna) ve tarîk-i cehalete (cahillik yoluna) düşüp gitmek, hakkı koyup bâtıla uymak, sikleri boklara mâlâmâl olmuş (dolmuş) götlere koymak ne demektir?
şiir:
"var iken dünyada zîbâ ve lâtif am
kişi göt sikmek gayet bok yemekdir
var iken billahi yağ, parmağını
boka bandırmak âdem ne demekdir?"
gulampâreler bu haberi gûş kılıp (duyup) deryayı muhit (etrafı çevreleyen deniz) gibi hurûş ve cûş edüp (coşup kaynayıp) hemen ol dem (o an) dilediler kim (ki), hücum edip zenpâreleri taşak zarbıyle (vuruşuyla) helak edeler ve sik nîzeleri (mızrakları) ile sinelerin (göğüslerin) çak edeler (yırtalar) şeytan aleyhilâne (allah ona lanet etsin) bu haberi görüp ayak üzre kalkıp bir eline bir âsâ ve bir eline teşbih alıp ş'ol (şu) komşuluk ("komşu" yerine) amı sikmekten yüzü kara olmuş merdümek (mercimek) sorusu gibi bir azîz şeyh olup çıka geldi, iki askerin mabeyninde (arasında) durdu..."
...şeytan aleyhilâne (allah ona lanet etsin) çıkıp gelip bunların arasına seccade-i sulh (barış seccadesi) deyu (diye) bir sikişhane hasırın saldı, geçip üstüne oturdu, zenpâreleri ve gulampâreleri önüne getirdi, bunları ayıttı (dedi) ki: "ey gözümün nuru gulampâreler ve ey gönlümün surum (sevinci) zenpâreler. kiminiz bakıyye-i kavm-i lût (lût kavminden artakalan) ve kiminiz bende-i nesl-i kabil (adem peygamberin oğullarından kabil'in soyundan gelenler). bana yar-ı yoldaş (yar ve yoldaş) olmaya sizden gayrı kim kabil? gelin siz ceng ve cidal (savaş) etmen (etmeyin) ve beni şuridehâl etmen (perişan etmeyin)" deyu her birine nasayih-i pür fasayih (güzel sözlerle dolu nasihatler) söyeleyib bulduğu pohu (boku) yiyip ahiren (sonra) "sulh hayırdır" diyip bunları sulha davet edip kadı oldu. zenpâreler can ve gönülden buna razı oldu. amma gulampâreler "madem ki bu zenpârelerden bize bir nesne hasıl olmaz, bunlar bu murada vâsıl olmaz (ermez)"dediler. pes (o zaman) şeytan aleyhilâne (allah ona lanet etsin) bu sözü kabul eyleyip zenpârelere söyleyip bu kavli (sözü) bunun üzerine bağladılar kim (şöyle karar verdiler ki), zinadan ne kadar evlâd hasıl oldu ise, gulampârelere vâsıl ola (verile) ve her ne muradlan var ise göreler (ne isterlerse yapalar). gulamparler bu sözü işidip kail oldular, (kabul ettiler), taze götler sikmeye mail (istekli) oldular. sikten kalem ve götten divat (eskiden belde'taşınan, yazı yazmak için kalem ve mürekkebin konulduğu alet; divit) getirip kalem divata bastırdılar. boku meni ile ezdiler yani mürekkep düzdüler (yaptılar), bir tuman (don) içine yazdılar. madem ki zenpâreler göte dil 'izadıp itale-i lisan etmeyeler (söz atmıyorlar),, gulampâreler onları taşak zarbıyla (vuruşuyla) ve sik, zahmı (yarası) ile mecruh edip (yaralayıp) incitmeyeler. ş'ol (şu) şartla kim (ki), zinadan hasıl olan zina püserleri (oğlanları) zina dilberleri cem' edip (toplayıp) cima talim edip (öğretip) andan (ondan sonra) gulampârelere temlik edeler (mal olarak vereler). çün ahidname (anlaşma) tamam oldu, zenpârelerin yüzü kara ve başı aşağa ve oğlanların götü sike ve ??? olup herbiri bed-nâm (kötü isimli) ve rusvây-ı âm (dünyanın rezili) oldular, neye uğradıklarını bildiler, kuyruk göte kısıp yildiler (hızla yürüdüler). gulampâreler safalar kesbedip (alıp) huzurlar sürdüler, göt dümbeleklerin çala çala ve sik alemlerin sala sala feth-u zafer birle (zafer ve fetih ile) yerli yerine gittiler.
şiir: sürür ile döndü gulampâreler
gam ile helak oldu zenpâreler
koyup oğlanı her kim zenpâre ola
bu denlû belâlar ona az ola
götü terk idüp her kim ki sike am
yeridir olursa rusvây-ı âm...".
steven pinker'in dediği gibi dil insan zihninin işleyişi anlamak için çok önemli bir araçtır. dilbilim de insan dilini ve dolayısıyla zihnini anlama çabasıdır bir bakıma .
ingilizcesi olanlar için steven pinker'in linkini vereceğim sunusu harika.
evrenin tanrı tarafından mı yaratıldığını işleyen çok güzel bir belgesel. ünlü astrofizikçi stephan hawking de bazen araya girip gidişatı belirliyor.
ilgilenenler için link: nri
biri dahi, karanfil hasan'dır. hamam gülşeninde (hamamın gül bahçesinde) perveriş bulmuş (beslenip büyütülmüş) keşmirî dilber-i müstesnadır (seçkin dilberdir) ki cilve katında üstad, kaddi şimşâd (boyu şimşir ağacı gibi), belinde hançer-i fulad (çelik hançer), müptelâsına dâd ve feryâd, kendi on beş yaşında, has damgası gümüş tasında ve alışverişi kurna başında. ayvansaray'da kız yusuf denilen haramzadenin veled-i zinasıdır. kalafat yerinde kayıkçı ve mavunacı bekâr uşakları ile çelik ve çomak oynayım derken uçkuruna el atmışlar ve gece dahi odalarına kaldırıp üryan edip döşeğe çekip yatmışlardır. oğlanın gümüş künbed (kubbe) kâsesine kol kadar demir anahtar uydurup içinde oynatmışlardır. bab-ı vuslat bir kere açıldıkta (açılınca), ol güruh bal çanağına eşşek arıları misali üşüşmüşlerdir. hamam böcekleri doydukta oğlanın yolun kesip "aman oğul, subaşı duymuştur, defterli olursun. senin için cây-i halâs (kurtuluş yeri) bir hamam-ı dilküşâda soyunmaktır" deyip ademî başına halisü'l-ayar akça salıp (her bir adam başına doğru ayarlı para ödeyip) o tarihte ġengül hamamcısı uzun karabekir ağa'ya götürüp el ve etek öptürüp hamamcı ağa dahi gayetle pesend eyleyip (çok beğenip) soyunmasın emreyledikte kız yusufoğlu soyunup kâküllerin ebruvan üzre döktükte (kaşları üzerine dökünce) karabekir aklı perişan olup "hay veled-i zinalar, bu karanfil oğlanı kande buldunuz?" demekle karanfil hasan deyu şöhret ve şan buldu. hamamcı ağa "bu oğlan bizimdir" demekle karanfil hasan iki sene gayriye (başkasına) peştemal bağlamayıp kahve ocağında hamamcı ağanın çubukdarlığı hizmetin görürdü.
amma nice nice yüz mahbubdostların lüle-i çeşmine ateş-i arzu (göz lülesine aşk ateşi) koymuş, oğlanın sebike-i sim (gümüş külçesi) yalın ayaklarını görenler. çalmış kalem parmaklara al kına yakına gel aman oğlan yakına deyip karanfil hasan'ın ayağın öpüp koklamağa on akçe narh olmuştur. akıbet (sonuçta), iki nefer ocaklı dilâverler (yiğitler) ki biri altmış dört bölüğün deli ferhad ve biri dahi elli altı bölüğün kahvecisi kırkık ali'dir. karanfil hasan camekan odaya çubuk götürdükte (götürdüğünde) tabancaları çekip "bre bu ne olmaz iştir? sine bülbülü oğlan hamamcı ağanın hanesinde kafeste olmak (olması) gerektir. böyle hamam çıplağı oğlana tasarruf ve taassub olmaz. akçamıza geçer hükmümüz. biz bu oğlana fiili livatayı elbet ki ederiz. rıza ile verdi ne âlâ. vermese silâhımız kuvveti ile işte o anda cebren ve kahran (zorla ve kahırla) yatırıp sikeriz. hamam nâr-ı fitne (fitne ateşi) olmaz. Ġllâ (yoksa) kan olur" deyip karanfili camekan odada bastırıp deli ferhad kapıyı tutup kırkık ali dahi seyf (kılıç) ile oğlanı kesecek oldukta karanfil hasan "aman ağam, kıyma bana. teslim, teslim" deyip uçkurunu çözmüş ve o aç yiğitlere gümüş künbedin domalmış kahveci kırkık ali de şâh-ı merdan (tokmak) karayılan sikinin zehrini oğlanın içine kusturmuş ve o şaki işini tamam bitirip indikte (inince) deli ferhad dahi oğlana hamle edip kızıl deli çomağını karanfil büzüğe sokmuştur. hamam uşakları, "ağa, önünde sonunda olacak bu idi, oldu. hamamı kolluğa bastırmak olmaz. karanfil hasan gayri müşteriye soyunsun" deyip o gün şengül hamamı'nda olan cümbüşler kalem dile gelse bir müstakil kitap olur...".
hamleci ibrahim biri dahi, bostancı neferlerinin taze rûlerinden (yüzlerinden) hamleci ibrahim'dir. elhak, nur-ı dîdedir (göz nurudur). fidan boylu, melek huylu, alnında kakülü sırma telli, incecik belli, eli ayağı gayetle dilber, lebleri (dudakları) gülbeşeker, çakıl memeler damla-i anber (anber damlası), şükufeden (çiçekten yapılmış) göbeği çukuru sünbülbeter, büzük çiçeğini sorar isek karanfil-gûster (karanfil yayan) şöyle bir içim su dellaktir. halvette ve camekan odada ak mermer üstünde yahud ki döşekte serapa üryan (baştan aşağı çıplak) serilip yattıkta (yatınca) yarağının başı tokmaklı yok uzundur, yok kalındır demeyip ve ah of etmeyip gayret-i nev-civanî (gençlik gayreti ile) ile tamamını alır ve adamın canına taze can katar. gece dahi tâ-besabah sabaha kadar) türlü türlü işveler, cilvelerle kol-bacak kemendleri ve iri kıyım hamleci oğlan ayağı uyuşturmaları, rayegân (bedava, bol bol) döşek yoldaşlığı eder ki, hamam çıplağından yâr-ı gar (vefalı arkadaş)bu kadar olur. o nazenin oğlan nakleder ki, karadeniz yalısında giresun kasabasından kopmuş ve istanbul'da saray-ı hümayun (padişah sarayı) bostancılar ocağında hamleci olan dayısı yanına gelmiş ve o adam dahi şahbazı kendi ocağında acemi nefer olmak için iltimas etmiştir. ve acemi eyyamında (acemilik günlerinde) avare olmasın için hamleciler odaları karibinde (yakınında) büyük gümrük iskelesi çarşısında berber salih çavuş'un nezdine şakird (öğrenci) deyu (diye) devam etsin demiş. işte o berberin şakirdi iken alemi velveleye vermiş, nasıl vemesin ki, şahin başında bostancı külahı, cebîn-i pâkinde (temiz alnında) kakül-ü gümrahı (sık kakülü) tel tel, çuha cepkeniyle yakışık almış, ayaklar yalın, sebike-i sim (gümüş külçe) , kalem kalem parmakları şimşir nalın ile reftar ederken (geçerken) üftadelerinde yahey...
tersane eşkiyasından zindancıbaşı saçlı deli kürt diye maruf kürt haso ağa, bu hamleci ibrahim oğlana alâka edip yoluyla takarrüb eyledikte (yaklaşınca) oğlan dahi haso ağa'ya meyleder ki, haso kapkara kıl içinde bir kara kurttur amma vechinde letafet ve endamında heybet gayetle yakışık ve reftarında levendane çâlâki (gidişindeki levend gibi çevikliği) şöyle ki ayağın pekçe bassa zemin tir tir titrer ve pençelerinde demir çubuk haşak (süprüntü, çöp) misali ve hem dahi haso ağa'da zer-i halis ile memlu (saf altın ile dolu) kesecikler vardır. zindancıbaşı, bir cuma günü hamleci ibrahim oğlanı salih çavuş'un dükkanından kaldırıp "gel sana tersane-i amirede zindanı temaşa ettireyim" deyip oğlanı alır, odasına götürür ve hamleci civana rızay-ı nev-civanisiyle (gençlik rızasıyla) fiili livatayı kürdî yarağı ile tamam icra eder. velâkin haso'nun maslahatı rub'-u meskûnda (dünyanın dörtte birini oluşturan kara kısmında) misli (benzeri) yok aygır siki misalidir ki ibrahim'in büzük kaytanı deride olup (yırtılıp) vak'a şüyu' buldukta (duyulunca) salih çavuş dükkana ve dayısı olacak herif dahi hamlacılar odasına kabul etmemekle oğlan naçâr azapkapısı'nda yeşildirekli hamam'da soyunur ve dellak peştemalın bağlar ki bu yeşildirekli hamam'ın cümle müşterileri haylaz yaramaz cündbaz (askerlik eden) tersane dilaverleri, tüvânâ (güçlü kuvvetli) kalyoncu itleri yiğitler ve denize pala çalar sandalcı ve mavunacı yalın ayaklı hayta uşaklardır ki, cümlesi zincirin kırmış kızıl kulamparalardır ve hepsinde yarak demir kazıklardır, her sefer ki ibrahim'e talep olup içeride halvetde ya taşrada camekan odada şîrâne (arslan gibi) hamle ettiklerinde, hamleci oğlanın gereği gibi hakkından gelirler ve teknesini âlâ kalafat ederler. narhı kibar ve rical (seçkinler) için olup. bir seferi 200 kuruştur. ve gece döşek yoldaşlığı üç sefer hesabıyla 1000 kuruştur. oğlan rıza gösterse, her fazla seferi 250 kuruştur. kethüday-i hamamciyan (hamamcılar kethüdası) olmamız sıfatıyla bu hamleci ibrahim'i mezkur hamamdan çıkarıp hane-i bîminnetimizde (yapılan iyiliğin başa kakılmadığı evimizde) sinemize (göğsümüze) bastık ve emenici bali oğlana döşek yoldaşı yaptık ki, iki oğlanın altlı üstlü muhabbeti ve birbirini sikişi bir özge temaşadır bir başka seyirdir).
biri dahi keşmir mustafa'dır. halvet kubbesine güzellik bırakan nur-ı musaffadır (süzülmüş ışıktır).
sil gözünün yaşını
çatma keman kaşını
basarlarken yarağı
çalka gümüş tasını
haramzadedir yani loncada çeribaşı oğlu kıptî'dir ki babası külhancı, anası karılar hamamında natır, göbek taşında uyumuş, kurna başında büyümüş, alnı kara götü ak nevcivan dellaktır. kulağında gül, alnında kâkül, ot çalmaz, ustura vurmaz sikinin kılları sırma püskül, levendane reftar ile (levend gibi yürüyüşle) halvete gelip şuhane, edibane selam verip elpençe durdukta yürek taş olsa erir. kıptidir ama akça, pul lafı yok tokgöz olup ejderha misali kol kadar malafatı dibine dek alır ki, kıptiyanda (çingeneler içerisinde) böyle nazik dilber bin oğlanda bir çıkar. narhı yoktur, "müşterimin mürüvvetine endaze olmaz" deyip domalır ve ne bahşedilse alır, akça tutmaz şahbaz bekâr yiğitlerin gönlünü dahi bad-ı heva hoşnut eyler. hammam-ı eski yeni'de natırdan talep oluna.
biri dahi altunbaş bey oğludur. arnavud beyzadesi olup, şerefli adı iskender bey'dir. gazi sultan ikinci murat ve fatih sultan mehmed zamanında isyan ve eşkiyalık yollarına düşmüş olan kastaryotoğlu iskender bey dedikleri mel'unun rum cariyesinden olan veled-i zinasının (piçinin) soyundan gelir ki, o taraflarda "iskender adında bir şehzade arnavut kavmine padişah olur" efsane tevatüren şayi (söylentisi çıkıp) ve bu nev-civan şehzadenin namı (adı) dahi iskender olmakla madde-i fesat (bozgunculuğun kaynağı, sebebi) bilinip debre-i bâlâ ayam hacı nezir ağa oğlanı dağa kaldırıp padişahlığını ilân eylemiş, şaki-i mel'unu tepeleyip ve iskender mahbubu onun pençesinden alıp katline kail olmayıp (öldürülmesine razı olmayıp) istanbul'da mahmut paşa hamamı hamamcısı karındaşı uzun süleyman ağa'ya göndermiştir ki, sine-i muhabbete (muhabbet göğsüne) çekip terbiye etsin için. amma iskender terbiye kabul etmeyip dağda bir eyyam (bir süre) haydud koynunda yatmış ve kûh-ı billurun (billur dağını) hamam çıplağı dellaklar ile ülfet ve muhabbete rağbet edip süleyman ağa dahi hanesinden çerağ edip iskender'i hamamda soymuşlar ve altınbaş bey oğlu namiyle bir dellak-i pakize (temiz tellak) yanına koymuşlardır. halvette bir seferi 90 kuruştur ve 20 kuruş dahi ortağı alır ki, 110 kuruştur. geceliği üç seferden ziyade koymamak üzere 200 kuruştur. 100 kuruş dahi ortağı alır. amma müşteri üç seferden ziyade fişek atacak olursa, her seferi için dahi 250 kuruş ziyade verir.
peremeci benli kara davud biri dahi üsküdar'da kolluk hamamı'nda peremeci benli kara davut'dur. tokmakçıdır. bâlâ kamet (uzun boylu) bir tüvânâ (güçlü) çâr-ebru (bıyıkları yeni çıkmış) bir yiğittir ki gece ve gündüz bey ve paşa ve ağa ve efendi götü tokmaklar. bir it oğlu ittir. sikinin kazancını yine sikine yedirip bilâ libas (elbisesiz) yalın ayak gezer biçaredir. üsküdar kolluk hamamı'nda zuhur etmiştir (ortaya çıkmıştır) amma kapısı yoktur. hamam hamam dolaşır kaltaban avaredir. varacağı hamamda ard kapıdan külhana duhul (girip) ve külhanda soyunup levendane reftar ile (levend gibi yürüyerek) varıp hamamcı ağanın eteğini ve natır ile ellak eskisi ser-nevbetin (baş nöbetçinin) ellerini öpüp müşterisi kande (nerede) ise varıp hizmetini görür. kadimden görüştüğü ise (önceden tanıyorsa) huyunu ve suyunu bilmekle (bilerek) "ağam, paşam, efendim, sultanım, işte kara davud'un geldi" deyip livataya mübaşeret eder (başlar). amma müşteri o ana dek görüşmediği ise natır ağa "zannım ki (sanırım ki) tokmakçı arar" dedikte (deyince) bacak ve ayak oğuşturup tedricen (ağır ağır) yukarı çıktıkça maslahata el atar, müşteri "elin çek" dedikte kendi kebir (büyük) maslahatını peştemaldan çıkarıp "ağam, bunda hicab (utanma) olmaz. ben seni memnun edeyim. hemen emreyle ki gör bak benimki uyanmıştır" deyip müşteri dahi el atıp tuttukta hemen onu yüzü üzerine çevirip bir hamlede biner, koyar ve işini tamam görür. saraç ahmed bey ki eyyam-ı nev-civanisinde (delikanlılık günlerinde) sultan murad han-ı rabinin (dardüncü murad'ın) silâhdarı mustafa paşa'nın kapıcıbaşısı olmuş kız cafer nam (adlı) kapıcıbaşının nur-ı dide (göz nuru) oğludur. işte benli kara davud o nazlı beye alâka edip cümle akçasın (bütün parasını) saraç civane (gence) yedirir çıplak aşıktır. amma saraç oğlanı da şakır şakır siker. saraçhanede o pakize (temiz) oğlan, "dellak saracı" diye melkubdur (lakaplıdır).
biri dahi kınalı kuzudur ki, ism-i şerifi (şerefli adı) firuz'dur. ġehrî (meşhur) kulamparalar firuz ġah dahi derler ki, elhak (gerçekten de) padişah-ı iklim-i hüsndür (güzellik ikliminin padişahıdır). o dilberin el ayaklarında parmakları kınalıdır. arnavudiyu'l-asıl (arnavud asıllı) olup, gözleri kanlı taze delikanlı olup vilayetinden ("memleketinden" anlamında) geldikte çardaklı hamam'da hemşehri odasına misafir olmuş, o dellak-i pelid (pis tellak) firuz'u sikip eritmiş, beline dellak peştemalını bağlayıp kese ve sabun ve lif ve lenger ile sanatını talim edip ortağı etmiştir. mürüvvet (mertlik) sahibi kulampara biraderlerimiz, çardaklı hamam'a vardıklarında "bir kınalı kuzucağımız vardır" dedikte, o hayvan firuz'u getirip el öptürür, makbule geçer makuleden olmakla (makbule geçer zannederek) iltifat gördükte (görünce) "efendim, ortaklık yoludur. oğlanın başını tutsam (tutmam) gerektir" deyip o lâîn (şeytan gibi kovulmuş) arvavud şaki firuz'un boynuna kol kemendini attıkta (atınca) oğlanın götünü nur topu misali domalır ki, aşkolsun o oğlana yarak basana. iş bittikte oğlan su dokunup peştemalını bağlanıp el öpüp "yine beklerim ağam, buyur" deyip çıkar ve bahşişini ve kanun-u narh üzre (narh kanununa göre belirlenmiş) livata ücretini ortağı dellak alır. bir böyle pervasız arnavudun yezididir ki, firuz'a götününnün kazancından birkaç akçe güç ile (zorla) verir imiş.
dîvânu lugâti't türk'te köt şeklinde geçiyor. köt ile ilgili olarak geçen kelimeler ise şunlar:
kötiç: çocuklara sövüldüğü zaman kullanılan "ey kıç gibi kokmuş" anlamına gelen bir sövgü sözü.
kötle-:bu kelime bir fiil. oğlan vb. sikmek/düzmek anlamına geliyor. bir örnek de verilmiş. oglanıg kötledi yani o, oğlanı sikti/ düzdü. daha 11. yüzyılda erkek sikmek anlamına gelen bir kelimemiz var düşünün!!
kötlet-: bu kelime de fiil kökü. anlamı oğlan vb. siktirmek/ düzdürmek. örnek olarak ol oglanıg kötletti yani o, oğlanı siktirdi/düzdürdü.
sevgilinize sonuna/sapına/tamamen artık ne derseniz diyin güveniyorsanız olması gerekendir. prezervatif seksten alınan keyfi çok çok azaltıyor bana göre. ancak sevgilnize güvenmiyorsanız asla korunmadan ilişkiye girmeyin. güvenmediğiniz, güvenemediğiniz bir insana da nasıl sevgili dersiniz o da ayrı mevzu. mesele sevgililerin başkalarıyla seks yapmalarından aldatmalarından ziyade partnerlerinin/ eşlerinin sağlığını tehlikeye atabilecek kadar acımasız, düşüncesiz olmalarıdır. eğer sevgilinizin sizi riske atmayacağından eminseniz varsın başkalarıylla yatsın bence çok da önemli değil.
diyanet işleri başkanlığıdır. inansın inanmasın bütün halkın vergisinin sadece tek bir dinin tek bir kolunu temsil eden bu kokuşmuş kuruma verilmesi tam bir şaçmalıktır, haksızlıktır. hiristiyan, alevi, ateist vs.. vatandaşın vergisiyle cahiller ve yobazlar ordusunu finanse etmek de nedir? bu kurumun kendisi bizzat islama aykırıdır zaten. din hizmeti parayla satılır mı? gerçi allahın kitabı dedikleri kuranı da parayla satıyor bunlar. resmen kâr elde ediyorlar. bir de cami çıkışlarında milletten para toplamazlar mı. falanca yere yardım filanca yere yardım diye. daha bir tane okula, eğitim kurumuna yardım toplanıldığını görmedim. varsa yoksa kimsenin gitmediği camiler, kuran kursları yapılsın. birileri şu kurumu kapatsa da milletçe rahat etsek.
götçüler amcılara karşı olarak da tercüme edebiliriz. iki gurup arasındaki tartışma anlatılıyor.
gulampâre yaranların (dostların, sevgililerin) ve zenpâre biraderlerin mabeyninde (arasında) olan münazaran (tartışmayı) ve mefâhiratı (övünmeleri) tafsil ve tasvir eyler (açıklar ve anlatır). zenpâre, mahbubeler musahabetinden (kadınlar sohbetinden) hazzedip (zevk alıp) mahbublar mücamaatın menedip (erkeklerle cinsel ilişkiyi yasaklayıp) gulampârelere serzeniş ve tevbih ederler (sitem edip kınarlar) ki, "ey ağızları tadını ve nefisleri murâdını bilmez derdmendler (dertliler) ve iyiden yanlıyı (iyi olanı) farketmez biçareler!. niçin ş'ol (şu) zerdali boylu, yumuşak beypazarı kavunu gibi tatlılığından iki şakk (parça) olmuş garaimi koyup ol mâden-i necaset (pislik madeni) ve menba-i habaset (kötülük kaynağı) ve bais-i kabahat (suç sebebi) dedikleri murdara uyup şöyle yüz karalığın kılarsınız" deyu (diye) yakındığıylan (yakınıp) hitablar ve itablar kılıb nâmeler (mektuplar) ve kitaplar gönderdiler. gulampâre yaranlar, zenpârelerin bu tâ'nım (kınamasını) işidib "göt gibi azîz ve nefis ve bir nesne (birşey) var mıdır" deyip dil uzattıklarına gayet ile (çok) incinib dağda ve taşda ve kuruda ve yaşda ve köyde ve şehirde ne kadar gulampâre var ise cem' olub (toplanıp) sikden alemler kaldırıp ve götden nakkareler (trampeti andırır küçük, vurmalı bir çalgı) çalıp "varalım şu zenpârelerin başına am gibi kik (geniş) dünyayı göt gibi dar ve başların kesip am kapısında taşak gibi berdar edelim (asalım)" deyüp divane oldular. zenpârelere bu haber vasıl olıcak (bu haber ulaşınca), onlar dahi zenançe (kız işi) kaftancıklar giyip ve ibrişim kuşaklar kuşanıp ve kıvracık kırcık ve ucu tellice saçaklar sarınıp ve destmalcikler takınıp şah, paşazade, hanzade, kadıncık kızı gibi düzünüp koşunup bir yere cem' olup (toplanıp) fikirlerin (fikirlerini) bunun üzerine mukarrer kılıp (kararlaştırıp) dediler ki: "gulampârelerin kavli (sözü) kutlu, avâzeleri (sesleri) heybetlû, cümbüşleri merdane (eğlenceleri erkekçe) ve direnişleri pehlivânedir. zira onlar kûh-ı billurun (billur dağ) gibi yaylakda perverde olmuştur (beslenmiştir). bizim dut keser gibi yerde oturmadan benzimizde tendürüstlük (sağlık) yerine zaiflik (zayıflık) ve süstlük (tebellik) arız olmuştur. biz onlar ile mukabele ve mukavemet etmek (bizim onlara karşılık verip karşıkoymamız) kabil değildir. hemân (hemen) çaresi budur ki, "sizinle mukatele (savaş) ve mücadele etmekden safamız yoktur (istemiyoruz, zevk almıyoruz). amma gelin münazara ve muhavere edelim (tartışıp konuşalım), her birimiz medhini delille isbat etsin (övündüğü konuda haklı olduğunu kanıtlasın), her kimin kelimatında (sözlerinde) kuvvet ve istikamet ziyade olursa (güç ve yöneliş fazlaysa), hükm-ü galebe ona müteallik olup (galibiyet kararı onun için verilsin) canibinde niza' mürtefı' olsun (anlaşmazlık ortadan kalksın)" deyu el ağız bir eyleyip bu resme tedbir eylediler (bu şekilde bir çözüm önerdiler). birkaç günden (birkaç gün sonra) gulampâreler askeri erişip saflar ve alaylar bağlayıp durdular. zenpâreler bu hali gördüler ve bildiler, can başlarına sıçrayıp söyledikleri söze peşiman (pişman) oldular. ahiren, (sonra) içlerinden bir cihandîde (dünya görmüş) ve belâdan ve doksan dokuz kazadan arta kalmış, kesret-i zinadan (zina çokluğundan) gönlü kararmış ve am havasından benzi sararmış, çok çalışmaktan beli bükülmüş bir pîr (yaşlı), başında külâh-ı kes (şarap dolu bardaktan yapılmış külah), elinde âsây-i kîr (erkeklik organından âsâ), ayak üzre durup ve bülendâ-vâz (yüksek ses) ile çağırıp ayıttı (dedi) ki, "ey gulampâreler, iki cihanda yüzü kareler ve âvâreler. hadd-ü insaftan (insaf derecesinden) teâdî (çıkmak) ve tecavüz etmek râh-ı delâlete (sapkınlık yoluna) ve tarîk-i cehalete (cahillik yoluna) düşüp gitmek, hakkı koyup bâtıla uymak, sikleri boklara mâlâmâl olmuş (dolmuş) götlere koymak ne demektir?
şiir:
"var iken dünyada zîbâ ve lâtif am
kişi göt sikmek gayet bok yemekdir
var iken billahi yağ, parmağını
boka bandırmak âdem ne demekdir?"
gulampâreler bu haberi gûş kılıp (duyup) deryayı muhit (etrafı çevreleyen deniz) gibi hurûş ve cûş edüp (coşup kaynayıp) hemen ol dem (o an) dilediler kim (ki), hücum edip zenpâreleri taşak zarbıyle (vuruşuyla) helak edeler ve sik nîzeleri (mızrakları) ile sinelerin (göğüslerin) çak edeler (yırtalar) şeytan aleyhilâne (allah ona lanet etsin) bu haberi görüp ayak üzre kalkıp bir eline bir âsâ ve bir eline teşbih alıp ş'ol (şu) komşuluk ("komşu" yerine) amı sikmekten yüzü kara olmuş merdümek (mercimek) sorusu gibi bir azîz şeyh olup çıka geldi, iki askerin mabeyninde (arasında) durdu..."
...şeytan aleyhilâne (allah ona lanet etsin) çıkıp gelip bunların arasına seccade-i sulh (barış seccadesi) deyu (diye) bir sikişhane hasırın saldı, geçip üstüne oturdu, zenpâreleri ve gulampâreleri önüne getirdi, bunları ayıttı (dedi) ki: "ey gözümün nuru gulampâreler ve ey gönlümün surum (sevinci) zenpâreler. kiminiz bakıyye-i kavm-i lût (lût kavminden artakalan) ve kiminiz bende-i nesl-i kabil (adem peygamberin oğullarından kabil'in soyundan gelenler). bana yar-ı yoldaş (yar ve yoldaş) olmaya sizden gayrı kim kabil? gelin siz ceng ve cidal (savaş) etmen (etmeyin) ve beni şuridehâl etmen (perişan etmeyin)" deyu her birine nasayih-i pür fasayih (güzel sözlerle dolu nasihatler) söyeleyib bulduğu pohu (boku) yiyip ahiren (sonra) "sulh hayırdır" diyip bunları sulha davet edip kadı oldu. zenpâreler can ve gönülden buna razı oldu. amma gulampâreler "madem ki bu zenpârelerden bize bir nesne hasıl olmaz, bunlar bu murada vâsıl olmaz (ermez)"dediler. pes (o zaman) şeytan aleyhilâne (allah ona lanet etsin) bu sözü kabul eyleyip zenpârelere söyleyip bu kavli (sözü) bunun üzerine bağladılar kim (şöyle karar verdiler ki), zinadan ne kadar evlâd hasıl oldu ise, gulampârelere vâsıl ola (verile) ve her ne muradlan var ise göreler (ne isterlerse yapalar). gulamparler bu sözü işidip kail oldular, (kabul ettiler), taze götler sikmeye mail (istekli) oldular. sikten kalem ve götten divat (eskiden belde'taşınan, yazı yazmak için kalem ve mürekkebin konulduğu alet; divit) getirip kalem divata bastırdılar. boku meni ile ezdiler yani mürekkep düzdüler (yaptılar), bir tuman (don) içine yazdılar. madem ki zenpâreler göte dil 'izadıp itale-i lisan etmeyeler (söz atmıyorlar),, gulampâreler onları taşak zarbıyla (vuruşuyla) ve sik, zahmı (yarası) ile mecruh edip (yaralayıp) incitmeyeler. ş'ol (şu) şartla kim (ki), zinadan hasıl olan zina püserleri (oğlanları) zina dilberleri cem' edip (toplayıp) cima talim edip (öğretip) andan (ondan sonra) gulampârelere temlik edeler (mal olarak vereler). çün ahidname (anlaşma) tamam oldu, zenpârelerin yüzü kara ve başı aşağa ve oğlanların götü sike ve ??? olup herbiri bed-nâm (kötü isimli) ve rusvây-ı âm (dünyanın rezili) oldular, neye uğradıklarını bildiler, kuyruk göte kısıp yildiler (hızla yürüdüler). gulampâreler safalar kesbedip (alıp) huzurlar sürdüler, göt dümbeleklerin çala çala ve sik alemlerin sala sala feth-u zafer birle (zafer ve fetih ile) yerli yerine gittiler.
şiir: sürür ile döndü gulampâreler
gam ile helak oldu zenpâreler
koyup oğlanı her kim zenpâre ola
bu denlû belâlar ona az ola
götü terk idüp her kim ki sike am
yeridir olursa rusvây-ı âm...".
dîvânu lugâti't türk'te köt şeklinde geçiyor. köt ile ilgili olarak geçen kelimeler ise şunlar:
kötiç: çocuklara sövüldüğü zaman kullanılan "ey kıç gibi kokmuş" anlamına gelen bir sövgü sözü.
kötle-:bu kelime bir fiil. oğlan vb. sikmek/düzmek anlamına geliyor. bir örnek de verilmiş. oglanıg kötledi yani o, oğlanı sikti/ düzdü. daha 11. yüzyılda erkek sikmek anlamına gelen bir kelimemiz var düşünün!!
kötlet-: bu kelime de fiil kökü. anlamı oğlan vb. siktirmek/ düzdürmek. örnek olarak ol oglanıg kötletti yani o, oğlanı siktirdi/düzdürdü.
zordur, yıpratıcıdır. bir buçuk yılı ayrı geçen 2 bir uzun mesafe ilişkim var ve artık sona geldiğimi hissediyorum. onunla tanıştığım şehirden bir buçuk sene önce ayrıldığımda en nihayetinde kavuşacağımızı, artık hiçbirşeyin bizi zayırmayacağını düşünmüştüm. ayrı kaldığımız süre boyunca da kimseyle birlikte olmadım.sık sık sevgilimin yanına gidip geldim o da benim kadar sık olmasa da beni ziyaret etti. her görüşmemiz bir travma halini almaya başladı. yine ayrılık, yine özlem. artık sabrımın sınırına geldim. sanki birşeyleri kaçırıyor gibiyim. sürekli telefon görüşmeleri bunalttı beni. etrafımdaki mutlu çiftleri görmek üzmeye başladı. ve sonunda dikkatim çevremdeki insanlara kaymaya başladı. yeypyeni ve daha güzel ilişkiler kurabileceğimi farkettim. zamanımı ve gençliğimi harcadığımı düşünmeye başladım. tam işte bu noktada ona olan aşkımın bittiğini anladım. skyptan yaptığımız büyük çoğunluğu sex içerikli sohbetler ergence gelmeye başladı kendimi zavallı gibi hissettim. zamanla kopuşun eşiğine geldim. artık farkındayım ki kavuşma çabuk olmayacaksa, yıllar sürecekse bu tarz ilişkileri yürütmek hem çok zor hem de gereksiz. özlemle geçen boş yıllarınıza ve zamanınıza yazık. ha çok çok mu seviyorsunuz o halde her imkanı zorlar aynı şehirde yaşarsınız. imkanlarınızı zorlamıyorsanız zaten çok sevmiyorsunuzdur kendinizi kandırmayın, lişkinizi masaya yatırın bence. zira aşkta ve rüyada imkansızlıklar yoktur.
kalır mı kalmaz mı daha belli değil ama içinden bir ses oh olsun, beter olun diyor. tabi mantıklı yanım da keşke baraj altında kalmasalar diyor. teröre ve pkk'ya mesafe koyamazsan, sağda solda özerklik ilan edilmesine göz yumarsan, katliamlardan oy devşirmeye uğraşırsan ve daha bir sürü şey, olacağı bu.
çok şeye tahammülüm var ama öpüşmesini bilmeyen adamlara karşı tahammülüm yok. öpüşmesini bilmeyen bir adam bana göre ders anlatmasını bilmeyen öğretmen, anayasadan haberi olmayan hukukçu gibi bir şeydir.