marsmüridi

Durum: 177 - 0 - 0 - 0 - 08.03.2025 01:29

Puan: 2978 - Sözlük Kezbanı

2 yıl önce kayıt oldu. 13.Nesil Yazar.

0
  • /
  • 9

havada asılı kalmak

aklıma jack london'un "ademden önce" kitabında anlattığı bir durumu getirdi. yazar, insan henüz uzun kollarıyla ağaçtan ağaca atlayan bir "maymun"ken, kimi talihsizlerin bir ağaçtan diğer ağaca yetişemeyerek aşağıya düştüğünden bahsediyor, ve bunun sonu ekseriyetle ölüm, sonra devam ediyor, yükseklik korkusu buradan başımıza bela olan bir şey, ve çoğumuz rüyalarımızda dahi düşüyoruz, ancak rüyada bir yükseklikten düşerken tam yere çakılacağınız anda bedeniniz yer ile temas etmeden uyanırsınız, neden o beden yere temas etmez? çünkü bu tecrübe ettiğiniz bir şey değil, etseydiniz zaten çoktan ölmüştünüz.

akp'nin iyice homofobik bir çizgiye gelmiş olması

bunu sadece bir seçim ya da kitleleri konsolide etme politikası olarak görmemek gerekiyor, aksi halde pek çok konuda muhalefetin düştüğü hataya biz de düşebiliriz ve sonu bizim için asla iyi olmaz.

evet türkiye'de muhafazakarlık her daim var oldu, bu hemen 20 senede oluşan bir fenomen değil, kimilerinin iddia ettiğinin aksine salt soğuk savaşla oluşan bir şey de değil, belki o dönemler ve ılımlı islam projesiyle bir nebze daha köpürtüldü ya da önü açıldı, bu kadar, ama her zaman bir karşılığı ve potansiyeli vardı zaten. ancak bu muhafazakarlık doğrudan fundamental biçimde islamcılığa dönüyor ya da döndü. ama sadece bir iktidarın içeride yaptığı hareketle de açıklanamaz, bu dünyada da sürekli yükseliş yaşayan bir fenomen. yani akp homofobiyi artırdı ancak dünyadaki neredeyse tüm sağ partiler de aynı anda artırdı, birbirine karşıt gibi görünseler dahi abd'deki evanjelistleri, yahudi köktendincileri ya da türkiye'deki islamcıları birbirine yaklaştıran bir şey var, nerede olurlarsa olsunlar hemen hemen aynı söylemleri birbirlerinden kopya ediyorlar, bir de buna "seküler" görünümlü bilimsel ırkçılık tayfası da ekleniyor. değerler farklı ama söylemler ve düşman her yerde aynı, bunu da görmek lazım, küresel çapta lgbti+ kazanımlarının kadınlarla da eş zamanlı olarak geriye düşeceği bir aralığa girdik. bu sürekli böyle gider mi? kesinlikle hayır, geçmiş dönemlerde de kazanımların kaybedildiği aralıklar oldu, ancak yine de zor bir dönem bizi bekliyor burası kesin.

tekrardan içeriye döndüğümüzde. lgbti+ görünürlüğü akp'nin istediği programları eksiksiz uygulaması için bir koza döndü. yani ne zaman lgbti+'lara karşı bir söylem geliştirilse hemen diğer "seküler" kesimlerden bir destek toplanıyor, bu nefret örgütleniyor sonra ise bunun bahanesiyle hemen dinci bir program çaktırmadan geçiriliyor. istanbul sözleşmesi bu kozla ortadan kalktı, şimdi yeni bir sansür yasası da homofobik bahanelerle geçecek, yani ne zaman homofobik söyle kamuoyuna pompalansa arkadan geçirilenlerle toplum daha da dinselleştirilecek.

ama burada başka şeyler de olmalı, yani düzen dışı bir parti bir şekilde belirli sınırlar dahilinde sesini duyuruyor, bir sendika hala eylem yapabiliyor ya da çevreciler vb. ancak lgbti+'lar ne zaman sesini çıkarmaya çalışsa devlet tüm baskı araçlarıyla birlikte oraya saldırıyor. bu biraz daha deşilmesi gereken bir durum, yani şu anda istiklal'de yasadışı bir örgütün sloganlarını atabilirsiniz, elbet devlet oraya da uğrayacaktır ama bir biçimde yaparsınız bunu ama eşcinselliğe dair en ufak bir toplanma şansınız yok, istiklalde örgüt propagandasından müdahale yeseniz bile ikinci durumda siz daha istiklale giremeden sizi alıyorlar. burada özel olarak bir yok etme girişimiyle karşı karşıyayız.

buradan sonrası için emin değilim, birbiriyle çelişen fikirler atacağım ve açıkçası okumalarıma da çok güvenmiyorum sadece kafamdaki sorgulamayı yazacağım. herhangi bir makale, kitap ya da teorik bir önerisi olan olursa seve seve kabul ederim.

1-bir soykırım süreci yaşıyor olabiliriz. eşcinselleri önce toplumdan dışlama ama bununla yetinmeyip mümkün mertebe yok edecek bir politika, öyle ki ulema takımının açıklamalarına ya da vaazların bakın ailelerle çocukları dahi karşı karşıya getiriyorlar, şu ana dek "çocuğunuz eşcinselse onu öldürün" harici her şey söylenmiştir, buraya da sıranın gelmemesi için bir sebep yok. peki bu akıllıca bir şey mi? değil ancak faşizmin özünde her zaman akıl aramak da gereksiz, tarihte hiçbir mantığa yatmayan vahim olaylar da mevcuttur. burada bilimsel bir mücadele kısa vadeli olmasa dahi uzun vadede bizi haklı çıkarır, yani bu dönemler geçer elbet ve bizler yine haklılığımızı ispatlamış olarak yeni bir toplum projesinde yer bulabiliriz.

2-faşizmin, militarizmin ve erkek egemenliğin yaygın olduğu toplumda eşcinsellik de tabular kadar aynı zamanda sistemi yürütecek hiyerarşik yapıyı tehdit eden bir konu, bu durumda mevcut saldırıların arkasında yatan şey toplumsal yapıdaki hiyerarşik anlatıyı korumak ve mümkünse daha da kemikleştirmek. bu daha fazla aklıma yatıyor. bu durumda birleşik ya da kimilerinin dediği kesişimsel mücadele önemli, yani lgbti+ hareketi mümkün mertebe diğer muhalif unsurlarla kaynaşmalı, dertlerine ortak olmalı ve büyük anlatıda birleşebilmeli.

3-günümüzde kapitalizmin işleyişi sadece burjuvazi-küçük burjuvazi-proleterya formülünde olduğu gibi değil, bu formül hala geçerli olabilir ancak sistemin işleyebilmesi için proleteryanın da altında, doğrusu sistem dışına itilen marjinal bir kesim de var. hatta kimilerine göre sırf bu yüzden işçi sınıfı dahi artık düzenin evcil bir parçası, çünkü toplumun en pis işlerini yapan, güvencesiz, adeta hindistandaki en alt kastın gördüğü muameleyi gören bir katman, hatta katman bile değil sistem dışına itilmiş bir yığın var. lgbti+'larda sistemin dışına itiliyor ki mültecilerle birlikte pis işleri yapacak bir "ucube" ordusu daha yaratılsın, aile politikasının kurgulandığı çizgi dahi burayı hazırlıyor olabilir. ama öyleyse eğer çizgiyi sert çekmek gerekecek, çünkü böyle bir durumda lgbti+lar sistem dışına itiliyorsa işçi sınıfı da dahil olmak üzere sistem içinde duran tüm güçler "suç ortağı" konumundadır, çünkü onların sistemde yer edinebilmesi için birileri pis işleri yapmalı. yani birleşik mücadele vs boş bir hayal çünkü tüm toplum lgbti+'ların karşısında konumlanıyor ve bunun tersini ummak rasyonel değil. ayrımı sert bir biçimde çeken ve adeta kara panterler gibi bir mücadele hattı tek çıkar yol olarak önümüzde durabilir. böyle bir durumda istediğimiz kadar ortak mücadeleden bahsedelim, bizler kendi kurtuluşumuzu bedel ödeyerek kazanmadan toplumun diğer parçaları değişmez, çünkü onlar bulundukları konumu bizlerin üzerinden silindir gibi geçilmesine borçlu, yani hepsi öyle ya da böyle düzenin birer ortağı, onların düzen ile çelişkilerinin açığa çıkması önce bizim ve bizim gibi olan başka katmanların bu halden ayrıca kurtulmasına bağlı.

bu böyle böyle gider, her şeyin hızlıca değiştiği bir zamandayız, haliyle düşünceler de çok farklı yerlere kayıyor bazen ama düşünmek, tartışmak ve bir biçimde harekete geçmek zorunluluk. ve bildiğim bir şey var, önceden daha farklı anlatılar peşinde koşmak belki mümkündü, ama bugün hiç olmadığı kadar kimliğimizi ve varlığımızı düşünmek zorundayız.

disney+

akp'nin yıllarca en akıllı politikası milliyetçi ve "kemalist" kesimleri onları da kapsayacak bir söylem içinde arkasına almasıdır. önce bunu yaparak kamuoyu oluşturur, buradan desteği toplar arkadan da kendi ajandasını sinsice geçirir kimse de bir halt diyemez. disney işi de biraz böyle oldu. atatürk söylemi üzerinden desteği toplayan akp buradan aldığı kuvvetle disney, netflix vb platformları iyice avucunun içine alacak, bunları yasaklamasa dahi türkiye içerisinde kendi izni olmadan en ufak bir içerik yayınlayamaz hale getirecek. bizim hıyara tuzlukla giden kimi alık muhalifler de kuruluş, diriliş, s.kiş tarzı içeriklerle baş başa mal gibi kalacak.

kısaca anlayın lan işte, bunlar bir yerde "atatürk", "cumhuriyet" falan diyorsa kümesin dibine yemi atmıştır, hemen atlarsanız insanı afiyetle öperler, mideye inene kadar tilkiyle baş başa kaldığınızın farkına bile varamazsınız.

çanakkale

bayramiç'in dağ köylerinin birinde bir başıma oturmaktan horasan erenlerine döndüğüm memleket. sen yıllarca geyikli-kumkale arasında sahillerde gez, yazlıkçı gibi takıl, günün birinde "dede toprağı" diyerek kodumun dağına evi yapsınlar, ekonomik özgürlük de olmadığından kafeste muhabbet kuşu gibi takıl! güneşli bir yaz günü daha aşağıdaki sahilin tadına varamadan dedenizin çocukluk arkadaşlarıyla bir kahvede bakışmıyorsanız anlayamazsınız ey sözlük.

ve son olarak boğazın dibine kadar gelip karşıya geçmek, olmadı sahile yakın bir ovada mesken edinmek yerine dağın dibine yerleşen atalara selam olsun, yörüğün dağdan aldığı hazzı ben sevdiğimden alamadım amk.

heartstopper

bakanlık tarafından "muzır kitap" kategorisine sokulması sebebiyle anca porno alır gibi alabileceğiniz alice oseman'a ait "kalp çarpıntısı" isimli kitaptan uyarlama gençlik temalı netflix queer dizisi.

bugün dizinin ikinci sezonu yayınlanacak, ben de bu arada ilk sezonun ben de hissettirdiklerini yazmak istedim.

hikaye lise çağındaki gençlere odaklanıyor, gençlik dizisi dediğimiz vakit amerikan pastası sağ olsun abartılı sahnelere alışkınız, bir de üstüne queer tema varsa gelsin depresyon geçsin dram ve trajedi. ama ben burada biraz ters köşeye yattım, çünkü ciddi ciddi milk shake ile romantik gençlik dizisi çekmişler! üstüne baştan sona izleyeni pozitif bir hisse sokuyor, "anne with an e" ve heartstopper haricinde sürekli gülümseyerek izlediğim başka bir yapım hatırlamıyorum. ve benim için en önemlisi, bir nebze özlem bir nebze ise kırgın bir hal ile lise ve ergenlik yıllarıma ışınlandım. çünkü bir taraftan gülümseyerek izliyorum ancak hikayeye ortak oldukça geçmişe doğru bakıp "her şey çok daha farklı olabilirdi" hissi her yanımı kaplıyor, asıl mesele de bu zaten, çoğumuz ergenlik yıllarımıza döndüğümüz vakit gerilimli anılar hatırlarız, oysa çok daha farklı bir yaşam da olabilirdi, her ne kadar bazı şeyler bizim elimizde olmasa da...

sözün özü, queer topluluğun sorunlarını yansıtan dizi ve filmler önemli, ancak böyle lanet bir dönemde bir nebze de olsa bizi gülümseten, gülümsettiği kadar hem geçmişe yönelik düşündüren hem de farklı ihtimallerinde mümkün olduğunu göstererek bir parça umut veren yapımlara da ihtiyacımız var. umarım ikinci sezon da bize bu hisleri yaşatmaya devam eder.

https://velvele.net/2022/04/28/heartstop...
https://kaosgl.org/gokkusagi-forumu-kose...

evli olan eşcinseller

konu buraya gelince hep düşünürüm, kim bilir büyük büyük dedelerden kaçı bu hikayenin başrolü olmuştur. öyle şimdiki gibi kaçış şansı da yok. sen çık ergenlikten, karşı köydeki osman'a bakarken fatma'yı alsın gelsinler, sonra da hadi yaşa ve öl bakalım.

kahve

kopkoyu, böyle zift gibi olanı makbuldür. gece boyu yatakta kıvranıp duran bünye sabaha doğru usulca kahvesini koyar ve günü bununla geçirmeye niyetlenir.

yeşilin kızı anne

geçen sene izlemiştim, bu islamcıların hedef gösterdiğini görünce yeniden hatırladım.

epey huzurlu bir ortamda derinden gelen sosyal sorunlara değiniliyor. ama her şeye rağmen izlerken olumlu duygularla tebessüm ediyorsunuz. günü geldiğinde okullarda bile izletilmesi gereken bir yapıt, her şeyden bunaldığınız bir uğrakta açıp izlemenizi tavsiye ederim.

türkiye'nin ilk eşcinsel milletvekili

yukarıda doğru olan tek bir şey var, o da lgbti+ hareketinin en güçlü olduğu zamanda bile masaya yumruğunu vuracak siyasi iradeden yoksun kalması. sonrası ise tamamen kara propaganda yapma amaçlı boş yapmaktan ibaret. ve ideolojik körlük insana bile isteye yalan bile attırıyor, sadece haklı çıkmak için yalan ve iftira dolu bir ahlaksızlığı yapan insan kimseyi boşa eleştirmesin.

esmeray 15.sıradan çıkmadı olum bunu sen de çok iyi biliyorsun ama düz sağcı olmak bile isteye yalan atmayı gerektirir ben de bunu biliyorum. translar için tarihi önemi olan bir bölgeden üçüncü sıra adayıydı. açıkça itiraf edeyim bana kalsaydı üçüncü değil ikinci sıraya konmasını tercih ederdim. esmeray'ın aktif olarak üyesi olduğu partinin genel başkanı ise mecliste lgbti+ bayrağını göstere göstere kürsünün önüne koyan ilk kişiydi. keşke daha iyisi olsa ve yalnız bunlarla yetinmesek, ama eldeki güç bu, o gücü büyütmek başka bir mesele. sağcı hocaların şu an sosyal medyada homofobi saçarken o tip'liler seçim boyunca bağıra çağıra lgbti+'lara değindiler, bak öyle sosyal medyadan falan bahsetmiyorum 60 senedir sağın kazandığı yerellerde de yaptık biz bunu, politikayla olan münasebet sosyal medya ile sınırlı kalınca bunu göremezsin, ama görsen de yalana sarılacağın aşikar.

ha yine eleştirin ama, dosttan gelen eleştiri güçlendirir, lgbti+ hareketi ise o "enver hocacı" emepli arkadaşlar kadar birbirine sıkı durursa elbet vekilini gönderecektir meclisine. ama sen mümkünse neo ülkücülere ve sağ liberteryenlere lgbti haklarını anlat kardeş, kabul ediyorum burada ateşli ateşli konuştuğun kadar orada yapamazsın ama yine de bi dene, kalanlara çok ilişme.

önemli not: adam emep bayrağını öcalan tasarladı diyor daha ne anlatalım abv. eğitimli bir görünüme sahip olmak, kara propaganda ile algı çalışması yapan ve insanların eksik bilgilerini istismar eden bir orman cocuğu olmayı önlemiyor maalesef. ama sorun yok, it ürüsede kervan yürümeye devam ediyor, neo ülkücü abilerinden kemik kapma davana sen devam et kardeş, ama lgbti mücadelesi hakkında çok boş yapma, çünkü bize kimlerin saldırdığı belli bu uğrakta fikirlerimiz farklı olsa dahi kimlerle yan yana geleceğimiz de belli.

çanakkale

yazları yaşadığım anne memleketim

sessiz ve sakin ama bir o kadar da iç açıcı bir şehir (sokakların darlığı yüzünden mevcut trafik sorununu hariçten tutuyorum). aynı zamanda ilçeleri de hoştur, özellikle "kuzey ege" olarak dediğimiz bölgede kalan ezine, ayvacık ve bayramiç tatlı yerleşimlerdir.

kültürel olarak ise nereye koyacağımı şahsen bilemem, ata demirer'in tabiriyle bir yanını trakya'dan diğer yanını ege'den almış ve ortaya karışık bir şey çıkmıştır. gerçekten de kazdağları civarında bulunan yörük köylerine bakarsanız kültür balıkesir-manisa hattına yaklaşır, ege şivesi öndedir, ezine'den itibaren ovalara girdiğinizde ise göçmen, pomak ve manav yerleşimleri öne çıkar, trakya kültürü kendini yavaştan göstermeye başlar.

kısaca istanbul-ankara hattından bunalan, ya da tatil yapmak isteyip de akdeniz sıcağına dayanamayan vatandaşlar için gezilip görülesi yerlerdendir.

tekel bayiinde bira içen adam

herkesin birbirini tanıdığı bir köyde tekelin yanına çöküp iki bira içerkenki zevki ve gelenle geçenle laflamanın dayanılmaz hafifliğini anlatamam. barın meyhanenin olmadığı yerde o tekelin önü ya da yanı bütün içicilerin buluşma noktasıdır, güneşin battığı andan itibaren orada yeni bir dünya vuku buluyor demektir...

tabi bu durumun bir benzeri de trakya ve ege hattında kimi köy kahvelerinde mevcut, çocukken yazları gittiğim köyde iki tane kahve olurdu, birinde imanı temiz dedeler mevcutken ve erkenden kapatırken diğer kahveye doğru baktığımda yüzlerin de değiştiğini görürdüm, bir gece vakti ise o ikinci kahvenin ışıklarının bir anda mor renge döndüğünü fark ettim, o ortama hiç sokulmamış olmam da bir başka pişmanlığımdır.

sosyal medya bağımlısı erkek

işin kişisel boyutu ve yanlış teknoloji kullanımından ayrı olarak ciddi bir soruna da değinmek lazım. betonların birbiriyle halaya durduğu boktan bir mahallede alt gelir grubu içinde kazara yaşayan bir insan bu şartlar altında sosyal medya haricinde dünya ile kontak kurma şansına erişemiyor maalesef (gerçi buradaki kontak da ne kadar sağlıklı olur o ayrı). iki bira içip sosyalleşemiyorsun, dostlarınla ayda yılda bir kahve içmeye çıkmak harici yapabileceğin bir şey yok, yaşadığın yer beton yuvası, dışarı çıkıp görülmeye değer bir şey de yok, bu tarz bir yaşamın sonucu da evde yatağa uzanıp sosyal medya stalklamaktan başka bir yere çıkmıyor zaten. yukarıda değinilen insan profili ile benim çizdiğim profil aynı mıdır bilemem, ama üzerinde durulmaya değer bir konu, çünkü sosyal medya kullanımı açısından tr ile yarışan ülkelere baktığımızda da sıradan bir insanın hayatının boktanlığı göze çarpıyor.

diktatör olunca yapılacaklar listesi

1-jakoben despotizmi post modern rötuşlarla yeniden yorumlayarak bir sanatçı edasıyla ince ve narin çizgilerle diriltmek.
2-65'e 35'lik tarihsel blokun hiç değilse yarı yarıya olması için ufak tefek budamalar yapmak.

hetero ortamda sosyalleşmek

"kritik" konularda susma harici değişen bir şey yok.

lgbti karşıtı yürüyüş

az daha kutuplaşalım az daha, bunlar benim milletimden değil.

tanrıya sorulacak ilk soru

bence gayet eğlenceliydi, peki sence?

eşcinsellerin transfobik olması

homofobik eşcinseller dahi varken (ve hatta muhtemelen homofobik olmayan eşcinsellere nazaran daha fazla olma ihtimali varken) bu durum anormal değil, sebebini bilemem ancak kendimizden farklı durana her daim mesafeli yaklaşmaya meyilliyiz. bu durumları aşmanın tek yolu ise diyalog ve biraradalık. eşcinsel kimliğimi keşfettiğim dönemde başta homofobik bir yaklaşıma sahiptim, daha sonra bunu aşıp kimliğimi kabullendim ancak bu sefer de transfobik bir eğilime sahip oldum, başlangıçta yenemiyorsun çünkü empati yapamaz haldesin, ancak bunu da aşmam daha çok trans ve transeksüel arkadaşlarla aynı ortamlara denk gelmem vesilesiyle oldu, bir insanla karşılıklı iletişime girip onunla ortak anılar biriktirdiğin vakit kafandaki ön yargıları da atmaya başlarsın. aslında her anlamda böyledir yani, diyalog ve bir arada aynı ortamlarda buluşmak bizleri karşımızdakiyle empati yapabilir hale getirir, ön yargılar da böyle böyle aşılır.

bugünün de meselesi budur belki, bizleri kamusal alandan tümüyle dışlayan ve toplumun tortularına hapseden bir anlayışa karşı ne kadar ısrar ve inatla varlığımızı gösterirsek ve ne kadar temas edebilirsek bir o kadar kalıpları yıkacağız, bizlerin bunu başaramayıp kendi dar sokaklarımıza sıkıştığımız yerde ise karşıdakiler, bizleri istikrarlı bir şekilde şeytanlaştırıp tüm toplumu empati yapamaz hale getirmeye devam ediyor.

yazarların şu an ihtiyacı olan şeyler

kafaya takılacak hiçbir şeyin olmadığı herhangi bir gece.

ak cehennem

onlardan beter zebani olamazsak ayıbımızdır, azdan da az gider zaten.

arkadaşa eşcinsel olduğunu söylemek

bir ek entry daha yaparak bir anımı anlatmam lazım.

geçtiğimiz senenin sonunda hiç olmadığı kadar dolmuştum artık, aşk acısı vs derken kafayı yemiştim, üstüne kendi sorumluluklarımı da boşladım, her şeyin boğazıma geldiği noktada bulunduğum siyasi kurumda kendi sorumluma ağlamaklı dedim "anlatmam gereken bazı şeyler var", niyetim de belli zaten sapıtıp duruyorum bari sebebini bilsin arkadaşlar. iki gün sonra arkadaşın evde sözleştik aldım 8-10 bira gittim, ilk iki saat ölüm resmen, yok yani kenardan köşeden dolaşıyorum ama oraya gelemiyorum, en son bir cesaret girdim, aklımdaki sahne çok hazindi ama bi iki dakika bakıştık arkadaşla, sonrasında üç beş dakika konuştuk, ertesinde ise balkan türkülerinin ne kadar güzel olduğu üzerine bir muhabbete girdik!

hiç öyle ah vah denilmeden, saçma salak duygusallıklar yaşanmadan geçen bir diyalogdu, sadece ufak bir şaşırma anı vardı onunda sebebi görüntüm ve tavrımdır, insan diyor keşke yaşadığımız toplum bu kadar olgun karşılasa.
  • /
  • 9

liseli eşcinsellere tavsiyeler

korun. gerisini yaşayarak öğreneceksin zaten.

liberal homofobi

fobik fobiktir. bugün bizi eve tıkanlar yarın odaya, öbür gün hücreye, 1 hafta sonra mezara koyar.

antalya

ergenliğini insan burada geçirmişse kaleiçinde daha öğlen 2 de sarhoş olup rockbull tuvaletinde ayılmaya çalışmışlığı ve kaleiçinden çıkamamışlığı, antalya lisesinin yan sokağındaki takıcılardan siyah kolyeler alıp ışıklar caddesinde boş boş tüm gün dolandığı olmuştur, olmalıdır

yalnızlık

güzel falan değildir. zaten yalnızlık güzelleyen insanların aslında yalnız değil şımarık olduğunu görürsünüz. aksaya aksaya hastaneye gelen tuvalete bile giderken başkasından yardım istemek zorunda kalan sırf sosyalleşmek için acil kuyruğuna giren yaşlıları görünce sikeyim yalnızlığı diyorum. "biri var mı yanınızda teyze" deyince "allah var"ı duyup göğsünüzde bir kütle öylece kalakalıyorsunuz. o allah mesela teyzenin ilaçlarını gidip eczaneden almıyor hastaneden çıkışta en azından koluna girip yoldaş olmuyor.
sevin sevilin gençler insan insana her zaman ihtiyaç duyar. ilk adımı atan siz olun çay ısmarlayın selam verin insanlar dostlar biriktirin. yardıma ihtiyacı olursa koşun. bir doktor olarak bunu çok iyi anladım belki de en iyi anlayan meslek grubundayım, çünkü insanların en çok birine ihtiyaç duyduğu anlara tanıklık ediyorum. yaşlı olmasına da gerek yok aniden ameliyata almamız gereken adamın arayıp eşyalarını getirtecek bir tane eşi dostu yoktu mesela geçen nöbet. baktım gizlice personele para verip evden getirtmek istiyor o halde ben gidip alayım diyor falan. böyle şeyler beni çok üzüyor etkileniyorum. yalnızlığa sokayım.

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

robbie williams - gary barlow: "shame"

lgbti temalı klipler

sigur ros'un seraph adlı şarkısının videosu benim gözümde diğer tüm gay temalı videolardan üstündür. video'nun yönetmenliğini yine bir eşcinsel olan john cameron mitchell yapmıştır. john cameron mitchell shortbus, hedwig and the angry inch ve rabbit hole gibi filmlerin yönetmenidir. aynı zamanda filmde hedwig karakterini de kendisi canlandırmıştır. videonun animasyonlarını dash shaw adlı çok da ünlü olmayan biri yapmıştır. kendisi tumblrdan takip edilesidir, amatör olsa da çok güzel işlere imza atmaktadır.



"it's hard to look at a love you can't understand."

pinkwashing

pinkwashing (pink: pembe, washing: yıkama/yıkanma/boyama) israil’in filistin’de işlediği suçların üstünü örtmek için başvurduğu yöntemlerden biri. ülkeyi batı’ya “gey dostu” ve “ortadoğu’nun en demokratik ülkesi” olarak lanse eden kampanyalar için israil devleti milyonlarca dolar harcıyor; abd ve avrupa’da tel aviv pride’ın reklamları yapılıyor ve turlar düzenleniyor. devamı:

pinkwashing nedir?
https://velvele.net/2021/05/13/pinkwash...

Toplam entry sayısı: 177

havada asılı kalmak

aklıma jack london'un "ademden önce" kitabında anlattığı bir durumu getirdi. yazar, insan henüz uzun kollarıyla ağaçtan ağaca atlayan bir "maymun"ken, kimi talihsizlerin bir ağaçtan diğer ağaca yetişemeyerek aşağıya düştüğünden bahsediyor, ve bunun sonu ekseriyetle ölüm, sonra devam ediyor, yükseklik korkusu buradan başımıza bela olan bir şey, ve çoğumuz rüyalarımızda dahi düşüyoruz, ancak rüyada bir yükseklikten düşerken tam yere çakılacağınız anda bedeniniz yer ile temas etmeden uyanırsınız, neden o beden yere temas etmez? çünkü bu tecrübe ettiğiniz bir şey değil, etseydiniz zaten çoktan ölmüştünüz.

ayı sözlük itiraf

gündelik yaşamın telaşı yeterince zorlarken uzun zaman sonra derinden yoruldum, bu öyle bir yorgunluk ki geçmişimden bugüne her şeyi teker teker önüme serdi. varoluşum bir yana üstüne yıllardır fiziksel bir rahatsızlıkla boğuşuyorum ki insan kendini cennetin krallığı filmindeki kudüs kralı baldwin gibi hissediyor. ötekiyim, bulunduğum her yerde çevremdeki herkesten daha başarılı olmak zorundayım, herkesten daha fazla çabalamak ve herkesin gözünde yine herkesten daha "iyi" bir insan olmak zorundayım, aksi halde ben "öteki" olanım, en ufak hatamda bu halim yüzüme çarpılacak ama aynı zamanda bu halimle karşısına çeşit çeşit engeller koyulanım. dışarıda kimsenin empati yapmasını da beklediğim yok, çünkü mümkün değil dahası yaşamı boyunca "düz" ve makbul varoluşa sahip insanların yaptığı basit tavsiyeler midemi bulandırıyor, ne de olsa "bekara karı boşamak kolay". yaşadığım süreçte her zaman daha iyisinin hayalini kurdum, özellikle daha iyi, adil ve merhametli bir dünya ancak gerçekte var olanı da biliyorum, kendimi sıklıkla karanlık bir ormanda kurtlarla koşturan birisi olarak hayal ediyorum, sürüden biriyim ama aynı zamanda değilim çünkü biliyorum ki yeterince zayıf düştüğüm anda ben bu kurtların akşam yemeği olurum. hangi ortama ve kimlerin yanına gidersem gideyim ben onlardan birisi değilim, daha çok orada olan ve sessizce etrafını seyreden biriyim. ve bazen düz normal bir insan gibi yaşamak istiyorum, ne zaman bu derece gevşesem ve kendimi diğerleri gibi hissetmeye kalksam başıma en kötü belalar geliyor adeta toplum bana kim olduğumu kafama vura vura anlatıyor, rezil kepaze oluyorum, ne zaman tüm bunların farkında olan birisi olarak ayağa kalksam bu seferde adeta ss subayı gibi bir tipe bürünüyorum ve olmaktan tiksindiğim kişiliğe bürünüyorum çünkü karşımda duran herkes potansiyel bir düşman olarak beliriyor. başta dediğim gibi yoruluyorum.

yalnızlık

ne zaman nasıl başladı bilmiyorum ama kendimi bildim bileli içimde bir yerde vardı. çok defa kendimi tek başına bir halk, bir ülke gibi hissettim, kendine ait kökleri, gelenekleri ve ülküsü olan özgünlükleriyle var olagelmiş bir memleket. evim vatan oldu odaları da ayrı ayrı şehirler, sonra oradan da sürgün yedim ortaya bir tanrı çıktı bana ait, varlığını bilmesem de ibadet ettim, yaşam devam ediyor. bilmiyorum yalnızlık bitse uyum sağlar mıyım cidden? değer yargılarım dahi çevreyle bu kadar ayrışmış, sanırım yaşamın sonraki evreleri de kendimce bir orta nokta tutturmaya çalışırken geçecek.

eşcinsel olmak

hayatın tersinden şamar yemektir.

ne tam anlamıyla kendinizi anlatabilirsiniz ne de karşınızdakiler sizi anlar. hatta kimi zaman siz bile kendinizi anlayamayabilirsiniz. ama her şekilde nanayı yediniz yani burdan çıkış yok.
toplumsal yaşam içerisinde durumunuzu bir ihtimal yozgatta yaşayan bir ermeniyle kıyaslayabilirsiniz belki, zaten en yorucusu olanı da toplumsal baskıdır, açık kimliğinizle var olmak isteseniz bir türlü, tamamen kendi içinize kapanıp gölgelerin arasına karışsanız başka türlü.
bir de sevgi, aşk ve benzeri konularda şansınız pek de yaver gitmiyor. "on beş sene sonra kendini nerede görüyorsun" denildiği vakit üç poşet birayla arabayı deniz kıyısına çekmiş kıllı göbekli ipsiz sapsız bir dayı olma ihtimalim gözlerime vuruyor, bu senaryodan mutlu olduğumu söyleyemem.

hornet

nasıl bi siteye dönmüş lan böyle, dışarıda gören olsa goca yörük gibi gezen adamım, geçen bir kere girdim, gördüğüm eşgaller karşısında ben bile kendimi yavru ceylan gibi hissettim.

kitap okumak

şimdi buraya kadar epey güzelleme yapılmış bir de işin öte tarafına bakalım, eğer soyadınız koç, sabancı ya da benzeri bir şey değilse bokunu çıkarmak zarar verecektir, yıllardır günde en az 250 sayfa okuyabilen, bir yanda defter diğer yanda kitap günde 8-10 saat mesai yapar gibi oturan bir insanım. yıllar boyu gelinen süreçte antik yunan'da sınıf mücadeleleri üzerine sabaha kadar konuşurum, ama elime iki çivi verseler çakamam, haliyle dışarıda para kazanacak bir işim de yok. kitapları da raflarıyla beraber g.tüme sokarım artık.

liseli eşcinsellere tavsiyeler

kendini iyice keşfettiğin bir çağda özellikle yaşanılan yer dolayısıyla kimliğini saklamak çok yıpratıcı olabiliyor, bu durumda hayat üçgeni oluşturmak lazım. düşünsel olarak da açık bir dostuma, ilerici olduğunu çok iyi bildiğim bir rehberlik öğretmenime ve psikoloğa açılmıştım. doldukça, canım sıkıldıkça birinden biriyle konuşuyordum, en azından insanı rahatlatıyor. kimliğinizi açık ya da yarı açık sürdürme şansınız yoksa eğer bu türlü bir harekette bulunun, psikolojik olarak sizi de rahatlatır.

bunun yanında ben hiç bir zaman cesaret edemedim, ama yapabiliyorsanız ve mevcutta varsa genç lgbti+'ların olduğu bir ortama yanaşın, daha doğrusu örgütlenin. yıllar geçtikçe kayıp giden senelere küfrediyorsunuz.

aşık olmak

güzeldir güzeldir de, bizim mahalleye doğru geldikçe pek yaramıyor sanki, hemen sapıtıyoruz efendim.

en son birine bi tutuldum, yalan yok ilk iki ay polyanna gibi geziyorum, çiçek böcek derken kampüsü güneşi keşfettim bir anda, cengizin moğol süvarisi gibi dolaşan allah'ın yabanisi oldu size frankafon beyefendi! hani böyle kafamda hayali insanlar var ben onlara hayatın yaşamaya değer olduğunu, önemli olanın iyiye güzele doğru kanat çırpmak olduğunu falan anlatıyorum, tedx konuşmacısı gibi nutuk çekiyorum amk.
sonra tabi "hayallerle yaşayanı gerçeklerle sikerler" cümlesi yeryüzündeki en hakkaniyetli cümle olduğunu kanıtlıyor, bir bakıyoruz herif hetero, taktı koluna sevgiliyi geziyor. iki aylık çiçek böcek faslı bıraktı yerini dört aylık komaya, uyku düzeni falan hak getire, panjurdan azıcık ışık girsin vampir gibi tıslayabilirim. tutmadı yani boş yere bi de samimi olduk daha da nah koparım burdan.

velhasıl kelam bir döngüdür gidiyor, üç beş sene sonra da peş peşe eskilerden düğün davetiyeleri alırız, onu da atlattık mı havada karada ölüm yok.

14 yaşında hornet kullanmaya başlamak

bu tür hadiseler cinsellikten toplumsal cinsiyete kadar bir dizi eğitimin özellikle okullarda verilmesi gerektiğini gösteriyor sanırım, özellikle lgbti+ bireyler ergenliğe adım attıkları vakit çevrelerinde sağlıklı bir iletişim bulamayınca kurtlarla dolu bir ormanda bir başına kalır gibi bir duruma evrilebiliyor.

aileye açılmak

sene 2016, ergenlik gümbür gümbür. yine sinir krizi geçirip farkında olmadan kız kardeşin ödünü bokuna karıştırdığım bir günün sonunda anne beni çekti, anlattım böyle böyle, "çok normal" karşıladı, ya da ben öyle sandım, o ara odamda canan tan'ın eşcinsellik üzerine bir romanı vardı adını hatırlamıyorum, iki gün sonra o roman artık yoktu, baya gestapo gibi yırta yırta imha etmişler, işte efendim ben etkileniyor muşum falan, üstelemedim yemedi. aradan iki sene geçti, ergenlik yine tavan, kafa da güzel çıktım karşılarına "ben topum ulannn, aha buyum" diye sayko gibi konuştum, o ara baba ağlıyordu. ertesi gün baktım ortam çok gergin, "içkiliydim vs" ayağıyla geçiştirdim onların da işine geldi tabi. şimdi yaş oldu 22, iki gün önce kafa güzel yine çıktım babanın karşısına "lan oğlun bu yaşına kadar koluna iki kız takmadı hiç mi şüphelenmedin" diye başladım, adam kalktı "etken misin edilgen misin?" diye sordu amk ona göre oğluna cinsiyet atayacak. şimdi o enteresan diyalog hiç yaşanmamış gibi rol kesiyoruz, her neyse, böyle döngü gibi gidiyor işte. ne ben tam cesaret ediyorum ne onlar tam kabullenebiliyor, ara ara patlamalı, ortaya saykodeli manzaralar çıkartmalı bir ilişki.

ayı sözlük yazarlarının yattığı erkek sayısı

game of thrones gece nöbeti... gerçi aseksüel eğilimi yüksek herifim çok da dert ettiğim şey değildir, ama bazen insan düşünüyor incel femcel gibi saçma sapan hesaplar çıktı piyasaya, elemanlar hayvan gibi para kazanıyor ulan kur bu tarz bi lgbti+ temalı hesap sen de yolunu bul amk! tabi toplum içerisinde genel sığırlaşmaya hizmet edeceksin ama o çok övdükleri piyasanın mantığı da bu değil midir? neyse biz yine de efendi efendi takılalım efenim.

kısa bir ek: olum kafam güzelken maytap geçiyordum hemen eksilemeyin lan!

pinkwashing

haklar ve özgürlükler de bugün pazarlama stratejisi olabilir, çünkü dünyada öyle "sekülerler" ile "köktendinciler" arası bir fantastik kavga verilmiyor, çelişkiler ve bunlardan doğan çatışmalar daha farklı.

mesela batı devletleri ne kadar özgürlükçü ve demokrat olduklarının propagandasını 45 sonrası dönemden beri yapmıştır (bir ölçüde olması kaydıyla öyledirler de), bugün ise medyaya bolca trans, gay ya da lezbiyen hava kuvvetleri personeli servis edilir. hikayenin diğer yanında ise afganistan'da taliban'ı kimlerin besleyip büyüttüğünü soracak olursanız cevap gelmez. peki o seküler suriye'de öso, el nusra, hatta kuruluş dönemlerinde işid kimlerden destek almıştır? bu cihatçı örgütler ilerlerken şam'ı ve golan tepelerini kimler bombalamıştır? türkiye'den devam edelim, madımak katilleri yurt dışına çıktıktan sonra onlara oturum iznini hangi ülke verdi ve şu an çoğu nerelerde yaşıyor? bugün o islamcı olan ortadoğu'da çok da uzak olmayan bir geçmişte gayet seküler bir birikim de yaşandı, peki coğrafyanın içinden geçen o müslüman kardeşleri yani ihvan çetesini kimler himaye etti ve kimlere karşı kullandı? bu soruları istediğimiz kadar uzatabiliriz.

o yüzden açıkça bir taraf seçilecekse bu makyajlamaya göre olmaz, ilk önce sorulması gereken şudur: bugün "özgürlük" ile "medeniyet" pazarlayan kuvvet o ilkeleri size layık görüyor mu? bulunduğunuz coğrafyada kimlere kucak açtığına bakarak anlarsınız, "ama efendim hamas" falan diyecek olursanız yine bir soru gelir: uzun bir dönem filistin mücadelesi fhkc, fkö ve el-fetih gibi gayet seküler unsurlarca temsil edilirken hamasın dünkü çocuktan bir anda gürbüz bir delikanlıya dönüşmesinde kimlerin etkisi olmuştur?

düşünün işte, düşündükçe gerisi çorap söküğü gibi gelir, aksi halde o trans pilotlar ortadoğu'yu bombalarken kimseyi queer mi değil mi diye ayırt etmiyor, sonra padişaha kızıp rum çeteciye sığınmak gibi olmasın halimiz.

israil'in gazze'yi vurması

on gündür yaşananları sağır sultan duydu, ilk üç dört günde yaşanan kafa karışıklığı da "radikal" ergenler hariç herkeste üç aşağı beş yukarı durulmuştur, o yüzden meseleden ziyade işin söylem ve ideoloji düzeyine dikkat çekmek lazım.

bu tür olaylar olduğunda genellikle devletler kötü kalpli teröristleri öldürdüğünü ve bunun aslında oradaki sivil halka da yarayacağını söylerler, ancak ilk günlerde netanyahu doğrudan sivil yerleşimlerin bombalandığı görüntüleri paylaştı, iktidardaki sağcı likud partisinin bir vekili ise bununla tatmin olmamış gibi görünüyor, arkadaş direk atom bombası atılması gerektiğinden bahsediyordu. sonra kabinedeki görevini hatırlamadığım bir bakan "karşılarında insana benzeyen hayvanların olduğunu ve ona göre davranacaklarını" söyledi, sorun şuradaki burada bahsedilen "insansı hayvanlar" hamas militanları değil, bunu derken tüm filistin halkını kastediyordu. sonra da buna göre davrandılar.

yine de israil güçleri bir noktadan sonra geri adım atmak zorunda kalacak, çünkü bu katliamlar sonucu baştaki algı tersine döndü, israil gazze'yi vururken başta bunun meşruluğundan bahseden batıdaki siyasiler oradaki kamuoyu baskısıyla daha "ılımlı" söylemler kullanmaya başladılar. ancak daha bir kaç hafta önce kanada parlamentosunda eski bir nazi subayı "özgürlük savaşçısı" olarak alkışlanmıştı, bir buçuk sene önce başlayan rus-ukrayna savaşında ise azov üzerinden neo-nazi cihadının nasıl desteklendiğini zaten biliyoruz. doğrusu demokrasinin beşiğinde söylem ve hareketler ııı.reichs ayarına doğru kayıyor, ama bunun için illa bildiğimiz führer görünümünde olan sincap gibi bir herife ihtiyaç yok, yeni nazilerimiz gayet güler yüzlü hatta yer yer rishi sunak gibi elemanlardan çıkacak. başka türlü çıkar yolları da yok zaten, bir tarafta kriz büyüyor diğer yanda kurumlar eski gücünü yitiriyor ve yeni bir "kavimler göçü" durmadan sürüyor, o mazideki "old but gold" günler bitti yani, devir canavarların devri.

peki biz ne yapacaz?

doğrusu lafa gelince batıyla aşık atmaya kalkan cihatçı yaratıkların canı cehenneme, bugün vuruşurlar yarın makul bir anlaşmayla satmayacakları şey yoktur, kaldı ki bunlar eski dostlardır, bir dövüşür bir barışırlar hatta başları sıkışınca batının koynuna da sokulmasını gayet iyi bilirler. bizler ise bu coğrafyanın çifte yalnızlarıyız, bir yanda kellemize talip islamcı barbarlar var, diğer taraftakilerin bahsettiği özgürlük ise o beyaz adamın özgürlüğü, bu topraklarda iç savaş finanse edilirken kimse ölenler ilerici mi gerici mi, islamcı mı seküler mi diye ayırt etmiyor yani.

kısaca islamcıyla çatışırken neo nazinin boynuna enişte diye sarılmayacağız, mümkünse kendi göbek bağımızı kendimiz keseceğiz. kolay mı? valla işimiz çok zor, ama adam akıllı tarihe bakanlar kolay diye bir şey olmadığını biliyor.

önemli bir ek: altta güzel güzel yazı girip "şımarık" diye yaftayı basan sonra da silen kardeşim, gel hele gel, vallaha bak anlaşamayacağımız bir şey yok :)

ayı sözlük itiraf

gündelik yaşamın telaşı yeterince zorlarken uzun zaman sonra derinden yoruldum, bu öyle bir yorgunluk ki geçmişimden bugüne her şeyi teker teker önüme serdi. varoluşum bir yana üstüne yıllardır fiziksel bir rahatsızlıkla boğuşuyorum ki insan kendini cennetin krallığı filmindeki kudüs kralı baldwin gibi hissediyor. ötekiyim, bulunduğum her yerde çevremdeki herkesten daha başarılı olmak zorundayım, herkesten daha fazla çabalamak ve herkesin gözünde yine herkesten daha "iyi" bir insan olmak zorundayım, aksi halde ben "öteki" olanım, en ufak hatamda bu halim yüzüme çarpılacak ama aynı zamanda bu halimle karşısına çeşit çeşit engeller koyulanım. dışarıda kimsenin empati yapmasını da beklediğim yok, çünkü mümkün değil dahası yaşamı boyunca "düz" ve makbul varoluşa sahip insanların yaptığı basit tavsiyeler midemi bulandırıyor, ne de olsa "bekara karı boşamak kolay". yaşadığım süreçte her zaman daha iyisinin hayalini kurdum, özellikle daha iyi, adil ve merhametli bir dünya ancak gerçekte var olanı da biliyorum, kendimi sıklıkla karanlık bir ormanda kurtlarla koşturan birisi olarak hayal ediyorum, sürüden biriyim ama aynı zamanda değilim çünkü biliyorum ki yeterince zayıf düştüğüm anda ben bu kurtların akşam yemeği olurum. hangi ortama ve kimlerin yanına gidersem gideyim ben onlardan birisi değilim, daha çok orada olan ve sessizce etrafını seyreden biriyim. ve bazen düz normal bir insan gibi yaşamak istiyorum, ne zaman bu derece gevşesem ve kendimi diğerleri gibi hissetmeye kalksam başıma en kötü belalar geliyor adeta toplum bana kim olduğumu kafama vura vura anlatıyor, rezil kepaze oluyorum, ne zaman tüm bunların farkında olan birisi olarak ayağa kalksam bu seferde adeta ss subayı gibi bir tipe bürünüyorum ve olmaktan tiksindiğim kişiliğe bürünüyorum çünkü karşımda duran herkes potansiyel bir düşman olarak beliriyor. başta dediğim gibi yoruluyorum.