fiddy

Durum: 387 - 0 - 0 - 0 - 07.02.2013 22:38

Puan: 7514 - Sözlük Kezbanı

13 yıl önce kayıt oldu. 2.Nesil Yazar.

-
  • /
  • 20

havada seks kokusu var

rihanna'nın "sex in the air, i don't care, i love the smell of it." şeklinde sevgisini belirttiği, ayın belli dönemlerinde "lan bugünlerde havada bi'şey var ama, ne var acaba?" şeklinde benim de farkına vardığım şeydir seks kokusu.

ara ara havada yoğunlaşıp, burnumuza çarpıp, daha sonra pişman olacağımız şeyler yapmamıza sebep olabiliyor. *

minecraft

yaklaşık 2 senedir "oyna şu oyunu!" diye bana söylenen bir arkadaşım vardı, bugün aldım ve oynamaya başladım.

aşırı derecede bağımlılık yapıcı bir oyun, sonum hayır olsun.

kedi dışkısından kahve

toxoplasma gondii enfeksiyonu geçirmenize sebep olabilecek olan kahvedir.

primum non nocere

latince "first, do no harm" , yani "önce zarar verme" anlamına gelen cümledir. hekimliğin temel ilkelerinden biri olarak kabul edilir.

aynı zamanda sol dirseğimin iç kısmında bulunan 4. dövmemdir.

instagram

son yıllarda gittikçe artan vintage/retro modasının ürünlerinden biridir, girmemek için direnmiştim ama bağlandık sonradan.

ilk başta sadece günün ilk kahvesiyle birlikte o gün okuduğum kitabı paylaşıyordum, şimdi ortaya karışık gidiyor.

sabah kahvaltısı

sabahları uyandığımda sürünerek fakülteye gittiğim, haftasonları da sabahları uyanamadığım için bir türlü gerçekleştiremediğim şeydir.

öğlen kahvaltısıve akşam kahvaltısını sık sık yapıyorum ama.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

the weakerthans - left & leaving

sarah vaughan

fazla kilo ömrü uzatıyor

hepsi grubunun bir şarkısından alıntı yaparak: "yalan, yalan." *

fazla kilonun bir insanın ömrünü nasıl ve ne kadar kısalttığını yazmak isterdim ama, şimdi buraya 400 sayfa uzunluğunda entry girmeye üşeniyorum.

sıska olun demiyorum, o da zararlı, ama "fazla kilo ömrü uzatıyor" kadar bilimsellikten uzak bir cümle duymamıştım uzun süredir.


edit: makalede de belirtmiş, bana da mantıklı gibi geldi, fazla kilolu insanlar daha çok rahatsızlandığı için daha düzenli hastaneye gidiyor ve tedavi görüyor. bunun etkisi olabilir, yani hastanelerde sürünerek 3-5 sene daha uzun yaşayabilirsiniz belki. bunun dışında fasa fiso, okunsun diye yazılmış bir yazı bu.

evlilik eşitliği

buradaki olay eşitlik.

evlenmek istemeyebilirsiniz tabi, sizin hayatınız sizin kararlarınız, ama biri bana "evlenip ne yapacaksın? evlilik hakkı yerine daha faydalı şeylerle uğraş" deyince sinirlerim geriliyor.

ben belki de hiç evlenmeyeceğim, ama eğer bir gün evlenmek istersem bunu yapabilmeliyim, evliliğe inanmasanız bile eşcinsellerin evlilik hakları için savaşmalısınız bence.

buradaki olay, eşitlik.

the love song of j. alfred prufrock

ts eliot'ın en sevdiğim şiiridir, özellikle:

"for i have known them all already, known them all:
have known the evenings, mornings, afternoons,
i have measured out my life with coffee spoons;
i know the voices dying with a dying fall
beneath the music from a farther room.
so how should i presume?"

kısmı beni benden almaktadır.

şiirin tamamı:

let us go then, you and i,
when the evening is spread out against the sky
like a patient etherized upon a table;
let us go, through certain half-deserted streets,
the muttering retreats
of restless nights in one-night cheap hotels
and sawdust restaurants with oyster-shells:
streets that follow like a tedious argument
of insidious intent
to lead you to an overwhelming question….
oh, do not ask, “what is it?”
let us go and make our visit.

in the room the women come and go
talking of michelangelo.

the yellow fog that rubs its back upon the window-panes,
the yellow smoke that rubs its muzzle on the window-panes
licked its tongue into the corners of the evening,
lingered upon the pools that stand in drains,
let fall upon its back the soot that falls from chimneys,
slipped by the terrace, made a sudden leap,
and seeing that it was a soft october night,
curled once about the house, and fell asleep.

and indeed there will be time
for the yellow smoke that slides along the street,
rubbing its back upon the window panes;
there will be time, there will be time
to prepare a face to meet the faces that you meet;
there will be time to murder and create,
and time for all the works and days of hands
that lift and drop a question on your plate;
time for you and time for me,
and time yet for a hundred indecisions,
and for a hundred visions and revisions,
before the taking of a toast and tea.

in the room the women come and go
talking of michelangelo.

and indeed there will be time
to wonder, “do i dare?” and, “do i dare?”
time to turn back and descend the stair,
with a bald spot in the middle of my hair—
(they will say: “how his hair is growing thin!”)
my morning coat, my collar mounting firmly to the chin,
my necktie rich and modest, but asserted by a simple pin—
(they will say: “but how his arms and legs are thin!”)
do i dare
disturb the universe?
in a minute there is time
for decisions and revisions which a minute will reverse.

for i have known them all already, known them all:
have known the evenings, mornings, afternoons,
i have measured out my life with coffee spoons;
i know the voices dying with a dying fall
beneath the music from a farther room.
so how should i presume?

and i have known the eyes already, known them all—
the eyes that fix you in a formulated phrase,
and when i am formulated, sprawling on a pin,
when i am pinned and wriggling on the wall,
then how should i begin
to spit out all the butt-ends of my days and ways?
and how should i presume?

and i have known the arms already, known them all—
arms that are braceleted and white and bare
(but in the lamplight, downed with light brown hair!)
is it perfume from a dress
that makes me so digress?
arms that lie along a table, or wrap about a shawl.
and should i then presume?
and how should i begin?
. . . . . . . .
shall i say, i have gone at dusk through narrow streets
and watched the smoke that rises from the pipes
of lonely men in shirt-sleeves, leaning out of windows?…

i should have been a pair of ragged claws
scuttling across the floors of silent seas.
. . . . . . . .
and the afternoon, the evening, sleeps so peacefully!
smoothed by long fingers,
asleep … tired … or it malingers,
stretched on the floor, here beside you and me.
should i, after tea and cakes and ices,
have the strength to force the moment to its crisis?
but though i have wept and fasted, wept and prayed,
though i have seen my head (grown slightly bald) brought in upon a platter,
i am no prophet—and here’s no great matter;
i have seen the moment of my greatness flicker,
and i have seen the eternal footman hold my coat, and snicker,
and in short, i was afraid.

and would it have been worth it, after all,
after the cups, the marmalade, the tea,
among the porcelain, among some talk of you and me,
would it have been worth while,
to have bitten off the matter with a smile,
to have squeezed the universe into a ball
to roll it toward some overwhelming question,
to say: “i am lazarus, come from the dead,
come back to tell you all, i shall tell you all”—
if one, settling a pillow by her head,
should say: “that is not what i meant at all;
that is not it, at all.”

and would it have been worth it, after all,
would it have been worth while,
after the sunsets and the dooryards and the sprinkled streets,
after the novels, after the teacups, after the skirts that trail along the floor—
and this, and so much more?—
it is impossible to say just what i mean!
but as if a magic lantern threw the nerves in patterns on a screen:
would it have been worth while
if one, settling a pillow or throwing off a shawl,
and turning toward the window, should say:
“that is not it at all,
that is not what i meant, at all.”
. . . . . . . .

no! i am not prince hamlet, nor was meant to be;
am an attendant lord, one that will do
to swell a progress, start a scene or two,
advise the prince; no doubt, an easy tool,
deferential, glad to be of use,
politic, cautious, and meticulous;
full of high sentence, but a bit obtuse;
at times, indeed, almost ridiculous—
almost, at times, the fool.

i grow old … i grow old …
i shall wear the bottoms of my trousers rolled.

shall i part my hair behind? do i dare to eat a peach?
i shall wear white flannel trousers, and walk upon the beach.
i have heard the mermaids singing, each to each.

i do not think that they will sing to me.

i have seen them riding seaward on the waves
combing the white hair of the waves blown back
when the wind blows the water white and black.

we have lingered in the chambers of the sea
by sea-girls wreathed with seaweed red and brown
till human voices wake us, and we drown.


müsait bir vaktimde türkçe çevirisini de yapıp ekleyeceğim.

ts eliot

the love song of j. alfred prufrock şiiriyle beni kendine ebediyen aşık etmiş olan, en sevdiğim şairlerden biridir.

ali murat daryal

prof. dr. ali murat daryal marmara üniversitesi ilahiyat fakültesinde öğretim üyesidir.

son dönemlerde bu kadar şiddetli saçmalayan birini görmedim, an itibariyle kendisi habertürk'deki teke tek programında gelişine sallamaktadır.

açınız, izleyiniz, eğleniniz.

the chemical brothers

galvanize şarkılarına çektikleri klibe bayılırım.

yumurtalı ekmek

sadece adını okumak bile ağzımı sulandırmaya yetti. en sevdiğim kahvaltı * * * yemeklerinden biridir.

ayı sözlük yazarlarının şu an okuduğu kitaplar

kendi saçını kesmek

gecenin üç buçuğunda heyecandan yerimde duramamamdan ötürü gerçekleştirdiğim eylem.
kış olduğu ve kafam üşüdüğü için bir süre uzatma kararı almıştım ama yine kısalttım *.

keyifli şey gerçekten, kendimi daha da iyi hissediyorum şu an, artık istediğim gibi şekil de verebiliyorum falan.

riskli olay, kendinizi maymuna çevirme olasılığınız da var, ama saçlarınızı kazıtmaktan çekinmiyorsanız bir ara deneyin.

alttaki yazara soracaklarım var

belirtili nesne, dolaylı tümleç, yüklem (sen - gizli özne) ; belirtili nesne, dolaylı tümleç, yüklem (ben - gizli özne). bağımlı sıralı cümle bu aynı zamanda. *

alttaki, en sevdiğin koku nedir?

ben geldim

cem adrian'ın aşk bu gece şehri terk etti albümünde bulunan parçalarından biridir. şahsen en sevdiğim cem adrian parçası olmaya adaydır, benim için kişisel olarak da önemi büyüktür.

yürüdüm yürüdüm çok yollardan geçtim inan çok büyüdüm..
düşündüm düşündüm sebebini bulamadım neden neden neden çok üzüldüm?..
aç kapını lütfen,çünkü ben geldim
çok üşüdüm, çok soğuk yerden geldim
bana bana biraz gülümser misin?
kimseye sormadım,yolu kendim buldum geldim
simsiyahların içinden sana karbeyaz geldim
beni biraz sever misin? ben geldim!..
üstüm biraz tozlu, yolda çok düştüm geldim
ellerim çizik üzgünüm, dikenliklerden geldim
kalbim paramparça ama sana topladım geldim
bir bilsen neler yazdım, hepsini yaktım geldim
annemi bıraktım sana, kimsesiz geldim
çocukluğumun söküklerini dikebilir misin?
izin ver de oturayım lütfen, bacaklarımı çok yordum geldim
kusura bakma üstüm ıslak, büyük yağmurlardan geldim
anlatsam herşeyi, dinler misin?
yanıma para almadım, beş kuruşsuz geldim
yolda biraz acıktım ama sana,dayandım geldim
hiç yokken hep olmak nedir,bilir misin?
kendime.. devdim!devdim!devrildim geldim
kardım,buzdum eridim,erittim geldim
aşkı sırtıma aldım,taşıdım,evladım dedim
açtım,soldum,sarardım geldim
yandım, söndüm, kül oldum geldim
ellerinle ellerime su dökebilir misin?
yüzüme vurdu rüzgar yağmuru,daha çok dedim
yağmur çarptı kendini bana, "bu yetmez" dedim
kırılmış kanatlarıma birkez dokunabilir misin?
taştım,dağdım,kum oldum geldim
camdım,kayaydım, tuz buz oldum geldim.
beni tanrı'ya tekrar inandırabilir misin?
bin kere öldüysem, bin kere dirildim geldim
canımdan can,kan verdim ama adını yaşattım geldim
yedi kat yerin dibinden beni duyabilir misin?
kimse inanmadı sana,bir ben taptım geldim
dönecek yerim kalmadı, herşeyi mahvettim geldim
şimdi beni biraz sever misin?
ben geldim!

cat

bilimsel ismi felix domesticus olan, en sevdiğim hayvan türünün ingilizce ismidir.
  • /
  • 20
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 387

hobisi gizli pasiflik olan heteroseksüel

benim yakın bir hetero arkadaşımla konuşmuştuk bunu, kendisi anal uyaranlardan zevk aldığını kabul ediyor, kız arkadaşlarıyla da çeşitli deneyimleri olmuş * henüz denememiş ama sevgilisine strap-onla pasif olabilirmiş dedi mesela, ama bu adam hetero yani. ben özellikle konuştum, beni de biliyor, açık görüşlü de bir arkadaş, gizlemezdi yani benden eğer eşcinsel olsaydı. sorduğumda söylediği şey:

"bana erkekler çekici gelmiyor, kadınlar beni tahrik ediyor, öyle erkekliği göt deliğiyle bağdaştıranlardan da değilim, zevk alacağım bir şeyse niye yapmayayım?" dedi bana, ki haklı. *

böyle de bir versiyonu var yani bunun.

lykke li

kleerup'la ortak çalışması olan until we bleed parçasına ölürüm!

(bkz: ben bunu yerim dediğiniz şey)

the l word

bir kızla beraber bu dizinin herhangi bir bölümünü izlerseniz, o bölüm sırasında veya sonrasında sevişeceğiniz neredeyse garantidir, o kadar tahrik edici sahneleri vardır.

ilk sezonlarını çok sevmeme rağmen, sonlara doğru beni sinir hastası etmiştir, her bölümde "lanet olsun senin gibi kadina jenny! ölsen de kurtulsak!!" diye bağırmaya başlamıştım bir noktada.

--- spoiler ---

nitekim öldü de kurtulduk.

--- spoiler ---

müzikleri muhteşemdir ve pek çok inanılmaz grubu keşfetmemi sağlamıştır. dizide alice piezsecki karakterini canlandıran leisha hailey gerçek hayatta da lezbiyendir ve uh huh her adında muhteşem bir grupta müzik yapmaktadır. sadece müzikleri için bile iyi ki izlemişim şu diziyi diyorum.

ablaların kardeş sevgisi

iki küçük kardeşi olan bir abla olarak, onlar için ölebilirim bile. küçük olan 2 yaşında, büyük olan 8; bayağı yaş farkımız var yani, hele ufaklık çocuğum gibi.

ne zaman onları ziyarete gidecek olsam, üç gün aç gezmem gerekse bile mutlaka sevecekleri bir şeyler alıp götürürüm. gurur duyacakları, arkadaşlarına hava atacakları bir abla olmak için elimden ne geliyorsa yapıyorum yani. parkta saatlerce oynamaktan tut, enstrüman çalmayı öğretmeye, muhteşem kitaplar önermeye kadar aklıma ne geliyorsa yapıyorum.

cüzdanımda ikisinin de fotoğrafı var, hep yanımda taşıyorum. ikisine de ne kadar düşkün olduğumu anlatmam mümkün değil yani.

bir farklıdır kardeş sevgisi.

eski başlıkları hortlatmak

yeni başlıklar beni açmadıkça "rastgele"ye tıklayıp gerçekleştirdiğim hadisedir.

kimse küfretmiyor efenim, en azından öyle ummaktayım.

eşcinsel olduğunu belirtmenin yolları

mekana beğendiğim bir kadın girince jim carrey'in maske filminde yaptığı gibi gözlerimi yuvalarından çıkarıp, dilimi yerlere serip, kurt gibi uluyorum, anlamayan kalmıyor.

görsel için bakınız:

kadın kadına seks

çok iyidir, güzeldir, dünyada daha çok olması gereken şeylerden biridir kesinlikle.

mitlerin aksine, "yapay bir girme çıkma" o kadar yaygın değildir, hatta oran olarak gayet azdır. penisimiz olmasa da çok şükür ellerimiz, bellerimiz, kollarımız, bacaklarımız mevcuttur, ve cinsellik - kadın erkek ayrımı olmadan - sadece tek bir organ temelli olmamalıdır zaten.

uzun tırnaklı lezbiyen olmaz, olmamalı, olmasın. travmatik deneyimlerim oldu.

oyuncak kullanmayı ben şahsen tercih etmem, fakat benim de bir strap-on'um var, adı recep, kendisi bir süredir dolabımda duruyor, fazla aksiyon görmedi. böyle "aksesuar" kullanan kadınlar tabii ki vardır, benim de arada bir canım çeker yani, ama bu tamamen roleplay şeklinde olur, en azından benim için. "yapay penis kullanacağına gerçeğini alsana işte!" diyen her adamı "benim yapay penisim 23cm ve ereksiyon problemi yok" diyerek itinayla morartıyorum. ayrıca, önemli olan genital organlar değil sadece.

en büyük bir diğer sıkıntı, lezbiyenlerdeki aktif - pasif dinamiğinin anlatılmasıdır. ben de bu konuda çok yardımcı olamayacağım.

cennetin ırmakları

ceyl'an ertem'in ütopyalar güzeldir albümün 5. parçasıdır. "mabel'in şarkısı" olarak da geçer. albümdeki en sevdiğim şarkıdır.

bir hayatın tükürüldüğü yerde,
aktı şol cennetin ırmakları
bir bezden gördüm ben orda
ahla boyalıydı tırnakları

gözlerinde uykusuz masallar
dizlerinde hala kendi çocukluğunu sallar

ah beyim yapma dur, bir kızım var benim
aslında doğmadı henüz, ama kalbimi emer
beyim dur biraz, nerde benim düş payım
gönlüme geçmez liran, biraz izin ver unutayım

bir rüyanın büküldüğü yerde
yosun tuttu oyunun yorgun taşları
kapkara sürgüler çekildi sonra
çatıldı cennetin o şen körpe gül kaşları

gözlerinde uykusuz masallar
dizlerinde hala kendi çocukluğunu sallar

ah beyim yapma dur, bir kızım var benim
aslında doğmadı henüz, ama kalbimi emer
beyim dur biraz, nerde benim düş payım
gönlüme geçmez liran, biraz izin ver unutayım

beyim yapma dur, bir kızım var benim
aslında doğmadı, ama kalbimi emer
beyim dur biraz, nerde benim düş payım
gönlüme geçmez liran, biraz izin ver unutayım

gay bar

bazen ortamının suyu çıkabilen, çoğu zaman eğlenceli olan mekandır. yurtdışında çok daha tatlıdırlar fakat ülkemizde genelde "acaba bu gece kiminle yatsam?" modunda takılan insanlar bulunur.

ayrıca bir gay barda dansederken beni erkek zannedip arkadan sarılan, ve elini kasığıma atınca orada penis bulamadığı için travma geçiren adamın yüz ifadesi asla aklımdan çıkmayacaktır.

lezbiyen pornosu izleyemeyen lezbiyen

lezbiyen pornosu genelde hetero erkeklere yönelik yapıldığı için, sahte göğüslü, kırmızı stiletto giyen, silikonlu dudaklı, uzun tırkanlı kadınlar yer alıyor çoğu zaman, izleyemiyorum midem kaldırmıyor.

ayrıca uzun tırnaklı lezbiyen olmaz arkadaşım! olmaz yani! * ağrıyor yahu! *

bir de malum, sürekli araya katılan erkekler oluyor. *

düzgün lezbiyen pornosu nadirdir, ve hepsi ücretlidir. * suicide girls tavsiye edilir.

homofobik homoseksüel

kendileri de gayet eşcinsel * * * * * olmalarına rağmen, eşcinsel insanlar arasında sınıf ayrımı yapıp, kendileri kadar "üst seviyede" olduğunu düşünmedikleri kişileri (bkz: elit gay) küçümseyen kimselerdir.

günlük hayatta en çok gördüğüm, kendileri dışardan anlaşılmayacak kadar maskülen olan eşcinsel erkeklerin, daha feminen olanlara bu şekilde davranmalarıdır.

+ lan bu x de tam bir puşt.
- abi ne diyorsun, sen de eşcinselsin işte.
+ ben eşcinselim oğlum ama puşt değilim.

şahsen duyduğum bir konuşmadır kendisi.

bu gibi insanların hızlıca nesilleri tükenmelidir, zira heteroseksüellerden gelen baskılara bir de homoseksüellerden gelen baskılar eklenince olay biraz sıkıntılı oluyor.

mortal kombatta hangi karakter

scorpion, kesinlikle scorpion, ama sub-zero'yu da severdim.

diş hekimi

lisedeyken tıp isteyen pek çok gencin mottosu "tıp olmazsa diş yazarım"dır, bu sebepten ötürü asıl isteği hekim olmakken dişçi * olan pek çok kişi "dişçi değil, diş hekimi!" şeklinde düzeltmeler yaparak, "tüm derslerimiz aynı zaten, bir de bizde el becerisi çok önemli" diyerek kendilerini iyi hissetmeye çalışır. tıpçılar ise kendilerini onlardan üstün hissettiği için * onları küçümser.

tıpçılar ve dişçiler arasında gerek üniversite süresince, gerek iş hayatında bu gerilim sürer. tabi ki herkes böyle yaklaşmaz, fakat her tıpçı ve her dişçi bunun bilincindedir.

büyük hastanelerde dişçileri kimse adam yerine koymaz çünkü hastanelerde inanılmaz bir hiyerarşi mevcuttur, ve bu düzende dişçiler gerçek hekimler olmadığı için en altlarda yer alır, en üstlerde ise cerrahlar bulunmaktadır.


edit: bir tıpçı olarak dişçilerle bir alıp veremediğim yok, pek çok diş öğrencisi arkadaşım var ve onların işi de gerçekten zor, bir yere kadar eğitim yakın olsa da 2. sınıftan itibaren yollar ayrılıyor ve farklılaşıyor, hekim değiller ve öyle olduğunu iddia edenler beni geriyor.

ekonomi üniversitesi

aynı özellikte bir diğeri için (bkz: yakın doğu üniversitesi)



edit: lisede eşit ağırlık öğrencisi olan, benim şahsen tanıdığım gerizekalı adamın biri şu an tıp 3. sınıf ise, ben o okula okul demem. şu an ydü diploması sahibi olan, veya sahibi olacak olan en az 100 moron örnek verebilirim, hangi ydü öğrencisi yazdığıma alındı bilmiyorum ama kader kahpe kader, okulun hali bu.

dipnot: okulun sahibini şahsen tanıyorum, eski sevgilim de orada çalışıyor, parayı vereni okula kabul ediyorlar (özellikle yabancı öğrencileri) ve para ödendiği sürece o diploma alınıyor.

kendisine ibne diyen gay

kelimeleri sahiplenmekle alakalı bir durum bu. sonuçta "homo" kelimesi de, "gay" kelimesi de, "eşcinsel" kelimesi de hakaret olarak, aşağılama amaçlı kullanılıyor. "ibne" kelimesi de bunlardan farklı değil, zaten aynı anlamda*.

eğer biz bu kelimeleri sahiplenirsek, kelimenin oluşturduğu etkiyi hafifletebiliriz.

kullanılış şeklinden dolayı "kötü kelime" olarak düşünüyor insanlar, gay ve homo'dan farkı yok bence, insanların algısında bitiyor olay.


benzer bir durum için (bkz: kadın denilmesini hakaret olarak alan kadın modeli)
Henüz takip ettiği biri yok.