marsmüridi

Durum: 177 - 0 - 0 - 0 - 08.03.2025 01:29

Puan: 2978 - Sözlük Kezbanı

2 yıl önce kayıt oldu. 13.Nesil Yazar.

0
  • /
  • 9

arkadaşa eşcinsel olduğunu söylemek

en kötüsü de ne olursa olsun utana sıkıla açılıyorsun, başın eğilmekten halıya sürtüyor resmen, sanki insanlığa karşı bir suç işlemişsin gibi! en son bir dostuma açıldığımda dediği tek şey "şu ana kadar kendine çok yazık etmişsin, ve hala kendine haksızlık ediyorsun" demek oldu. ne de olsa baştan suçlu gibi damgalandık ve işin kötüsü bunu içselleştirdik de, ne diyeyim çoğumuz içten içe suçluymuş gibi hissetmeye devam ediyoruz.

kendi hayatım adına bir sınırdayım, kısmen açığım ama hiç yoktan yarı açık bir pozisyona geçmek istiyorum, tabi "yarı açık" olduğumuz an aslında tam açık olacağız çünkü o andan itibaren mevzunun nasıl yayıldığı akla hayale gelmez. ama böyle olmak zorunda, en azından daha özgüvenli ve daha cesur bir yaşam için. eşik zor, ama çekilecek.

bayramda çalışmak

üniversiteden yeni yeni mezun olmaya başlayan yaşıtlar, ve arkadan gelenler!
sendikaların etkisizleştiği, alım gücünün ve emek ücretlerinin düşürüldüğü, iktidarın leviathan gibi dört bir tarafı sardığı günümüz tc'sinde bir çoğunuz söve söve yaşayacak bu durumu.

süleyman soylu

bu devran gittikçe soylu'nun biri gider ötekisi gelir, aslolan soylular değildir, onları var eden siyasi iklimdir...

eren erdem

ilk olarak ihsan eliaçık'ın anti kapitalist müslümanlar çevresinde duyulmuş ve sonrasında chp'de siyaset yapmaya başlamış kişidir. gezi döneminde muhalif kanaat açısından taktir edilebilen birisiyken seçim dönemi ve sonrasında gelinen noktada bir nefret ikonuna dönüşmek üzeredir.

seçimin sonuçların bünyeye tepkileri

ilk önce birbirimizi çok pis gaza getirdik, dedik yani "kesin gidiyorlar", hatta yetmedi bir sonraki dönemi düşünüp birbirimize girdik. adamlar da bileğinin hakkıyla aldı yapacak bir şey yok. kendi adıma konuşursam seçimden sonra iki gün yemek harici sadece içtim, küfredip durduğum parti kurum ve insanın haddi hesabı yoktur, ama yapacak bir şey yok, babam bile vaktinde mücadele esnasında iki tane dostunu gömmüş, hala da olduğu gibi devam ediyor adam, umudumuzu salt sandığa bağlamadık, canımızı sıktı ama olduğu gibi yola devam ediyoruz

insana yaşama sevinci veren şeyler

bir gece öncesinde efendi gibi içmişsin, öyle baş ağrısı falan yok, güneşli bir güne kalkıyorsun, hafif bir rüzgar var ve kahveyle dışarıyı seyrediyorsun. bunun bir de akşam versiyonuna gelelim, ince bir ceketle sahil kenarındasın elinde iki bira, ve yine eser miktarda rüzgar.

bir de deli dolu tatlı hayaller...

28 mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı 2. tur oylaması

savunduğum siyaset olası riskleri her defasında söyledi ve sokakta alternatif yaratmak için elinden geleni yaptı, ama mevcut duruma müdahale edecek gücümüz yoktu ve bizde malum şahıslar gibi muhalefete duvar olmak yerine ne olursa olsun diyerek omuz vermeyi tercih ettik. bu noktada partim adına mutluyum çünkü gerekli sorumluluğu gösterdi, bunun yanında seçimin bittiği yerde bir dizi eleştiri yapmak da hakkımdır diye düşünüyorum.

boğaziçi direnişi esnasında lgbti+ hareketi öne çıktığında muhalefetten bir dolu utangaç itiraz işittik, yetmedi chp'li faik öztrak bu arkadaşları hedef gösteren tweetler attı, onları göz göre göre akp'nin yargısına teslim etti. 2021 kasım ayına girdiğimizde ise ödenemeyecek faturalara karşı insanlar sokağa çıkmaya başlayınca tüm düzen muhalefeti hep bir ağızdan "sakın sokağa çıkmayın konsolide olurlar" edebiyatı yaptı, depremden sonra da ortalık hareketlenirken aynı edebiyatı işittik, ne de olsa seçime üç ay kalmıştı ve hep beraber susarsak kazanıyorduk(!)

vaziyet bellidir, o kadar vakit "kendi kendilerine gidecekler", "tencere kaynamadığı için halk oy vermeyecek" edebiyatı boşa düştü, lafta bizler muhalefete zarar veriyorduk ve tabiri caizse ölü taklidi yapmamız gerekiyordu. sonuç ise ortada, üç aşağı beş yukarı aynı kişiler aynı kişiye oy verdi.

buradan da çıkaracağımız sonuç şudur, istediğiniz kadar bu halkı çözdüğünüzü zannedin, ya da "rasyonel" ve "matematiksel" "analizler" yapın, karşınızda hiç olmadığı kadar militan bir kitle var, halihazırda var olan radikalizmi en az onun kadar radikal olan bir siyasetle yenebilirsiniz, aksi halde her birinize 50 sene daha sandıkta tur attıracaklar. karşımızda sokak sokak, mahalle mahalle örgütlü bir kuvvet var, onlar kadar olamadıktan sonra falanca aday muhabbetinin geçerliliği yok.

velhasıl kelam, bu süreç beni daha da kemikleştirdi, ve ne olursa olsun mücadele sürecek, bütün hayatını bu seçime bağlayanlar yıkılıp gitti, ama bu ülkenin sosyalistleri yenilgiyi şeker niyetine çaya karıştırır. yapacak bir şey yok, hala buradayız.

her akşam içki içen insan

var öyle bir tanıdık, en son kadir gecesi münasebetiyle içemediği için sabah yanımıza uyuyamadan geldi. canlı örneği gördükten sonra insan da kendine çekidüzen vermek istiyor.

14 mayıs 2023 cb ve genel seçimleri

ikinci tura doğru giderken ben de milletvekilliği için bir kaç çıkarımda bulunayım.

ilk olarak biz bu türkiye sağını tanımıyoruz, siyasilerden ziyade eldeki kitleyi de tanımıyoruz bunu görmüş olduk, chp 30'lara dayanacak derken hdp'den geri gelen emanet oy tayfasıyla anca 25'i buldu, burada ittifak ortaklarının katkısı çok sınırlı kaldı, bunda tek liste mevzusunun bir yansıması var, deva, gelecek ve saadet gibi partilerin kadrosuna bir şey diyemem ancak kitlenin eli yine altı oka gitmemiş, üstüne iyip'de bir seçenek olmamış, akp'den sıkılanın mührü üç hilale vurduğu ya da yeniden refah partisi'ne yüklendiği bir manzara gördük, cumhur ittifakı hitap ettiği kitleyi gayet iyi biliyormuş ki ayrı listeyi bunu da hesaba katarak gerçekleştirmiş.

milliyetçi siyaset yükselen bir kuvvet olduğunu ispatlamıştır, iyip ve mhp oyuna ek olarak zafer partisi'nin barajı geçmeyeceği kesin olmasına rağmen yüzde 2'yi geçmesi oradaki motivasyon ve inanmışlığı fazlasıyla gösteriyor.

türkiye cumhuriyeti'nin gelmiş geçmiş en sağcı meclisiyle karşı karşıyayız, durum öyle bir noktaya ulaştı ki kimi vekillerin yanında rte bile iki adım solda kalıyor. buna karşı merkezin solundan başlayarak sol siyaset fazla rehavete kapıldı ve birbirlerinin bölgesinde birbirlerinden seçmen devşirme üzerine hareket etti, tabi atı alan üsküdar'ı da geçmiş oldu.

ysp açıkçası kaybetti, daha doğrusu kendi kemik seçmenine sıkıştı, bu durum kimilerini şok etse de beklenendi zaten çünkü baraj 7'ye düştükten sonra son üç seçimde oraya oy veren ciddi bir kitle chp'ye geri döndü, üstüne tip'in seçimlere katılması bir kısmının da oraya yönelmesini sağladı. burada ysp'li arkadaşların günah keçisi aramak yerine bir dizi öz eleştiri yapması gerekecek, çünkü açıkça görülüyor ki 7 haziran 2015'den bu yana batıda bu siyasete oy veren geniş bir kesimle herhangi bir bağ kurulamamış, öyle ki tip'ten çok chp'ye yönelenler var.

kendi adıma sevindirici olan ise türkiye işçi partisi'nin kendi ayakları üzerinde durup kendi gücüyle ülkenin yarısında seçime girmemiş olmasına rağmen 1.8'e dayanması ve bir nevi kendini ispatlamasıdır. vekil sayısının 4'te kalması ve istanbul 1, izmir ve antalya'da kıl payıyla birer vekilin kaçması can sıkmıştır, ancak 1960'lardan bu yana programında açıkça sosyalizm yazan bir parti ilk defa kendisini gösteriyor, bundan böyle artar eksilmez diyorum.

hepsinden geriye ikinci tur ne olur ne olmaz bir şey diyemiyorum, ancak bildiğim önümüzdeki dönemin çok daha ideolojik ve çatışmalı geçeceğidir.

sinan oğan

meselenin kişiselden ziyade ideolojik olarak ele alınmasını gerektirecek bir harekette bulunmuştur, çünkü bu ilk de değildir, devlet bahçeli'den mehmet ali çelebi'ye, oradan hulki cevizoğlu ve sinan oğan'a kadar ulusalcı ve sağ milliyetçi siyaset içinden bir ton insan yönünü düzenli olarak iktidara kırmaktadır.

siyasetin ulusalcı hali seküler bir görünüm göstermesine karşı politik okumasının merkezine devleti yerleştirir, burası için bütün mesele anlamı muğlak bir emperyalizm kavramına karşı ulus devleti müdaafa etmektir, mesele buradan okununca iktidarın meydanlarda "eyy!" diyerek iki parlaması onların oraya doğru yanlamasına yeterli olur. ülkücü hareket ise milliyetçiliğin temeline türk-islam sentezini yerleştirir, burada modern bir tavır yok, doğrusu akçura gibi isimler sadece anılır, asıl kalemi dinlenenler ise arvasi gibilerdir. bu siyaset tarzı için milleti oluşturan değerler tamamen modernlik öncesi ilkel kavramlar, daha çok feodal bağlardır, aynı zamanda devlet baba vardır, ve buradan "beka" meselesine geçmek kolaydır, bu gelenekten gelen kimsenin yarın bir gün islamcı iktidara yanlaması kimseyi şaşırtmasın.

buradan da milliyetçiliği halkçı bir çizginin üzerine oturtacak yurtsever bir siyasetin yokluğuna varmış oluyoruz, eldekiler ya feodal kavramlardan ya da direk devlet merkezli bakıştan ilerliyor, halkın yoksulluktan sürüm sürüm süründüğü bu siyasi iklim de "devletin bekası"nın yanında tali ya da ödenecek bir bedel gibi kalmış oluyor.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

akşamın bir vakti saykodeli bir rüyadan kalkıp mal gibi dikilmeyeydim iyiydi, süründüren sağ olsun :)

ermeniler

öyle ya da böyle anadolu'daki tarihsel ve kültürel birikime en fazla katkı koyan halklardan biridir. ermeni sanatçılardan ayrı olarak kimi halk oyunları dahi onlardan gelir, bugün dahi meşhur oyunlarından olan "yarkhusta" doğunun kimi muhtelif yerlerinde "yakışta" ismiyle oynanıyor.

aynı zamanda politik nedenler dolayısıyla en fazla görünmez hale gelenlerdendir. bugün bile sıklıkla bir sanatçının ermeni olduğu öldükten sonra ortaya çıkıyor ve anadolu'da pek çok aile istikrarlı bir biçimde geçmişini saklamaya devam ediyor. ya da mimar sinan dendiğinde veya ruhi su'dan bahsedince asıllarının ne olduğu ısrarla ıskalanıyor. peki edgar manas'a ne demeli? birinci meclis binasının içinde vaktinde kimlerin yaşıyor olduğuna girsek, ya da hırant dink'in sabiha gökçen hakkında ki son araştırmalarına kulak versek hepsinden ahiretlik mevzular çıkar.

sözün kısası bu ülkenin harcına katkı yapan bir halktan bahsediyoruz, ve tabiki onlardan bahsederken nostaljik bir plak dinler gibi konuşmamak da lazım, hala varlar ve burada yaşamaya devam ediyorlar. dilerim iki tarafın insanını da hastalıklı hale getiren bu politik iklim bir nebze olsun yumuşar ve her iki tarafta geçmişinin sümen altı edilmiş parçalarıyla tanışmaya başlar.

lgbti birey ve kuruluşlara saldırıların artması

bu başlık 2015'te açılmış, tam da kendimi iyice keşfettiğim ve toplumsal anlamda da bilincimi kazandığım dönem, o zamandan baktığımda karşıdaki zorluğu görüyordum ama daha diri bir toplumsal hareket vardı, belli bir süre zorluk çeksek de eninde sonunda koşulların çok daha olumlu olacağına dair inancım vardı. şimdi ise son manzara üzerinden baktığımızda propagandanın merkezine lgbti+'ları alan bir iktidar bloku ve türkiye cumhuriyeti tarihinin görüp görebileceği en gerici ve sağcı siyasi iklimi var.

ama yapacak bir şey yok, saldırılar daha fazla artacak ancak bedelini göze alamadığımız her gün hamam böceği gibi karanlıkta bir yere acizce saklanmak zorunda kalırız, oysaki diplerden geldik kaybedilecek pek de bir şey yok. kendi adıma konuşayım en baştan beri politik bir insandım ama hem çevre baskısından hem de daha kötüsü kendimi kabul edemediğimden hareketten uzak durdum, ilk defa bu sene hareketle bağ kurmaya çalışıyorum, çünkü dediğim gibi canımdan öte gidecek yok ve bu şekilde süren hayatın sonuçları ortada, ne olacaksa olsun efendim!

matematikten anlayan erkek ibnedir

yks sınavında sözelde 6000'e girerken eşit ağırlıkta 180.000 yapmıştım, varın siz düşünün matematikle olan alakamı, bu önermenin üstüne yeniden refah partisi'nin gençlik kollarına kaydolmaya gidiyorum.

ayı sözlük yazarlarının çekici bulduğu insan tipi

valla son bir kaç senede epey bi balkan göçmenine aşık oldum, jarnana dinleye dinleye bir hal olduk, belki annemin doğduğu ve çocukluğumdan beri her yaz gittiğim köyün macır köyü olmasının da bir payı vardır. yörük ve türkmen milleti böyledir yani, gözümüz her zaman bulunduğumuz yerin batısına doğru kayar.

panik atak

sene 2020, bir sene öncesinde enteresan olaylar yaşamışım, o olaylardan sonra çöp kapağı devrilse 3-4 saniye hatları kopan bir insanım, tam o uğrakta sürekli ölümü düşünmeye başladım, kafamda bir düşünce: "doğmadan önce neysem öldükten sonra da o olacaksam eğer bütünüyle yok olacağım". tabi bu beni çıldırtıyor, yokluk denen mefhumu bilmiyoruz, ve zaten insanı da bilmediği korkutur, ben düşündükçe karnıma ağrılar giriyor ama meşgul olmadığım her an kafamda bu sorgulamalar geziyor. bu şekilde aylar geçti, nereden gördüm bilmiyorum kalp krizine dair bir his oluştu bende, sonraki günlerde sol göğsümde bir ağrı, yine günlerce sürdü ve beni delirtiyor, kilo da var, sigara ve alkol gırla, dedim "olum sen gidicisin heralde". belli bir zaman geçtikten sonra iki de bir çarpıntı hissetmeye başladım, kampüste yürürken dedim arkadaşa böyle böyle, a.ına kodumun öküzü demesin mi "valla kanka bizim orda da bi abi diyip duruyodu iki hafta sonra öldü adam" beni tripten tribe sokup çıkardı pezevenk, oradan sonra teşhisi koymuştum artık, gencecik yaşımda gün yüzü görmeden pisi pisine gidecektim, ama son bir umut üniversitenin aciline gittim anlattım durumu, bir kaç işlem yaptılar dediler "bir şeyin yok". normalde insan rahatlar ben iyice deliye döndüm diyorum demek ki kalbim belirti vermeden gidiyor, sinsi sinsi pusuya yatıp doğru zamanda anamı s.kicek. kaldığım aparttan eve gittiğim akşam ağrı ve çarpıntının üstüne sol kolumda uyuşma da eklendi, ve kalp çılgınlar gibi atıyor temelli uyuşuyor orası, nasıl bağırdığımı hatırlamıyorum gecenin dördünde domuz gibi böğürerek acile koydular beni, orada soktular ekg'ye, arkadan sakinleştiriciyi bastılar, sonra ise kafa mevlana, odamdaki duvara özlü özlü şiir bile yazdım.

daha da böyle bir şey yaşamadım, ama pandemi o bakımdan korkunçtu, sürekli ölümü düşündüğüm yürüdüğüm her yerde aklıma çılgınca düşüncelerin gark ettiği bir kaç ay daha geçirdim.

ha bir de bu mereti bir kaç defa teyzelerim de geçirmiş, sonradan öğrendim ki sülalece garip garip triplere giren manyaklardanmışız biz.

neden yalnızsınız

zamanında out olmaya g.tüm yemedi, denk geldiklerimde düz hetero çıktı, mal gibi kaldık şu an. gerçi out olsam bu sefer de açılmaya yemez, salla gitsin lan westeros'taki gece nöbetçileri gibi karda kışta karamsar karamsar gezeriz.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

yepyeni bir yenilginin ardından kendini yerden yere vurduktan sonraki kabulleniş anı, ne diyelim, elbet benim de günüm gelecek.

arkadaşa eşcinsel olduğunu söylemek

her zamanki gibi kafa güzel, bir anlık gaza geldim söyledim, arkadaş rahatladı. dedi "ben seni şu ana kadar sosyopat sanıyordum meğer işin gerçeği farklıymış rahatladım şimdi".

vazgeçmek

bende olana vazgeçmek demeyelim de, salıp gitmek diyelim. kafada fırtına koparken bir anda diner, "ne olacaksa olsun lan" dedikten sonra kulaklıkta çalan "pilli bebek-olsun", sonra da kuş gibi hafifler sırıtırım.
  • /
  • 9

liseli eşcinsellere tavsiyeler

korun. gerisini yaşayarak öğreneceksin zaten.

liberal homofobi

fobik fobiktir. bugün bizi eve tıkanlar yarın odaya, öbür gün hücreye, 1 hafta sonra mezara koyar.

antalya

ergenliğini insan burada geçirmişse kaleiçinde daha öğlen 2 de sarhoş olup rockbull tuvaletinde ayılmaya çalışmışlığı ve kaleiçinden çıkamamışlığı, antalya lisesinin yan sokağındaki takıcılardan siyah kolyeler alıp ışıklar caddesinde boş boş tüm gün dolandığı olmuştur, olmalıdır

yalnızlık

güzel falan değildir. zaten yalnızlık güzelleyen insanların aslında yalnız değil şımarık olduğunu görürsünüz. aksaya aksaya hastaneye gelen tuvalete bile giderken başkasından yardım istemek zorunda kalan sırf sosyalleşmek için acil kuyruğuna giren yaşlıları görünce sikeyim yalnızlığı diyorum. "biri var mı yanınızda teyze" deyince "allah var"ı duyup göğsünüzde bir kütle öylece kalakalıyorsunuz. o allah mesela teyzenin ilaçlarını gidip eczaneden almıyor hastaneden çıkışta en azından koluna girip yoldaş olmuyor.
sevin sevilin gençler insan insana her zaman ihtiyaç duyar. ilk adımı atan siz olun çay ısmarlayın selam verin insanlar dostlar biriktirin. yardıma ihtiyacı olursa koşun. bir doktor olarak bunu çok iyi anladım belki de en iyi anlayan meslek grubundayım, çünkü insanların en çok birine ihtiyaç duyduğu anlara tanıklık ediyorum. yaşlı olmasına da gerek yok aniden ameliyata almamız gereken adamın arayıp eşyalarını getirtecek bir tane eşi dostu yoktu mesela geçen nöbet. baktım gizlice personele para verip evden getirtmek istiyor o halde ben gidip alayım diyor falan. böyle şeyler beni çok üzüyor etkileniyorum. yalnızlığa sokayım.

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

lgbti temalı klipler

robbie williams - gary barlow: "shame"

lgbti temalı klipler

sigur ros'un seraph adlı şarkısının videosu benim gözümde diğer tüm gay temalı videolardan üstündür. video'nun yönetmenliğini yine bir eşcinsel olan john cameron mitchell yapmıştır. john cameron mitchell shortbus, hedwig and the angry inch ve rabbit hole gibi filmlerin yönetmenidir. aynı zamanda filmde hedwig karakterini de kendisi canlandırmıştır. videonun animasyonlarını dash shaw adlı çok da ünlü olmayan biri yapmıştır. kendisi tumblrdan takip edilesidir, amatör olsa da çok güzel işlere imza atmaktadır.



"it's hard to look at a love you can't understand."

pinkwashing

pinkwashing (pink: pembe, washing: yıkama/yıkanma/boyama) israil’in filistin’de işlediği suçların üstünü örtmek için başvurduğu yöntemlerden biri. ülkeyi batı’ya “gey dostu” ve “ortadoğu’nun en demokratik ülkesi” olarak lanse eden kampanyalar için israil devleti milyonlarca dolar harcıyor; abd ve avrupa’da tel aviv pride’ın reklamları yapılıyor ve turlar düzenleniyor. devamı:

pinkwashing nedir?
https://velvele.net/2021/05/13/pinkwash...

Toplam entry sayısı: 177

havada asılı kalmak

aklıma jack london'un "ademden önce" kitabında anlattığı bir durumu getirdi. yazar, insan henüz uzun kollarıyla ağaçtan ağaca atlayan bir "maymun"ken, kimi talihsizlerin bir ağaçtan diğer ağaca yetişemeyerek aşağıya düştüğünden bahsediyor, ve bunun sonu ekseriyetle ölüm, sonra devam ediyor, yükseklik korkusu buradan başımıza bela olan bir şey, ve çoğumuz rüyalarımızda dahi düşüyoruz, ancak rüyada bir yükseklikten düşerken tam yere çakılacağınız anda bedeniniz yer ile temas etmeden uyanırsınız, neden o beden yere temas etmez? çünkü bu tecrübe ettiğiniz bir şey değil, etseydiniz zaten çoktan ölmüştünüz.

ayı sözlük itiraf

gündelik yaşamın telaşı yeterince zorlarken uzun zaman sonra derinden yoruldum, bu öyle bir yorgunluk ki geçmişimden bugüne her şeyi teker teker önüme serdi. varoluşum bir yana üstüne yıllardır fiziksel bir rahatsızlıkla boğuşuyorum ki insan kendini cennetin krallığı filmindeki kudüs kralı baldwin gibi hissediyor. ötekiyim, bulunduğum her yerde çevremdeki herkesten daha başarılı olmak zorundayım, herkesten daha fazla çabalamak ve herkesin gözünde yine herkesten daha "iyi" bir insan olmak zorundayım, aksi halde ben "öteki" olanım, en ufak hatamda bu halim yüzüme çarpılacak ama aynı zamanda bu halimle karşısına çeşit çeşit engeller koyulanım. dışarıda kimsenin empati yapmasını da beklediğim yok, çünkü mümkün değil dahası yaşamı boyunca "düz" ve makbul varoluşa sahip insanların yaptığı basit tavsiyeler midemi bulandırıyor, ne de olsa "bekara karı boşamak kolay". yaşadığım süreçte her zaman daha iyisinin hayalini kurdum, özellikle daha iyi, adil ve merhametli bir dünya ancak gerçekte var olanı da biliyorum, kendimi sıklıkla karanlık bir ormanda kurtlarla koşturan birisi olarak hayal ediyorum, sürüden biriyim ama aynı zamanda değilim çünkü biliyorum ki yeterince zayıf düştüğüm anda ben bu kurtların akşam yemeği olurum. hangi ortama ve kimlerin yanına gidersem gideyim ben onlardan birisi değilim, daha çok orada olan ve sessizce etrafını seyreden biriyim. ve bazen düz normal bir insan gibi yaşamak istiyorum, ne zaman bu derece gevşesem ve kendimi diğerleri gibi hissetmeye kalksam başıma en kötü belalar geliyor adeta toplum bana kim olduğumu kafama vura vura anlatıyor, rezil kepaze oluyorum, ne zaman tüm bunların farkında olan birisi olarak ayağa kalksam bu seferde adeta ss subayı gibi bir tipe bürünüyorum ve olmaktan tiksindiğim kişiliğe bürünüyorum çünkü karşımda duran herkes potansiyel bir düşman olarak beliriyor. başta dediğim gibi yoruluyorum.

yalnızlık

ne zaman nasıl başladı bilmiyorum ama kendimi bildim bileli içimde bir yerde vardı. çok defa kendimi tek başına bir halk, bir ülke gibi hissettim, kendine ait kökleri, gelenekleri ve ülküsü olan özgünlükleriyle var olagelmiş bir memleket. evim vatan oldu odaları da ayrı ayrı şehirler, sonra oradan da sürgün yedim ortaya bir tanrı çıktı bana ait, varlığını bilmesem de ibadet ettim, yaşam devam ediyor. bilmiyorum yalnızlık bitse uyum sağlar mıyım cidden? değer yargılarım dahi çevreyle bu kadar ayrışmış, sanırım yaşamın sonraki evreleri de kendimce bir orta nokta tutturmaya çalışırken geçecek.

hornet

nasıl bi siteye dönmüş lan böyle, dışarıda gören olsa goca yörük gibi gezen adamım, geçen bir kere girdim, gördüğüm eşgaller karşısında ben bile kendimi yavru ceylan gibi hissettim.

aşk

sevdiğin kişiye doyasıya sarılmak ne tür bir histir, ya da oturduğun yerde başının omuza doğru yaslanması? yıllar öncesinde çok kısa da olsa hatırlıyorum, çok ilginç bir uyuşma hissi anımsarım, o an için hem huzurluydum hem de bunlar bitecek telaşıyla titrek bir vaziyet. öpmeyi ise bilmem, yaşamadığım doğrudur, ya da gece boyu sarılmak? kendimi bildim bileli sol kol başın altında sağ kol ise omuz üzerinde uyurum. sözün kısası uzun uzun yaşamadığım bir histir aşk.

ama uğruna koşturmayı bilirim. öncesinde görmek ve hoşlandığını fark etmek, doğrusu bu konularda ilk görüşçüyüm. sonrasında ise tanışmak, o anın heyecanı, en ufak hareketten medet ummak, zamanla adeta takıntılı bir ruh haline bürünmek, onun olduğu her yerde mutlu olmak ile olmadığı yerde huzursuzca dolaşmak, sonrasında ise kendi kendine gelin güvey olmak. tabi burada bitmiyor, ekseriyetle günün her vakti ve saati hayallere dalabiliyorsunuz, öyle hayaller ki bulunduğunuz zaman ve mekandan bağımsız bir gelişim seyrediyor, gel zaman osmanlı dönemi balkan coğrafyasında bir dere kenarında, git zaman roma'nın surları altında bir yerlerde buluşuyorsunuz, olmazsa alternatif bir evrende baş başa kalıyorsunuz. hikayenin gerçeğine doğru dönersek eğer onunla bulunduğunuz her mekan size o anki hislerinizi ve karşınızdaki kişinin tavrını hatırlatıyor, kimi zaman gülerek kimi zaman ise üzülerek yad ediyorsunuz, kendi adıma konuşursam bugün dahi yıllar önce sevdiğim kişilerle oturup dolaştığım yerlerde geziyor ve hatırlıyorum, ki hafıza aynı zamanda kendini bilen bir benliğin gereğidir, anıların iyi ya da kötü olması fark etmez, hatırlıyor olmak zorundayız.

işin bir başka ilginç boyutu ise aşkın "rasyonel" açıklamasını hala tam anlamıyla yapamıyoruz, tabi ki bu konuda epey teori ve araştırma var, ancak bir yerlerde boşluk hissediliyor. mesela üreme içgüdüsü üzerinden açıklamaya çalışıyoruz lakin bir insana yalnız sarılmak ve yüzüne bakarken gülüşünü özümseme isteği bu içgüdüyle ne kadar uyuşuyor? ya da aseksüeller, onların da aşık olduğunu görüyoruz, aşk sıklıkla cinsellikle iç içe bir profil seyretse de cinselliğin çok daha geriye düştüğü vakalar mevcut. belki de insanın kimilerinin zannettiği gibi biyolojik bir makine olmadığının en güzel kanıtı aşık olmasıdır.

son olarak, şu vakte kadar yaşanan hezimetlerin bir getirisi de insanı katılaştırması, hele ki eşcinseller için bu adeta hayatta kalma refleksine dönüşüyor. kendi adıma konuşacak olursam sevgiyi umutla eş bir biçimde hissettiğim vakit doğaya ve pozitif duygulara daha çok yaklaşıyorum, o vakit dışarıya karşı daha sevgi dolu baktığımı hissediyorum, peş peşe gelen yenilgiler ise içten içe bir öfke doğuruyor. tasvir etmek gerekirse eğer, kendimi çevresinde yıldırımların düştüğü bir tepede önündeki ovaya büyümüş ve dikleşmiş gözlerle bakan bir savaşçı gibi hissettiğim oluyor, bir sonraki sahnede ise lejyon bölüğü tabutta bir ceset taşıyor. adeta bir yabancılaşma ve doğal olandan ve bir parça iyiden uzaklaşma hali.

kitap okumak

şimdi buraya kadar epey güzelleme yapılmış bir de işin öte tarafına bakalım, eğer soyadınız koç, sabancı ya da benzeri bir şey değilse bokunu çıkarmak zarar verecektir, yıllardır günde en az 250 sayfa okuyabilen, bir yanda defter diğer yanda kitap günde 8-10 saat mesai yapar gibi oturan bir insanım. yıllar boyu gelinen süreçte antik yunan'da sınıf mücadeleleri üzerine sabaha kadar konuşurum, ama elime iki çivi verseler çakamam, haliyle dışarıda para kazanacak bir işim de yok. kitapları da raflarıyla beraber g.tüme sokarım artık.

liseli eşcinsellere tavsiyeler

kendini iyice keşfettiğin bir çağda özellikle yaşanılan yer dolayısıyla kimliğini saklamak çok yıpratıcı olabiliyor, bu durumda hayat üçgeni oluşturmak lazım. düşünsel olarak da açık bir dostuma, ilerici olduğunu çok iyi bildiğim bir rehberlik öğretmenime ve psikoloğa açılmıştım. doldukça, canım sıkıldıkça birinden biriyle konuşuyordum, en azından insanı rahatlatıyor. kimliğinizi açık ya da yarı açık sürdürme şansınız yoksa eğer bu türlü bir harekette bulunun, psikolojik olarak sizi de rahatlatır.

bunun yanında ben hiç bir zaman cesaret edemedim, ama yapabiliyorsanız ve mevcutta varsa genç lgbti+'ların olduğu bir ortama yanaşın, daha doğrusu örgütlenin. yıllar geçtikçe kayıp giden senelere küfrediyorsunuz.

aşık olmak

güzeldir güzeldir de, bizim mahalleye doğru geldikçe pek yaramıyor sanki, hemen sapıtıyoruz efendim.

en son birine bi tutuldum, yalan yok ilk iki ay polyanna gibi geziyorum, çiçek böcek derken kampüsü güneşi keşfettim bir anda, cengizin moğol süvarisi gibi dolaşan allah'ın yabanisi oldu size frankafon beyefendi! hani böyle kafamda hayali insanlar var ben onlara hayatın yaşamaya değer olduğunu, önemli olanın iyiye güzele doğru kanat çırpmak olduğunu falan anlatıyorum, tedx konuşmacısı gibi nutuk çekiyorum amk.
sonra tabi "hayallerle yaşayanı gerçeklerle sikerler" cümlesi yeryüzündeki en hakkaniyetli cümle olduğunu kanıtlıyor, bir bakıyoruz herif hetero, taktı koluna sevgiliyi geziyor. iki aylık çiçek böcek faslı bıraktı yerini dört aylık komaya, uyku düzeni falan hak getire, panjurdan azıcık ışık girsin vampir gibi tıslayabilirim. tutmadı yani boş yere bi de samimi olduk daha da nah koparım burdan.

velhasıl kelam bir döngüdür gidiyor, üç beş sene sonra da peş peşe eskilerden düğün davetiyeleri alırız, onu da atlattık mı havada karada ölüm yok.

14 yaşında hornet kullanmaya başlamak

bu tür hadiseler cinsellikten toplumsal cinsiyete kadar bir dizi eğitimin özellikle okullarda verilmesi gerektiğini gösteriyor sanırım, özellikle lgbti+ bireyler ergenliğe adım attıkları vakit çevrelerinde sağlıklı bir iletişim bulamayınca kurtlarla dolu bir ormanda bir başına kalır gibi bir duruma evrilebiliyor.

aileye açılmak

sene 2016, ergenlik gümbür gümbür. yine sinir krizi geçirip farkında olmadan kız kardeşin ödünü bokuna karıştırdığım bir günün sonunda anne beni çekti, anlattım böyle böyle, "çok normal" karşıladı, ya da ben öyle sandım, o ara odamda canan tan'ın eşcinsellik üzerine bir romanı vardı adını hatırlamıyorum, iki gün sonra o roman artık yoktu, baya gestapo gibi yırta yırta imha etmişler, işte efendim ben etkileniyor muşum falan, üstelemedim yemedi. aradan iki sene geçti, ergenlik yine tavan, kafa da güzel çıktım karşılarına "ben topum ulannn, aha buyum" diye sayko gibi konuştum, o ara baba ağlıyordu. ertesi gün baktım ortam çok gergin, "içkiliydim vs" ayağıyla geçiştirdim onların da işine geldi tabi. şimdi yaş oldu 22, iki gün önce kafa güzel yine çıktım babanın karşısına "lan oğlun bu yaşına kadar koluna iki kız takmadı hiç mi şüphelenmedin" diye başladım, adam kalktı "etken misin edilgen misin?" diye sordu amk ona göre oğluna cinsiyet atayacak. şimdi o enteresan diyalog hiç yaşanmamış gibi rol kesiyoruz, her neyse, böyle döngü gibi gidiyor işte. ne ben tam cesaret ediyorum ne onlar tam kabullenebiliyor, ara ara patlamalı, ortaya saykodeli manzaralar çıkartmalı bir ilişki.

ayı sözlük yazarlarının yattığı erkek sayısı

game of thrones gece nöbeti... gerçi aseksüel eğilimi yüksek herifim çok da dert ettiğim şey değildir, ama bazen insan düşünüyor incel femcel gibi saçma sapan hesaplar çıktı piyasaya, elemanlar hayvan gibi para kazanıyor ulan kur bu tarz bi lgbti+ temalı hesap sen de yolunu bul amk! tabi toplum içerisinde genel sığırlaşmaya hizmet edeceksin ama o çok övdükleri piyasanın mantığı da bu değil midir? neyse biz yine de efendi efendi takılalım efenim.

kısa bir ek: olum kafam güzelken maytap geçiyordum hemen eksilemeyin lan!

pinkwashing

haklar ve özgürlükler de bugün pazarlama stratejisi olabilir, çünkü dünyada öyle "sekülerler" ile "köktendinciler" arası bir fantastik kavga verilmiyor, çelişkiler ve bunlardan doğan çatışmalar daha farklı.

mesela batı devletleri ne kadar özgürlükçü ve demokrat olduklarının propagandasını 45 sonrası dönemden beri yapmıştır (bir ölçüde olması kaydıyla öyledirler de), bugün ise medyaya bolca trans, gay ya da lezbiyen hava kuvvetleri personeli servis edilir. hikayenin diğer yanında ise afganistan'da taliban'ı kimlerin besleyip büyüttüğünü soracak olursanız cevap gelmez. peki o seküler suriye'de öso, el nusra, hatta kuruluş dönemlerinde işid kimlerden destek almıştır? bu cihatçı örgütler ilerlerken şam'ı ve golan tepelerini kimler bombalamıştır? türkiye'den devam edelim, madımak katilleri yurt dışına çıktıktan sonra onlara oturum iznini hangi ülke verdi ve şu an çoğu nerelerde yaşıyor? bugün o islamcı olan ortadoğu'da çok da uzak olmayan bir geçmişte gayet seküler bir birikim de yaşandı, peki coğrafyanın içinden geçen o müslüman kardeşleri yani ihvan çetesini kimler himaye etti ve kimlere karşı kullandı? bu soruları istediğimiz kadar uzatabiliriz.

o yüzden açıkça bir taraf seçilecekse bu makyajlamaya göre olmaz, ilk önce sorulması gereken şudur: bugün "özgürlük" ile "medeniyet" pazarlayan kuvvet o ilkeleri size layık görüyor mu? bulunduğunuz coğrafyada kimlere kucak açtığına bakarak anlarsınız, "ama efendim hamas" falan diyecek olursanız yine bir soru gelir: uzun bir dönem filistin mücadelesi fhkc, fkö ve el-fetih gibi gayet seküler unsurlarca temsil edilirken hamasın dünkü çocuktan bir anda gürbüz bir delikanlıya dönüşmesinde kimlerin etkisi olmuştur?

düşünün işte, düşündükçe gerisi çorap söküğü gibi gelir, aksi halde o trans pilotlar ortadoğu'yu bombalarken kimseyi queer mi değil mi diye ayırt etmiyor, sonra padişaha kızıp rum çeteciye sığınmak gibi olmasın halimiz.

israil'in gazze'yi vurması

on gündür yaşananları sağır sultan duydu, ilk üç dört günde yaşanan kafa karışıklığı da "radikal" ergenler hariç herkeste üç aşağı beş yukarı durulmuştur, o yüzden meseleden ziyade işin söylem ve ideoloji düzeyine dikkat çekmek lazım.

bu tür olaylar olduğunda genellikle devletler kötü kalpli teröristleri öldürdüğünü ve bunun aslında oradaki sivil halka da yarayacağını söylerler, ancak ilk günlerde netanyahu doğrudan sivil yerleşimlerin bombalandığı görüntüleri paylaştı, iktidardaki sağcı likud partisinin bir vekili ise bununla tatmin olmamış gibi görünüyor, arkadaş direk atom bombası atılması gerektiğinden bahsediyordu. sonra kabinedeki görevini hatırlamadığım bir bakan "karşılarında insana benzeyen hayvanların olduğunu ve ona göre davranacaklarını" söyledi, sorun şuradaki burada bahsedilen "insansı hayvanlar" hamas militanları değil, bunu derken tüm filistin halkını kastediyordu. sonra da buna göre davrandılar.

yine de israil güçleri bir noktadan sonra geri adım atmak zorunda kalacak, çünkü bu katliamlar sonucu baştaki algı tersine döndü, israil gazze'yi vururken başta bunun meşruluğundan bahseden batıdaki siyasiler oradaki kamuoyu baskısıyla daha "ılımlı" söylemler kullanmaya başladılar. ancak daha bir kaç hafta önce kanada parlamentosunda eski bir nazi subayı "özgürlük savaşçısı" olarak alkışlanmıştı, bir buçuk sene önce başlayan rus-ukrayna savaşında ise azov üzerinden neo-nazi cihadının nasıl desteklendiğini zaten biliyoruz. doğrusu demokrasinin beşiğinde söylem ve hareketler ııı.reichs ayarına doğru kayıyor, ama bunun için illa bildiğimiz führer görünümünde olan sincap gibi bir herife ihtiyaç yok, yeni nazilerimiz gayet güler yüzlü hatta yer yer rishi sunak gibi elemanlardan çıkacak. başka türlü çıkar yolları da yok zaten, bir tarafta kriz büyüyor diğer yanda kurumlar eski gücünü yitiriyor ve yeni bir "kavimler göçü" durmadan sürüyor, o mazideki "old but gold" günler bitti yani, devir canavarların devri.

peki biz ne yapacaz?

doğrusu lafa gelince batıyla aşık atmaya kalkan cihatçı yaratıkların canı cehenneme, bugün vuruşurlar yarın makul bir anlaşmayla satmayacakları şey yoktur, kaldı ki bunlar eski dostlardır, bir dövüşür bir barışırlar hatta başları sıkışınca batının koynuna da sokulmasını gayet iyi bilirler. bizler ise bu coğrafyanın çifte yalnızlarıyız, bir yanda kellemize talip islamcı barbarlar var, diğer taraftakilerin bahsettiği özgürlük ise o beyaz adamın özgürlüğü, bu topraklarda iç savaş finanse edilirken kimse ölenler ilerici mi gerici mi, islamcı mı seküler mi diye ayırt etmiyor yani.

kısaca islamcıyla çatışırken neo nazinin boynuna enişte diye sarılmayacağız, mümkünse kendi göbek bağımızı kendimiz keseceğiz. kolay mı? valla işimiz çok zor, ama adam akıllı tarihe bakanlar kolay diye bir şey olmadığını biliyor.

önemli bir ek: altta güzel güzel yazı girip "şımarık" diye yaftayı basan sonra da silen kardeşim, gel hele gel, vallaha bak anlaşamayacağımız bir şey yok :)

ayı sözlük itiraf

gündelik yaşamın telaşı yeterince zorlarken uzun zaman sonra derinden yoruldum, bu öyle bir yorgunluk ki geçmişimden bugüne her şeyi teker teker önüme serdi. varoluşum bir yana üstüne yıllardır fiziksel bir rahatsızlıkla boğuşuyorum ki insan kendini cennetin krallığı filmindeki kudüs kralı baldwin gibi hissediyor. ötekiyim, bulunduğum her yerde çevremdeki herkesten daha başarılı olmak zorundayım, herkesten daha fazla çabalamak ve herkesin gözünde yine herkesten daha "iyi" bir insan olmak zorundayım, aksi halde ben "öteki" olanım, en ufak hatamda bu halim yüzüme çarpılacak ama aynı zamanda bu halimle karşısına çeşit çeşit engeller koyulanım. dışarıda kimsenin empati yapmasını da beklediğim yok, çünkü mümkün değil dahası yaşamı boyunca "düz" ve makbul varoluşa sahip insanların yaptığı basit tavsiyeler midemi bulandırıyor, ne de olsa "bekara karı boşamak kolay". yaşadığım süreçte her zaman daha iyisinin hayalini kurdum, özellikle daha iyi, adil ve merhametli bir dünya ancak gerçekte var olanı da biliyorum, kendimi sıklıkla karanlık bir ormanda kurtlarla koşturan birisi olarak hayal ediyorum, sürüden biriyim ama aynı zamanda değilim çünkü biliyorum ki yeterince zayıf düştüğüm anda ben bu kurtların akşam yemeği olurum. hangi ortama ve kimlerin yanına gidersem gideyim ben onlardan birisi değilim, daha çok orada olan ve sessizce etrafını seyreden biriyim. ve bazen düz normal bir insan gibi yaşamak istiyorum, ne zaman bu derece gevşesem ve kendimi diğerleri gibi hissetmeye kalksam başıma en kötü belalar geliyor adeta toplum bana kim olduğumu kafama vura vura anlatıyor, rezil kepaze oluyorum, ne zaman tüm bunların farkında olan birisi olarak ayağa kalksam bu seferde adeta ss subayı gibi bir tipe bürünüyorum ve olmaktan tiksindiğim kişiliğe bürünüyorum çünkü karşımda duran herkes potansiyel bir düşman olarak beliriyor. başta dediğim gibi yoruluyorum.