soslu mısır
üç beş bin nüfuslu bir kasabada yaşıyorsanız, adını duyduğunuz ama hiç görmediğiniz üründür. ille de mısır yemek istiyorsanız, cuma günleri kurulan köylü pazarında piknik tüpün üzerine oturttuğu tencerenin içinde kaynattığı mısırları satan amcaya gider, tencereden bir tane mısır seçer, onu yersiniz. kendisinin "tuz da katam mı yiğenim?" şeklinde müşteri memnuniyeti odaklı ilave bir hizmeti de vardır.
ayı sözlük yazarlarının burçları
ayı sözlük hamam zirvesi
tek şarkıyla star olanlar
don worry, be happy - bobby mc ferrin
brad pitt
antik yunan felsefesinde "the good is beautiful, and the beautiful is good" diye bir kavram vardır. (tabi onlar bunu kesin latince söylemiştir ama artık günümüz kitaplarında ingilizce versiyonu geçiyor.) yani bir insanın içi, yüreği güzelse, bu güzellik onun dış görünüşüne de yansır. ve bir insan güzel görünümlüyse, kalbinde de güzellikler vardır demek istiyor.
bizde iki kıytırık dizi çevirdi diye kendini yere göğe sığdıramayan insanları görünce, bu adamın da elde ettiği ve yaptığı şeylere rağmen sahip olduğu sakin tavrının, içindeki güzellikten kaynaklandığı düşünülebilir.
seksiliğine gelince, fazla zayıf ve sarışın, allah sahabına bağışlasın.
dexter6
yepisyeni sözlük yazarı. hoşgelmiş, koştursun efenim sözlükte.
not: ilk kez birinin nickaltına ilk giren oldum.
peynir tabağı
fransa da ve belçika da yemek yenip bittikten sonra masaya gelir. ilk zamanlar "e daha iki dakika önce karnımızı doyurduk, peynir ekmeğin sırası mı şimdi" diye düşündürür.
dindar görünümlü sapık
"huu allah huu çekeriz, am bulamazsak göt sikeriz" şeklinde mottoları olan güruhdur.
görücü usulü evlilik ritüelleri
interneti geçtim, televizyonun bile olmadığı 70 li yıllar ve öncesinde gençlerin evlenme sürecinde yaşadığı basamaklardır.
doğal olarak bir gencin ne zaman evleneceğine aileler karar verirdi. ama aile, genç oğlana kız bulmak için biraz oyalanıp gecikirse, bir akşam yemekte oğlan kaşığı pilav tabağına saplar ve hiçbir şey demeden sofradan kalkardı. bu, "görmüyor musunuz, düz duvara tırmanacak hale geldim, elinizi çabuk tutun" demek oluyordu.
neyse, aile uygun bir kız bulur ve istemeye gidilirdi. kız eğer bu oğlandan hoşlanmış ve onunla evlenmek istiyorsa yaptığı türk kahvelerini tatlı yapar, ama çocuktan "elentirik" alamadıysa kendisini istemeye gelen ailenin kahvelerine tuz atardı ve aile de mesajı alırdı.
eğer kızın ailesi ultra modern, ileri görüşlü bir aileyse "bir de kızımızın fikrini alalım, döncez biz size" derdi. bu görev tabi ki annenin göreviydi. kıza "sen bu çocukla evlenmek ister misin?" diye sorulduğunda kız "ayyh evet anne, bu oğlanın her şekilde gideri var" diyemezdi tabi. eğer istiyorsa tekrar etmesi gereken replik "siz uygun gördükten sonra bana sadece kabul etmek düşer" şeklindeydi. bu, kızın da oğlan için yanıp tutuştuğu anlamına gelirdi. ama eğer istemiyorsa o zaman da "anneciğim, ben seni ve babamı o kadar çok seviyorum ki, sizden ayrılmak istemiyorum" şeklinde cevap vermesi beklenirdi.
diyelim ki kız için herşey tamam ama kızımız bu evliliği oğlan da istiyor mu, yoksa o başkasını sevdiği halde ailesi mi onu bu evliliğe zorladı, bunu bilmek istiyor. o zaman kız, isteme olayından sonra çatısına bir testi koyar ve beklerdi. eğer oğlan gelip testiyi kırarsa "evet, ben de seninle evlenmek istiyorum" kırmazsa da "benim gönlüm başkasında ama ailem seni almamı istiyor" demekti.
günümüzde liseli ergen kızların aylık beşbin sms kotasını bile aştığını, 24 saat facebook, twitter gibi ortamlarda online olduğunu düşünürsek, bundan sadece 30-40 yıl önceki neslin adam gibi iletişim ve kendini ifade edebilmek, düşüncelerini belli edebilmek için neler çektiğini daha iyi anlarız. yazık lan.
ünlü eşcinseller
okurken haz alınan kitaplar
the tao of physics- fritjof capra
geleneksel newtoncu anlayışın yani "ben gözümle görmediğim şeye inanmam" diyen maddeci bakış açısının, tüm evrenin ve içindeki herşeyin sadece enerjiden oluştuğunu, aslında madde denilen şeyin bir hiçlikten başka birşey olmadığını, evrendeki herşeyin sürekli bir devinim ve etkileşim içinde olduğunu söyleyen uzak doğu dinleriyle ve düşünce sistemleriyle binlerce yıldır dalga geçerken, quantum fizikçilerinin atom altı dünyasındaki keşifleri sonucu uzak doğu dinlerinin en başından beri herşeyi çok açık ve net izah ettikleri anlaşılır. eğer quantum fiziğini seviyorsanız ve uzak doğu dinleri hakkında da daha detaylı bir bilgi edinmek istiyorsanız, bu kitabı okuyun derim.
ayı sözlük yazarlarının yaşamak istediği ülkeler
kamboçya veya wietnam.
dur bakalım sene sonunda olucak galiba bir şeyler.
çevik kuvvet
polis teşkilatı içinde hiçbir özel yeteneği olmayan, herhangi bir alanda uzmanlaşacak kapasitesi bulunmayan tüm yeni mezun polislerin oluşturduğu et yığını, ameleler ordusudur. teşkilat içinde müthiş bir hiyerarşi vardır ve her sınıf diğerinden nefret eder. her sınıf bir alttakiyle alay eder ve birbirlerine selam bile vermezler. en tepede özel harekatçılar bulunur. onlar da kendi içinde ketler (kamuflaj elbiseli tim) ve sivil özel harekatçılar olarak ikiye ayrılır. ketler sivillerden yukarıdadır. sonra terörle mücadele, narkotik vs vs gelir. çevik kuvvet bu piramidin en altında, trafikçilerin hemen üzerindedir. diğer emniyet mensupları tarafından polis teşkilatının bir parçası olarak bile görülmezler.
istanbul'dan korkan gay
4-5 yılda bir, genelde iş için günübirlik gidip sadece bir kaç saat kalıp hemen dönmeme rağmen korkmama sebep olmuştur. şöyle ki:
bir keresinde işim bitmiş ama havaalanına gitmek için bir saat vaktim vardı. şöyle bir yürüyeyim dedim. yolda orta yaşlı, iyi giyimli beyefendiden birisi
* "ateşiniz var mı?" diye sordu. ben de sigara içmediğim için olmadığını söyledim. daha sonra "peki olsaydı verir miydiniz?" dedi. ben de saf saf "tabi ki verirdim" deyince abi bana biraz daha sokularak ve gözlerimin içine bakarak "ben de senin ateşinle yanmak isterdim doğrusu" dedi. jeton geç düştüğü için "hee, iyi günner" deyip yoluma devam ettim. içimden de
(bkz:
adamın götünden kan alırlar kamil kan) diyerek istanbul dan korkmakta haklı olduğumu anladım.
insanın yaşlandığını anladığı an
elinizi şu resimdeki gibi tutun. 20 yaşındayken aletiniz başparmağınızın istikametinde durur.
30 yaşına gelince işaret parmağının pozisyonuna kadar yükselir.
40 yaşında orta parmak kadar kalkar.
50 yaşında yüzük parmak
ve 60 yaşında hem duruş pozisyonu hem de boyutları itibariyle serç parmakla aynı seviyededir.
sözlükte tek online olmak
sözlükteki tek online yazar olma durumudur. insanın kendisini sabah erkenden tükkanı açan çalışkan esnaf gibi hissetmesine neden olur.
cesar milan
national geographic deki "dog whisperer" yani köpeklere fısıldayan adam.
şimdi bu abimizin köpeklerle iletişimi zaten bilinen birşey ama asıl ilginç olan, sürekli söylediği ve "köpekleri besleyen şey içinizdeki enerjidir. o yüzden iç dünyanızdan dışarıya doğru sakin ve kararlı bir enerji yansıtmalısınız" şeklinde özetlenebilecek felsefesi, üniversitelerde davranış pskolojisi eğitimi veren akademisyenlerden tutun da, meditasyon ve spiritüel disiplinleri öğretmeye çalışan insanlar tarafından bile örnek gösterilmeye başlanmıştır.
aslında hepimizin varlığından haberdar olduğu ama adını koyamadığı, bizim "ilk izlenim" dediğimiz, daha entel takılanların "ayyhh, acayip bi aurası var onun yane tımaam mı" dediği, ya da "şeytan tüyü var oğlum bu çocukta" diye dillendirilen şey, aslında o insanın içindeki pozitif enerjinin etrafındaki diğer insanları da kucaklamasından başka birşey değildir. uzakdoğu düşünce sistemleri de binlerce yıldır aynı şeyi insanlara anlatabilmek için kıçını yırtmış ama cesar milan bunu köpeklerle iletişimde ustaca kullanarak insanlara öğretmiştir.
bir köpekle iletişim için gerçekten de sadece dışarı yansıttığınız enerji ve beden dilinden başka bir şey yoktur elinizde. biz insanlar ise kelimelerin arkasına saklarız gerçek düşüncelerimizi. gözümüzün içine baka baka yalan söyleriz. nefret ettiğimiz insanların bile kıçını yalar, buna da nezaket deriz. içimizdeki o enerjiyi de, daha sonraki bir öfke patlamasında kullanmak için içimizde saklarız.
misafir odası
sobalı evde geçen çocukluk yıllarımda, daha sakin ve sessiz olduğu ve tüm defterlerimi kitaplarımı üzerine yayarak rahatça çalışacağım büyük bir masası bulunduğu için, soğukta titreyerek ders çalışmak anlamına gelirdi. oturma odasındaki gürültüden rahatsız olup da, misafir odasında çalışmak için pılıyı pırtıyı toplamaya başladığımda abim "bizim yalnız kurt vahşetin çağrısına karşı koyamayıp kuzey kutbuna gidiyor yine" derdi.
taşra
bazılarına göre istanbul dışındaki tüm türkiye, bazılarına göre ise büyük ölçekli şehirlerin dışında kalan yaşam alanı. benim kişisel görüşüme göre sosyal hayatın sunduklarına bakarsanız istanbul dışındaki tüm türkiyedir.
avantajları çoktur taşrada yaşamanın. hele ki küçük bir kasabada yaşıyorsanız. sözün hala senet yerine geçtiği, hastanesinde (eğer hastane varsa) hasta başına 2,8 doktor düştüğü, cebinizde kuruş para olmasa da günlerce idare edebileceğiniz bir yerdir. size kargo ya da posta yazanlar adresinizi bilmese de olur. isminizi yazmaları yeter zarfın üstüne. sabah 9.00 da işe gitmeniz gerekiyorsa dokuza beş kala yataktan kalsanız yeter. öğlen de yemeği evde yer, üstüne de 45 dakika uyursunuz. öyle politikaya falan da kafayı takmazsınız. zaman daha yavaş ilerler, kimsenin acelesi yoktur. canınız çay içmek isterse polis karakoluna ya da kaymakamlığa bi uğrarsınız. size çay ısmarlayacak biri mutlaka çıkar. yolda belediye başkanıyla ayaküstü sohbet eder, "başkan olduktan sonra hiç duvara gelmez oldun, senin de götün kalktı amk" diye çemkirirsiniz.
ama çocuklu aileler için zordur. hiçbir öğretmenin görev yapmak istemediği sadece bir tane kıytırık bir okulu vardır. gençler için de sıkıcıdır. alışveriş yapmak istediğinizde, istediğiniz şeyi değil, dükkan sahibinin elinde ne varsa onu alırsınız. sosyal hayat ise, genelde bir duvarın
* ya da deniz kenarındaki kayalıkların üzerinde oturup bakkaldan alınan ılık biraları içmekten ibarettir. kim kiminle sevişiyor, kim napıyor herkes herşeyi bilir. istanbul ya da diğer şehirlerdeki kültürel etkinlikleri, ayı buluşmalarını falan içiniz eriyerek takip edersiniz internetten. taşrada hayata tutunabilmek için sahip olmanız gereken ilk şey sınırsız internettir. sürekli film indirip izlersiniz. kitap satın almak için bile internetten sipariş verirsiniz. ama internetten sevgili falan sipariş edemezsiniz. ne kimse kıçını kaldırıp bu kadar yolu gelir, ne de sizin buradan dışarı adım atmaya hevesiniz vardır.
küfürsüz sövmek
"aslında göründüğünden daha akıllısın" buna bir örnektir. iltifat ediyormuş gibi yapıp "hey dostum, aslında malın tekisin ama nadiren de olsa kafanın çalıştığı anlar oluyor" demenin kibarcası.