dün rüyamda evin duvararında gezen büyük böcekler gördüm. bugün de evde cirit atan bir fare. şöyle bir şey var yalnız, farenin rüya olup olmadığından emin olamıyorum. uyku uyanıklık arasında bir yerdeydim çünkü. umarım rüyadır, yataktan kalkıp kontrol etmeyi düşünmüyorum şu an. rüyaysa baya gerçekçiydi, yattığım yerden fareyi görebileceğim yerin görüş açısı falan bile aynıydı.
delirmeden uyumaya devam edeyim en iyisi.
yeni sezonuyla birlikte basitlique'ten ölen dizi. 3. bölümü yeni bitirdim, gülmemek için zor tuttum kendimi bazı yerlerde. bu nasıl yavan diyaloglar, yavan olay örgüsü.
dizinin daenerys tarafı muhteşem yüzyıla bağlayacak zaten az kaldı. jon snow'un ne bok yediği belli değil. tyrion boş boş konuşup duruyor. ramsay çok kötü çok psikopat anladık herkesin ağzına sıçacak. ee sansa kaçtı şimdi jon'u bulmaya gidecek karşılaşacaklar sonra rickon'un rehin alındığını öğrenip hop yine winterfell'e. aynı döngü aynı bok. arya ve bran dışında dizide bir ilerleme yok yani. cimrilik yapıp kitaptan yeterli sayıda karakter almazlarsa böyle olur işte.
ikinci sezonunu az önce bitirdiğim dizi. jenerikte bir alan ball görüp duruyordum, nerden tanıdık geliyor, kimdi bu abi diye içim içimi yiyordu ki google denen bir şey olduğunu hatırladım. kendisi tabi ki true blood'ın ve six feet under'ın da yaratıcısı. zaten banshee'nin true blood benzerliği gözümden kaçmamıştı; dış dünyadan bağımsız garip bir kasaba, kasabaya gelen yabancının ardından gelişen olaylar, abartılı karakterler, eğlenceli klişeler ve lafayette'in asyalı versiyonu olan job. bu bilgiyi de edindikten sonra daha bi bağlandım diziye nedense. gerçi alan ball'u öğrenmesem bile 2. sezonun hakkaten aşmış bölümleri mevcuttu bağlanmam için. aşmaktan kasıt banshee ikinci kalite bir dizi. yani breaking bad, game of thrones* gibi diziler gibi birinci sınıf değil. ama bu sezonun bazı bölümleri, özellikle beşinci bölümü, hakkaten birinci sınıftı. işlediği konulardan, karakter derinliğinden sinematografiye kadar ağzımın açık kaldığı bölümler oldu. ve tüm bunların yanında o ucuz havasını da bozmadı tabi ki.
lucas hood, gerçek ismini bilmiyoruz. muhtemelen dizi bitene kadar bilmeyeceğiz de. kendisini en çok tanıyan insan ana/carrie, o bile geçmişini bilmiyor. bir insan hem hırsız hem polis, hem gizemli hem açık sözlü olabilir mi? ve o güçlü duruşu bir yana gayet duygusal da. favori karakterim.
ana/carrie, eski ve yeni kimliğiyle durmadan çatışan bu abla ilk sezondaki "ailem için" bencilliklerine allahtan bu sezon devam etmiyor. birinci sezonun sonunda rabbit'i öldürmeyi nasıl beceremedi bu nasıl mallık desem de dizinin yapısını bilerek kestim sesimi. bir de olek ile bir dövüş sahnesi vardı dudak uçuklattı resmen.
kai proctor, kötü adamımız. banshee'nin suç babası. rabbit'i bile solladı bence bu hırsla. amiş geçmişinden kaçamıyor bir türlü, hatta en büyük yarası. bu sezon annesinin karşısında nasıl ağladığını da gördük dağ gibi adamın. sonu yakın gibi geliyor bana, hayırlısı.
rebecca, kai'ın yeğeni. ben bu kızı çözemiyorum. dayısından nefret ediyor, ama hala ona bağlı. adamın izinden gitmeye çalışıyor ama onun kadar kötü olamıyor. lucas hood'a karşı hassasiyeti de bundan dolayı herhalde. ikinci sezon finalinde longshadow'u öldürüp "i've got all the thunder i need" demesiyle sevgimi kazandı. banshee kadınlarından korkacaksın.
siobhan, polis kızımız. bence hood'la çok yakışıyorlar. kadın gereksiz duygusallaşmıyor ama çok soğuk da değil. hood buna açılırsa bence gelecekleri parlak. şiddet gördüğü eski kocasının ağzını burnunu kırdığı sahne harika. (arada carrie'nin hapis kavgası da var, ikisinin arasındaki senkronizasyona dikkat.)
christopher isherwood'un aynı adlı otobiyografisinden uyarlanan 2011 yapımı bir bbc televizyon filmi. başrollerinde sevimli doktorumuz matth smith ve hetero olsam evleneceğim kadın imogen poots oynuyor. christopher isherwood'un nazilerin yükselişinden hemen önceki berlin yıllarını anlatıyor film. 20'lerin sonu 30'ların başında şehrin gay friendly yapısı, hareketli geceleri ve ilginç nüfusunu görmek gerçekten garip. tüm bunların naziler tarafından kısa bir süre içinde ortadan kaldırılmasını izlemek ise gerçekten üzücü.
en çok dikkatimi çeken şeylerden biriyse film birçok kere hayatta her şeyin geçici olduğunu vurguluyor. dünya, insanlar, yaşam tarzları... güzel de olsa çirkin de, hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor. bu sebeple filmin biraz koyduğunu söylesem yalan söylemiş olmam herhalde.
berlin'deki değişimi bu iki görsel özetliyor:
christopher'ın berlin'e geldiği ilk gece gay bara girdikten sonraki tepkisi
naziler sokakta kitapları yakarkenki tepkisi
bu geçiş dönemi nedense bana günümüz türkiye'sini hatırlatıyor. biz daha ne olduğunu anlamadan her şey olup bitecek. bize de shame demek kalacak.
bir hafta önce kafamda beliren "aksiyon, şiddet ve dövüşen kadınlar istiyorum!" cümlesi ve youtube'da daha önce izlediğim bir iki sahnesi sayesinde başlayıp ilk sezonunu az önce bitirdiğim dizidir.
banshee adında önemsiz sayılabilen bir amerikan kasabasında geçiyor. kız arkadaşıyla yaptığı büyük bir soygun sonucunda yakalanan hırsızımız kendini feda edip kızın kaçmasını sağlıyor ve on beş yıl hapis yatıyor. çıktıktan sonra sevgilisini banshee adlı bir kasabada buluyor fakat işler pek de beklediği gibi gitmiyor.
dizinin çizgi romanvari bir hikayesi var. geri kalan her şeyde de bu hava hakim. kötü adamlar gayet tipik, kasaba ayrı bir kafada ve karakterler fazla "karakter". aksiyon sahnelerinin şiddet dozu oldukça yüksek, buna rağmen çekimler yüzünden gayet gerçekçi duruyor.
şimdilik ihtiyacımı karşılıyor gibi dizi. şu an 4. sezonunda, yetişir yetişmez buraları dolduracağım.
bu dönem yazmaktan bıktığım zıkkımdır. mesela sabaha bin kelimelik bir tane yazmam gerekiyor ama yeni word dosyası bile oluşturmadım henüz. şunu yazmaktan kurtulacaksın ama don atlet dışarı çıkacaksın deseler hiç düşünmem çıkarım dışarı.
bugün bozulan telefonumu servise götürdüm ve ne yazık ki format atmak zorunda kaldılar telefona. silinen fotoğraf ve videolara o kadar üzüldüm ki eve dönerken deli gibi ağladım. belki abartılı bir tepki veriyorum ama hakkaten çok önemli geliyor o görüntüler bana. güzel bir şeyler vardı ve hep güzel olarak kalacaktı onlar fotoğraflarda. içimden bir şeyler kopmuş gibi hissediyorum şu an.
ikinci sezonu çok sağlam ilerleyen dizi. bu sezon the walking dead'in alışılmış şehir, otoban ve tarla coğrafyasından farklı olarak açık denizde ve adalarda geçtiğinden farklı bir soluk katmış evrene.
ilk sezonda zaman biraz hızlı geçti, doğru ama ilk üç bölüm yeterince anlatmıştı bence salgının nasıl yayıldığını. dizinin organize insan çetelerine bakarsak the walking dead'in zaman çizgisine yaklaştıklarını söyleyebiliriz. bu da demek oluyor ki ilerde hayatta kalanların the walking dead ile birleşmesi çok olası. ki bence nick dışında kimse hayatta kalmayacak. en büyük adaptasyonu o yaşadı dizide. hatta salgından önce bile yürüyen ölüydü o. zombinin karşısına geçip hırlaması, zombileri yönlendirmeyi öğrenmesi, kan abdesti alıp boş mahallede top sektirmesi... bunlar hakkaten büyük soğukkanlılık gerektiren şeyler. strand'in başta nick'te gördüğü potansiyel buydu zaten.
strand demişken 2x4'te gay olduğunu öğrenmemiz kendisine sempati beslememi pek sağlamadı. geçen bölüm gemiye bağladıkları gençlerin botlarının ipini kesmesi dünyanın en merhametsiz ve en gereksiz hareketlerinden biriydi çünkü. o çocuk zaten ölecekti kısa süre sonra. kız zaten deneyimli belli ki. gruba yararlı bir eleman olurdu.
madison bu sezon arka planda kaldı. geçen sezon biraz da olsa öne çıkıyordu liderliğiyle. şimdi sadece konuştuğuyla kalıyor. hoşuma gitmedi bu durum.
chris tam bir gerizekalı. ergenliklerinden gına geldi ilk bölümden beri. sakinleşir umarım.
alicia saflığını atıyor gibi. jack'i oltaya düşürdü bakalım bir işe yarayacak mı.
salazar ailesi için bir gelecek göremiyorum ben. bence ofelia ölecek, daniel da bunun üzerine intihar edecek. ya da daniel bir yerde ofelia için kendini feda edecek. sezonu en dramatik bitirme yöntemleri bunlar gibi. belki madison ya da travis de yapabilir böyle bir fedakarlık çocuklar için. bilmiyorum artık bir aile dramı şart bu gidişata bakarsak.
ortamda uyarlanacak kitap kalmadığından birazcık gerilediğini hissettim dizinin bu iki bölümde. havası değişmiş gibi sanki, hikaye basitleşiyor gittikçe. geçen sezonun sonlarında başladı hatta bu olay çünkü kitaptan tam bağımsız gitmeye o zamanlar başlamışlardı. neyse fantastik olsun taştan olsun diyelim.
-jon'un dirileceği o kadar barizdi ki george martin bu barizlikten utanıp jon için kitapta bambaşka bir yol izleyebilir.
-ramsay'i iyice abarttılar artık. tamam kötü, psikopat, manyak da koskoca lord bolton'ı öldürecek ve hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edecek. yok öyle bir şey yani yapabiliyorsa şimdiye kadar yapardı zaten, erkek bebeği beklemek niye?
-bran'in hikayesi en iyi giden yanlarından biri dizinin. fantezi ve zaman yolculuğu temalarını birleştirmek çok keyifli sonuçlar doğuruyor genelde. daha çok flashback görürüz umarım ilerde.
-sansa'nın hikayesi sansa'nın yolu şu an. emir'in kurşunları sektirmesi gibi bolton sektiriyor kızımız maşallah.
son saniyede yetişen brienne'ler, son saniyede yetişen yabaniler falan lan koskoca hbo, onu geçtim koskoca game of thrones lan ayıp yapmayın böyle şeyler.
-arya da fena değil gibi şimdilik.
-melisandre'yi çok kötü harcadılar yav. geçen sezon shireen'i yaktırdı, şimdi de yaşlı cadı modunda. george martin dedemiz şunlara bir açıklık getirsin artık lütfen kitapta böyle şeyler yoktu zaten, olmasın da nolur.
-daenerys napıyon sen? o kadar fetih, o kadar spartaküsçülük al noldu şimdi? tüm emeğin boşa gitti. köleciler zaten mereen'i de alacak yakında, sike sike westeros'a uçacaksın ejderhaların tepesinde. başta gitseydin de sonra dönseydin ya? hayır westeros kolay lokmaydı zaten orayı hallederdin hiç darbe almadan. sonra essos'a yine karışırdın ordan. orta doğu gibi giren çıkamıyor götünü sağlama alacaksın iron throne ile önce.
--- spoiler ---
ilk göz ağrım olan sevimli mi sevimli forum. kendinizi keşfeden taze bir ibne iseniz apollo abinizden azar işitip naramsin aplanızdan kucak dolusu kokulu öpücük alabilirsiniz. ya da tam tersi.
en kısa zamanda geri döneceğim forumdur.
bir kere çay içmek kendi başına yapıldığında bile huzurlu ve oldukça keyifli bir eylem. bahane olarak kullanmaya gerek yok bence. başka biriyle içildiğinde çok daha zevkli zaten.
çok uzun bir aradan sonra kadının doğası gereği naif olduğunu belirten bir söylemle karşılaşmamı sağlayan başlıktır.
(bkz: mağara)
(bkz: yirmi birinci yüzyıl)
bu arada kurguda dragon age evreninden andraste, ursula k. le guin'in the dispossessed kitabından odo kadın peygamberlere örnek gösterilebilir.
arkadaşlar inanmayın buna, a4 kağıtta fotoğrafla olmaz bu işler. platoniğinizin tükürüğü, saç teli, tırnağı falan lazım. çok daha güçlü olmasını istiyorsanız bir damla kan hatta, bakın bu da yılların vampirinden tavsiye size. ah bu günümüz büyücüleri... 3d printerla voodoo doll yapacaklar utanmasalar.
hatalı bir gözlem. ben ldp'liyim mesela. barajı kaldıracağını güvenerek verdim oyumu hdp'ye, pişman da değilim. sığ bir yorum olacak ama akp'ye koyduk mu? koyduk.
şu saatten sonra tek istediğim şey barış ve akan kanın durması. eminim hdp'ye oy veren diğer insanların istediği de bu. türkiye intikam döngüsünü kırarsa iyi yerlere gelecektir, artık umutla bakıyorum buna.
henüz gerçekleşen sevindirici olay. obama şu tweeti attı ardından:
"today is a big step in our march toward equality. gay and lesbian couples now have the right to marry, just like anyone else. #lovewins"
bugün yürüyüşe başlayayım dedim, gittim bir yürüyüş parkuruna yürümeye başladım emekli amcalar gibi. emekli amca demişken üç-dört tur attıktan sonra eşofmanlı bir amca jet hızıyla yürüyerek yanımdan geçti. ben de gaza geldim tabi, kaç yaşında amca bana parkurun tozunu attırıyor. hızlandım, deli gibi yürümeye başladım ve sonunda yetiştim amcaya. bi yan gözle baktı bana ve "hmpf"* efektiyle bastı yine gaza. iyice dellendim bu sefer, ride the lightning'i açarak yürüyüş atletine bağladım hemen. evet amcayı geçtim baya fakat vücudumu hissetmiyorum sözlük.
özet: spordan nefret ediyorum.
kendine ve diğerlerine nefret kusmaktan mütevellit sevmenin ve sevilmenin, saf ve karmaşık duyguların, özlemenin ve özlenmenin tadına bakamamış trajik insanların olmadığını iddaa ettiği duygu.
iki gey bi taksiciyle yattı diye (ki yatabilir kimseyi ilgilendirmiyor bu) (rastgele cinsel ilişkiye giren heteroseksüellerin aşkında bir sıkıntı yok ama değil mi?) koskoca aşk kavramını sikiş sokuşa indirgeyebilen çirkin zihniyetleri gösteren başlık ayrıca. uzaktan bakıp ağlayarak otuz bir çekmeye devam edin neden kimse beni sevmiyor diye. biz de yorulmalayım siz de.
zorlama edebiyatçılar yüzünden çaya olan sevgimi dile getiremiyorum. valla fantastik edebiyat dışında edebiyat kültürüm çok yoktur, twitter'da cemal süreya rt'lemiyorum, zeki demirkubuz izlemiyorum. ama çayın yeri çok ayrı bende ya. şu an yazdığım bu girdiyi eksilemek istiyorum mesela, bu zihniyeti yaratana lanet olsun. *
öyle bir şey yoktur. ortada bir çatışma da yoktur. hdp'nin varlığını kabullenememiş insanların demokratik hakkını kullanan insanlara hakaret etmesi ve ülkenin %13'ünü terörist ilan etmesi vardır. varsın etsinler. nefret etmek kolay iş.
gözüm bir entry'yi okumadan önce entry'nin sağ alt köşesine kayıyor, buna göre okuyup okumayacağıma karar veriyorum ve zaman kaybını engellemiş oluyorum.