29 ekim cumhuriyet bayramı
geç devrimler çağında yapılan bir devrim sürekli ilerlemek zorunda kalıyor, aslında kimileri vaktiyle bunun farkına varmış, o dönemlerden kalma bir fotoğrafta "durmayalım düşeriz" yazılı bir pankart bu durumu anlatıyor. ne var ki cumhuriyet bir noktada durdu, dahası kendi yetiştirdiği evlatları tarafından boğazlandı. bir başka meşhur söz vardır "devrim kendi çocuklarını yer" diye başlar, kimileri bunu mitolojide oğlu zeus'u yiyen kronos'a benzetir. ne var ki burada tersi olmuştur, cumhuriyet ve kemalist ideoloji kronos dahi olamamış kendi yarattığı burjuvazi tarafından ilk fırsatta yenilip yutulmuştur, 1945 sonrası olanlar da bunun hikayesidir.
bugün ise ortada cumhuriyet falan yok, adı var ama beden nefes almıyor sadece cenazesini kaldırmadıkları için ortada öylece yatıyor. o yüzden "coşku" ve "heyecanla" kutlayamıyorum. bende olan daha çok uzun süre önce yitip gitmiş bir adamın doğum gününde sevenleriyle toplanıp iki kadeh eşliğinde yine o adamı biraz üzüntü biraz da sitem içinde anmak.
sürekli siyaset konuşan erkek
biraz da siyasetin magazinsel bir şeye dönmesi sonucu itici gelebilen bir durum. yani bir insan toplumsal bir konuyu ne için konuşur? ortaklaşmak ve mümkünse bir konuda organize olup harekete geçmek için. ancak başta türkiye ve dünyanın pek çok yerinde siyaset artık müge anlı programlarından hallice ilerlediği için sokakta dönen muhabbet de "kim kime dum duma" goygoyu olarak işliyor.
doğruya doğru konuşmak lazım, politik bir aileden gelen, siyaset bilimi mezunu olan politik bir kişiyim, siyasi magazin dönünce ben de başımı çeviriyorum.
israil'in gazze'yi vurması
on gündür yaşananları sağır sultan duydu, ilk üç dört günde yaşanan kafa karışıklığı da "radikal" ergenler hariç herkeste üç aşağı beş yukarı durulmuştur, o yüzden meseleden ziyade işin söylem ve ideoloji düzeyine dikkat çekmek lazım.
bu tür olaylar olduğunda genellikle devletler kötü kalpli teröristleri öldürdüğünü ve bunun aslında oradaki sivil halka da yarayacağını söylerler, ancak ilk günlerde netanyahu doğrudan sivil yerleşimlerin bombalandığı görüntüleri paylaştı, iktidardaki sağcı likud partisinin bir vekili ise bununla tatmin olmamış gibi görünüyor, arkadaş direk atom bombası atılması gerektiğinden bahsediyordu. sonra kabinedeki görevini hatırlamadığım bir bakan "karşılarında insana benzeyen hayvanların olduğunu ve ona göre davranacaklarını" söyledi, sorun şuradaki burada bahsedilen "insansı hayvanlar" hamas militanları değil, bunu derken tüm filistin halkını kastediyordu. sonra da buna göre davrandılar.
yine de israil güçleri bir noktadan sonra geri adım atmak zorunda kalacak, çünkü bu katliamlar sonucu baştaki algı tersine döndü, israil gazze'yi vururken başta bunun meşruluğundan bahseden batıdaki siyasiler oradaki kamuoyu baskısıyla daha "ılımlı" söylemler kullanmaya başladılar. ancak daha bir kaç hafta önce kanada parlamentosunda eski bir nazi subayı "özgürlük savaşçısı" olarak alkışlanmıştı, bir buçuk sene önce başlayan rus-ukrayna savaşında ise azov üzerinden neo-nazi cihadının nasıl desteklendiğini zaten biliyoruz. doğrusu demokrasinin beşiğinde söylem ve hareketler ııı.reichs ayarına doğru kayıyor, ama bunun için illa bildiğimiz führer görünümünde olan sincap gibi bir herife ihtiyaç yok, yeni nazilerimiz gayet güler yüzlü hatta yer yer rishi sunak gibi elemanlardan çıkacak. başka türlü çıkar yolları da yok zaten, bir tarafta kriz büyüyor diğer yanda kurumlar eski gücünü yitiriyor ve yeni bir "kavimler göçü" durmadan sürüyor, o mazideki "old but gold" günler bitti yani, devir canavarların devri.
peki biz ne yapacaz?
doğrusu lafa gelince batıyla aşık atmaya kalkan cihatçı yaratıkların canı cehenneme, bugün vuruşurlar yarın makul bir anlaşmayla satmayacakları şey yoktur, kaldı ki bunlar eski dostlardır, bir dövüşür bir barışırlar hatta başları sıkışınca batının koynuna da sokulmasını gayet iyi bilirler. bizler ise bu coğrafyanın çifte yalnızlarıyız, bir yanda kellemize talip islamcı barbarlar var, diğer taraftakilerin bahsettiği özgürlük ise o beyaz adamın özgürlüğü, bu topraklarda iç savaş finanse edilirken kimse ölenler ilerici mi gerici mi, islamcı mı seküler mi diye ayırt etmiyor yani.
kısaca islamcıyla çatışırken neo nazinin boynuna enişte diye sarılmayacağız, mümkünse kendi göbek bağımızı kendimiz keseceğiz. kolay mı? valla işimiz çok zor, ama adam akıllı tarihe bakanlar kolay diye bir şey olmadığını biliyor.
önemli bir ek: altta güzel güzel yazı girip "şımarık" diye yaftayı basan sonra da silen kardeşim, gel hele gel, vallaha bak anlaşamayacağımız bir şey yok :)
pinkwashing
haklar ve özgürlükler de bugün pazarlama stratejisi olabilir, çünkü dünyada öyle "sekülerler" ile "köktendinciler" arası bir fantastik kavga verilmiyor, çelişkiler ve bunlardan doğan çatışmalar daha farklı.
mesela batı devletleri ne kadar özgürlükçü ve demokrat olduklarının propagandasını 45 sonrası dönemden beri yapmıştır (bir ölçüde olması kaydıyla öyledirler de), bugün ise medyaya bolca trans, gay ya da lezbiyen hava kuvvetleri personeli servis edilir. hikayenin diğer yanında ise afganistan'da taliban'ı kimlerin besleyip büyüttüğünü soracak olursanız cevap gelmez. peki o seküler suriye'de öso, el nusra, hatta kuruluş dönemlerinde işid kimlerden destek almıştır? bu cihatçı örgütler ilerlerken şam'ı ve golan tepelerini kimler bombalamıştır? türkiye'den devam edelim, madımak katilleri yurt dışına çıktıktan sonra onlara oturum iznini hangi ülke verdi ve şu an çoğu nerelerde yaşıyor? bugün o islamcı olan ortadoğu'da çok da uzak olmayan bir geçmişte gayet seküler bir birikim de yaşandı, peki coğrafyanın içinden geçen o müslüman kardeşleri yani ihvan çetesini kimler himaye etti ve kimlere karşı kullandı? bu soruları istediğimiz kadar uzatabiliriz.
o yüzden açıkça bir taraf seçilecekse bu makyajlamaya göre olmaz, ilk önce sorulması gereken şudur: bugün "özgürlük" ile "medeniyet" pazarlayan kuvvet o ilkeleri size layık görüyor mu? bulunduğunuz coğrafyada kimlere kucak açtığına bakarak anlarsınız, "ama efendim hamas" falan diyecek olursanız yine bir soru gelir: uzun bir dönem filistin mücadelesi fhkc, fkö ve el-fetih gibi gayet seküler unsurlarca temsil edilirken hamasın dünkü çocuktan bir anda gürbüz bir delikanlıya dönüşmesinde kimlerin etkisi olmuştur?
düşünün işte, düşündükçe gerisi çorap söküğü gibi gelir, aksi halde o trans pilotlar ortadoğu'yu bombalarken kimseyi queer mi değil mi diye ayırt etmiyor, sonra padişaha kızıp rum çeteciye sığınmak gibi olmasın halimiz.
sscb
yıkılmasıyla birlikte "tarihin sonu"nu ilan ettiğimiz birlik, şayet bundan böyle tüm dünya el ele tutuşup barış, refah ve özgürlük dolu günlere yelken açacaktı. yeri geldi küreselleşme dedik yeri geldi tek kutuplu dünya. 2023'ten bakınca ise yoruma gerek yok, özgürlüğü doyasıya yaşıyoruz işte!
kıraathane
çocukken ya da ilk gençlik yıllarında pek önemsenmez ama şimdilerde insan ister istemez düşünüyor, yaş 23 ama ruh hali 30, şöyle kasaba gibi bir yerde herkesin birbirini tanıdığı ve akşamları üçer beşer bira çekelediği bir kıraathane olsa da abone olsam.
kavramsız ve kimliksiz bir hayat tahayyülü
arkadaş kırk yılın başı eğlenceli bir tartışma bulmuşum ne bileyim lan ap falan, bendeniz ilkokul lubunca terk adamım zorlamayın böyle şeylerle :)
kavramsız ve kimliksiz bir hayat tahayyülü
sınıf, kimlik, ulusal aidiyet vb özüne indiğimizde bunların her birinin inşa edilmiş kavramlar olduğunu görebiliyoruz, ancak işin karmaşıklaştığı yer tek başına "insan" kavramının da bir inşa sonucu ortaya çıkması, bilinçli olarak edilsin ya da edilmesin bizi dürtüleriyle yaşayan biyolojik bir varlıktan öteye götüren şey bu inşa. yine de şahsen reddedemem eğer mutlak hiyerarşilere inanan bir dünya görüşüne sahip değilsek eğer son kertede varmak istediğimiz yol herkesin inşa edilmiş kimlik ve kavramlardan sıyrılarak özgürce var olduğu bir varlık olarak yaşaması.
ancak meseleyi çözmek istikameti belirlemekten daha da zor olabiliyor, kimliklerden sıyrılmak istiyoruz, oysa kimlikler inşa edilmiş olsa dahi bir gece kafayı çeken bir adamın saçmalaması sonucu olmadı bu inşa, bu kimliğin ortaya çıkışının ardında toplumsal sebepler var. o halde orayı kavramak gerekiyor. ve işte en çarpıcı nokta kimlikleri bitirmek için bile kimlik mücadelesi verme zorunluluğu, yani ajandasında sınıfları bitirmek olan bir hareket yola çıkarken "biz sınıfları kafada bitirdik abi" diye çıkamaz, eldeki sınıflar arasında çıkarları sınıfların kalkmasından yana gördüğü sınıfı saptar ve ona sarılır, kimlik için de durum bu, yani benim kimliklerden sıyrılmam ve sadece kendi içinde bir değer taşıyan bir varlık olarak var olmam için ilk önce kimliğimi kabul ettirmem gerekiyor.
tabi hiç bir kuram, düşünce, hareket ya da herhangi bir toplumsallığa ihtiyaç duymadan bütün bunları bitirecek aşkın bir kudret herhangi bir bireyde mevcutsa bir şey diyemem, eğer bulan olursa o bireye secde etmek isterim.
17 eylül 2023 homofobik aile buluşması
bunca propaganda üstünlüğüne, devlet destekli yayınlanan kamu spotlarına ve mitingin yapıldığı tarihten çok önce başlayan çalışmalara rağmen vasatın altı bir kalabalığı anca toplayabildiler, bu en azından toplumun çoğunluğunun bu meseleyi "öncelikli sorun" olarak görmediğini anlatıyor. bu işin iyi haberi ancak rahatlatacak bir şey değil, çünkü asıl olay oraya milyonları taşımak değil, asıl mesele bu propagandayı toplumun kılcallarına kadar yaymak, yani dışarıdaki her ne kadar bunu öncelikli bir mesele edinmese de aklının bir köşesinde dursun ve lgbti+'lara karşıt bir pozisyonda bulunsun.
ve bunu yaparken sadece islamcıları hedeflemiyorlar, burada liberteryeninden seküler milliyetçisine, ulusalcısından sosyal demokratına kadar geniş toplum kesimleri arasında bir konsensüs oluşsun istiyorlar. bugün "muhalif" gibi görünen ya da kendini muhalif olarak adlandıranların takip ettikleri "haberci" kılıklıların ya da anonim hesap ya da sayfaların paylaşımlarına baktığınızda bu çabayı göreceksiniz. eşcinseller toplumun hiçbir katmanında tutunamasın, küçük bir kesim haricinde asla desteğe ulaşamasın ve bu toplumun karanlık sokaklarında fare gibi yaşayıp ölsünler, ve mümkünse yaşadıkları süre boyunca en pis işleri yaparak ömürlerini tüketsinler ne de olsa her sistemde pis işleri yapacak birisi gerekir, düzenin kendisi de belirli grupları marjinalleştirip ucube kılığına sokarak bu ihtiyacını gidermeyi çok iyi bilir.
bu işin bir de diğer boyutu var. psikolojik şiddet iki taraflıdır, bu şiddeti uygulayan kendi kendini tatmin ederken siz de istemsizce kendinizi aciz ve ucube gibi hissedersiniz ve aslında bir noktadan sonra karaktersiz hale getirilirsiniz, düzen homofobiyi kılcallara yayarken bir taraftan da hepimizin birden karaktersizleşmesini istiyor, kendimizi dahi tanıyamayacak hale gelelim ki bizi hamur gibi istediği şekle sokup sömürüyü katmerleştirsin. biraz da bu yüzden artık mücadelenin kendisi bir haysiyet mücadelesine döndü, bir başka deyişle "ben de varım!" kavgasına. bu noktada kabul etmek gerekiyor bizi bizden başka kurtaracak da yok çünkü herkes açık ya da örtük, bilinçli ya da bilinçsiz suç ortaklığına itiliyor, tabi ki dayanışacak kesimler var, ve tabiki beraber sırt sırta duracaklarımız var, ama kimseye eklemlenmeden, kendi çizgimizi koruyarak yapabiliriz. ve şu da önemli, bazen kızıyoruz başka parti ya da gruplara, daha çok bizim için yeterince ses çıkaramadıklarından yakınıyoruz, ama yukarıdaki durumu kabul edersek işin çözümü de arkadan gelir, hiç kimse bizim için bizim yerimize ses çıkaramaz, ancak biz yeterince güçlü olursak başkaları da bizim etrafımıza gelir.
ayı sözlük yazarlarının yattığı erkek sayısı
game of thrones gece nöbeti... gerçi aseksüel eğilimi yüksek herifim çok da dert ettiğim şey değildir, ama bazen insan düşünüyor incel femcel gibi saçma sapan hesaplar çıktı piyasaya, elemanlar hayvan gibi para kazanıyor ulan kur bu tarz bi lgbti+ temalı hesap sen de yolunu bul amk! tabi toplum içerisinde genel sığırlaşmaya hizmet edeceksin ama o çok övdükleri piyasanın mantığı da bu değil midir? neyse biz yine de efendi efendi takılalım efenim.
kısa bir ek: olum kafam güzelken maytap geçiyordum hemen eksilemeyin lan!
ayı sözlük yazarlarının korktukları şeyler
insanlık tarihinde cümle cemaatin düşüne düşüne sıyırdığı şey, yok olma!
ölümden sonra yaşam anlatıları, reenkarnasyon bilmeceleri, lokman hekim gibi dolanıp durmalı ölümsüzlük arayışları hepsi bunun sonucu, yok yani yok olup gitmeyi yediremiyoruz kendimize çünkü yokluk denen şey yalnız kavramlar dünyamızdan bir parça, zihnimizde bunu tasavvur edecek bir ihtimal yok sadece benzetme yaparız ama yapacağımız benzetme de adamı titretmeye yeter.
oysa evren de karşıtlıklar sayesinde işlemiyor mu? yokluk denen şey olmasa varlık denen şeyi ayırt edemezsin, haliyle yaşam denilen bir şeyin farkında olmak için de ölüm denen şeyin varlığı gerekiyor. ama işte öyle olmuyor, teselli de etsek buradan kalkıp anlamlı felsefeler de kursak ya da kaçış teorilerine de sığınsan eninde sonunda odaklandığımız bir an oluyor ve o kalbi coşturuyor. daha kötüsü de her şeyin sonunun olduğu gerçeği, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşasak da o gün gelecek, milyarlarca gezegende milyarlarca ton buğday olsa ve bir kuş her gün bir buğdayı yese yine er ya da geç bitecek o buğday, yani vaziyet aslında koğuşta otururken şafakta olacak idamı beklemek gibi, oturuyoruz iyi hoş ve saatlerimiz var ve gelecek o an, er ya da geç gelecek.
dört sene önce sürekli yok oluşu düşünmeye başlamıştım, aylar geçti ve panik atak geçirdim, ve şu aralar yine başladı bu iş, gecenin köründe dışarıdan çok kalp nabzını hissediyorsun, yani film başa sarıyor ya da tek kaldığım evde haftalardır oturup durduğum için bu sefer temelli kafayı sıyırıyorum.
ama yine de kabul etmek lazım, insanın en saygıdeğer yanı bu gerçeği bilmesine rağmen bir biçimde yaşamına devam etmesi, hepimiz geçiştiriyoruz ama bu gerçeği geçiştirdiğimiz için olduğu gibi yaşamı sürdürüyoruz.
filenin sultanları
burada özellikle ilgimi çeken bir durum var, kadın voleybolcular hiç bu kadar politikanın konusu haline gelmemişti, ama bu gerçek bir politik konu, çünkü burada sadece kadın voleybolcular değil, onların milli maç yaptığı sahanın arkasında toplumsal güçler de kültürel bir görünümün arkasında çarpışıyor. islamcıların kendilerini en güçlü ve rakipsiz gördüğü yerde farklı bir türkiye'nin mümkün olduğuna inanan ya da bunu arzulayan hemen hemen herkes farklı bir coşkuya kapılıyor, yani burada iktidar alanının dışında gerçek bir toplumsal alan ve bir başka türkiye var, bastırsalar da vurup kırsalar da böyle böyle açığa çıkıp duruyor işte, bunun korkusu hepsine yeter!
asıl mesele bu ruhu refleksif bir hal olmaktan çıkarmak ve aktif bir politikanın meselesi haline getirmek ve mümkünse maddi anlamda ete kemiğe büründürmek. çünkü varız ve buradayız, kim olduğumuz noktası ise kısaca şimdilik islamcı olmayan ve farklı bir türkiye'nin varlığını arzulayanlar, ama işte bunu daha da sınırları belli bir noktaya getirmek ya da bu dağınıklığı aşmak lazım, çünkü karşıdaki tek ve bütün bir mekanizma kalanlar ise dağınık, aslında hemen hemen aynı yerlere çıkma potansiyeli taşıyorlar (en genel anlamda laik, demokratik, özgür ve adil bir ülke) ama bu dağınıklık bunu görünür kılamıyor.
ülkenin sosyal demokrat partisinin ise ölü taklidi yaptığı yerde tarih resmen birilerine "yürü ya kulum" diyor, bakalım o birileri bunu görebilecek mi?
aseksüel
mesele cinsellik olduğunda pek çok kişi mevzuyu "üreme içgüdüsü" üzerinden açıklar, mevzuyu buradan koyarsak zaten eşcinseller hasta insan konumuna düşer, en azından bunun böyle olmadığını şimdilik biliyoruz. aseksüeller noktasında ise daha çetrefilli bir durum var, yine çoğunluğun sandığının aksine bu insanlar hiç bir duygu beslemeyen bir nevi oto-robot değil, duyguları var ve evet etten kemikten bir insanı seviyorlar. ama malumunuz ki bir aseksüel birisini sevdiğinde herhangi bir cinsel dürtü beslemiyor, yani "içgüdü" üzerine yapılan anlatımlar bir biçimde boşa düşüyor.
şimdi kendimden yola çıkmam lazım. yaşamım boyunca hemcinslerimden hoşlandım ama ilginçtir ki bu hoşlantı çoğu zaman bildiğimiz zamanda cinsel bir istek halini almadı (belki de porno endüstrisinin bir etkenidir bilemiyorum ve ergenlik yıllarımda bu görüntüleri açtıklarında kusmak isterdim). işin cinsel boyutu benim için katlanılması gereken bir şey gibiydi yani, şimdi tamamen bu cinsel alanın uzağında olduğumu söyleyemem, yani çok çetrefilli bir şey kesinlikle "asla olmaz" da diyemiyorsun ama hoşlandığın birine karşı "olur" diyecek halde de değilsin, iki arada bir derede durumdur. bu durumda aseksüel olmak "ya hep ya hiç" dercesine cinsellikten uzak mı durmaktır yoksa bu işin bir ölçeği mi vardır, bunlar baktığımızda belki de yaşam boyu sorgulanacak konulardır.
ama insanın kaderine küfrettiği bir haldir yani, zaten eşcinsel eğilimin sağ olsun çevrendeki insan havuzu daralıyor, üstüne bir de aseksüel eğilim var, yetmezse "hs" kodlamasıyla bilinen boktan bir fiziksel rahatsızlık, sanırsam tanrılar içkili bir sofra ardında bir araya gelip sırf taşak geçmek için birini yaratma ihtiyacı hissetmişler.
ayranı yok içmeye tahtırevanla gider sıçmaya
bu sözün yörükler içinden çıktığına eminim ancak şimdilik bunu kanıtlayacak bilgi birikimine sahip değilim...
ayı sözlük yazarlarının sevdiği içkiler
bira, cebimde para olduğunda vodka ve türevi bir şey almak yerine bu sefer daha fazla bira almayı tercih ediyorum. mekanda herkes rakı kadehi tokuştururken gazoz gibi bira içiyorum, yaz kış demiyor üç dört güne bir uyandığım gibi aklıma bir bardağı fondiplemek geliyor, hayali bile mutlu ediyor, yapılı da adamım fiziğe de uyuyor yani. kısaca ne olursa olsun bira!
ve iyi yaşam hayalim geleneksel bir bar ya da birahanede kafa yapıma uygun birilerini bulup gün aşırı tokuşturmak, işçi sınıfı kültürü kanıma işlemiş efendim vaz geçemiyorum bu işten.
rüya meslek
sekiz saat mesai sonrası yaşadığım mahalledeki bir birahanede 3-4 bira içebileceğim, huzurlu bir evde sevdiğim kişiyle yaşayabileceğim ve mümkünse arada tatil yapabileceğim bir kazanç getirecek herhangi bir meslek olabilir. malumunuz bu imkanlar da bugünün çalışan sınıfları ve özellikle gençleri için "rüya gibi"dir.
muhafazakar eşcinsel
muhafazakarlığın "islamcı" olmayan ya da dini boyutundan arınmış hali üzerinden de bahsetmek gerekir. sonuçta türkiye'de seküler bir görünümü olmakla birlikte putinvari bir siyasetin peşinde takılma olasılığı barındıran kitlelerde vardır.
bu biçim bir "muhafazakar eşcinsel" modeli olur mu ve olursa nasıl olur? bal gibi de olur, siyasi skalada sağdadır (bu şartlarda kerhen merkez sol da olabiliyor), yerleşik toplumsal kültürü ve hiyerarşiyi benimser, aslında onun için "eşcinsellik" sadece yatak odasında beliren sonrasında ise çok da umursanmayan cinsel bir yönelimdir, bunun bir kimlik haline getirilmesine dair yakınmalarını da sıkça dinleyebiliriz kendisinden. aslında bir insana salt varoluşundan dolayı değişmez bir öz yüklemek ve harfiyen onun gerekliliklerini özellikle kültürel ve toplumsal yaşamda göstermesini beklemek doğru değil, özellikle bunu en fazla yaşayanlar olarak akılda tutmak lazım, ancak bu durum yine de yukarıda çizdiğim profili eleştirmeyeceğimiz anlamına da gelmez, çünkü bu tutumun bizler için siyasi sonuçları var.
ilkin kimlik kendi başına durduk yere oluşmuş bir şey değildir (tüketim üzerine oluşanları ayrı bir köşede tutalım), bir sisteme ya da topluma içkin hakim bir kimlik oluşturulurken "biz" ve "öteki" kavramları belirleyicidir ki o kimliği diğerlerinden ayırt eden bir şey olsun. işte bu noktada eşcinseller ötekidir, dahası toplumsal yaşam içerisinden bir nevi tecrit edilmişlerdir, yani burada eşcinsellik geniş bir metropol içerisinde bakımsız ve dar sokaklara hapsedilen bir kenar mahalledir, ve bu mahallenin sakini kendi varlığıyla kamusal alana giremez, girecekse de var oluşunu yaşadığı derme çatma evde bırakıp da girmesi gerekir ve tecrit edilmiş her kenar mahalle kendi iç kültürünü kurar, eşcinsel kültür ya da queer kültür her ne diyorsak eleştirilebilir ancak bu eleştirinin samimi olması için bu gerçeğin göz önünde bulundurulması lazım.
tam da bu noktada örnek profilimiz "makbul eşcinsel" görünümünde kalıyor. ve kendi düşünsel geçmişimden biliyorum meselelere bu konumdan bakan birisi türkiye'de lgbti+ meselesi üzerinden konuşacağı vakit eşcinsellerin ve transların gereğinden fazla "marjinal" oldukları ve birazda "toplumun suyundan gitmeleri" minvalinden bir söz söyler, yani heteroların ve daha ötesi patriyarkanın görmek istediği o makbul eşcinsellerden olursak tüm mesele çözülecektir (peki bu durumda biz kendi varlığımızla var olabilecek miyiz gerçekten?). doğrusu çözüme yönelik en reformist söylemler tam da kendi muhafazakarlığını aşamayan eşcinsellerden çıkmıştır.
bu tür bir tavrın çözüm potansiyelini tartışmak için biri benzetme diğeri düz hakikat olan iki meseleyi derinlemesine düşünsek cevabı da bulabiliriz aslında:
1-bugün bir kürt "kürdüm ama abi vallaha billaha kendimi türk gibi hissediyorum, yemin billah vatanına milletine bağlı bir kürdüm" dediği vakit kürt sorununun çözümünde bir aşama kaydedebiliyor mu?
2-tarihin herhangi bir döneminde herhangi bir azınlık ya da ezilen bir kimlik tepedekilere şirin görünerek mi yoksa dişiyle tırnağıyla kavga ederek mi kazanım elde etmiştir?
sabiha gökçen'de öpüşen heteroseksüel gençlere tepki gösteren kadın
kıssadan hisse
islamcıların "ahlak", "edep", "haya" kelimeleri üzerinden kurdukları anlatıya bir kere prim verirseniz, o prim verdiğiniz şey azınlıklara karşı bir silah olarak başlar, sonra o silah size de füze olarak döner. bir zaman sonra bakarsınız ki "millet-i hakime", kendisinden olmayan herkese diz çöktürmüş yalnız kendi değerlerini egemen kılmıştır.
bazen osmanlı dağılma devri gibi geliyor insana, kimliklere bölünmüş toplum, ama sadece bu kadarı değil, millet-i hakime olan müslimler bir de nasıl ne şekilde doğarsa doğsun resmi ideoloji (ama sadece resmi ideoloji değil, artık bu toplumun bir unsuru da sosyal konumu ne olursa olsun bir suç ortağı) tarafından gayrimüslim konumuna getirilenler (ama onlarda çeşit çeşit, diyorum ya geç dönem osmanlı prototipi). düşünmüyor değilim, bu topraklar hepimizi birden kaldıramayacak, varlığımız sürecekse kavgadan öte gırtlak gırtlağa savaşmamız lazım, ama metafordan daha çok antagonistik bir çatışma bu!
alkolik olma sebepleri
alkolik nedir ve kime denir? çok ucu açık bir soru, aslında alkoliklerin çoğu alkolik olduğunu da kabul etmez o da çok başka bir konu. yine de toparlarsak kimilerine göre "alkolik olmak", sürekli içmek, içmediğinde eli ayağı titreyen bir hale girmek, bu işin tıbbi ya da psikolojik (açıkçası bilmiyorum) boyutu. yani bu aşamaya geldiyse amatem'de yerin hazır (tabi şu şartlarda hala yer kaldıysa). ancak bunu biraz daha genişletirsek "alkolik olmak" her fırsatta içmek, ya da belirli periyotlarda da olsa "hayvan gibi" içmek. ve evet sanırım buradan kurarsak bende bir alkoliğim! yani dört beş güne bir içerim (gerçekten param varsa iki ila üç güne bir de olabilir) ama içince en kötü ihtimalle on biram vardır ve aşağısı beni asla tatmin etmez, hele üç dört bira içersem o gün uyuyamam öyle bir hal işte.
peki ya neden?
nedenler bazen bir mazeret de olabiliyor, bundan dolayı da "ahanda bu yüzden içiyorum ulan!" tribine girmeyeceğim, sadece şunu derim: çünkü hayal kuruyorum! evet bolca hayal, hatta kendi kendime diyaloglara giriyorum, ve o anda var olmayan insanlara laf anlatıyorum falan işte. buradan da anlaşılır ki sıklıkla yalnız içmeyi seviyorum.
peki iyi bir şey mi? kesinlikle değil! bir insanın kendisini uyuşturması her ne olursa olsun özünde doğru değil, ama bizler teşhise gelince dibini sıyıran çözümde ise hemencecik safa yatan varlıklarız. bilinç ile pratiğin çelişmesi ve buradan doğan açının büyümesi ise bambaşka bir konu.
her neyse, dilerim kendimi utanıp sıkılmadan rahatça ifade edebildiğim günleri de görürüm, ve evet bilinç ile pratiğin arasındaki çelişkiyi de aşacak bir yol bulurum belki ama önce mazeretlerin mi üzerine gitmeli? hadi şimdilik şerefe!
muhalif
türkiye'de başlı başına kimlik haline gelmiş bir fenomendir. kimlik kıvamına girdikçe ne kurucu bir perspektifi ne de ideolojik ya da ilkesel bir yanı kalır, bundan böyle muhalif olmak akp ne derse karşısında olmaktır. tabi ki şu dönemde akp ne derse karşısında da olunmalıdır, ancak içi boş olan yani karşı çıkarken kendi alternatifini yaratamayan karşıtlık karşısında olanı daha da güçlendirmekten başka bir şeye hizmet etmez. neticede akp "bunlar erkek erkeğe evlenecek" der, karşıtı da "en çok gay sizden çıkıyor" der, hikayenin sonunda akp'nin topluma yaydığı homofobi tüm alanları ele geçirerek aşama kaydeder.