iltifat gibi hakaret
makyajdan sonra defalarca söylenen "çok güzel olmuşsun"
fabrika ayarlarına dönmeyen insan modeli
fabrika ayarlarına dönmesi mümkün olmayan yegane varlık insandır lan. unuttuğunuz bir travma bile davranışlarınıza karışıp kendini var etmeye, acı çektirmeye devam eder. herşey olduğu gibi devam eder yani. en iyi ihtimalle sorunlarınızı çözer, yola devam edersiniz. yaralarınız kanamaz, sızlar. iyi anılar hayata tutunma becerinizi güçlendirir. yok yani fabrika ayarları falan.
yetvart danzikyan
"bir insan ülke gündemini nasıl bu kadar sakin özetleyebilir ?" sorusuna verilebilecek yegane cevap.
karanfil
çaya yakışan bir baharat.
ayakta kalan yolcu çirkefliği
appropriate behavior
çok beğendiğim bir filmdi. izlediklerim içinde hatırladıkça bana güç verenlerden. lgbti sinemasının genel çizgilerinden yoksun bir film en başta. genelde kadın aşkı anlatılırken sanki kadınlar arası cinsellik ve aşk ispatlanmaya çalışılıyor, bu da geriye kalan diğer gerçeklikleri yok saydığından aslında aynı şeyi yapmış oluyor, heteronormatif dünyaya hizmet ederek. ama bu film öyle değil. aşk ispatlanmaya çalışılmamış . başka meseleleri de var filmin. göçmenlik, aile ilişkileri, aileye açılma, kendine saygı gibi pek çok şey çok minimal bir şekilde işlenmiş. ben çok beğendim.
hollanda
eşcinsel evliliği tanıyan ilk ülke olduğundan aradan geçen yıllarda ne gibi kazanımlar elde edilmiştir onu merak ediyorum. ne zaman yurtdışına çıkma hayalleri kursam aklıma ilk gelen ülkelerdendir bu yüzden.
diren coşkun
hayır diyememek
bir dönem asla yapamadığım şey. yapabildiğim nadir örneklerinde ise kalp krizi geçirecek gibi oluyordum ya. hiçbir yere ait olmayı ve bir şeylere sahip olmayı haketmediğimi düşündüğümden böyle oluyordu. sonra değişti tabi.
alışmak ölmekten zor
birini ileriye doğru unutmaya çalışmak
geçmiş anıları değil gelecekte olabilecek kötü anıları baz alarak unutma çabasıdır.
kendi yazdığını kıskanıp oy verilmeyince silen yazar
sen anlat karadeniz
fragmandan anladığım kadarıyla zalim erkek ve onun zarar verdiği "zavallı" kadını kurtaracak bir erkek var, kadın yok.
faşizme karşı bacak omuza
faşizme karşı omuz omuza sloganını hatırlatması ve onun gibi kasıntı olmaması sebebiyle sevdiğim slogan.
gipsy
böyle bir dizi vardı naomi watts'lı falan. lakin ilk sezondan sonra onay alamadı. bir psikoloğun danışanlarının gündelik hayatlarına çaktırmadan karışmaya başlamasıyla kendisinin bastırdıklarının ortaya çıkması gibi bir durum söz konusu. kurgusu iyi olmadığından, duygusal anlamda tek bir gerilim hissettirmediğinden kadının yaptıkları çok sıradan geliyor ama ben yine de devamını merak ediyordum.
aids hakkında yanlış bilinenler
yapılmış en aptalca dalgınlıklar
elinde cep telefonuyla cep telefonu aramak. bolca çaldırmışlığım vardır da.
big little lies
bir kitaptan uyarlama imiş bu dizi . reese witherspoon'du yapımcısı yanılmıyorsam. kadınların dezavantajlı konumunun paradan bağımsız olduğunu anlamıştım izlerken. zira konu alınan kadınlar epey zengin kadınlar ve birçoğunun temel gündemleri çocukları. bu kadınların hayatlarına bakarken kadınlar arası rekabet, cinsiyetçilik ve kadına yönelik şiddetin gündelik hayatın gerçekliğine dönüşmüş halini görüyorsunuz. bu kez sınıfsal anlamda üst kadınların perspektifinden. büyük mesajları anlık olarak verip kurguyu kurban etmiş bir dizi değil, her şey yerli yerince kurgulanmış ve sürpriz bir finalle bitiyor. işlenmiş bir cinayetin ayrıntıları veriliyor 6 bölümde.
anlamadığı halde yabancı şarkı dinleyen kişi
ritmin hissettirdiklerine daha fazla önem veren insandır.
aşk ile sevgi arasındaki farklar
sevgi genel bir şefkatle bağlanma durumudur, güveni içerir, neşeyi içerir. aşk ise varını yoğunu ortaya koymakla ilgilidir. varlığını duygularını yoğunlaştırdığın bir kişi üzerinden yaşamak gibidir.