mahallenin bakkalinin kocasi

Durum: 4094 - 0 - 0 - 0 - 29.01.2014 16:28

Puan: 88148 - Sözlük Kevaşesi

14 yıl önce kayıt oldu. 2.Nesil Yazar.

Isirgan otu.
  • /
  • 205

mutluluk veren küçük şeyler

geçen hafta yavrulayan, malawi chiclidlerinin en güzel türü diyebilecegim demasoni cinsi dişi balığımızın yavruları.
annenin ilk yavrulama deneyimi olduğundan, beklentilerimizin altında, sadece yedi tane yavrumuz oldu. (normalde 15-30 arası yavru verirler)
hepsi o kadar mini minnacıklar ki, beslerken, sularını falan degiştirirken azami dikkati gösteriyoruz.
bir hafta içinde neredeyse iki katına ulaştı keratalar..
temennimiz kayıp vermeden büyütebilmek hepsini.

türkiye'de şakirt beyinsiz ve eşcinsel olmak

olmaz, bu hayatta olmaz dediğim fenomen (di).
ama bugün, fazıl say ve ebussuud efendi başlıklarına girdiğim entrylere verilen eksi oyları görünce beni, "neden olmasın" diye düşüncelere daldırmadı değil hani.

(bkz:#128408)
(bkz:#128425)

kanser hastası genç kızın eline para sıkıştırmak

olayın kahramanı dilek özçelik'in, görgüsüz muhafazakarlığın yüce gönüllülük saydığı sadaka verme yoluyla dilenci muamelesine maruz bırakılması hayırlı bir işe vesile oldu.
kanserli hastaların kullandıkları blemisin isimli ilaca sağlık güvenlik kurulu tarafından provizyon verildi ve böylece hastaların bu ilaca ücretsiz ulaşımı sağlanmış oldu.

beyaz atlı prens

pamuğu baştan çıkarıp, saf ve temiz cücelere yamuğun kralını yapmış olan masal kahramanı.
oysa ortaya çıkmasaydı, pamuk prensesimiz ormanda, temiz hava bol güneşli uzun yıllar boyunca, bir yedi kocalı hürmüz tadında mutlu mesut yaşayıp gidecekti.
hormonsuz gıdalar, taze köy yumurtası, kapı önüne ekilen mis gibi maydanoz, tere, yeşil soğan da cabası.

zalimin zulmü sevenin allah'ının olması

leyla ile mecnun, kerem ile aslı, ferhat ile şirin, romeo ve jülyet, pamuk prenses ve yedi cüceler * gibi bütün ölümsüz aşk hikayelerinin ya ölüm ya da ayrılıkla sona ermesine bakarsak, pek te doğru gibi durmayan önermedir.

umberto eco

italyan asıllı aziz nesin'dir kendisi efendim.
en son, orhan pamuk'la birlikte bogaziçi üniversitesi'nde katıldığı söyleşide, insanların en az yüzde 50 sinin aptal olduğunu düşündüğünü söylemişti.

ırak

son on yıldır amerika ve onun şürekası emperyalist haydutlarca işgal edilmiş, bütün yeraltı ve yerüstü kaynakları talan edilip harabeye çevrilmiş olan ülke.
işgal boyunca bir milyon insanın hayatını kaybettiği ve milyonlarca insanın yerini yurdunu terkettiği söyleniyor.
uzunca bir sınırı, uzun bir ortak geçmişi ve aynı kökenden insanları (kürtler ve türkmenler) paylaşmamıza, yani gözden ırak olmamasına rağmen gönülden ırak olan yalnız ülke.

celali isyanları

anadoluda 16. yy başlarında ortaya çıkan ve 17. yy boyunca neredeyse 200 yıl boyunca süren, osmanlı yönetiminin adaletsizliğine ve artan yoksulluğa karşı tepki gösteren alevi türkmen köylülerin yoğun katılım gösterdiği toplumsal ayaklanmaların hepsine verilen isimdir.
isim, bu isyanlar silsilesinin ilki sayılan ve bozok ilinde (yozgat) 1519'da patlak veren isyanın lideri şeyh celal'den gelmektedir.
16. yüzyıl'ı osmanlı'nın muhteşem yüzyıl'ı olarak gösteren osmalıperver tarihçilerin iddialarının aksine, bu yüzyıl tam anlamıyla (özellikle anadolu'nun alevi türkmen halkı için) kan, gözyaşı, yağma, talan ve yıkım dönemi olmuştur. bir bakıma osmanlı için sonun baslangıcı sayılabilir.

ebussuud efendi

bugün bize muhteşem yüzyıl diye yutturulmaya çalışılan 16 yy osmanlı döneminin, fetvaları ile toplumdaki ve devlet içindeki gericileşmenin temellerini atmış olan istanbul kadısı.
daha sonra rumeli kazaskerliği ve şeyhülislamlık yapmıştır.
16. yüzyılda başlayan ve 17. yüzyıl boyunca da devam eden ve anadolu'yu baştan aşağı yakıp yıkan celali isyanları sırasında verdiği ve anadoluda'ki kızılbaş türkmen nüfusun acımasızca katledilmesine yol açan fetvaları ile bilinir.
"kızılbaşların canları ve malları helaldir. onlarla savaşırken ölmek şehitliğin en yücesidir"
"kızılbaşların kestiği hayvan mundardır, yenmez"
gibi fetvalara imza atmıştır.
bu engizisyon yargıcı kılıklı gerici softa, günümüzde hala, dönemin önemli bir hukukçusu ve değerli bir islam alimi olarak tanıtılır.

edit: iş bu entry işgüzar bir muaviye dölü tarafından eksilenmiş. ebussuud kafasındaki bir yobazın, söz konusu eşcinsellik olunca ne tür bir fetva vereceğinin farkında olmamak, üstüne üstlük onu savunmaya kalkmak nasıl bir beyinsizliktir ey veled-i zina?

ömer hayyam

ölümünden 900 yıl sonra demokratik türkiye cumhuriyeti'nin laik yargısı tarafından, islam'a hakaret ettiği gerekçesiyle fazıl say'ın nezdinde, gıyabında 10 ay hapis cezasına çarptırılmış olan iranlı şair.

böylece cevval ve bir o kadar külyutmaz savcılarımız tarafından islam'a hakaret suçu'nun zaman aşımı olmadığı, bir kez daha suratımıza tokat gibi çarpıldı.

kendilerine evrensel hukukun ifade özgürlügü gibi genel geçer normlarını değil de, osmanlı'nın ortaçağı'nın en önemli hukuk adamı (!) olan ebussuud efendi'nin fetvalarını örnek aldıkları çok açık.

sevgilisi varken başkasına yazan insan

fazıl say

hakkında verilen mahkumiyet nedeniyle, ömer hayyam'a da gıyabında ceza verilmemesi durumunda, adalet ve eşitlik ilkesinin fena halde tecavüze uğrayacağını düşündüm.
işin ironik tarafı ise, 1000 yıldır hiçbir müslüman ülkenin, şeriatla yönetilen iran'ın bile yasaklamaya cesaret edemediği hayyam'ın dörtlüğünü yasaklamak, türkiye gibi sözde laik bir ülkeye nasip oldu.

(bkz: durmak yok yola devam)

edit: sözlükteki genç şakirt rahatsız. şakirt olması elbette kendi tercihi. ancak herhangi bir hakaret, aşağılama veya nefret söylemi içermeyen, sadece bir tespit yapan, (ki yaptığı tespit yorum değil, bugün itibariyle yaşanmış bir olay) bu entry'i boşlamak tam anlamıyla bir beyinsizlik örneği.
ne yazık ki beyinsiz olmanın çaresi yok.

fidel castro

küba'yı amerika'nın yarı sömürgesi olmaktan kurtaran ve kukla batista rejimini yıkan 1959 devriminin komutanı, şu an 87 yaşında olan efsanevi lideri.

diego armando maradona

1960 doğumlu dünyaca ünlü arjantinli futbolcudur. 95 kez arjantin milli takımı forması giyen maradona, bu maçlarda toplam 36 gol atmıştır.
kendisi fidel castro'nun ve merhum hugo chavez'in yakın dostuydu.

hugo chavez

efendim bir hitler'den, mussolini'den ve stalin'den tek farkı doğru ata oynamasıdır. zaten bu at, doğru bir at olduğu için, halkı tarafından çok sevilmiş, üç kez üst üste demokratik seçimlerle seçim kazanmış, ülkesini bir muz cumhuriyetinden, tüm dünya'nin saygı duyduğu bir ülke konumuna getirmiştir.
amerika ve bazı sermaye gruplarına sadece görünürde değil, gerçekten karşı olması, emperyalistlerin ve onların yardakçilarinin tekerlerine çomak sokmasi, kendisine karşı yapılan abd destekli darbe girişimlerinden bellidir. ancak abd destekli bir darbeyle devrilen ve katledilen şili'nin efsanevi lideri allende'nin akibetine uğramamasi birilerine fena halde koymuştur.
sadece kendi ülkesinin değil, ilham verdiği diğer latin amerika ülkelerinin de peşpeşe amerikan emperyalizminin yörüngesinden çıkıp daha bağımsızlıkçı politikalar izlemesinin yolunu açmıştır.
sadece, yıllardır abd'nin haydutça saldırdığı ve tüm dünyadan izole etmeye çalıştığı küba ile değil, iran'dan
filistin'e bu haydutluklardan nasibini almış tüm dünya halkları ile dayanışma göstermesi takdire şayandır.
chavez'in oynadığı "dogru at", halkçı politikalardır.
çokuluslu şirketlerin değil, halkının çıkarlarını savunmuştur. bu yönüyle sadece zikredilen diktatörlerden değil, modern çağın bush, blair, saddam, kaddafi vs. gibi zorbalarından da farklıdır.

venezuela

dün yapılan seçimlerde, geçtiğimiz günlerde kanserden hayatını kaybeden eski devlet başkanı hugo chavez'in yardımcılığını yapmış olan nicholas maduro'nun seçildiği ülke.
chavez'den nefret eden ve onu hitler'le mussolini'yle bir tutan fena halde amerikanperver şahsiyetler için ne üzücü bir haber.

kanser hastası genç kızın eline para sıkıştırmak

her ne kadar hz. ömer'i ve onun adaletini dillerinden düşürmeseler de akp'nin adaletle olan ilişkisinin ne kadar ikiyüzlüce bir ilişki olduğu defalarca ortalığa saçıldı.
iett vurgunu, unakıtan beyefendi zamanındaki akrabalara özel vergi indirimleri, erdoğan'ın kaynağı bilinmeyen zenginliği, deniz feneri, kentsel bölüşüm furyasındaki hesap vermez "ben yaptım oldu"mcu kibirli tavırlar...
bu ekonomik talanın yarattığı yeni muhafazakar zengin sınıfların ölçüsüz açgözlülügü, nobranlığı...
uludere'de hala adalet isteyen, yavrularının parçalanmış cesetlerinin yasını tutan insanlara, "parası neyse veririz" mantığıyla sonsuza dek susmaları için rüşvet öneren bir iktidar...
son on iki yıldır iktidarın adalet konusundaki gönülsüzlüğü, belki de akp'nin toplumun adalete o kadar da ihtiyacı olmadığını düşünmesinden kaynaklanıyor.
yurdun dört bir yanını (gkz: avm)'ler ve toki evleri ile ören kalkınmacı bir yönetim var karşımızda. ne de olsa, "mühim olan kalkınmaysa gerisi teferruattır"
hz. ömer'in adaletinden çok muaviye'nin kalkınmacı yöntemlerini benimsedikleri çok açık. hak isteyenlerin sesini ise, "herkes için adalet, herkes için özgürlük" prensibi ile değil de, osmanlı'nın ulufe dağıtma mantığı ile çözmek istiyorlar..
yüce gönüllülüğün de böylesi...

uruguay

başkenti montevideo olan, brezilya ve arjantin arasında sıkışmış küçük latin amerika ülkesi.
1930 yılında ilk futbol dünya kupası'nın düzenlendiği ülkedir ve kupayı da bu minnak ülke kazanmıştır.
yine 1965 yılında, sonraki yıllarda türkiye diplomasisinin başını epeyce ağrıtacak olan ermeni soykırımı yasasını parlamentosunda kabul eden ilk ülke olmuştur.
son olarak, arjantin'in ardından (eşcinsel evlilikler)'i yasallaştıran ikinci güney amerika ülkesi olarak gündeme gelmiştir.

uruguay'ın eşcinsel evlilikleri onaylaması

islam bilim ve teknoloji tarihi müzesi

gülhane parkının içinde yer alan ve ismini gördüğümde beni dumura uğratan müze.
islam coğrafyasında şüphesiz önemli bilim adamları yasamış ve önemli keşiflere imza atmış olabilir. ancak tüm bunlar islam bilim ve teknolojisi diye kategorize edilebilirler mi?
bu bilim insanları salt müslüman oldukları için değil, bilime ilgi duydukları ve emek harcadıkları için tarihe mal olmuş insanlardır.
dünya'nın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü ortaya koyan galileo hiristiyan, üstelik de bir din adamı idi.
şimdi onu ve çalışmalarını hıristiyan bilim ve teknoloji tarihi kapsamında mı ele almamız gerekecek?
sanırım geri kalmışlığımızın en önemli sebebi din değil de, daha çok bu tip komplekslerimiz olsa gerek.
  • /
  • 205
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 4094

insanın yaşlandığını anladığı an

pisuvardaki siyah killarınızın beyazladığını farkettiğiniz andır. o an hayatınızın en büyük tra jedisidir artık. olur olmadık zamanlarda suskunlaşmaya başlarsınız.

çocukluğunuzda henüz minicik bir yavru bear olduğunuz, mandalinayesili pantolon giydiğiniz, arkadaşlarınızla bearabeare sabahlara kadar pony slaystation oynadığınız , yaşadığınız küçük ve şirin mahallede, mahallenin bakkalinin kocasinın size elma şekeri verdiği günleri hatırlarsınız.

gençliğinizde bear sikertir tavırlarla ortalarda bir azgın ve aynı zamanda naringergedan özgüveniyle
gezdiğiniz, nickimi sallasam ellisi diyerek kimseyi beğenmediğiniz günleri anımsar, hey gidi hey bir zamanlar ciwan gibi delikanlıydım ama şimdi olmuyorneyapsamolmuyor diyerek iç çekersiniz.

yıllar geçmiş, 1baltayasap olamamışsınızdır. eskiden ahmetonskinin saçları kadar karizmatik olan saçlar dökülmeye, bir kelayi olmaya başlamışsınızdır. gençliginizde aslan yürekli richard gibi dikelen sikiniz, zavallı bir yorgun pipiye dönüşmüştür. teselliyi salaş meyhanelerde, rakı şişesinin dibinde her gece sarosbalık olmakta bulursunuz. performansınızdan memnun olmayıp, aaa niye öyle oldu diye soran ve iktidarsız olduğunuzu
ima eden partnerinize utangaç bir edayla askolsunbenöylebirinsanmiyim
dersiniz.

ve honeybeenim gençliğim anne şarkısını her duyduğunuzda keremce duygulara kapılırsınız, gözleriniz dolar. yaşlanmak böyle birşeydir işte.


eşcinsel olduğunu belirtmenin yolları

kalabalık bir mekanda ay yok mu beni sikeeeeeenn...! diye bağırmak. evet en kolay yolu bu...

gizli bear

göbeğini korse, götünü düşük bel pantolon ve kıllarını epilasyon marifetiyle gizlemiş, aramızda umarsıca dolaşan ayıcanlardır.

(bkz: epilasyon)

aktif gay

düzenli olarak spor yapıp, yemesine içmesine tikkat eden gay.

ayı sözlük yazarlarının seviştikleri en ilginç mekanlar

önceki entry de seviştiğim ilginç mekanların bir listesini yazmıştım ama en ilginç olanı, dağda, bir koyun sürüsünün ortasında, sürünün çobanıyla, yıldızların ve çobanın abasının altında olanıdır. unutmam mümkün değil.
sene 94. üniversite 3. sınıf bittiği sene yaz tatilinde memlekete gitmeye karar verdim. bizimkiler istanbulda ama köyde dayımlar uzak akrabalar falan var. bir de yeni bir fotoğraf makinası almışım. gidip doğa fotoğrafları çekicem dedim, atladım otobüse, 14 saatlik yolculuktan sonra ulaştım köye.
ilk bir kaç gün benden bir kaç yaş küçük olan dayımın kuzu çobanlığı yapan oğluyla dağ tepe, köyün etrafında dolaştık. ben durmadan fotoğraf çekiyorum. bu arada dağda başka çobanlarla sürülerle de karşılaşıyoruz. bu çobanlardan birisi, uzun boylu, yapılı, esmer, yeşil gözlü, gür bıyıkları olan 35-40 yaşlarında bi abi çok dikkatimi çekmişti. tarık akan ın "sürü" filmindeki haline benzeyen bir adam. dayı oğlu bizi tanıştırdı. biz köyden göç ettiğimizde ben çocuktum daha, ama bu abi bizimkileri, abilerimi, babamı falan iyi tanıyor. bize de uğra dedi,
çayımızı iç. olur dedim, ayrıldık ordan. bu esnada dayıoğlunun bu elemandan pek hazzetmediğini sezinledim.
dayıoğlunun ağzını aradım biraz. meğersem bir yıl önce dayıoğlu bu çobanın yanında yamaklık yapıyormuş. koyun sürüleri büyük olduğu için çobanların yardımcıları oluyormuş. bir de bizim oralarda koyun sürüleri geceyi dağda geçirir, ertesi gün öğleye dogru köye iner, koyunlar sağılır, çoban uyur, akşamüstü hava serinlediginde sürü yine dağa çıkar. bu abi de bizim kuzeni dağdalarken bir kaç kez yoklamış. yok senin sikin büyük mü falan diye.. ama sözde bizimki hiç oralı olmamış.

neyse efenim ben tüyoyu aldım ya, ertesi gün bu abilerin dayımlardan çok uzak olmayan evlerine gittim. abi uyuyor. ailesi epey geniş, karısı, kardeşleri, annesi babası, saolsunlar izzet ikram gösterdiler. hoş beş edildi. hal hatır soruldu. yemekler yenildi, çaylar içildi. akşamüstü bizim abi uyandı, o da yemeğini yedi, ben bu arada doğa sevgisinden girdim, fotoğrafçılıktan çıktım, dağları, koyunları, kuşu, kurdu, böceği ne çok sevdiğimi anlatıp, onunla dağa gidip gidemeyeceğimi sordum. olur dedi. zaten yardımcı tutmamış bu sene. geçen seneye nispeten sürüyü,
bir kısmını satıp küçültmüşler.
vakit geldi düştük yola, vurduk kendinizi dağlara. gece yarısına doğru gür otların bulunduğu bir yaylada konakladık. mis gibi dağ havası, koyunların çanlarından çıkan müzik, uzaktan kurbağa sesleri, gökyüzü yıldız dolu,
uzansan tutacaksın ellerinle sanki. kavurmalı dürümlerimizi yedik çay demledik.
yanımda oturuyor bu, dağ gibi. çayımızı içtik, sohbet koyulaştı, istanbulu soruyor. istanbul gece hayatını, kızlarını... istanbulun kızları kolay veriyomuş diyor.. sen çok siktin mi diyor... bağırtırmısın diyor... beni deli ediyor... gözlerini pantolonumun önündeki giderek büyüyen kabarıklıktan alamıyor... ben he diyorum, hık diyorum
mık diyorum.. utanıyorum... gülüyorum... en sonunda sikin büyük mü diye sorup el atıyor. dayanamıyor ve yapışıyorum dudaklarına...
gerisi yıldızların altında sabaha kadar süren bir sarhoşluk... bir delilik.. bir kendini kaybediş.... her ikimiz için de yabancısı olduğumuz dünyaların keşfi..
ben onun ilk öpüştüğü erkekmişim. o benim ilk seviştiğim çobandı.... öpüşmek ah ne hoştu yıldızların altında....






insanın yaşlandığını anladığı an

pisuvardaki siyah killarınızın beyazladığını farkettiğiniz andır. o an hayatınızın en büyük tra jedisidir artık. olur olmadık zamanlarda suskunlaşmaya başlarsınız.

çocukluğunuzda henüz minicik bir yavru bear olduğunuz, mandalinayesili pantolon giydiğiniz, arkadaşlarınızla bearabeare sabahlara kadar pony slaystation oynadığınız , yaşadığınız küçük ve şirin mahallede, mahallenin bakkalinin kocasinın size elma şekeri verdiği günleri hatırlarsınız.

gençliğinizde bear sikertir tavırlarla ortalarda bir azgın ve aynı zamanda naringergedan özgüveniyle
gezdiğiniz, nickimi sallasam ellisi diyerek kimseyi beğenmediğiniz günleri anımsar, hey gidi hey bir zamanlar ciwan gibi delikanlıydım ama şimdi olmuyorneyapsamolmuyor diyerek iç çekersiniz.

yıllar geçmiş, 1baltayasap olamamışsınızdır. eskiden ahmetonskinin saçları kadar karizmatik olan saçlar dökülmeye, bir kelayi olmaya başlamışsınızdır. gençliginizde aslan yürekli richard gibi dikelen sikiniz, zavallı bir yorgun pipiye dönüşmüştür. teselliyi salaş meyhanelerde, rakı şişesinin dibinde her gece sarosbalık olmakta bulursunuz. performansınızdan memnun olmayıp, aaa niye öyle oldu diye soran ve iktidarsız olduğunuzu
ima eden partnerinize utangaç bir edayla askolsunbenöylebirinsanmiyim
dersiniz.

ve honeybeenim gençliğim anne şarkısını her duyduğunuzda keremce duygulara kapılırsınız, gözleriniz dolar. yaşlanmak böyle birşeydir işte.


annelerin homofobik ama komik yorumları

lgbt ailelerin bilinçlenme toplantısı. 2 anne aralarında konuşuyor.

1.anne: zebra hanımcıım, eskiden üzülürdüm bizim oğlana top dediklerinde. meğersem top, üstte olana diyolarmış.. ay bi ferahladım bi ferahladım.. ne iyi şey bilinçlenmek..

2.anne: valla zürafa hanımcıım çok haklısın. ben de bur da öğrendim. benim oğlan da pek bi seksüelmiş. mahallenin hocasına sordum, "gençler bu yaslarda azgın olur telaş etmeyin, evlendirin durulur" dedi..

gay barda babayla karşılaşmak

efendim bizzat başıma gelmiştir. anlatayımda dinleyin ve dersler çıkarın.
2004 yılıydı galiba. türkiye'ye tatile gelmiştim. çok sevdiğim bir lezbiyen arkadaşımla taksimde buluştuk.
yemek yedik, bir kaç kafe gezdik, türkü bara gittik. gecenin üçüne doğru bu bana, "hadi seni gey bara götüreyim" dedi.
tek yön o zamanlar, ingiliz konsoloslugu civarinda bir yerdeydi. sarhoş kafayla arayıp bulduk, girdik içeri. sanırım hafta içiydi. içerde in, cin ve üç beş lubunya tek kale maç yapıyordu. neyse efendim, gelmişken birer bira içelim dedik, aldık biraları, bir köşede muhabbete koyulduk.
bu sırada içeriye iki kişi girdi. öndeki, uzun koyu renkli bir paltoyu omuzlarına atmış, boynunda beyaz atki, 40
yaşlarında, hafif toplu, orta boylu, bıyıklı, kısa saçlı, yüzü biraz sedat peker'i andıran bir ağır abi. arkasinda ki ise 20-25 yaşlarında, uzun, sert yüz hatlarına sahip, takım elbiseli bir genç. hareketlerinden öndeki abi'ye çok saygılı olduğu hatta çekindiği anlaşılıyor. öndekinin, kendi çapında bir baba, arkadakinin de onun koruması olduğunu hemen anlıyorum.

bu garip ikili karsimizdaki bir masanın kenarina yanastilar. garsonlar hemen viski getirdiler. baba'nin paltosu hala üstündeydi. arkadaki eleman bir sey içmiyordu. baba melül gözlerle pistte dans edenleri süzüyordu. sonra bakislari
bizi buldu ve üzerimizde sabitlendi.
önce pek takmadim. ancak bir müddet sonra bu bakislar, yüzük tasiyici frodo'nun üzerine çevrilmis sauron bakislari gibi rahatsiz etmeye basladi. ufaktan benim büzük terlemeye ve yusuf yusuf olayina girmeye baslamisti.
ama hala kezban gibi, adamin yanimdaki lezbiyen arkadastan dolayi bize baktigini düsünüyordum. arkadasim,her ne kadar, 1.50 boyunda, kisacik saçlı, ve 15 yasindaki çilli bir erkek çocuguna benzesede, 95'lik memeleriyle, dikkat çeken bir kadindi ve bu memeler karsidaki baba'nin da dikkatini çekmis olabilirdi. adam zil gibi sarhostu ve belli ki çoktan, "nefes alsin yeter" moduna girmisti.

bir tatsizlik çikmadan biralarimizi içip gitmek en iyisiydi galiba. bu arada baba, korumasina isaret etti, kulagina bir seyler fisildadi ve koruma bize dogru gelirken, kendisi tuvaletlere dogru yürüyüp gitti.
kalbim yerinden firlayacak gibiydi. bela geliyorum diyordu... neden siktirolup gitmedik diye kiziyordum kendime. bu ipsizler artik neyinkafasilabu kafasını yasiyorlarsa, yanımdakini bir afeti devran, benide herhalde onun pezevengi sanmislardi. ve simdi pazarlik için geliyorlardi. siçtigimizin resmiydi bu..

genç izbandut yanimiza geldi, kulagima egildi ve belirgin bir kürt aksaniyla, " abim seni çagiriyor" dedi.
arkadasimla birbirimize baktik. onun gözlerindeki dehseti ve çaresizligi görebiliyordum.
ama sakin olmak gerekiyordu. "merak etme, hersey yoluna girecek" dedim ve dizlerim titreyerek arkaya yöneldim.

baba beni pisuvarlarin orda bekliyordu. ben daha bir kelime etmeden, "selam aslanim, çok güzel dudaklarin var. bir alt dudak verir misin?" dedi.

ben girdigim "oha nasil yani?" sokunu atlatamadan dudaklarima yapisti ve bir yandan similyami avuçlarken, öte yandan dudaklarimi kanatircasina emdi.
sonra yüzümü avuçlarina alip bir müddet bakti.. sonra yine öptü.
"benim adim necmettin" dedi. "içerden yeni çiktim. yanımdaki arkadas ürkütmesin seni.. dost var düsman var. o yüzden tedbirli olmak lazim.yanimda çalisan, dürüst güvenilir bir çocuk. ıstersen bir otele gidelim. sevismeyi o kadar özledim ki.. sabah kadar sevisiriz" diye ekledi.
"veriyor musun?" diye sordu sonra. "hayir" dedim kekeleyerek. sonuç itibariyle tekinsiz bir herifti ve ben bir full aktif tarafindan hunharca sikilerek ölmek için çok genç ve güzeldim. hayir bunu istemiyordum.
"aferim delikanli adammissin. erkek adam vermez zaten" dedi. "bak bende vermiyorum yanlis anlama. ama istersen biraz kerkinirsin. zaten büyükmüs te senin alet. istesemde alamam.."
"abi dedim kusura bakma. arkadasimla geldim. onu birakamam. allah nasip ederse baska bir zaman insallah."
nedense çok ısrar etmedi. sanirim çok sarhostu. hülyali bakislarla bakti bir müddet. "çok ta yakisikliymissin. seni çok canim çekmisti. halbu ki... sabah kadar çılgınca sevisirdik seninle... " dedi, sirtini döndü ve yalpalayarak gitti.

yüzümü yikayip arkadasin yanina gittigimde, onlar bari terketmisti çoktan. olanları anlattigimda, korkudan yüzünün rengi atmis olan arkadas önce çok sasirdi sonra makaralari koyverdi.. epeyce güldügümüzü hatirliyorum. "olum büyük balik kaçirmissin. keske bir telefon alsaydin" dedi. evet bunu nasil da düsünememistim. barda baba'yi görmüs, ama baba'yi almistim. gerçi sin sonunda babalar'a da gelebilirdim, ancak yine de pisman olmustum. hem de adam çok güzel öpüsüyordu. ama is isten geçmis, baba kendi karanlik
dünyasini perdeleyen sis bulutunun ardindan çoktan kaybolmustu.

ilk eşcinsel deneyim

80 li yıllar. anadolu’nun en muhafazakar şehirlerinden birinde imam hatipte yatılı okuyorum. kentin, hepsi de birbirinden berbat seks filmleri oynatan 2 adet sineması var. sinemalarda sürekli 3 film devamlı matine oynuyor. o hafta hangisinin makinisti biraz gözü kara çıkıp, bu berbat filmlerinin arasına 3-5 dakikalık bir parça atıyorsa o sinema hemen bir şehir efsanesi gibi kulaktan kulağa yayılıyor ve kentin tüm abazan ergenleri hafta sonu soluğu orada alıyor. benim gibi parası ya da cesareti olmadığından gidemeyenler, aksam olup da herkes yatakhanede toplandığında, o gün sinemaya gitmiş olanların ballandıra ballandıra anlattıkları sahneleri dinlemekle yetiniyorlardı. o sıralar bir emanuelle furyası vardı tüm sinemalarda. emanuelle bir efsanesiydi bizim için. gitmesek de, görmesek de seks kelimesinin tdk sözlüğündeki mecazi karşılığıydı.

bir gün yatılı okulda, yatakhanelerin bir kısmı birkaç günlüğüne kapatıldı. sanırım bir haşere istilası söz konusuydu ve sırayla ilaçlanmaları gerekiyordu. yönetim bir kaç yatakhaneyi kapattı ve orda kalanlara, " yakın arkadaşınız ya da köylünüz olan biriyle aynı yatağı paylaşın, iki gün idare edin" dedi. bizim yakın köylü rahmi adında bir arkadaş benim misafirim oldu mecburen. cumartesi akşamıydı. saat on oldu. ışıklar söndürüldü.
herkes yataklara girdi. yatılı okuyanlar bilir, ışıkları söndükten sonra muhabbet bir müddet devam eder. fıkralar anlatılır, geyik yapılır herkesin uykusu gelene kadar.

sinemaya giden bir arkadaş başladı o gün izlediği emanuelle filmini anlatmaya. tabi bire bin katarak. benim yanımda yatan rahmi, beyaz tenli, kırmızı yanaklı iri yarı bir çocuk. biraz içine kapanık, hatta utangaç. ikimiz de 15 li yaşlardayız.hikayeyi anlatan ballandıra ballandıra anlatıyor, rahmi yanımda kıpır kıpır. bacakları bacaklarıma yapışıyor. sıcacık. sonra elleri yavaşça pijamamın önündeki kabarıklığa gidiyor. anlatıcının heyecanlı sesine kaptırmış herkes kendini... rahmin'in eli, yorganın altında arayıp benim elimi buluyor...sonra ben onun pijamasının altında aradığımı buluyorum acemi ve tedirgin hareketlerle...sanki kendi ellerimiz değil, emanuelle'in usta elleri dokunuyor o güne kadar keşfetmediğimiz mahremiyetimize. her dokunuş bilinmedik haz kapılarının kilidini açıyor birer birer. hikaye, damaklarımız kurumuş, soluk soluğa kaldığımız bir anda biz utançlı bir suç ortaklığının hazzını yasarken sona eriyor...çocukluğun masumiyet perdesini yırtıp büyüklerin "dünyevi hazlarla dolu günahkar dünyasına " bir emanuelle hikayesi eşliğinde adım atıyoruz.

eşcinseller hakkında yanlış bilinenler

bazıları, evet, kadın ruhuna giydirilmiş erkek bedeni taşırlar. tıpkı bazı heteroseksüeller gibi. ama hepsi değil...

bazıları, evet, erkek ruhuna giydirilmiş kadın bedeni taşırlar. tıpkı bazı heteroseksüeller gibi. ama hepsi değil.

bazıları, evet, sekse düşkündür. tıpkı bazı heteroseksüller gibi. ama hepsi değil.

bazıları, evet, çocuk sahibi olmak isterler ve olurlar. tıpkı bazı heteroseksüeller gibi. ama hepsi değil.

bazıları, evet, aşık olmak isterler ve olurlar. tıpkı bazı heteroseksüeller gibi. ama hepsi değil.

bazıları, evet, kimseye bağlanmadan özgür yaşamak isterler. tıpkı bazı heteroseksüeller gibi. ama hepsi değil.

bazıları, evet, hayatları boyunca aradıkları aşkı bulamazlar. tıpkı bazı heteroseksüeller gibi. ama hepsi değil.

bazıları, evet, göt yalamayı severler. tıpkı bazı heteroseksüeller gibi. ama hepsi değil.

2. nesil

(bkz: mundar nesil)


edit: ya aslında ben, mundar deken, hani kayıp nesil anlamında, 1. neslin eziklediği, 3. neslin iplemeyeceği, heder olmuş, mundar olmuş nesil demek istedim.. yerseniz.. yani ben epey bi eksilenmişim bu entarim ile.. belki kıvırırsam... dedim.. olmadı mı..? yazdıkça batıyom galiba... ben kaçiimmm....

biseksüelleri eleştirmenin bifobi sayılması

bir çok sözlük yazarının " ben bi seksüelim, bi seksüelim sorma gitsin.." diyerek sıraya girdiğini görmeme ve kendi kendime, "ulan yoksa ben seksüel değilmiyim?.. " diye sormama sebep olan başlık olmuştur.

osmanlı devletini adaletin ve barışın timsali sanmak

salt osmanlıcıların değil, zaman zaman, osmanlı devletini yıkan ittihat ve terakki cemiyeti ve bir anlamda onun uzantısı sayılabililecek kemalist kadrolara yakın olanların da düştüğü hata.
osmanlı sonuç itibariyle yönetenlerin tanrının yeryüzündeki gölgesi, yönetilenlerin ise kul sayıldığı, ideolojisi din olan feodal bir imparatorluktu. tıpkı kendi dönemindeki diğer imparatorluklar gibi.
dolayısıyla diğer devletler ve kendi hükmettiği halklar ile olan ilişkisi, "hep mağdurların yanında olan hoşgörülü devlet" mantığı ile değil, kendi yaşamsal çıkarlarına göre olagelmiştir.
öbür türlü, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca anadoluda süren celali isyanları boyunca osmanlı'nın anadolu'nun türkmen halkına kan kusturmasını nasıl açıklayacağız?

1915'te bu topraklar üzerinde yaşanmış en büyük katliama imza atmış olan ittihat ve terakki çeteleri, kuşkusuz, kuyucu murat paşa geleneğinin birer devamcısı olarak, böylesine kanlı bir gelenekten beslenmiş olmalılar.

feminenler sakın yazmasın

"çünkü ben hayvan gibi edeleli bir erkek tarafından çatır çatır sikilmek istiyorum" alt okumasına sahip, incecik erkeklik zarı'nın altında zırıl bir kadın yatan bir şahsiyetin profilinde bulunan uyarıdır.

atatürk ile dalga geçen öğrenciler