lost soul

Durum: 1537 - 0 - 0 - 0 - 04.11.2016 14:13

Puan: 32678 - Sözlük Kaşarı

15 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

Tamam.
  • /
  • 77

intihar etmek

gecenin öteki yüzü deyu bir film var. zuhal olcay (ki türkiye'nin en "klas" kadınlarından biridir) ve müşfik kenter (ki türkiye'nin en iyi tiyatrocularından biridir) oynuyor filmde. işte, işbu filmin öyle bir sekansı vardır ki; midenize yumruklar atar, suratınıza osmanlı tokatları çarpar, silkeler sizi bir güzel.



müşfik kenter: ateşin var mı? sigara içmez misin?... allah bilir rakı da içmezsin... konuşmasını da bilmezsin, di mi? sen kuşları da sevmezsin; çiçekleri de. söyle. öyle di mi? çocukları... (parmaklarını şıklatıyor) canın çekmez mi hiç keyfetmeyi? parayı sever misin, parayı? onu da mı? erkeklerden nefret ediyorsun, ha! eee sana da bu yakışır....
at kendini denize! ne duruyorsun? "boşuna bu dünya" de be! benim yarı yaşım kadar bile yoksun. güzelmişsin de. derdin mi çok? ha? benden de mi çok? at kendini şurdan denize. seni o paklar!
(müşfik kenter bir sigara götürür dudaklarının arasına. zuhal olcay yakıverir çakmağıyla. ve devam eder müşfik kenter baba)
madem ateşin var, ne duruyorsun karanlıkta?... hadi koş, hayata! hey bre, karacaahmet, kara mezarlık! sana gelmiyorum işte! var mı bi' dicen? yorgo'nun meyhanesi'ne gidiyorum. daha çoook beklersin, çok!


demem o ki;
aklının, ruhunun ucu bucağından "intihar" nam kelimenin tek bir harfi bile geçen bir ademoğlu adem'e, havvakızı havva'ya bu sekansı izlettireceksin. bak, nasıl koşmaya başlayacak hayata!

the raven

kuzguna yavrusu şahin görünürmüş. içinde edgar allan poe'ye dair bir şeyler olan her şeyi çok seviyorum ben.

daha birkaç gün önce vizyona giren bir edgar allan poe hikâyesi bu. james mcteigue yönetmen koltuğunda. john cusack, alice eve ve luke evans da başrollerde.

john cusack'ı edgar allan poe rolünde görüyoruz. edgar allan poe'nin keçi sakallı tek bir fotoğrafı, resmi olmamasına rağmen, keçi sakallı poe fikri kimin aklından çıktıysa, bir güzel pataklamak elzem o boş adamı.
neyse.

konuya gelirsek:
bir anne ve kızı vahşice öldürülüyor. olayı araştırması için tutulan polis memuru bu cinayette ve ardından işlenen başka cinayetlerde de edgar allan poe'nin hikâyelerindeki cinayetlerle ilişkiler, benzerlikler olduğunu görüyor. bunun için edgar allan poe'den yardım istiyor.

kısaca böyle.
edgar allan poe sevenler illa ki izlemeli. hem sadece filme adını veren the raven şiiri değil; poe'nin diğer hikâyelerine de göndermeler var. gotik atmosfer iyi. oyunculuklar gayet iyi. yalnız çok sırıtan bir şey var: edgar allan poe'yi john cusack değil de robert downey jr. oynuyormuş gibi bir izlenime kapıldım ben. garip.

fragman:

sırrı süreyya önder

yahu, sırrı süreyya önder için üç kelimelik bir bakınız ile "belgelenmiş orospu çocuğu" demek nasıl bir yüzeyselliktir; anlayabilmiş değilim. hani argümanın? "bu adam şunu yaptı, bu yüzden belgelenmiş orospu çocuğu" de; anlarım belki. belki. adamın teki "sevindiysen, hadi kalk oyna" diyor; birileri 13-14 yaşındaki bir kıza tecavüz eden onca adamı "kız onları kışkırtmış. kendi iradesiyle beraber olmuş" diyerek kolluyor; başkaları kahramanmaraş'ta, sivas'ta insanları öldürüyor, yakıyor; bir adam kalkıp ülkeyi satıyor, hortumluyor, ona buna, akrabasına, yandaşına peşkeş çekiyor. ve utanmadan böyle boş ve mantıktan yoksun bir eleştiri (gerçi ben buna eleştiri değil de hakaret derim ya, neyse) getirebiliyorsun. valla tebrik etmek istiyorum.


güzel adamdır vesselam.

miss you

başına bir "i" harfi koyduğunuzda "seni özledim/özlüyorum" oluyor ingiliz dilinde.

trentemøller'in the last resort albümündeki 3 dakika 44 saniye süren güzellemesi:
http://ayisozluk.com/lnk/ab9ceb

12 yıllık temel eğitim önerisi

ehi. ehi. ehi. türkiye cumhuriyeti topraklarında yaşayan halk akıllanmayacak. ahan da yazıyorum buraya. hani bir laf vardır: "seni seveni sikersin, seni sikeni seversin" derler ya. hah, millet bu hastalıktan muzdarip bu topraklarda.

taşşaklı girişimi yaptım. şimdi olaya giriyorum hunharca.
iki link vereyim. bir göz atın:
haber:
6eab
ve fotoğraf:

"hedef 2023"tü değil mi?
emin adımlarla ilerliyorlar.

redhack

dün geceki ttnet tarafından sağlanan internet bağlantılarının uçması probleminin başkahramanı hack oluşumu. yaptıkları açıklamada -özetle- "birsürü siteyi göçertecektik. ttnet bunun farkına vardı da interneti kökten kapattı" gibi bir şeyler söylemişler. anonymous tarafından da desteklendikleri söyleniyor. kodamanların etekleri tutuşmuştur şimdi.

metrobüs

istanbul'da yaşayanlar ya da hiç olmadı şehr-i şehir'e yolu düşenler bir şekilde görmüşlerdir bu ömür törpüsü "toplu" taşıma aracını. toplu kelimesini tırnak içine aldım. adının hakkını veriyor cidden.

bunun için bir reklam yapmış harikuleyt istanbul büyükşehir belediyesi. reklamda da türk televizyon ve sinema ve görsel sanatlar ve reklamcılık dünyasının jönü, seksiliğin kitabını yazmış, türk kızları ve dahi erkeklerinin rüyalarını süsleyen vatan şaşmaz'ı oynatmışlar.
buraya kadar sorun yok. bir belediye, "insanları" için hizmete soktuğu bir "güzel"liğin elbette ki reklamını yapabilir.

reklama izleyin önce:
http://kisalt.com/27i


bu ne lan? vatan şaşmaz sanki metrobüsü zimmetine geçirmiş. var mı böyle bir şey olum? elini kolunu sallaya sallaya, midpoint'te ekspresso içmeye gidiyormuş gibi metrobüse binebilen var mı len koooskocaaa istanbul'da?

"taşşak geçmek" diye bir deyimimiz var ya hani... işte onun beden bulmuş hali bu reklam. adamlar açık açık "sevgili istanbullular. naber? biz iyiyiz. çok iyiyiz. o kadar iyiyiz ki bir reklam filmi çektik metrobüs ile ilgili. çok güzel taşşak geçtik sizle ha. izleyin olum. biz çok güldük izlerken." demişler. istanbullu da kalkmış "kadir baba çok yaşa!" demiş. aferin.

metin ve kemal kahraman

dersim'li iki kardeş; bir abi, bir kardeş.
vakt-i zamanında grup yorum'la da yolları kesişmiş. ardından iki kardeş almışlar ellerine sazlarını, zaza diyarlarından güzelim melodiler fısıldamışlar yollardan, sürgünlerden, baş kaldırılardan ve elbette ki aşktan ve sevgiden, umuttan bahis eyleyen.

meymane usari'ye (baharın misafiri) kulak verin hele

bleach

366. bölüm sonrasında animesine belirsiz bir vakte kadar ara verilmiş. bu "ara verdik" lafının da paparazzi programlarındaki "aazzzz sonra" gibi hiç gelmeyecek bir zamanı işaret ettiği kanaatindeyim -ne yazık ki.

bleach'i yayınlayan japon kanalı animeyi artık yayınlamayacağını açıklamış. onun yerine siktiriboktan tırtingen bir animeyi yayınlayacaklarmış (kafam girsin!)

mangası ise tite kubo amca'nın elinden çıkma çizimlerle devam ediyor. ama animesi için bunu söylemek çok zor artık. hey gidi! harcadılar caaanım animeyi ya, buna yanıyorum.

sevgili 17 yaşımdaki halim

dear 16 years old me

http://ayisozluk.com/lnk/a4c99d

ciwan

ciwana melîdê; ciwanê çeleng.


kendime not*
bir ara daha adamakıllı bir entry döşeyecem buraya. belê.

knar

ermeni diyarlarından bize çok da uzak olmayan güzelim türküler, şarkılar dile getiren güzelim grup.

ne desem boş, anlamsız, kifayetsiz gelecek gibi.
siz seslerine kulak verin:

my life without me

senelerden 2003. isabel coixet adında güzel bir kadının yazdığı ve yönettiği bir film gösterime giriyor. pek iç acıcı, pek sevimli, pek umutlu ve bilhassa pek mutlu bir film değil.

arka fonda müzikler çalıyor arada ve bir kadın bir nehir kenarına gidip akıntıyı izliyor.
film bitiyor. şehr-i baran'da, şehr-i şehir'desin o zamanlar. boğaz'a vuruyorsun kendini. kulaklarına en sevdiğin müzikler çalınıyor ve şehr-i baran "eee?" diye soruyor yağdırdığı onca yağmurla.

üstteki paragraf çok gudik oldu; farkındayım.

---- film ile ilgili biraz spoiler vereyim şimdi -----
ann ( sarah polley) mutlu bir kadın. çok sevdiği bir eşi; don ( scott speedman), birbirinden güzel iki kızı; patsy (kenya jo kennedy) ve penny (jessica amlee) var. annesinin arka bahçesindeki bir karavanda yaşıyorlar mutlu mesut. bir temizlik şirketinde çalışıyor ann. kocası ise evde (karavanda) çocuklara bakıyor.

bir gün rahatsızlanıyor. hastaneye gidiyor. orda, işte, çaresizliğin ne olduğunu hem ann, hem de izleyici anlıyor. "kansersin" diyor doktor "ve çok az vaktin kaldı". çarezilik. ann'in dudaklarından üç harflik bir nida yükseliyor belli belirsiz: "wow!"

doktoruyla konuşuyor; kanser olduğundan ve dahi kısacık bir vakti kaldığından kimsenin haberi olmayacak. eğer doktoru bunu kabul ederse, o da hastane randevularına aksatmadan devam edecek.

bir liste yapıyor kendine ann. hayatı boyunca yapmak isteyip de yapamadığı ve anneliğin, evliliğin vermiş olduğu yüklerle hasır altı yapmak zorunda kaldığı şeyler listesi. mesela bir erkek bulup, onu kendine âşık etmek. işte bu seçenekte lee ( mark ruffalo) çıkıyor karşısına. lee de gayet çaresiz bir vaziyette. dünya üzerinde milyarlarca insan olmasına rağmen, hüzünleri, acıları bir şekilde ortak olan iki insan, kalkar hep birbirlerini bulurlar.

ann'in listesinde iki güzel kızı için de bir şey var: ikisinin de 18. yaşgünlerine kadar her doğumgünlerinde annelerinden dinleyecekleri kasetler dolduruyor.

çok sevdiği don'u da unutmuyor: ann gittiğinde, don'u ann kadar sevebilecek ve elbette ki kızlarına da ann kadar iyi bakabilecek bir kadın bulmalı. onu da ikinci denemesinde şak diye buluyor.

artık mutlu ve huzurlu bir şekilde ayrılabilir bu diyarlardan.
ve sonra ann gidiyor.
---- gudik spoiler'in sonu ----


birsürü film izledim. sinemayla aram iyidir hani. en sevdiğim filmler listesi yapsam, bu sadist film top 10'un gediklilerinden biri olur evvela.

demem o ki;
muazzam film. mideye yumruklar atıyor, boğazınızda kocaman kocaman gözyaşı ve hayat yumruları oluşmasına neden oluyor. ziyadesiyle güzel, ziyadesiyle harika bir şey.

illa ki izleyin.


eklemeyi unutmuşum..

filmin fragmanı.

yağmurlu bir nisan günü

24 nisan kurbanlarının anısına ayşe tütüncü 42 sanatçıyı toplayıp muazzam bir işe imza atıyor. lafı çok dallandırıp budaklandırma niyetinde değilim. bir link verecem. orada ayşe tütüncü ile yapılmış röportajı okuma ve en nihayetinde ortaya çıkan o harikulade çalışmayı dinleyebilme imkânınız var.

gözlerinizi, kulaklarınızı ve son tahlilde kalplerinizi açın:
http://www.emekdunyasi.net/ed/soylesi/17...

driven like the snow

the sisters of mercy nam beyefendilerin floodland albümünde bulunur bu şarkı. içine bolca lsd bulaştığına dair görüşlerim var. bunları bilahare açıklayabilirim. bilemiyorum. dinleyip buna kendiniz de şahit olabilirsiniz bittabi ki:


şarkının sözlerini alt tarafa kopi-peyst eyleyecem. ama altını çizmek istediğim birkaç kelime var. şöyle ki: "fuck me and marry me young"
yep.


still night, nothing for miles
white curtain come down
kill the lights in the middle of the road
and take a, take a look around

it don't help to be one of the chosen
one of the few to be sure
when the wheels are spinning around
and the ground is frozen through

and you're driven like the snow
pure in heart
driven together

and given away to the west
a white dress
'til the river don't run
a black dress
looking like mine
'til the sun don't shine no more

where the sky hit the ground
where the street fold round
where the voice you hold don't make no sound
look, snow on the river and two by two
took a lot to live, a lot like you

i don't go there now, but i hear they sung
that "fuck me and marry me young"
some wild idea and a big white bed
now, you know better than that, i said

like a voice in the wind blow little crystal down
like brittle things will break before they turn
like a lipstick on my cigarette
and the ice get harder than overhead
like think it twice but never, never learn

and the mist will wrap around us
and the crystal, if you touch it

and the cars lost in the drift are there
and the people that drive
lost in the drift are there
and the cares i've lost in the drift are there
theirs, ours lost in the drift are..

driven..
driven together
and driven alone
apart

ross daly

irlandalı bir beyamca. irlandalı dediğime bakmayın. bizim pek de uzak olmadığımız müzikler yapıyor. eline alıyor sazını ve yunan dilinde güzelim şarkılar çığırıyor. bize de rakıları doldurup eşlik etmek kalıyor.



yarasın.

back to black

hâlâ "ay valla şu kavır'ı çok daha güzel", "ımm bence jeyni la bankuet kavır'ı orijinalinden çok daha iyi" diyebilenler var. eymi'nin söylemiş olduğu orijinal halinden başkasına "güzel" diyen dudakları caart diye ikiye ayırır, o kulakları keserim; bilmiş olun.

the sound defects

chill out seviyorsanız, bunu da seveceksiniz.

projenin ofişıl adresi: http://sounddefects.com

bu da the iron horse albümünden take out:

lgbtt

kimse bahsetmemiş; ama bugün bir yürüyüş düzenlendi istanbul'da. son zamanlarda iyice azan nefret cinayetlerine ve bittabi ki buna kayıtsız kalan hükümete karşı "burdayız ve mücadele ediyoruz. bizi görmezden gelemezsiniz!" yürüyüşü.

http://www.etha.com.tr/Haber/2012/04/21/...
  • /
  • 77
  • /
  • 41

frida kahlo


hayao miyazaki


korpiklaani


istanbul


kedi


ayı sözlük yazarlarının twitter sayfaları


burhan kuzu


özgür mumcu


trans onur haftası


hayat kısa kuşlar uçuyor


fatih akın


ahlak


cadının bohçası


seni düşünmek


selda bağcan


yalnızlık


dark bear


god is an astronaut


back to black


savina yannatou


  • /
  • 41
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 1537

lilith

şöyle bir hikâyesi var:
"tanrı balçıktan yaratmıştı ademle lilithi. ruhlarını kendi nefesinden vermişti. birbirlerine eş olur ademle lilith. ancak adem cinsel ilişkide üstte olmak ister. lilith karşı çıkar ademin bu üstünlük ve ayrıcalık isteğine. "tanrı ikimizi de eşit yarattı" diyerek itiraz eder.
aralarında tartışma çıkar. lilith, ademin kendisine karşı şiddet kullanacağını anlar ve tanrının yanına kaçar.
tanrı, lilithin güzelliğinden o kadar etkilenir ki ona kendi gizli adını söyler. tanrının gizli adını bilmek, artık büyük güce sahip olmak ve istekleri tanrı tarafından mutlaka yerine getirilmek anlamına gelmektedir. bunu bilen lilith, tanrıdan kanat ister. tanrı da verir. lilith artık kanat sahibidir. uçarak kızıldenize gider ve orada yaşamaya başlar.

ancak olay burada böyle bitmez. çünkü adem hâlâ lilithi geri istemektedir.
tanrı üç melek görevlendirir. melekler lilithi geri dönmeye ikna edecektir. kızıldenize gider melekler. önce yumuşaklıkla ikna etmeye çalışırlar. ama kararlıdır lilith. geri dönmeyi kabul etmez. lilithin bu tavrını gören melekler tatlı dili bir yana bırakıp bu kez lilithi kızıldenizde boğmakla tehdit ederler. ama lilith gücünün farkındadır. tanrının gizli adını bildiğini, ona güçlerinin yetmeyeceğini söyler, onu rahat bırakmazlarsa gelecekte doğacak tüm bebekleri öldürmekle tehdit eder.

sorunun çözümünde tek bir yol kalmıştır: uzlaşmak. aralarında bir anlaşmaya varırlar. buna göre lilith çölde yaşamayı sürdürecek, bunun karşılığında da üzerinde "lilith" figürlü nazar boncuğu taşıyan bebeklere dokunmayacak, onları asla öldürmeyecektir.

artık anlaşılmıştır ki lilithten ademe yâr olmayacak. yeni bir kadın yaratmaktan başka bir yol kalmaz ve tanrı, havvayı yaratır. ama tanrının başı lilithten dolayı bayağı ağrımıştır. bu yüzden havvayı lilith gibi ademle aynı maddeden yani balçıktan yaratmaz. ademin kaburga kemiğinden yaratır ki havva, ademe karşı çıkmasın, eşitlik iddia etmesin, itaatkâr olsun. lilith gibi asi olmasın."

dele zaram

rûdekî* adında bir insan yaşamış şu yıldan bin sene önce**. klasik iran edebiyatının kurucusu olarak kabul ediliyor günümüzde. mesnevileri, gazelleri, kasideleri, rubaileri, şiirleri var günümüze değin ulaşan.

işte, o şiirlerinden bir tanesi dele zâram. türkçe şerhiyle "zavallı gönlüm" yani.
ilk olarak fereydoun farrokhzad*** tarafından müziklendiriliyor. çok zaman sonra mohsen namjoo abé'm kiosk grubuyla beraber tekrardan dillendiriyor.

şimdi...
fars dilinin güzelliği üzre birsürü şey yazabilirim de;
şu ahenge, şu güzelliğe bak hele:

"dele zârem, fegân kem kon
tu eşkez dîdegân kem kon
gam ô nâle ze can kem kon
..."


sesim pek güzel değildir -ne yazık ki.
hele böyle bir şarkıdır, bir türküdür söylemeyeyim; ben bile utanıyorum sesimden.
o derece yani.

ama, işte,
bazı zamanlar oluyor
tawûsê melek'ten diliyorum da
kendimden geçe geçe söyleyebilsem istiyorum.

"...
vay çe nâle hâ ke ez dil be râhet nemûdem men
behre-î ez an be ômrem, be coz hem nedîdem men
..."


bunu dinleyip dinleyip,
sohrab'ın, hâfız'ın, füruğ'un,
hayedeh'in, azam'ın, mohsen'in,
bahman'ın, abbas'ın, ibrahim'in****
yoluna düşesi geliyor insanın.



"
ey zavallı gönlüm, az feryat et
gözlerimden az gözyaşı dök
canıma az hüzün ve gözyaşı kat
ah, ne kadar ağladım yoluna gönülden
bu yüzdendir ki ömrümde kederden başka bir şeye sahip olmadım

beni öldürdü bakışın
yolunu gözlüyorum
senin ay yüzünü göreyim diye
benim secdegâhım, ay'ım, kâbe'm oldu yüzün
gönlüm senin lüle lüle saçlarının büklümünün esiri oldu

gel, biraz otur yanımda
canımdan oldum beklemekten seni, sevgilim
artık bitir küslüğü, ayrılığı
çünkü ağına düştüm ve gönül kuşu senin avın oldu
gönlüm senin için yanıyor ama sen habersizsin
ah, ciğerimi yakan ahım neden gönlünü etkilemiyor, güzel

gel kucağıma, gel ve gör, sensiz başıma ne geldi
ay tenlim, gümüş yüzlüm, gel ve gör, nemli gözlerimi

ey can, ey kadim sanem,
ey can, önceki gece
ey can, rüyama bir ay girdiğinde
ey can, haberdar oldu
ey can, kalbim, ay yüzlü'm,
ey can, senin yanıma geleceğinden.
ey can, bir gel,
ey can, bir gör.
ey can, endamın ne hoş ve ne tatlısın.
ey can, gönlümü
ey can, sen süslüyorsun
ey can, vefanla teselli et gönlümü.
"



mohsen namjoo ve kiosk düeti:



feridun ferruhzad:




*bazı yerlerde adı rüdeki veya rudaki ya da rudeki olarak da geçiyor.
**tam olarak milattan sonra 858-941 yılları arasında.
***feridun ferruhzad. füruğ ferruhzad'ın* erkek kardeşi.
**** sohrab sepehri, hâfız-ı şirâzi, füruğ ferruhzad, hayedeh, azam ali, mohsen namjoo, bahman ghobadi, abbas kiarostami, ebrahim golestan.

lost soul

bakıyoruz; neler yazabiliriz diye...

ilk girimi 2011 yılında ağustos ayının 14'ünde akşam 5'te yazmışım ayı sözlük'e.
o günün üzerinden 5 yıldan fazla vakit geçmiş.

zaman, pekâlâ, hiç de acımadan patır patır ilerliyor işte.

ben, yeri geldiğinde, gayet duygusal bir insan olabiliyorum sanırım.
gerçi, bazı zamanlar oluyor, dünyanın bütün dertleri omuzlarıma birikmiş gibi hissediyorum
sonra
bazı zamanlar oluyor, dünyanın en huzurlu insanı benmişim gibi hissediyorum.

biz insanlar, bu girift ruh hâllerinden uzaklaşamıyoruz içinde yaşıyor olduğumuz dünya, dünyaya geldiğimiz zaman, zamanı harcadığımız olaylar hasebiyle.

son dönemde hem sözlük içre, hem de içinde yaşıyor olduğumuz ülke içinde olan bitenler beni ziyadesiyle etkilemiş durumda. bu yüzdendir ki uzunca bir süre kendimi soyutlamak niyetindeyim bazı mecralardan.
sözlük de bu mecralardan bir tanesi.

ülkenin içinde bulunduğu ahval dahilinde akıl sağlığımı korumanın en iyi yolu olarak bunu görüyorum:
kendimi müziklere, kitaplara ve filmlere hibe edeceğim.
"insanlardan buz gibi soğudum." diyor cahit külebi,
vardır bi' bildiği.

şu 5 yıl boyunca güzel insanlarla konuştum, güzel insanlarla tanıştım, çirkin insanların yazdıklarını okudum, çirkin insanlardan uzak durdum.
hali hazırda peyderpey konuşuyor/mesajlaşıyor olduğum iki-üç kişi var.

hayatım boyunca, franz kafka ile akıl ve ağız birliği etmişçesine, çevremde hep birkaç insan oldu zaten.
ne demiş: "huzur mu istiyorsun? az eşya, az insan."
şu iki-üç kişi benim için 5 yıl 3 ayın getirisidir; yüreğime basmış, özümsemişim.
kâfidir benim için.

"insan ne için yaşar?"
peki,
"insan ne için yazar?"

ilk sorunun cevabı nezdimde değişmekle beraber,
ikinci sorunun cevabı benim için bellidir:
hayat gailelerimden bir tanesi dünyaya bir iz bırakabilmektir.

o yüzden girilerimi silmiyorum.
burada kalsınlar, okunsunlar.

ingeborg bachmann şöyle yazar pek güzel bir şiirinde*:
"hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle."

kapanışı güzel bir müzikle yapayım.

"like little puffs of smoke
we're here and then we're gone"



ayı sözlük'e yolunda başarılar dilerim.
güzel günler görmek dileğiyle.


*bu arada,
olur a iletişime geçmek isteyen yazar ya da okurlar olabilir.
mail adresi şudur:
_________________
[email protected]
_________________
istediğiniz herhangi bir şey hakkında yazabilirsiniz.
okumaktan keyif alırım.

güzel günlere...

babasız kızlar balosu

güzelinden bir perihan mağden şiiri.


"bu davette topuğunuzun ya da kanadınızın
biri kırık olmalı
bu şartı yerine getirmeyenler
kırık ön dişler ya da deşik ciğerlerle de
katılabilirler"

uzun hazırlıklardan geçtik biz
uzakdiyarlara uçtuk: başka çaremiz yoktu
babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
çirkiniz! çirkiniz!
zır deliyiz. güzeller güzeli şüphe
kır kalbimi, alışığım ben
yeşil gözleri babamın: gözleri zehirli yosunlardandır
ince ince proje dokur, gürcü soğuk ve mağrur
babamı hiç görmedim - ki onca yıldır

"bu baloya davetli kızlar
babalarının cenazesinde bulunmayacaklar"

niye seveyim seni
babalarının terk ettiği kızlar, kötülüklerinde cömert
aşklarında hazin ve güvenilmezdirler

babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
öyle birşey koptu ki içimizde
bütün kötü kadınlar bizden sorulur
kaçmayı biliriz biz en iyi
ey cesur! ey sevgili! sıkıysa bak gözlerime
taşa çeviririm seni, mum gibi eritirim
çocukluk acıları pazılarımdır benim
ah ben ne güçlü ne unutkanım bilemezsin.

"balomuz gece yarısını geçe başlayıp
canımız isteyince biter"

kandırdur arabalarıyla dolanmayız biz
cam kırıklarında dans etmek varken
babasız kızlar korosu:
küfredip kavga çıkarırız
çirkiniz! çirkiniz! çirkiniz
babamız bizi sevmedi
cümlenizin hakkından geliriz
yaralarımıza şap dökerek büyüttük kendimizi
göçebeyiz; talan eder tüyeriz
hayat, baskınımıza mazur bir davet yeridir
arka kapıları tekmeler içeri gireriz
yaklaşma yakarım, dumanını üflediğim gibi
keyfime bakarım

ön kapıdan ve sırayla
buyrun kibar hanımlar beyler
babanız sizi sevdi de ne oldu?
korkak, kör ve bok gibisiniz.

1 man 1 jar

şu sitedeki muazzam(!) beyamca ve kavanozu:
http://www.1man1jar.org

+18 koydum başına. haberiniz ola.

ayı sözlük

tanım: güzel sözlük.

şimdi saydıracam. ar yü redi mi?

her şeyden önce şunu belirtmem gerekiyor ki ayısözlük sade ayıların/bear'ların ve ayıseverlerin/chaser'lerin yazdığı, okuduğu bir sözlük değil. bunun ayırdında olmayanlar var sanırım. eğer ki hâlâ "ay, ayısözlüüüük ^^ ayılaaarrrrrrrr vaaar" modundaysanız, bir silkelenin ve kendinize gelin. sözlük yazarları -ve bittabi ki okuyucuları- arasında ayı ve ayısever olmayan onlarca adam -ve bittabi ki de kadın- var.

aynı zamanda ayısözlük sade bir eşcinsel sözlüğü değil. zira hem yazarlar hem de okuyucalar arasında eşcinsel olmayan adamlar, kadınlar da var. bunun da ayırdına varın.

peki, interaktif sözlük ne demek? ben cevap vereyim: yazarların başlıklar açtığı ve bu başlıkları tanımladıkları entry'ler girdiği bir online ortam.

buraya kadar bir sorun var mı? bence yok. şu yukarıdaki üç paragraf ile ilgili "beybi, bence yanlış düşünüyorsun; haksızsın" dediğiniz biryer varsa, haber eyleyin. bilahare açıklarım karşılıklı iki kahve içerken. sohbetim koyudur.

efendim, onca yazar varken, haliyle farklı farklı görüşler, inanışlar da olacak. bu gayet doğal. benim "beyaz la bu!" dediğime, bir başkası "yooo, ne alaka? o basbaya da siyah" diyebilir. kabulümdür.
işte, sorun burda zuhur eyliyor:
bu gerçeği kabullenemeyenler var.

herkes aynı düşüncede olacak diye bir şey yok. bunu şu muazzam beyinlerimize bir sokalım ilk önce. kimse kimseyle aynı fikirde olmak zorunda değil. bilakis farklılıklar iyidir, güzeldir, candır, canandır. bağrınıza basın.

ben, mesela, kalkıp geçenlerde yiyiştiğim seksi erkeğin göğüs kaslarını nasıl anlatabiliyorsam; bir başkası dün gece arabasına bindiği taksiciyi kolilediğini anlatabiliyorsa; diğeri en sevdiği pornonun linkini verebiliyorsa; bazıları nick altı entry'lerinde birbirlerini yalayıp yutabiliyorsa; kusura bakma ama, bebeğim, öbürü de kalkıp siyasetten, politikadan, kültürden, kürtlerden, araplardan, çerkeslerden, lazlardan, yahudilerden, cenıfır lopez'in amından, colton ford'un sikinden dem vurabilir, bahis eyleyebilir.

demem o ki;
sen nasıl ki dilediğin gibi entry'ler düzebiliyorsan sözlükte, başkası da dilediği konularda yazabilir.
sırf hoşuna gitmedi diye, açılan bir başlık sonrası bir başka yazarı provakatör olarak niteleyemezsin. hayır, beybi, öyle bir lüksün yok ne yazık ki.

cenıfır lopez'in amının ne kadar sulu ve seksi olduğunu yazan bir başlık ve entry hoşuna gitmedi mi? bak, o entry'nin altında bir eksi oy butonu var. oraya tıkla. hayatına mutlu mesut yaşamaya devam et. ha, o da mı kesmedi seni? başlığın altına dilediğin gibi saydırabilirsin. ama unutma; sözlük kuralları var. sevmediğin, hazzetmediğin bir başlık ya da enrty için dilediğini yazabilirsin, sövebilirsin, saydırabilirsin. ama bunu sözlük kuralları çevçevesinde yap. zira cenıfır lopez'in seksi ve sulu amını anlatan o entry'i yazan yazar da aynı şekilde sözlük kuralları çevçevesinde yapıyor yaptığını.

demem o ki;
yazarın biri dilerse kürdistan başlığını da açar, isterse recep tayyip erdoğan'ı göklere çıkarır, dilerse abdullah öcalan'ı yerden yere vurur, canı isterse mustafa kemal atatürk'ü övüp övüp bitirmez, ya da dün yiyiştiği kolinin seksi vücüdunu anlatır. buna kimse karışamaz. ne sen, ne de ben. bunu elbette ki sözlük kurallarını gözardı etmeden yapması gerekiyor, değil mi? ha, baktın ki sözlük kurallarının damına koymuş. ispikçiler var, editörler var, moderatörler var. onlardan biri değilsen, herhangi birine bir mesaj atıp "bak, sözlük kurallarını çiğnemiş bu entry'de." de. gereği yapılır.

çok mu uzattım?
az kaldı.

velhasıl-ı kelâm;
interaktif bir sözlükte farklı görüşlerde, farklı fikirlerde birsürü yazar var. herkes aynı fikirde olmak zorunda değil. derdin "mmm, bence hepimiz aynı şeyleri savunmalıyız. hem burası eşcinsel sözlük. öyle şeyler yazılmamalı"ysa, oturup biraz daha düşün derim.
sen dilediğin kadar ibne/gay/eşcinsel muhabbeti döndürebiliyorsan; adamın biri istediği kadar siyasetten, politikadan, cenıfır lopez'ın amından konuşabilir.
zira farklılıklar herzaman güzeldir. aksi takdirde kendini tekrar eden, hep yerinde duran bir ayısözlük karşılayacak seni ilerde. bu da hiç güzel olmayacak.
öptüm yanacıklarından. mucuk.

hrant dink

güzel adam.

"türkiyeliyim... ermeniyim... iliklerime kadar da anadoluluyum. bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip geleceğimi batı denilen o hazır özgürlükler cennetinde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere sülük gibi yamanmayı düşünmedim. kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu.
şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hâlâ ödüyorum." demiş vakt-i zamanında.

sonra, 19 ocak 2007de kalleşçe öldürüldü; bir nefret cinayetine kurban gitti bu güzel insan.

cumartesi anneleri

arjantin'deki kirli savaş döneminde hayatını gözaltılarda kaybeden ya da kaybolan çocukları için örgütlenen plaza de mayo madre'den ilham alan güzel anneler.

ilk kez 27 mayıs 1995te galatasaray lisesi önünde toplandılar gözaltında kaybolan ya da işkenceyle hayatını kaybeden oğullarının, kızlarının, canlarının, kardeşlerinin, eşlerinin hesabını sormak için.
hâlâ, yine cumartesi günleri, yine galatasaray lisesi önünde toplanıyor bu güzel anneler.

elif karlı

bu kadının "erkek kadın fark etmez. aşk insanı affetmez. ne gerek var kavgaya. haydi eller havaya.eller havaya" diye giden bir şarkısı vardı. biseksüelliğin kitabını yazmıştı teee yıllar önce. piyasa, değerini bilmedi işte bu kadının. üzülüyorum. duşa girip ağlayacam. giden günlerim oldu. çok.

ayı sözlük'teki herkesi ayı veya ayısever sanmak

büyük bir gaflet uykusu. tez zamanda bu gaflet uykusundan uyanmalı şu fani bedenler.


edit çakayım şuraya:
sözlük yazarlığı tarihimin ilk tespiti oldu bu. kendimle gurur duyuyorum.

selahattin demirtaş

okuduğunu anlayamayanlar, bakıyorum da, ağızlarından salyalar akıta akıta açığını aramaya çalışıyorlar. şakaysanız komik değilsiniz; yok efendim, ciddiyseniz de çok komiksiniz.

bahsi edilen cümleden hemen sonra gelen tümceyi götünüzü aça aça okumanızı salık veririm. bak, ne diyor:
"biz pkk'yı terör örgütü olarak tanımlamıyoruz. ancak, sivilleri hedef alan eylemlerini terör olarak nitelendiriyoruz."

"faşo ağalık yapacağım, ille de nefret kusacağım" diye diye kendinizi heder ettiğiniz bu şerefli* yolda, idrak yollarınız da kapanmaya yüz tutuyor elbette. çok yazık.

ha, ben de seni** insan olarak tanımlamıyorum. ancak, nefes alıyor olduğun için bir organizma olduğunu kabul ediyorum. n'apalım.



*iki ş ve kelime sonuna olumsuzluk son eki eklendiğinde daha manidar oluyor. kıpskıpskıps.

**



ekleme: t = z

ingilizce bilmeyen yazarlar sözlükten uçurulsun kampanyası

i, here, would like to start a campaign in order to get rid of all those bloody effing bastards that use ayı sözlük and without a glimpse of shame, continue ignoring the fact that they do not know one tiny word from the most wondrous and wonderful language of them all: english.
their level of ignorance disgust me and the ones who agree with me. be it beginner or elementary, unless their level of english is upper-intermediate, those so-called writers should be kicked off from this marvelously interactive online dictionary if we all want to reach the top of encompassing civilizations.

hence i, lost soul, have started the campaign on change.org and would love all modernized writers to sign it:
http://www.change.org/p/dark-bear-panda-...

thank you for your cooperation.


tanım düzenlemesi:
ilginç kampanya.


ekleme:
şu ana kadar 2 ingiliz ajanının imza attığı kampanya. aym şakt.

editeyşın:
(bkz: ingilizce bilmeyen yazarlar rahatsız)

ingilizce ilahiyat

ehm. ikinci random gülüşüm geliyor ve buna götümüm iki seksi yanağı da eşlik ediyor: asdşlfksadşflkasdf.

her şeyden önce ingilizce ilahiyat programının haklılığını savunmak için mısır daki el ezher üniversitesi nin örnek gösterilmesi şaşılacak ve üzerine kahkahalarla gülünecek bir şey. niye? çünkü, sen kalkar üç beş yarrak kafalı adamın yönettiği ve onun bunun uşağı yaptığı mısır ı bana örnek gösterirsen, ben de gülerim.

el ezher üniversitesi lan! ve sen argümanının geçerliliğini savunmak adına bu üniversiteyi (üniversite demeye dilim varmıyor ya, neyse) örnek gösteriyorsun. daha 2010 yılında, bu yerin (kendisine üniversite deyip iltifat etmeyecem) hadis bölümü başkanı şöyle bir fetva veriyor: "kadınlar, aynı işyerindeki erkekleri emzirirse, akrabaya dönüşür, tacize uğramaktan kurtulur." o ye, dis iz naaays!
bu üniversite bozmasının daha birsürü vukuatı var da... konumuz kendileri değil.

"your argument is invalid, babe." diyeyim ben. ingilizce ilahiyat. ohuhuuuv! sanırım yine boşalacam. başka şeyler düşün. başka şeyler düşün.

hayır, o değil de... at gözlüklerinini az çıkarın yahu! kış zaten. güneş de pek yok. caaanım gözlerinize bir şey olmaz. merak etmeyin.

4-5 yıl içerisinde bu bölümden mezun olanlar ingilizce öğretmenliği yapacak. ingilizce öğretmenliği ve ingiliz dili ve edebiyatı okuyanlar da siki yerler artık afiyetle. "mmm, en azından kısa değil."

ulan! siz sanıyor musunuz ki bunlar güzelce okuyup, ilahiyat ile ilgili mezun olduktan sonra ne yapıyorlarsa onu yapacaklarını? sanıyorsunuz demek. valla muazzam. alkışlıyorum. ancak ben sanmıyorum. bu badem bıyıklı filintalara okudukları üniversitelerde formasyon dersleri verilecek. e onlar da bunu can-ı gönülden kabul edecekler elbette. sonra da kalkıp ingilizce öğretmenliği yapacaklar muazzam, harikulade, excellent and fluent ingilizceleri ile.

gazetecilik (ya da daha alakasız) bölümü okuyup, ingilizce öğretmenliği sertifika programına yazılıp ingilizce öğretmenliği sertifikası alan ve sonra da kpss yi geçip (kpss ile ilgili de birsürü şey denir esasında. neyse) ingilizce öğretmenliği yapan adamlar var bu ülkede. bu adamlar, kendi gençlerini ingiliz dili ve edebiyatı ve kültürü ile haşır neşir olmuş ingilizce öğretmenliği ve ingiliz dili ve edebiyatı okuyan gençlere tercih ederler elbette. daha geçenlerde doğunun amına koyan melleleri devlet memuru statüsüne kavuşturmadı mı bunlar? ha? gözünüz mü görmüyor, görmek mi istemiyorsunuz? az öngörülü olun yahu!

ben gidip az virginia woolf okuyayım diyecem ama yasaklanmalı bence hanımefendi. zira intihar dinimizce caiz değil. haksız mıyım? hmmm. oscar wilde? oooooo! asla olmaz. ibne o lan! yassak kardeşiiim! ibnelik dinimizce caiz değildir. cezası idamdır ve ibneler cehennemliktir.

harun yahya okumak varken, virginia woolf, oscar wilde, edgar allan poe de kim oluyormuş? hepsine kafam girsin.

"caiz değildir"in ingilizcesi ne ola ki hem? öğreneyim. ilerde lazım olur. badem bıyık yakışır mı bana sizce?

ingilizce ilahiyat

izninizle entry me random bir gülüş ile başlıyorum: ajsdklfjasdfkljasdf.

şimdiiii...
istanbul üniversitesi nde var bu bölüm. afili bir de adı varmış: theology in english. oh yeah babe, i am coming, i am coming!
bir yıllık ingilizce hazırlık sınıfından sonra dört yıllık lisans eğitimi veriliyormuş.

olay burda. göz atılabilir: http://egitimdeyapilanma.istanbul.edu.tr/mufredat.php?id=469

öyle bir gözüdönmüşlük belirmiş ki adamlarda yakın zamanda "ben ingilizce ilahiyat okudum ve ingilizce öğretmenliği yapıyorum" diyen adamlar türeyecek ortalıkta. bekleyip görün.

i came.

uzun saç

erkeklere hiç yakışmadığını düşünüyorum. bunun seksist (siz türkler ne diyor? ammm... ammm... cinsiyetçi?) bir bakış açısıyla alakası yok. yakışmıyor işte.
uzun saç ve erkek ikilisi,
ı ıh, olmuyor, olmuyor, olmuyor!
Henüz takip ettiği biri yok.