porter

Durum: 1553 - 0 - 0 - 0 - 31.08.2019 00:34

Puan: 25466 - Sözlük Kaşarı

14 yıl önce kayıt oldu. 2.Nesil Yazar.

3d artist
  • /
  • 78

fesleğen

anavatanı olan iran dolaylarından gelmiştir. yemeklerde de kullanılabilir bir bitkidir ayrıca. küçük bir çocuk gibi başını okşayınca mis gibi kokusunu verir size.

lubunik

içten uslübu ve kelimeleri olduğu gibi kullanmasıyla dikkatimi çeken bir blog yazarıdır. hoşgelmiştir sözlüğe *

rakel dink

hrant kitabında eşinin, sevgilisinin, khentinin haberini nasıl da güçlü bir şekilde karşıladığını etkilenerek okumuştum.

hrant kitabından kendi anlatımı;

“sabah saat on buçukta evden ayrıldı diye hatırlıyorum. her zamanki gibi az da olsa yaptı kahvaltısını. ayrılırken biraz keyifsizdi. bir şey takılmıştı kafasına. öperek yolcu ettim. üzülme, dedim, çok da önemli değil bu sıkıntılar. akşama döndüğünde geçer, dedim. önemli olan varlığımız, gibi bir şeyler söyledim. böyle bir konuşma oldu aramızda.

sonra o işine gitti. benim de dua toplantım vardı, oraya gittim. (...) telefon çaldı. oğlum, mama nerdesin? dua et, diyordu. sesi titriyordu. dedim oğlum, sen nerdesin, orada kal ki ben geleyim. kendisine bir şey oldu sandım. yok bir şey mama, sen dua et...

onun telefonu kapandı, sera aradı. mama, babam, dedi. (...) evdekilere de bağırıyorum. kimse bana engel olmasın. agos’a gideceğim. benimle gelmek isteyen varsa gelsin diye. iki arkadaşımla bindik taksiye. o yol da bir türlü bitmek bilmedi. gittimse ararat’la sera’yı orada gördüm. orada sarıldım onlara.

insanoğlu çok garip! o an çocuklarımın boynu bükük artık diye düşündüm. eziklik, babasızlık, kanatlarının kırılmış olduğu... böyle düşünceler üşüştü zihnime. bu düşünceler içinde sarıldım onlara.

ben gittiğimde eşimi kaldırmışlardı. kanını gördüm kaldırımın üstünde. sonra hep üzüldüm, niye uzanıp oraya, yanına yatmadım diye. sonra hep üzüldüm... çıkarken agos’tan, baktım orayı sabunla suyla yıkıyorlar. temizlemeye çalışıyorlar. sanki temizlenirmiş gibi. suyla sabunla temizlenir mi dökülmüş kan? *

incelikler yüzünden

anlamıyorlar; anladıkları zaman bir meczup, anlatmaya başladıkları zaman dilleri lal oluyor.sessizce kendi içine gömüldüğünde anlıyorsun hep, incelikler yüzünden bunca acının sana artık aynı anlamla hükmetmediğini. anlıyorsun da anlatamıyorsun ki; sözlerini cümlelerle kalıplaştıramıyorsun bile. uzaklaştıkça daha da hissizleşiyor kalbin. kalbine ket vurup başka mecraların dehlizlerini arşınlıyorsun.

şehirlere göre ayı sözlük kullanıcı sayıları

şehirlerdeki sayının birer göz aldatmacası olduğunun kanıtıdır. zirvelerdeki katılımlara bakılınca çok rahat gözlemleyebiliyorsunuz. sayının çokluğu göz doldurabilir ama bunun hakkını vermek gerekiyor.

ayten alpman

ve güz geldi ömür hanım

şükrü erbaşın özlemi, hüznü, cevaplayamadığımız soruları ve aşkı anlatan düz yazı tarzında ki şiiri.

"ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım?
her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz düşünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?

dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım. büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım. bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir göz bebeklerimden. sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?

öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben'e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir ömür hanım?

susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...yalnızım ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...sularım toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı...kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya...
yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.
kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.
biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...
kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su...sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün kalıplarından. beni duy ve anla.
yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi yine. doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki?
kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.
ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım? "

şükrü erbaş

cümlelerinin güzelliği karşısında kayıtsız kalamadığım, okunduğunda dizelerinin dakikalarca düşündürtme etkisini yaşatan yazar, şair.

(bkz: ve güz geldi ömür hanım)

xalo

doğum günün kutlu olsun hocam, nice güzel ve sağlıklı yaşların olsun *

sosyal sorumluluk projesi

üniversite de okurken bahar şenliklerinde tanıştığım; ilk izmirde oluşturulan abla ağabey kardeş projesi vardı. araştırmış ve gönüllüsü olarak iki yıl boyunca severek çalışmıştım. kattığı şeyler çok fazlaydı bana. düşününce iyi ki, o çocuklara ulaşabilmiş ve az da olsa yardım edebilmişim demiştim. bu gibi projelerde gönüllü olmaktan kaçınmayın. size verdiği kazanımlar o kadar önemli ki, bunu farkediyorsunuz zaten.

34

68in yarısı, 19un 2 katı olan bir doğal sayıdır.

renkli dünya

filmin son sahnesinde gülşen bubikoğlu ve erol evginin düeti filmi bugün bile izlettirme gücüne sahip.

hanedan

peygamber, hükümdar veya devlet büyüğü gibi bir kişiye dayanan soy, büyük aile.

90 larda lubunya olmak

cuma günü çıkacak olup, dernek üyelerinin kutlamasını bugün yaptığı kitaptır.

en beğenilen film replikleri

-dediğim gibi bu işi bırakamam jack.. daha iyi bir fikrin var mı?
-ben bir kere yaptım..
-neyi yaptın? meksikaya mı gittin jack twist? hm? çünkü meksika'da senin gibilerine ne yaptıklarını duydum..
-evet meksika'ya gittim bundan sana ne? *
-sana bunu bir kere söyleyeceğim jack twist!.. ve dalga da geçmiyorum..! bilmediklerim.. bilmediğim o şeyler.. eğer bir gün onları öğrenirsem seni öldürürüm.. şaka yapmıyorum!

-o halde dinle!.. bunu sadece bir kere söylicem..
-söyle!!.
-iyi dinle!.. birlikte bi hayatımız olabilirdi.. çok güzel bir hayat.. kendi yerimiz olurdu. ama sen bunu istemedin enis!! peki elimizde ne var ha? brokeback dağı!.. her şey burada başladı, elimizde sadece o var sadece o!!.. hiç bir şeyi bilmesen de bunu bildiğini umarım...

-lanet olsun jack..
-istersen beraber sayarız, neredeyse 20 yıldır birlikteyiz.ne kadar kötüye gittiğinin farkında bile değilsin..! ve ve ben sen değilim.benim için çok fazlasın enis.. adi köpek... keşke senden vazgeçebilmeyi bilseydim!

-neden vazgeçmiyorsun? neden beni bırakmıyorsun ha? ben senin yüzünden böyleyim jack. hiç bir yere ait değilim. bir hiçim..

-enis.. enis..
-benden uzak dur!
-buraya gel!! tamam özür dilerim.. tamam lanet olsun..
-buna artık dayanamıyorum jack..

(bkz: brokeback mountain)

sözlük yazarlarının hayat sloganları

yarını yokmuşçasına yaşa!

mantıya meyveli yoğurt koymak

ayı sözlük birinci samsun zirvesi

böylesi bir ithamın yapılan kişice ne derece sağlamlık içerdiğini merak etmiyor değilim. başka ağızlarca yapılmış olması muhtemeldir, yorumu yapan kişinin; ne kadar sözlüğün içinde olduğuda aşikar doğrusu! salt yalan yanlış dayatmalara maruz bırakılmış ama hiçbir zarara uğramadan aslanlar gibi yapılacak olan zirvedir. zirve ortamını bilmeden, o ortamın ambiyansını yaşamadan, hissetmeden bu tür asparagaslara anlam vermek güç. kişinin başka işi gücü yokmuş gibi, olmayacak şeyleri olacak izlemini yakıştırması onun halen daha bazı şeyleri aşamadığını gösterir. * *

kadın şairler

yalvaç ural

miço dergisinde yazdığım şiir çıktığında çok sevinmiştim. bana hediye yollayacağını düşünüp daha da sevinmiştim. *
  • /
  • 78

porter

çanakkale geçilmez derlerdi de inanmazdım. yıkıp geçmişsin güzelim kenti. yeter kıskandırdığın dön köyüne!

üstteki yazar

çok seviyorum ahretliğim. izmir'in en en çiğdem'i en en en boyoz'u olur kendisi.

yara

(bkz:kalben) in sonsuza kadar albümünden bir parça, güzel sözleri olan bir şarkı.

kalpsizin biri demişsin hani?
bari, yorgun dargın bakışalım.

orhan pamuk

1 yıl boyunca evinin balkonundan çektiği fotoğraflar yapı kredi sanatta sergileniyor. seçkiler arasında çokta albenisi olan görseller göremedim. birara taksime gidende gezilir artık. gezmek için son gün 27 nisan 2019

grizzly ve lemmingler

ayı sözlük yazarlarına şarkı armağan etmek

@porter izmirin en alımlı yazarı gelmiş hoşgelmiş. savur röfleli saçları..

Toplam entry sayısı: 1553

babanın ölmesi

ne çok isterdim sözlük; babamla yaşayamadığım her fırsatı oğlumla –oğlumla dedim, hep erkek çocuğum olsun isterdim- gerçekleştirebilmeyi. en basit anları dahi, zevkli hale getirebilen o mucize şeyle; dünyaya yeniden doğmuş gibi çocuklaşarak, huysuzlaşarak, mızıkçılık yaparak yaşamayı. çok hassasım bu konuda sözlük, tanıyamadım pek fazla ben babamı.

derler ya, parça parça hatırlanır işte öyle; bana arka odadan sataştığını duyar gibim halen daha “hababam sınıfı başladı gel izleyelim hadi” bende çocuk aklımla gitmezdim yanına. markete giderken onu koşullandırırdım “baba çubuk kraker ve negro alacağız değil mi?” o koskocaman cüssesiyle güler ve “alırız ama fazla şey istemeyeceksin” derdi, sesimi çıkarmaz, onun yanından yürürdüm. sanki korktuğum bir şeyler varda, onun haberi olmaksızın, beni koruyacağını düşünerek sırnaşırdım yanına, çocukluk işte. sonra o gece geldi çattı -pazar günlerini daha bir sevemez oldum o günden sonra- karşımda yığılıp kaldı o koskocaman adam ne olduğunu anlayamadan, idrak edemeden evde bir telaf, kalabalık bir güruh sonrası ise hissiz bir çocuk yüreği. hayatımda ki tek pişmanlığım onu o kapıdan çıkarırlarken “ya bir daha göremezsem, son kez öpsem babamı, çıkarmayın kapıdan” dedim. ama duymadılar, ambulans sesi çoktan mahalleyi baskısı altına almıştı.

gittiler…

bende balkondan ona bakıyordum, vedalaştığımı bilseydim koşmaz mıydım arkasından. babam, yoktu artık. beni koruyacak kimse yoktu, bir baba-oğul görsem hep yüreğim burkulur. muhabbetini duysam o ortamdan gitmemek için zor tutarım kendimi.

sonra sonra anladım ki; yazarın dediği doğruydu;

“işte bende ölüyorum, bir an önce ölmek istiyorum. babamın ardından başlayan bu ikinci hayatın bana neler getireceğini tam kestiremeden. belki de en zor ölümü yaşıyorum. bedenimin yarısını kaybetmiş, bir mucize; geri gel diye bekliyorum. gelmiyorsun, gelmeyeceksin bunu bilmek istemiyorum. kemiklerimi kırarcasına sımsıkı sarılmanı, öpmeni, kokunu, o güzel saçlarının tek bir telini rüyalarımda arıyorum. ve artık öğreniyorum; -öğreneli ve kavrayalı çok uzun yıllar oldu- babanın oğluna öğrettiği en son şeyin babasızlık olduğunu. ve yeniden doğuyorum. babasız bir hayata gözlerimi açıyorum; sensiz, yarım ve olgun..”

xalo

bir abaaaaaa deyişi var, allaah allaaah. can o can.

google'a ayisozluk yazınca çıkan sonuca çok şaşıracaksınız

ayı sözlük tarihinde gördüğün en boş, en gereksiz ve manasız başlık.

şeker portakalı

ilk kitap okumaya başladğım da * ilk çocuk romanım. sonunda ne ağlamıştım zeze'ye o da ayrı tabi.

ahmet ümit

okunmaya başlanılacaksa eğer ya beyoğlu rapsodisi ya da bir ses böler geceyi kitabıyla başlanmalı. sonra peşini bırakamıyorsunuz zaten.

hayattan ve her şeyden bir anda soğutan şeyler

perdenin tamamını yanlış korniş boşluğuna takmış olduğunu farketmek ve sonra hepsini çıkarıp tekrar takmak.

babanın ölmesi

ne çok isterdim sözlük; babamla yaşayamadığım her fırsatı oğlumla –oğlumla dedim, hep erkek çocuğum olsun isterdim- gerçekleştirebilmeyi. en basit anları dahi, zevkli hale getirebilen o mucize şeyle; dünyaya yeniden doğmuş gibi çocuklaşarak, huysuzlaşarak, mızıkçılık yaparak yaşamayı. çok hassasım bu konuda sözlük, tanıyamadım pek fazla ben babamı.

derler ya, parça parça hatırlanır işte öyle; bana arka odadan sataştığını duyar gibim halen daha “hababam sınıfı başladı gel izleyelim hadi” bende çocuk aklımla gitmezdim yanına. markete giderken onu koşullandırırdım “baba çubuk kraker ve negro alacağız değil mi?” o koskocaman cüssesiyle güler ve “alırız ama fazla şey istemeyeceksin” derdi, sesimi çıkarmaz, onun yanından yürürdüm. sanki korktuğum bir şeyler varda, onun haberi olmaksızın, beni koruyacağını düşünerek sırnaşırdım yanına, çocukluk işte. sonra o gece geldi çattı -pazar günlerini daha bir sevemez oldum o günden sonra- karşımda yığılıp kaldı o koskocaman adam ne olduğunu anlayamadan, idrak edemeden evde bir telaf, kalabalık bir güruh sonrası ise hissiz bir çocuk yüreği. hayatımda ki tek pişmanlığım onu o kapıdan çıkarırlarken “ya bir daha göremezsem, son kez öpsem babamı, çıkarmayın kapıdan” dedim. ama duymadılar, ambulans sesi çoktan mahalleyi baskısı altına almıştı.

gittiler…

bende balkondan ona bakıyordum, vedalaştığımı bilseydim koşmaz mıydım arkasından. babam, yoktu artık. beni koruyacak kimse yoktu, bir baba-oğul görsem hep yüreğim burkulur. muhabbetini duysam o ortamdan gitmemek için zor tutarım kendimi.

sonra sonra anladım ki; yazarın dediği doğruydu;

“işte bende ölüyorum, bir an önce ölmek istiyorum. babamın ardından başlayan bu ikinci hayatın bana neler getireceğini tam kestiremeden. belki de en zor ölümü yaşıyorum. bedenimin yarısını kaybetmiş, bir mucize; geri gel diye bekliyorum. gelmiyorsun, gelmeyeceksin bunu bilmek istemiyorum. kemiklerimi kırarcasına sımsıkı sarılmanı, öpmeni, kokunu, o güzel saçlarının tek bir telini rüyalarımda arıyorum. ve artık öğreniyorum; -öğreneli ve kavrayalı çok uzun yıllar oldu- babanın oğluna öğrettiği en son şeyin babasızlık olduğunu. ve yeniden doğuyorum. babasız bir hayata gözlerimi açıyorum; sensiz, yarım ve olgun..”

sözlüklerde kürtçülerin artması

kafada şekillenen, sorgusuz sualsiz tek anlamı oymuşçasına "terörist" tanımına yerleşen halk topluluğu. medeniyetsiz oldukları iddiası, medeniyeti sorgulatır bir halktır kürtler. medeniyetin doğduğu topraklarda bin yıllarca ikamet etmiş fakat gelinen noktada belleği zayıf olanların "medeniyetsiz!" ithamlarına maruz kalmışlardır. öyle bir milletiz ki; televizyon, gazete, sosyal ağlarda at gözlüklerimiz varmışçasına öylesine görmeye tahammül edemiyoruz ki bizden olmayan bir ötekini görmeye nefret söylemlerimiz hazır; o kürt çünkü; ülkeyi bölecekler ve kendi devletlerini kuracaklar. o kürt çünkü; pkk örgütlerine destek veriyor. akla kazınan şeyler, birçok nedeni sıralanabilir pekala. haklarında uyanan nefretin nasıl olup da bunca büyüdüğüne anlam veremediğim, veremeyeceğimdir. uyanın artık! bu safsatalar çok geride kaldı. eğer birşeyler yapabileceksen yap. lafla peynir gemisi yürümez
söz konusu sadece kürtlük değil, unutma ki sende bir ötekisin. senin; aşağıladığın, yaşama hakkının olmadığını, hiçbir hukuki hakkın tanınmadığı yerde yaşıyorsun. aynı onlar gibi.

ayı sözlük itiraf

halen daha bıraktığın gibi hatırlıyorum seni. farklı olan; daha çok büyüdüm, farklı gelen; senin evladın olduğum için gururluyum, farklı algıladığım; senin ismin geçtiği zaman, "baba" kelimesinin hecelerini işittiğim an artık daha az yaralanıyorum. alışılıyor baba, hayat herşeyi alıştırıyor insana, fakat onbir yıl önce bıraktığın, seni çok seven küçük oğlunum.

babamı çok özledim sözlük..

türkiye'de sadece 24 sokak çocuğu var

aile ve sosyal politikalar bakanı fatma şahin'in açıklaması.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/229341... *

"şahin'in verdiği bilgiye göre 2007'de 775, 2008'de 474, 2009'da 197, 2010'da 101, 2011'de 106 ve 2012'de 24 çocuğun sokakta yaşadığı tespit edildi ve bu çocukların bakanlık hizmetlerinden yararlandırılması sağlandı. verilen bilgiye göre, 2012’de en çok çocuğun sokakta yaşadığı il istanbul oldu. istanbul’da 15, ankara’da 5, izmir ve samsun’da 2’şer çocuk sokakta yaşıyor."


bu tespit neye göre yapıldı sorarım size, şaka yapıyorsunuz demi bakanım? oturduğunuz makam koltuğu alçak sanırım, görememenizi normal karşılıyorum. çıkın bir sokağa da tespitinizi kendiniz yapın! lafla peynir gemisi yürümez!

ayı sözlük yazarlarının profilleri

ohaa boy ortalamalarını görünce yazsam mı diye düşündüm ama yazacağım

178 / 78 / 24

izmir'in abartılmış bir balon olması

sik ve yarak geçen argo deyimleri am ile değiştirmek

sözlükten soğumak

sözlük, amaç çizgisinden saparak daha başka şeylere yönelip, bir araç muamelesi görmesi üzerine bir süredir entry girmememe sebep olan, doğal akış sürecimdir. son zamanlarda özgür bir platform olmasının hiçbir yansımasını göremediğim ve benim gibi düşünen onca yazarın da aynı düşünce de olduğunu düşünüyorum. sözüm ona; yaptıklarımı göz önüne sermekten çekince duymuyorum. bunu gizleyip örtbas etmekte hatasını bilmez kişilerin yapabileceği bir davranıştır. bir şekilde, eski enerjisini kaybeden sözlüğe birer atıfıımdır illegal sözlerim. sözlük kendi kurallarından bahsederken; kurallara uyulmaması, yazarların * başka zaaflarını gidermek ve bunlara çözüm yolu olarak sözlüğü mekan bellemekte bir etkendir.

babanız hakkındaki acı gerçekler

bu gerçekleri belki de algılayamayacağın yaşta olacağınızdan sonradan idrak ediyor ve yüzünüze bir bir çarpıyor. çok geç kalmış olsanızda "keşkelere" dönüyor o derin iç çekişlerinizin altında yatan "acı gerçekler"

-bir kahveye gidip onunla karşılıklı çay içerek maç izleyemediyseniz..
-rakı kadehinizi her dolduruşunuzda, yandan uzatılan diğer kadehin onun olmasını istediyseniz..
-kep töreninde; adınız söylenirken platforma çıktığınızda size bakan gözlerin içinde onu arıyorsanız..
-her attığınız adımın ardında "acaba babam ne düşünürdü?", "bana ne derdi?" diye sorular soruyorsanız kendinize..
-yaşınız önündeki rakamlar arttıkça hayatın daha da güç geldiğini, bazen düşünme yetinizi kaybettiğinizde, isyan ettiğinizde; "keşke babam olsaydı o bana yol gösterirdi" derlere dönüşüyorsa.
-yürüdüğünüz parkurda tökeyleyip dizlerinin üzerine düştüğünde yaralara aldırmaksızın ayağa kalkarken; "babam olsaydı daha güçlü olurdum"lara dönüşüyorsa cümleleriniz.
-konuştuğunuz cümlelerinin gizli öznelerinde "baba" kelimesini kullanmaktan kaçınıyorsanız..
-birileri sizi ona benzetiyor bunun içinizi acıttığını zerre belli edemiyorsanız..
-ölümün ne gaddar birşey olduğunu hayatın süprizleri arasında kahkahalar atıyorken bile unutturabiliyorsa..
-varken kıymetini bilemediğin, yokken; o güçlü çınar seni halen daha ayakta tutabilme gücünü veriyorsa..
-onüç yaşında bırakıp gittiği çocuğu halen daha bunları unutamamış, aynaya her baktığında silüetinde onu gerçekten görmeye başlamışsa.

o küçük çocuk için ne büyük bir acıdır bu.

Henüz takip ettiği biri yok.