ne yazan ne de yazılan tarafında olmamak için özellikle çaba sarf ettiğim durum.
hoşlandıysam ve karşı tarafın zaman, uygunluk vs olanaklarına uyabileceksem açık bir şekilde belli ederim, yok hoşlanmadıysam zaten kırmadan, üzmeden söylerim.
karşı tarafa belki de en açık olduğum konu, kendim için de beklentimin bu olduğudur.
yapamayan, yapmayan adamı da hiç s..lemem. kaçanın kovalandığı gibi bir dünyam yok, ne ben bulunmaz hint kumaşıyım ne de bir başkası.
ve nihayet yaklaşık 1 aydır evde izolasyonda olan kişilerle, sokak sokak dolaşan insanlar itinayla bir araya getirilmiştir.
hafta sonu havanın güzel olacağını, cuma günü saat 21.45! de öğrenen hükümet, kendi halkını tanımadığı için yasağı 22.00 de duyurmuş ve hafta sonu havayı güzel gören insanlar dışarı çıkmasın diye çok başarılı bir tedbir almıştır.
bu sabahtan duyurulsaydı, en azından çalışan ya da zaten sokakta olan insanlar almak istediklerini evlerine dönüşte alamaz mıydı? ya da insanlar dışarı 2 saat içinde değil de tüm güne yayılmış bir zaman diliminde çıksaydı, bir nebze o yoğunluğun, çiğnenen sosyal mesafenin önüne geçilmez miydi?
aslında tabu olan bir durum değil. sadece modanın insanları ne kadar kolay yönlendirebildiğinin ve insanların ne kadar kolay güdülebildiğinin kanıtı.
90'lı yıllarda, aksine bugün giydiğimiz şortlar yüzde garip ifadelere sebep olurdu, genelde herkes slip mayo, iç çamaşırı giyerdi.
kazaklar, kendine bir beden büyük pantolonların içine sokulur bir de üstüne kemer takılırdı, renkli pantolonlar değil ama rengarenk alacalı bulacalı kazaklar, gömlekler giyilirdi. kalın, yere kadar paltolar, eşek ölüsü gibi ağır içi kürklü napalar revaçtaydı.
her şey gibi, akıma uymak adına bir şekilde giyim tarzımız da şekilden şekile giriyor.
belki de bundan 10 sene sonra, şimdi giyilen o nefes alamayacak kadar dar gömleklere, extra skinny pantolonlara falan gülüp geçeceğiz.
yeni alınan kararla, telefonunuza gelecek bir şifre ve kimlik numaranızla eczanelerden temin edeceğiniz bedava maske. 20 yaş altı ve 65 yaş üstü hariç, her 10 gün için 5 adet kotanız var.
önce eptt sonra e-devlet üzerinden başvuru yapılarak dağıtılması planlandı ancak kotarılamayınca bu yöntem ile dağıtılması kararlaştırılmış. bir yandan durmadan evdekal çağrısı yapılırken bir yandan da insanları eczaneler yığma kısmı tartışılası.
bebek yoda'sı evde beslenesi, sarılıp yatılası bir şirinliğe sahip.
özellikle star wars evreninin bu kadar kötü işlerle devam ettirilmeye çalışıldığı son dönemde, rogue one gibi klasik ruhu yansıtabilen en güzel işlerden.
dirty john;
gerçek hayattan uyarlanan, eric bana'nın canlandırdığı john meehan adlı bir dolandırıcı ve psikopatın 8 bölümlük hikayesi.
yer yer karakterlerin yaptığı salaklıklara küfürü bastığınız, ağır ilerleyen drama sevenler için.
işin ilginci, özentisiyle heteroseksüel olmaktan vazgeçip eşcinsel olmaya karar vermiş tek bir örnek sunulabilse ben de gönülden destekleyeceğim ama öyle bir örnekte yok anasını satayım.
olayın soğuması, balık hafızalarımızdan silinmesi sonrası, ilgili kişiyi herhangi bir bakanlığın ilgili herhangi bir müdürlüğünde görevinin başında göreceğimiz ve tekrar birine geber diyene kadar umursamayacağımız tweet.
sözlüğün kadrolu psikologlarının linç mekanizması devreye girmiş
eşcinsel olmaktan korkuyorum derken acaba eşcinsel duygularım var mı, sorusuna cevap verememekten bahsediyor olabilir mi?
korkuyla bahsettiği, veremediği cevabın biz de dahil kendinden başka herkesin onu bir şekilde damgalayabileceğinin yarattığı baskı olabilir mi?
ne de olsa biz anamızdan bu duyguyla ama daha da önemlisi bu duyguyu kabullenerek doğduk, hiçbirimiz hayatımızın hiçbir döneminde bu korkuyu yaşamadık, sorgulamadık ve kıvranmadık, demek ki homofobi bu. sonuçta en ufak eşcinsel sorguyu, anlamlandırma çabasını homofobik olarak damgalamaktan daha kolay bir şey var mı?
o zaman, "yine yanlış anlaşılmasın her türlü sevgiye ve sevişmeye sıcak bakarım. ancak hem cinsim ile sevişme düşüncesi bende bir bunaltı oluşturuyor." diyen birine, -ben homoseksüelim ama karşı cinsimle sevişme düşüncesi beni darlamıyor, bunaltmıyor- diyenleri sağ tarafa, geri kalanları heterofobik homoseksüeller olarak sol taraftan danışmaya alalım lütfen.
artık yerlerinde yeller esse de, istanbul içinde en net hatırladıklarım, küçükçiftlik (yamulmuyorsam istanbul'da en uzun hız treni buradaydı) ve bostancı sahilindeki.
sanırım incirli ve florya sahilindeki derme çatma iki tanesi hala duruyor ve faliyette.
ilişkilerin çoğunda yaşanan yaygın bir şey aslında bu ama çoğu zaman dile gelmez veya inkar edilir. ama bunun çizgisinin nerede çekileceği konusunda emin değilim.
mesela ben dün sevgilimle buluştum. seks yaparken ona çok acıyor çıkar dedim. o "dur geliyorum zaten" diyerek 3-5 saniye daha ilişkiye devam etti. bu durumda bana tecavüz etmiş olduğunu söyledim ona ama kabul etmedi kesinlikle.
tecavüz illa ilişkinin başından itibaren olacak bir şey değil bence. dur dendiği zaman durulmalı diye düşünüyorum.
filmler, kitaplar ve efsaneler biz insanlara hep karnında hissedilen kelebeklerden, beyin aktivitesinin düzgün çalışmamasından, beyaz ata binmiş kısmetlerden bahsededursun gerçek aslında biraz farklıdır.
aşk ve sevgi öğrenilebilir kavramlardır. değer veriliyor, görülüyor, birlikte geçirilen zamanda vücut mutluluk hormonlarını bolca salgılıyorsa yani mutlu hissediyorsanız ve birlikte uyuyor ve dinlenmiş hafif uyanıyorsanız emin olabilirsiniz.
yarım aklımla ve yanlış algılarımla isim veremeyeceğim başlıktır. yine de kimsenin ölmesini istemem gibi ahlaki doğruculuk da yapamıyorum. aklıma deadpool 2'deki deadpool'ün hitler'i öldürmek için geçmişe gittiği sahne geliyor. bebek hitler'e bir şey yapamıyor ama adamın ileride yapacaklarını biliyordu. o aşamaya gelince muhtemelen ölmesini istediğim kişiye karşı vicdani bir tutum geliştireceğim. ama ölmesini istediğimiz ünlünün ölümüne biz sebep olmayacaksak bu kararı daha rahat verebiliyoruz değil mi! ben toplumda bölücü, insanlara zararı dokunan, kötü örneklerin (ama en uç olanlarının) ölmesini isteyebilirim ama işin derinine inince orada karar mekanizması düzgün bir ritmle çalışmıyor. böyle düşününce de ölüm denen şeyin insan eline bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. karmakarışık...
--hey nereye?
-ee işim bitti hayatım.
-- . gusül abdestialmadın ama.
-off yaaa.
(abdest alınmaya başlanır)
--öyle değil öyle olmaz!!
-ama benim mezhebime göre böyle alınıyo.
--hayır benim dediğim gibi alacaksın.
-öff ya öliym ben öliym iyi ki duş alalım dedik hacca yolluyacaksın adamı.
--züküşürken böyle konuşmuyordun ama !!
-assdfsdfg
insanlar ne kadar mantıklı, sağduyulu, tutarlı düşünse de bazı konularda olaylar düşüncelerini desteklediğinde çok salakça fikirlere kapılabiliyor. lise dönemi ergenliğiyle platonik bağlandığım okulumuzun müdür yardımcısı vardı. neredeyse aradan on sene geçmiştir. platoniklerin arasindan en tutkuyla bağlandığım adamdı. hayatta bana bir fırsat sunulsaydi, her türlü onunla değerlendirmeyi seçerdim. o kadar olağanüstü bir şey gibi geliyordu ki tenimin tenine değmesi; aşkı sevgiyi geçtim, sırf nasıl bir histir bu merağından belki de en çok istediğim şeydi. bilen bilir platonikler durup dururken birine bağlanma olayı değildir. dogru ya da yanlış karşı tarafın da tavırları seni buna sürükler. etkisini yitirdiğinde karşılık konusunda en iyimser düşündüğüm adamdı kendisi. yeni yaslarimin getirdiği tecrübe ve olaya birkac sene uzaktan bakınca en ufak bir alaka görmüyordum bile. hatta yakın zamanda onu gördüğümde karşılaşmamak için elimden geleni yaptım. ama dün telefona dalmışken iş yerinin oradan birinin geçtiğini farkederken kafamı kaldırır kaldirmaz birinin gözleriyle içeriye göz gezdirdigini gördüm. aynı zamanda yürüdüğü için tam gözler bana kayınca işyerini de geçmiş oldu. bir anlık noluyor lan dedim kendi kendime. anlam vermeye çalışıyorum. oldukça düşündüklerimden uzak ihtimallerden yana kullanıyorum mantığımı ama hafiften de aklım başka yana kaymiyor da değil. hani bir şey olacağından değil. biliyorum kırk yıl böyle sürse hiçbir şey olmaz ama içinin bi yerlerinde bir şeyler cız ediyor yine. gecem onu düşünerek geçti. hala karşıma çıkınca ayaklarım titriyor.
yalnızlıktan geberiyorum artık günlük.
virüs yüzünden tüm sosyal aktivitelerim iptal oldu -iyice de başarıyordum sosyalleşmeyi- bir haftadır evdeyim.
evdeyken yalnızlığım daha çok canımı acıtmaya başladı. okul , iş yoğunluğundan dolayı çok hissettirmiyormuş meğersem.
yeni anladım
mesajını beklediğim kişi bana dönmedi (yine)
ah korona ah onu bu pazartesi buluşmak için ikna edicektim oysaki. bu muhabbet geçsin diye 3-4 gün bekledim fakat o bana , sana sonra yazıcağım dediği şeyi bile yazmadı yedi günde.
üzdü..
daha yazmayacam ona.
kısmet açma büyüsü bilen var mı ? büyü filan yaptırmayı düşünüyorum artık. kafayı yemeye başladım. kendimi yine instagramda çiftlere bakarken yakaladım. ulan biz bir tanesini bulamıyoruz millet polyamory ilişki yaşıyor. hemde kütahyada.
birazdan ağlayarak uyumaya çalışacağım (yine). iyi uykular günlük.
merhaba günlük iki gündür bekliyorum. bekliyorum fakat yazmayacağını da biliyorum.
hep mesajları ben attım ama sıkıldım ya birazda ben ilgi göreyim. sürekli kovalayan taraf ben olmak istemiyorum hep seven hep seven ben , sevilen onlar. sıkıldım.
ne de zor sevecek sevilecek biriyle tanışmak.
neden kimseyi bulamıyorum ki günlük. sanki bedenimi saran anti-gay enerjisi var.
çok kıskanıyorum sahilde oturup birbirlerinin gözlerinin içine bakan insanları. dudağım ne zaman bir dudağa değecek ?
içimdeki boşluk ne zaman kapanacak ?
ne zaman teninin kokusunu içime çekeceğim onun ?
ne zaman keşke zamanı durdurabilseydim diyeceğim ?
her an ölecekmişim gibi.
sevilmeden , sevişmeden , sevmeden ölmek istemiyorum.
bak bu da ilginç oldu; açtığı başlıkların yüzde doksan dokuzunda keskin ifadeler, genellemeler ve sıfatlandırmalar bulunan birinin, ön yargıdan şikayet ediyor oluşu biraz garip değil mi?
sanmıyorum ki burada bulunan herhangi biri, yazdıklarını okuyarak seni tanıdığına kanaat getirsin, ama bir yandan da kabul etmek gerekir ki, yazdıklarımızı okuyan kişilerin hakkımızda fikir sahibi olmaları için ellerindeki tek veri ne yazık ki yine bizzat yazdıklarımız.
gelelim esas en üzücü olan, kurgu bir karakter olduğun ve üzerine alınmadığın kısma; yani yazdıklarının asında senin düşüncelerin olmadığını, yarattığın kurgu karakterle rahatça itham ederken, kurgu karakterini itham edenleri tuhaf olarak görüyorsun, o zaman şimdiye kadar yazdıklarını okuyan bir yazarın şunu sormaya hakkı yok mu, sen bizle kafa mı buluyorsun?
biri de benim. ama o çok bilmiş yargıların aksine sebep ne dışarıdan fark edilme kaygısı ne de cinsiyetçilik safsatası. sadece cinsel anlamda ilgimi uyandırmıyor, bu kadar basit.
bir de bunun üzerinden maruz kalınan ayrımcılık suçlamaları var ki o daha da vahim.
yani anlamıyorum, sen kıllı/kılsız, kaslı/kassız, uzun/kısa, büyük/küçük, genç/yaşlı olsun diye bir bir sıralarken ayrımcılık yapmıyorsun da ben feminen olmasın diyince mi ayrımcılık yapıyorum?
kronoloji müthiş;
sabah saatlerinde, dünya bankası corona virüsüyle mücadele eden ülkelere 12 milyar dolar ayırdığını açıklıyor,
sonrasında imf aynı amaçla 50 milyar dolar bütçe ayırdığını açıklıyor,
öğle saatlerinde sağlık bakanlığı'ndan "bu virüsün şu anda türkiye'de olma ihtimali çok yüksek" açıklaması geliyor,
geceyarısı da ilk vaka duyuruluyor.
içerken yanında, -nabersin, keyifler iyi mi, diye sorabileceğin birinin olmadığını,
sinemada, yanındaki koltuğa kaykılmak yerine koltuğu ortaladığını,
kahve, sohbet isterken, kahve içip telefona gömülmüş olduğunu,
eve dönüşte, arayıp -bir şey lazım mı, diye sorabileceğin birinin olmadığını,
libidon tavanken, kendini bilgisayar, telefon vb başında porno izlerken bulduğunu fark ettiğin tüm o anlar.
amaç yazara saldırmaksa, sitenin bir de özel mesaj sistemi olduğuna göre gereksiz hareket.
yok aslında derdim yazara saldırdığım deklare olsun, diğer ayıcanlar da görsün derseniz, saldırdığınız kişinin dışında kim umursar ki?
bak bu da ilginç oldu; açtığı başlıkların yüzde doksan dokuzunda keskin ifadeler, genellemeler ve sıfatlandırmalar bulunan birinin, ön yargıdan şikayet ediyor oluşu biraz garip değil mi?
sanmıyorum ki burada bulunan herhangi biri, yazdıklarını okuyarak seni tanıdığına kanaat getirsin, ama bir yandan da kabul etmek gerekir ki, yazdıklarımızı okuyan kişilerin hakkımızda fikir sahibi olmaları için ellerindeki tek veri ne yazık ki yine bizzat yazdıklarımız.
gelelim esas en üzücü olan, kurgu bir karakter olduğun ve üzerine alınmadığın kısma; yani yazdıklarının asında senin düşüncelerin olmadığını, yarattığın kurgu karakterle rahatça itham ederken, kurgu karakterini itham edenleri tuhaf olarak görüyorsun, o zaman şimdiye kadar yazdıklarını okuyan bir yazarın şunu sormaya hakkı yok mu, sen bizle kafa mı buluyorsun?
bugün akşam üzeri, asla yapmayacağım bir şey yaptım, hayatımda ilk defa sadece fotosunu gördüğüm ve toplamda dört cümle yazıştığım biriyle tanıştım. -selamlar, -avm'nin üst katında x yerde yemek yiyorum, -yalnız? -evet, gelsene... bu kadar. ne olacak ki, diyip bindim asansöre, çıktım yemek katına.
plansız bir durum ve önceden verilmiş başka bir sözüm olmasından dolayı kısa bir sohbet oldu ama nasıl güzel, nasıl tatlı adamın teki namussuz. şu kadarını söyleyeyim, elimden tutup -hadi deseydi, gitmiştim adamla. o an bu hissettiğimi ne belli ettim, ne de söyledim. eğer iletişim sürerse bir gün zaten anlatırım ona da, benim pek içimde kalmaz. ama o güne kadar ne siz okudunuz ne de ben anlattım ona göre...
şimdi düşündüm de, ister misin adam sözlük yazarlarından biri olsun, rezilliğe gel
kronoloji müthiş;
sabah saatlerinde, dünya bankası corona virüsüyle mücadele eden ülkelere 12 milyar dolar ayırdığını açıklıyor,
sonrasında imf aynı amaçla 50 milyar dolar bütçe ayırdığını açıklıyor,
öğle saatlerinde sağlık bakanlığı'ndan "bu virüsün şu anda türkiye'de olma ihtimali çok yüksek" açıklaması geliyor,
geceyarısı da ilk vaka duyuruluyor.
bugün çocukluk arkadaşım olan bir dostumla kahve içerken, bir anda aslında onun yanında ne kadar sıkıldığımı fark ettim, orada oluş amacımın sadece rutini devam ettirmek olduğunu, zevk almadığımı...
ve daha da kötüsü, sonrası çorap söküğü gibi geldi. yaşadığım hayattan, birlikte olduğum kişilerden haz duymadığım dank etti.
merak ettiğim, tanımak istediğim kişileri tanıyamadığımı, hayatıma bir anlam katamadığımı, uzun zamandır kimseye tutkuyla bağlanmadığımı ve o ilgiyi gösteren kişilere de haklarını teslim etmediğimi düşündüm.
kötü bir gündü kısacası.
başlığın sahibi için, öncelikle ahirete inanmaman kendi açından iyi olmuş çünkü bir adım öne yürüyüp, kendini bir yerlerden atmakla allah'a ulaşma fikrin tümüyle yanlış. boşu boşuna kendine yazık edermişsin.
her ne kadar senelerimi işin ilmine vermemiş olsam da basit bir şekilde; dine göre ahiret, hak etmeden önce uğruna çaba gerektirir. yani daha basitçe; bir ödüldür. ödülün iyi veya kötü olacağını senin dünyevi yaşamındaki kararların belirler. sana verilen ödev o yaşamı layıkıyla, gösterilen doğrularla yaşamandır. içinde doğmuş olduğun, yaşadığın toplum seni yargılarken bile değiştirmen için bir seçim hakkın var, en basiti müslümanların aldığı kararların yaşam haklarını, sosyal haklarını tehlikeye sokmadığı bir toplumda yaşamayı değerlendirebilirsin? bu hakkı kullanmak yine senin hür iradenle sınırlı.
ikincisi, biraz daha kafa yorup düşünürsen, hayat tarzını, gay olmanı eleştiren kişilerin dininin ne olduğu (burada müslümanlıkla eşleştirmişsin) çok önemsiz bir nokta, zannediyor musun ki o kişi başka bir dine inansaydı senin gay olmanı ya da yaşam tarzını hazımsayacaktı? hiçbir din eşcinsel ilişkiyi onaylamaz dolayısıyla konu dini inanış ya da inançsızlık değil kişinin kendisinden mütevellittir.
çıkış noktan doğru olsaydı bütün dinsizler, inançsızlar ya da müslüman olmayanlar gay olmanı normal karşılardı ama ne yazık ki yok öyle bir dünya.
ayrıca kur'an-ı kerim'de iman edilmesi için zulmetmek diye bir şey yoktur, yine eleştirdiğin din değil kişiler olmalı.
hangi birinden başlayayım bilemedim dediğim başlık.
adamın boyuna göre aktifliğine, pasifliğine pay biçmek, (1.70 altı pasif, 1.70 üstü aktif olsun mu?)
dinlediği müzik türüne, sanatçıya göre değerlendirmek, (pop dinleyenleri toptan pasif kabul edelim mi? aktifler ne dinlesin?)
kasıntı olmayı aktife mal etmek, (gelişmemiş kişilik, kendini bilmezlik, iyi olanı üstlenip diğerini yamamak, ben ulaşılmazımcı pasifleri napcaz? ayrımcılığın dibi?)
feminenlikten hoşlanmamak, (acaba karşındaki kişinin sözünün eri olmamasıyla alakası olmayıp sadece bahsi geçen davranış türünden hoşlanılmaması olabilir mi, her pasif feminen, her aktif maskülen zorunluluğu yürürlüğe mi girdi?)
arz talep sikerimciler, (sabaha kadar evirip çevirip sik beni, domaltıp kökle bana, uzun olsun, kalın olsun, büyük olsun, 5 katlı olsun deliğimi doldursuncu pasifler? yok mu sayıyoruz onları?)
icraat, bak bu iyiydi (ben şöyle yüzükoyun yatayım, 5 saat sonra iş bitince çevirirsin beni? oldu başka bir emriniz efenim?)
feminenlere ilgi duymayanları homofobik olarak damgalayan feminenlerin kaç tane feminen adamla birlikte olduğunu sorsak?
tanıdığım hiçbir feminen arkadaşımın şimdiye kadar feminen birine ilgi gösterdiğini görmedim.
atmaya gelince mangalda kül bırakmıyorsunuz da, var mı aranızda bir cengaver, ben feminenim ve feminenlerden hoşlanıyorum diyebilecek?